"Altın çağ"larını yaşadılar. Neredeyse tam bir yüz yıl hiç bir yerde itibar görmemiş, değer verilmemiş bir "zihniyet" ya da "ideolojik tutum", son otuz yılda, özellikle de son onbeş yılda "neo"laşarak "altın çağ"ını yaşamıştır. Bu zihniyetin, bu ideolojik tutumun adı, liberalizmdir.
1980 dünya ekonomik bunalımı ortamında, emperyalist ülkelerdeki yüksek enflasyon ve durgunluğa (stagflasyon) "keynesçi" yöntemlerle çare bulunamayınca, "kurtarıcı" olarak ortaya çıkan "monetarizm", her şeyin piyasalara bırakılması ve piyasaların her şeyi düzenleyebileceği düşüncesine dayanan "liberal ekonomik politika" egemen oldu ve "klasik liberalizm"in "bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler" düstürüna yol verildi.
Dedesinin Hayek, babasının M. Friedman’ın olduğu "monetarizm"e göre, enflasyon parasal bir olgudur. Temelinde siyasal yöneticilerin ellerinde tuttukları "para basma" gücünü piyasalara rağmen kullanmaları yatar. Diğer bir ifadeyle, 1929 "büyük bunalımı" sonrasında egemen ekonomi politikası olan "keynesçilik", yani "devletin ekonomiye müdahalesi" enflasyonu yaratmıştır. Devletin "para basma gücü"yle piyasalara yönelik müdahaleleri (regülasyon), piyasaları yapaylaştırmış, dolayısıyla da piyasalar yapay uyarıcılarla varlıklarını sürdürür hale gelmiştir.
"Bu yüzden" der Milton Friedman ya da "monetarizm" yandaşları, "Enflasyonun tek sebebi para miktarındaki artış olduğundan, tek tedavisi de parasal büyüme oranını azaltmaktır. Para miktarı, satın alınabilen mal ve hizmet miktarı kadar artarsa fiyatlar da istikrarlı olur"
"Monetarizm"e göre, devletin (kamunun) üç alandaki harcamalarını (sübvansiyonlar, transferler vb.) karşılamak için "para basması" enflasyonun somut nedenidir. Bu üç alan ise, sosyal harcamalar (eğitim ve sağlık harcamaları öncelikli olmak üzere), kamu kuruluşlarına (KİT’ler) yapılan transferler ve tarım destekleme harcamalarından oluşmaktadır. Dolayısıyla "monetarizm", bu üç alandaki kamu harcamalarının ortadan kaldırılmasını ve bu alandaki tüm mal ve hizmetlerin "özel sektör" tarafından üretilmesini emreder. İlk yapılan iş de, sosyal harcamaların azaltılması ve kamu kuruluşlarının (KİT’ler) "özelleştirilmesi" olmuştur.
Sözcüğün tam anlamıyla, "monetarizm", "keynesçi" ekonomi politikanın tersine, devletin ekonomiden elini-ayağını çekmesini ister ve piyasaları, piyasalara emanet eder.
Böyle bir ekonomi politaka, kaçınılmaz olarak siyasal sistemde "ademi merkeziyetçi"dir, yani "yerel ve yerinden yönetim"in uygulanmasını talep eder. Merkezi ulusal-devlet karşısında "yerel ve yerinden yönetim" modelini savunan "monetarizm", aynı zamanda "merkezi devlet"in tasfiye edilmesinden yanadır.
1980’de ABD’de Reagen ve İngiltere’de Teatcher "monetarizm"in siyasal uygulayıcıları olarak yeni bir liberal dönemin başlatıcıları olmuştur. Böylece "klasik liberalizm"in bu yeni dönemi, "neo-liberalizm" dönemi olarak adlandırılmıştır.
Neo-liberalizmin 1980’lerde başlayan egemenliği, bir yandan "sosyal devlet"in sonunu ilan ederken, diğer yandan kamu harcamalarına dayanan ve kamunun yarattığı taleple gelişen her türlü mal ve hizmet üretiminin de sonunu getirmiştir.
Büyük sermaye yatırımı gerektiren, dolayısıyla büyük bir para-sermaye birikimine gereksinme gösteren büyük kamu sanayi kuruluşları (özellikle enerji alanında) birbiri ardına "özelleştirilmiş", devletin üretim süreci üzerindeki her türlü denetim ve bağlantısı kesilmiştir. Aynı şekilde, 1980 dünya ekonomik bunalımı koşullarında kamulaştırılmış finans kuruluşları yeniden "özelleştirilmiş", "özelleştirilen" kamu kuruluşlarının satın alınabilmesi için "türev finans araçları" bu "özel bankalar" tarafından üretilmiştir.
Böylece piyasalar, "piyasa aktörleri" denilen "türev finans araçları" üreten finans sektörünün yapay "sermaye" (fiktif sermaye) üretimiyle "neo-liberal uyuşturucu" kullanır hale gelmiştir.
Neo-liberalizm "neo-con"ları ("yeni muhafazakarlar") üretmiş, "neo-con"lar da emperyalist "imparatorluk" kurma hayalinin peşine düşmüşlerdir. Ancak neo-liberalizmin en büyük başarısı, "yeni orta sınıf" adı verilen bir yeni asalaklar tabakası ortaya çıkarmış olmasıdır.
"Yeni orta sınıf", kamu kuruluşlarının "özelleştirilmesi"yle ortaya çıkan yeni iş alanlarında çalışan "beyaz yakalı işçi"lerdir. "Özelleştirme" öncesinde "devlet memurları"nın çalıştığı işler, "özelleştirme" sonrasında "yeni orta sınıf"ın istihdam edildiği, daha doğrusu üretildiği iş alanları haline gelmiştir. Böylece "keynesçi" dönemde milyonlarca "kamu çalışanı", milyonlarca "yeni orta sınıf"la yer değiştirmiştir. Kamu bürokrasisinin niceliği, özel sektör bürokrasisinin niceliği ile yer değiştirmiştir.
Neo-liberalizm, "yeni orta sınıf"ın varlığını ve yükselişini sağlamakla, aynı zamanda kendisini "ideolojik olarak" savunacak ve kendi adına ideolojik "savaş" yürütecek bir nüfusu da üretmiştir.
Önce pazarlamacılık (marketing) ve reklamcılık alanlarında gelişen "yeni orta sınıf", yani "neo-liberaller", giderek "medya" sektöründe, finans bürokrasisinde ve borsada tek egemen güç olmuşlardır. Yükseliş döneminde "neo-liberaller" arasında "dostluk ve kardeşlik" havası eserken, 1987 bunalımı bu havayı dağıtmış, 1993 bunalımı çatışmaya dönüştürmüştür.
"Hi-Tec" şirketleri "dev" şirketler haline gelmiş, dünya çapında "imparatorluk"lar kurmaya başlamışlardır. "Sanal büyüme", 1997 "Asya krizi"yle zayıflamaya başlamış ve 2000 bunalımıyla birlikte çökmüş, "sanal" varlıkları bir günde yok olmuştur.
2001 yılında Enron (63 milyar dolar) ve 2002 yılında "ABD tarihinin en büyük iflası" olarak adlandırılan (Eylül ayında iflas eden Lehman Brothers’tan sonra) WorldCom (107 milyar dolar) iflas ederek bir dönemin sonuna gelinmiştir.
Yeni dönem, "W. Bush dönemi", "neo-con" dönemi ya da "geleneksel orta sınıf"ın yeniden yükselişi dönemi olmuştur. Böylece "chip"lerin egemenliğinden "blue chip"lerin egemenliğine geçilmiştir.
Ve bugün, "mortgage krizi"nin "finans krizi"ne dönüştüğü bugün, finans alanındaki "blue chip"lerin egemenliğinin ve "geleneksel orta sınıf"ın yükselişinin sonuna gelinmiştir. Bir başka deyişle, "neo-liberalizm", egemenliğinin yirmili yıllarında can çekişmektedir. "Neo-liberalizm"in can çekişmesi ve bir süre sonra "mefta" haline gelmesi, "yeni orta sınıf"ın ve "neo-con" "geleneksel orta sınıf"ın da sonudur.
Nasıl ki emperyalist ülkelerde baş gösteren ekonomik bunalım geri-bıraktırılmış ülkelere şiddetle yansıyorsa, "neo-liberalizm"in bu son saatleri de aynı biçimde yansıyacaktır. "Neo-liberalizm"den nemalananlar, "neo-liberalizm" propagandistliğiyle ün ve paraya sahip olanlar, "globalizm" yandaşları, "ulusal devlet" karşıtları, "ademi merkeziyetçilik" savunucuları da "iflas" noktasına gelmiştir.
Gün, devletin ekonomiye artan oranda ve büyük çaplı müdahalelerinin günüdür. Bu da kendi "orta sınıf"ını yaratacak ve bu "yepyeni orta sınıf"ın da yeni ideologları ortaya çıkacaktır. Yeni ideologlar da, "neo-liberal" ideologlar gibi, gerçekleri çarpıtarak, kendilerini yücelterek, ün ve para sahibi olmanın yollarına bakacaklardır.
"Neo-liberal sol" ne olacak diye sorulursa, onların sonu, "aslına rücu etme" arayışları içinde can çekişe çekişe ölmek olacaktır. Devrime, devrimci mücadeleye ve genel olarak sol düşünceye verdikleri zarar ise, ancak gelişen ve yükselen bir devrim mücadelesiyle telafi edilebilecektir.