"Birden bire", en azından Recep Tayyip Erdoğan yanlısı ("yandaş") "medya" açısından "birden bire" Türkiye ekonomisi altüst oldu. Bu "medya"ya göre, ekonomide ufak tefek sıkıntılar olsa da, herşey yolunda gidiyordu. Bu "medya"ya göre, önce Gezi Direnişi başladı ve ardından "paralel devlet"in 17 Aralık yolsuzluk operasyonu geldi. Dolar ve euro "rekor" kırdı. T.C. Merkez Bankası, istemeye istemeye faiz oranlarını yükseltti.
Oysa doğada, toplumda, siyasette hiçbir şey birden ortaya çıkmaz. Meydana gelen her şey, belli bir sürecin ve bu süreçteki niceliklerin bir sonucudur. Ekonomide ortaya çıkan "bunalım"lar, "kriz"ler, her zaman belli bir zaman aralığında biriken nicel sorunların nitel bir dönüşümü olmuştur. Türkiye ekonomisini yakından izleyenler bu gerçeği çok uzun zamandır somut verilerle ortaya koymuşlardır.
Türkiye ekonomisindeki son olaylar (kurların yükselmesi ve faiz oranlarının artırılması), Recep Tayyip Erdoğan'ın "teğet geçti" dediği 2008 Mortgage Krizi'yle başlamış ve yine Recep Tayyip Erdoğan'ın "teğet bile geçmeyecek" (27 Temmuz 2011) dediği 2010 yılındaki Avrupa Borç Krizi'yle gelişmiştir.
Mortgage Krizi sürecinde, 2009 yılında, ihracat %22,6, ithalat %30,2 azalmıştır. Dış ticaret açığındaki küçülme doğrudan dış ödemeler dengesine (cari açık) yansımış, açık 40,4 milyar dolardan 12,2 milyar dolara inmiştir. Tümüyle dışa bağımlı bir ülkede dış dünyaya ilişkin gerilemeler ekonominin küçülmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda da ekonomi %4,8 küçülmüştür.
2010 yılında, yani Mortgage Krizi'yle birlikte FED'in "3. parasal genişleme" politikalarını uygulamaya başlamasıyla "sıcak para" girişinde büyük bir artış olmuş ve bunun sonucunda ihracat %11,5 artarken, ithalat %31,7 ve dış ticaret açığı %84,7 artmış ve cari açık 12 milyar dolardan 45 milyar dolara çıkmıştır.
2011 yılında ise, ithalat %18,5, ithalat %29,9 artmış, dış ticaret açığı %47,8 artarak 106 milyar dolara ve cari işlemler açığı da 75 milyar dolara çıkmıştır.
Bu "büyüme" sayesinde ülke içi talep canlanmış, konut sektöründen dayanıklı tüketim mallarına kadar tüm alanlarda talep patlaması yaşanmıştır. Bu da 2011 seçimlerinde AKP'nin oylarını %50'ye yükseltmesi sonucunu doğurmuştur.
(Milyon $)
|
İhracat
|
İthalat
|
Dış Ticaret Açığı
|
Cari
Açık
|
Büyüme oranı
|
2007
|
107.272
|
170.063
|
-62.791
|
-37.781
|
4,7
|
2008
|
132.027
|
201.964
|
-69.936
|
-40.438
|
0,7
|
2009
|
102.143
|
140.928
|
-38.786
|
-12.168
|
-4,8
|
2010
|
113.883
|
185.544
|
-71.661
|
-45.447
|
9,2
|
2011
|
134.907
|
240.842
|
-105.935
|
-75.092
|
8,8
|
2012
|
152.462
|
236.545
|
-84.083
|
-48.504
|
2,2
|
2013
|
151.869
|
251.651
|
-99.782
|
-63.000
|
|
Gerek FED'in "parasal genişleme" politikası, gerekse Suriye politikaları üzerinden Katar ve Suudi Arabistan'dan aktarılan dolarla ("kaynağı belli olmayan döviz girişi") sayesinde
ülke tarihinin bu en büyük cari açığı finanse edilebilmiştir.
Bu durumun olası sonuçlarını 121. sayımızda şöyle belirtmiştik:
"Türkiye cari açığın finanse edilememesinden kaynaklanan yeni bir döviz krizinin arifesinde bulunmaktadır ve dış borçları "˜çeviremez' hale, yani faizlerini ödeyemez hale gelmek üzeredir. Bu durumda AKP "˜ekonomi kurmayları'nın yapabileceği tek şey, ekonomist diliyle söylersek, "˜ekonomiyi soğutmak' adına iç mal, hizmet ve kredi talebini kısmaktır. Burada birincil dereceden tehlike oluşturan ise, bankaların verdiği konut kredileridir. Dolayısıyla ilk yapılacak iş konut kredi faizlerini yükseltmek olacaktır."[1*]
Ancak T.C. Merkez Bankası "faiz lobisi"ne "aslanlar" gibi direnerek faiz artırımına gitmemiş, bunun yerine bankaları kredi büyüme oranlarını %35'den %15'e indirmeye zorlamıştır. Bu da konut sektöründe talebin düşmesine yol açmıştır. Konut talebindeki daralma diğer alanlara da yansımıştır. Bu durumun AKP'nin temel müttefiki durumunda olan müteahhitlerin zora düşmesine neden olduğu görülünce de, T.C. Merkez Bankası faiz oranlarını düşürerek yeniden
iç talebi canlandırma yoluna gitmiştir. (Gecelik faiz oranları %12,5'tan %9'a düşürülmüştür.) Bu gelişmeler kurlar üzerinde ters yönde etkide bulunmuş ve kurların hızla yükselmesine yol açmıştır.
Yıl boyunca 1,65-1,70 TL bandında seyreden dolar, Ekim ayından itibaren 1,85'lerin üzerine çıkmıştır. Bunun üzerine T.C. Merkez Bankası 2006 yılından sonra ilk kez piyasalara doğrudan müdahale etmiş ve 750 milyon dolarlık döviz satışı gerçekleştirmiştir. Bu müdahalenin ardından dolar kuru 1,80'lerin altına inmişse de Kasım ortalarından itibaren, yani doğrudan müdahaleden bir ay sonra yeniden 1,80'lerin üzerine yükselmiştir.
30 Aralık 2011'e gelindiğinde dolar kuru 1,91'e çıkınca, T.C. Merkez Bankası bir kez daha ("agrasif") piyasalara doğrudan müdahale etmiş ve döviz satış ihalesi yoluyla piyasalara 3,2 milyar dolar satmıştır. Ancak bu müdahale fazlaca etkili olmamış, dolar sadece iki kuruş gerilemiştir. Bunun üzerine T.C. Merkez Bankası 3 Ocak 2012 günü bir kez daha piyasalara doğrudan müdahale etmiş ve 1 milyar dolar tutarında döviz satışı gerçekleştirmiştir. Böylece iki gün içinde T.C. Merkez Bankası 4,2 milyar dolar satmıştır.
Tüm müdahalelere rağmen, Ocak 2011'de 1,55 TL olan dolar 2011 yılını 1,91 seviyesinde kapatmıştır. Böylece 2011 yılında TL'nin değer kaybı %23 oranında gerçekleşmiştir.
Kurların yükselmesine yol açan en temel etmen, hiç şüphesiz yüksek cari açık ve bunun finansmanı sorunu olmuştur. Avrupa Borç Krizi koşullarında dış kredi sağlanmasındaki sıkışıklıklar ve bunun sonucu olarak cari açığın finansmanının ciddi bir "kırılganlık" haline gelmesi kurların yükselmesine yol açmıştır. Böylece Türkiye ekonomisi 2012 yılına giderek artan ve büyüyen bir kur ve cari açık sorunuyla girmiştir.
İthalata bağımlı bir ülkede cari açığın sınırlandırılmasının tek yolu şüphesiz ithalatın sınırlandırılmasından geçmektedir. İthalat ise, doğrudan
iç talep tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla iç talebi daraltıcı politikalar yoluyla ithalatı sınırlandırmak ve bu yolla da cari işlemler açığını azaltmak olanaklıdır. Merkez Bankası da bu yolu izlemiş, iç talebi daraltmak amacıyla bankaların kredi hacmini azaltıcı önlemlere başvurmuştur. Bu da, bankaların "munzam karşılık oranları"nın
[2*] artırılması yoluyla gerçekleştirilmiştir.
2011 yılında %8,8 olan yıllık büyüme oranı, 2012 yılının ilk altı ayında %3,1'e inerken, 2011 yılında %7,8
artan hane halkının tüketimi ise, 2012 yılının ilk altı ayında %0,2
azalmıştır.
İşte yandan iç talepteki daralmaya paralel olarak sanayi üretimi
ilk altı ayda ortalama %3,2 büyürken, sanayide kapasite kullanım oranı ortalama %74,3 düzeyinde gerçekleşmiştir. Böylece, kapasite kullanım oranı, bir önceki yılın Ağustos ayına göre %2,4, bir önceki aya göre %1,8 azalmıştır.
İç talebin daraltılmasına yönelik politikaların bu sonuçları ve özellikle iç talepteki daralmanın konut sektöründe ortaya çıkardığı sorunlar (talep azalması yanında Fi-Yapı olayında olduğu gibi iflasların ortaya çıkması) karşısında 2012 yılının ikinci altı ayında iç talebin daraltılması politikalarından (Recep Tayyip Erdoğan'ın doğrudan müdahalesiyle) vazgeçilmiştir.
2012 yılının sonlarına doğru yeniden iç talebi artırıcı politikalara geri dönülmüşse de, ekonomik büyüme %2,2 düzeyine inmiştir.
İç talepteki daralmaya paralel olarak büyüme hızının büyük ölçüde yavaşlaması karşısında zarar gören sermaye kesimlerini, müteahhitleri ve büyük tedarikçileri (AKP sayesinde zenginleşen tüm kesimleri) korumak amacıyla 2013 yılında
iç talebi artırıcı politikalar uygulamaya sokulmuştur. Neredeyse tümüyle ithal mallarına bağlı iç talebin artırılmasının sonucu ise, dış ticaret açığının 84 milyar dolardan 99,9 milyar dolara çıkması olmuştur. Cari açık da, 48,5 milyar dolardan 63 milyar dolara yükselmiştir.
Tüm bu süreçte, 22 Mayıs 2013'de FED'in "3. parasal genişleme"yi sona erdireceğini açıklamasıyla birlikte kısa vadeli yabancı sermaye ("sıcak para") girişinin
büyük ölçüde azalacağı ortaya çıkınca, cari açığın finansmanı sorunu birincil sorun haline gelmiştir. Bu da kurlar üzerinde etkisini göstermiş ve TL hızla değer yitirmiştir. Sonuçta dolar, Ocak 2014'de "tarihi rekor"unu kırarak 2,30'un üzerine çıkmıştır.
Doların "tarihi rekoru" karşısında T.C. Merkez Bankası'nın yaptığı ilk şey, 23 Ocak günü piyasalara 4 milyar tutarında dolar satmak olmuştur. Ancak 4 milyar dolarlık satışa rağmen doların "ateşi" söndürülememiş, birkaç kuruşluk düşüşün ardından dolar yeniden yükselmeye başlamış ve 28 Ocak günü dolar 2,34 TL düzeyine yükselmiştir.
Böylece 2013 yılının son günlerinden 23 Ocak gününe kadar yapılan müdahale sonucunda T.C. Merkez Bankası'nın döviz rezervleri
11,8 milyar dolar erimiştir.
Brüt Döviz Rezervi
|
06 Aralık 2013
|
114,8
|
13 Aralık 2013
|
115,1
|
20 Aralık 2013
|
114,2
|
27 Aralık 2013
|
112,0
|
03 Ocak 2014
|
110,3
|
10 Ocak 2014
|
109,7
|
17 Ocak 2014
|
106,9
|
24 Ocak 2014
|
102,4
|
Merkez Bankası'nın piyasalara doğrudan müdahalesine rağmen dolardaki yükselişin engellenemeyeceği görüldüğünde, kaçınılmaz olarak eski "yüksek faiz-düşük kur" politikasına geri dönülmeye çalışılmıştır. Bunun sonucu olarak da 29 Ocak günü faizler artırıldı. Gecelik faiz oranı %7,75'den %12'ye ve "politika faizi" %4,5'tan %10'a yükseltildi. Bu faiz artışından beklenen, yüksek oranda "sıcak para"nın gelmesi ve bu yolla kurların aşağı yönde hareket etmesidir. Böylece 2002-2008 yıllarında uygulanan "yüksek faiz-düşük kur" politikasının bir kez daha etkili olacağı beklenmektedir.
Açıktır ki, geçmiş dönemde "yüksek faiz-düşük kur" politikasının etkili olmasının temelinde dünya çapında kredi hacmindeki genişleme yatmaktadır. Bugün ise, FED'in "3. parasal genişleme"yi bile sonlandırmaya yöneldiği bir ortamda, böyle bir kredi genişlemesinden daha çok kredi daralması söz konusudur. Dolayısıyla "yüksek faiz-düşük kur" politikasının etkili olabilmesinin koşulları bulunmamaktadır.
Bunlardan daha da önemli olan, FED'in "3. parasal genişleme"yi sona erdirme kararının arka planında ABD ve diğer emperyalist ülkelerdeki krizin geri-bıraktırılmış ülkelere ihraç edilmesinin yatmasıdır. Bugünlerde "
kırılgan beşli" denilen, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya krizin ihraç edileceği hedef ülkeler durumundadır. Yine son zamanlarda "kırılgan beşli"ye Şili, Rusya ve Arjantin eklenerek "
kırılgan sekizli"den söz edilmeye başlanmıştır.
Yakından bakıldığında, kısmen Hindistan ve Rusya dışında kalan altı ülke, özellikle de 1980-1994 yılları arasında sürüp giden dünya borç krizinin en etkin olduğu ülkelerdir. Bunların en temel özelliklerinden birisi, diğer geri-bıraktırılmış ülkelere göre görece daha büyük bir ekonomiye sahip olmalarıdır. İkinci olarak, bu ülkelerde emperyalist ülkelerin doğrudan sermaye yatırımları (
joint venture ve portföy yatırımları) ilk sıraları almaktadır. 2012 verilerine göre, geri-bıraktırılmış ülkelere yapılan doğrudan sermaye yatırımı tutarı 2,8 trilyon dolar olup, bunun 1,2 trilyon doları (%41'i) "kırılgan sekizli"nin yedi ülkesine yapılmıştır. Dolayısıyla FED'in "3. parasal genişleme" politikasını sona erdirmesiyle birlikte dünya çapındaki likidite daralmasından en çok etkilenecek ülkelerin başında bu yedi ülke gelmektedir.
Doğrudan Sermaye Yatırımı
(Milyon $)
|
Brezilya
|
469.360
|
Endonezya
|
194.029
|
Türkiye
|
150.595
|
Şili
|
109.453
|
Hindistan
|
108.178
|
Arjantin
|
77.790
|
Güney Afrika
|
56.597
|
Yedi ülke toplamı
|
1.166.002
|
Kaynak: UNCTAD, FDI/TNC verileri, 2013.
|
Türkiye özelinde FED'in "3. parasal genişleme" politikasını sonlandıracağına ilişkin açıklamayı yaptığı tarihte (22 Mayıs 2013) portföy yatırımları (hisse senetleri, devlet iç borçlanma senetleri/DİPS ve repo) 166 milyar dolar iken, 2013 yılının sonunda 51 milyar dolar azalarak 114 milyar dolara inmiştir. Ocak 2014'de 7 milyar dolar yabancı sermaye Türkiye'yi terk etmiş ve yabancıların portföy yatırımları 107,8 milyar dolara inmiştir.
Yurtdışı Yerleşiklerin Portföy Yatırımları
|
(Milyon $)
|
Hisse Senedi
|
DİPS
|
Repo
|
Toplam
|
17 Mayıs 2013
|
82.288
|
69.850
|
13.924
|
166.062
|
21 Haziran 2013
|
61.731
|
62.513
|
13.545
|
137.789
|
6 Aralık 2013
|
58.327
|
56.022
|
13.082
|
127.431
|
13 Aralık 2013
|
59.664
|
55.170
|
13.308
|
128.142
|
20 Aralık 2013
|
55.510
|
53.832
|
13.256
|
122.598
|
27 Aralık 2013
|
49.379
|
52.689
|
12.570
|
114.638
|
3 Ocak 2014
|
50.543
|
51.491
|
12.212
|
114.246
|
10 Ocak 2014
|
50.766
|
50.355
|
12.317
|
113.438
|
17 Ocak 2014
|
49.744
|
50.600
|
11.922
|
112.266
|
24 Ocak 2014
|
46.867
|
48.289
|
12.678
|
107.834
|
Kaynak: TCMB.
|
Bilinebileceği gibi, günlük "piyasa" dilinde "sıcak para" olarak tanımlanan bu portföy yatırımları Türkiye ekonomisinin sürdürülebilirliğinin de en temel aracı durumundadır. Cari açık, "kaynağı belli olmayan döviz girişi" yanında, asıl olarak "yurtdışı yerleşikler"in portföy yatırımlarıyla finanse edilmektedir. Bunlarda meydana gelen azalış, kaçınılmaz olarak cari açığın finansmanını önemli ölçüde "kırılgan" hale getirmektedir. Bu durumda doğrudan dış borçlanmaya gitmekten başka seçenek kalmamaktadır. Bu da bir kez daha IMF'nin kapısını çalmak demektir. Daha düne kadar IMF'ye "borçlarımızı ödedik, üstelik IMF'ye beş milyar dolar borç verdik" diyen Recep Tayyip Erdoğan gibi IMF'ye "kafa tutan" ve bununla "prim" yapan bir politikacı için böyle bir durum, "karizmanın çizilmesi"nin ötesinde tüm inandırıcılığını yitirmesi anlamına gelmektedir. Bu da, bir ekonomik krizle (Şubat 2001 krizi) iktidara geldiğini düşünen AKP'nin bir başka ekonomik krizle (belki de bugün içine girilen kriz süreciyle) iktidarı kaybetmesi anlamına gelecektir.
Gerçekte ise, ekonomik krizler bir günde ve birden ortaya çıkmazlar. Gerek ekonominin işleyiş kuralları, gerek kredi sistemi nedeniyle ekonomilerde meydana gelen belirgin bir kırılma, bir krizin başlangıcı olmaktan öte anlam taşımaz. Bu kırılmanın kriz olarak tanımlanabilecek duruma gelmesi için üç ay ile 9 ay arasında bir zaman gerekir. Bugün itibariyle, TL, dolar karşısında %30 değer yitirmiştir. Enerjiden tarım ürünlerine kadar hemen her şeyi ithal eden Türkiye'de TL'nin değer yitirmesi, kaçınılmaz olarak fiyatlara yansıyacaktır. Bu da en az %30 düzeyinde bir enflasyon anlamına gelir. "
Dalgalı kur rejimi"nde ulusal paranın değer yitimi,
sabit kur sisteminde yapılan devaülasyonlar gibi anında fiyatlara yansımamaktadır. Bu nedenle de, TL'nin son dönemdeki değer kaybının fiyatlara yansıması belli bir zamanı kapsayacaktır. Bu da "kriz" boyutunda şiddetli bir durumun kısa dönemde hissedilmesini önleyecektir. Dolayısıyla da siyaset üzerindeki etkisi zamana yayılacaktır. Unutulmamalıdır ki, Şubat 2001 krizinin siyasal sonuçları, ancak Kasım 2002 seçimlerinde ortaya çıkmıştır. Son ekonomik gelişmelerden kısa vadede siyasal sonuçlar beklenilmesi, sadece beklentiye girenleri hayal kırıklığına uğratmaktan öte bir değere sahip değildir.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
Ekonomi-Politik Nedir? Ekonomik Tahliller Ne İşe Yarar? [Kasım-Aralık 2012 - 130. Sayı]
***
ABD, FED, Q1, Q2, Q3... [Kasım-Aralık 2012 - 130. Sayı]
***
Altın Oyunu [Kasım-Aralık 2012 - 130. Sayı]
***
Tüketicinin Tüketimi [Kasım-Aralık 2012 - 130. Sayı]
***
Büyüyen Üretimin Küçülen Ekonomisi [Eylül-Ekim 2012 - 129. Sayı]
***
İç Talep Daralınca... Fi-Yapı’nın İflası [Eylül-Ekim 2012 - 129. Sayı]
***
Dünya Borç Krizinin Arifesi mi? [Temmuz-Ağustos 2011 - 122. Sayı]
***
Ekonomide “Hissedilen Hava Sıcaklığı” [Temmuz-Ağustos 2011 - 122. Sayı]
***
Ekonomik Krizin Ayak Sesleri mi? [Mayıs-Haziran 2011 - 121. Sayı]
***
Ekonomide Komplo Korkusu (Sıcak Para Operasyonu) [Ocak-Şubat 2011 - 119. Sayı]
***
Duble Yol ve Kapalı Üretim Birimlerinin Kapitalizme Açılması [Ocak-Şubat 2011 - 119. Sayı]
***
“Yaşamınızdaki Dünya Bankası” [Eylül-Ekim 2010 - 117. Sayı]
***
Komşunun Krizi [Mart-Nisan 2010 - 114. Sayı]
***
Ekonomik Krizi Neden Hissetmiyoruz? [Ocak-Şubat 2009 - 107. Sayı]
***
Aşırı-Üretim, Kriz ve Kriz İhracı [Kasım-Aralık 2008 - 106. Sayı]
***
Dünya Ekonomisi "Teknik Anlamda" Resesyona Girince [Kasım-Aralık 2008 - 106. Sayı]
***
Kapitalist Ekonominin Devresel Hareketi (Cycle/Çevrim) ve Devrim [Kasım-Aralık 2008 - 106. Sayı]
***
IV. Bunalım Dönemine Talim Ederken V. Bunalım Dönemine Giriş
***
"Finans Krizi"nin İlk "Reel" Sonuçları
***
Teoriyi ve Tarihi Unutmuşlara Ekonomi-Politik Notları
***
"Finans Krizi" "Reel Sektör"e Yansıyacak mı?
***
Ne Olacak Şimdi?
***
"The Party is Over" [Parti Bitti!]
***
Bankalar Kamulaştırılırken Neo-Liberalizmin Yazgısı
***
Dünya Ekonomik Bunalımı Ortamında Sömürücü Sınıflar Arasındaki Çelişkiler Keskinleşirken
***
Petrol Fiyatları, Gıda Krizi, Dolar Enflasyonu
***
Aşırı-Üretimden Mortgage Krizine [Mart-Nisan 2008 – 102. Sayı]
***
Bu Kriz, O Kriz mi? [Ocak-Şubat 2008 - 101. Sayı]
***
"Global Ekonomide Türbülans" Bir Kez daha Karşılıksız Dolar Sorunu [Kasım-Aralık 2007 - 100. Sayı]
***
Dışa Bağımlı Bir Ekonominin Anatomisi: 2006 Türkiye Ekonomisi [Ocak-Şubat 2007 - 95. Sayı]
***
Doların Mehter Yürüyüşü (II) [Ekonomik Krizin Ayak sesleri] [Temmuz-Ağustos 2006 - 92. Sayı]
***
Doların Mehter Yürüyüşü [Eylül-Ekim 2004 - 81. Sayı]
***
Sol Ekonomistlerin Çıkmazı
***
Sol Yayınlarda Ekonomi Yazını
***
Yaz Sıcağında Ekonomi [Tüccarlar Arası Savaş ve Barış]
***
"Türkiye Kabına Sığmıyor"-"Büyümede Dünya Rekoru"
***
YTL, İMKB, TCMB, IMF, RTE vs.
***
Piyasaların AKP Sevgisi Nereden İleri Geliyor?
***
Nerede Kalmıştık? [Piyasalarda Şenlik Var!]
***
Haydi! İMKB'ye Gidelim! ["Üç taksitte 1 Kilo Domates"]
***
Menkul Kıymetler Borsası Kazandırıyooor!
***
Menkul Kıymetler Borsası Kazandırmaya Devam Ediyor!-I
***
Menkul Kıymetler Borsası Kazandırmaya Devam Ediyor!-II
***
Menkul Kıymetler Borsası Kazandırmaya Devam Ediyor (mu)?
***
Menkul Kıymetler Borsası Hâlâ Kazandırmaya Devam Ediyor!
***
Koşun! Menkul Kıymetler Borsası Kazandırıyor!
Dipnotlar
[1*] Kurtuluş Cephesi, "Ekonomik Krizin Ayak Sesleri mi?", Sayı: 121, Mayıs-Haziran 2011.
[2*] "Munzam" ya da "zorunlu" karşılık oranları, bankaların topladıkları mevduatlara karşılık olarak Merkez Bankası'nda bulundurmak zorunda oldukları mevduat oranıdır. Bu yolla bankalar, topladıkları mevduatların belli bir bölümünü kullanamaz hale gelmektedirler. Böylece bankaların kredi hacminde belli bir sınırlandırmaya gidilmiş olmaktadır.