Kurtuluş Cephesi'nin Ocak-Şubat 2000 tarihli 53. sayısında yayınlanan ”MenkulKıymetlerBorsası'Kazandırıyooor!'” başlıklı yazıda şunları ifade etmiştik: ”1984 yılında T. Özal'ın başbakanlığı ile birlikte başlayan ”köşedönmecilik” anlayışının Türkiye'deki en tipik ifadesi, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası' nın (İMKB) 1986 yılında faaliyete geçmiş olmasıdır. Nerdeyse, aynı yıllarda geniş kesimlerin ellerine geçen tüm paraları yatırdıkları 'at yarışları' gibi, İstanbul Borsası, yoğun 'köşedönme' alanı olarak ortaya çıktı. Hemen hergün, birilerinin borsada 'oynayarak' bir günde kaç 'milyon' götürdükleri konuşuluyordu. 'Tek bir dikili ağacı' olmadığı söylenen Özal ailesi, İstanbul Borsası'nın en önemli reklamcısı ve müşterisi olarak bu dönemde ortaya çıkmıştı.
Bu dönemde İstanbul Borsası, 'benim memurum işini bilir' sözleriyle başlayan rüşvet döneminin en önemli aracısı olarak ortaya çıkmış ve hertürlü rüşvet, yolsuzluk, kara para, İstanbul Borsası aracılığıyla aklanılmıştır. Birbiri ardına açılan 'döviz büroları', bu aklanan paraların T.L'ndan dolara çevrilmesi işlemlerinin yapıldığı yerler olarak 'en çok iş yapan' işyerleri durumuna gelmiştir...
Bugün İstanbul Borsası, geniş halk kitlelerinin ellerindeki her türden birikimlerinin sermayeleştirilmesi işlevini yerine getirmektedir. 'Faize yatırılmış paraların', 'üretim ve yatırıma yöneltilmesi' demagojisiyle yürütülen bu sermayeleştirme eylemi, borsanın olağan işleyişi içinde geniş bir mülksüzleştirmenin bir yansısı durumundadır.
IMF ile yapılan stand-by anlaşmasıyla birlikte resmiyet kazanan mülksüzleştirme süreci, öncelikle geniş halk kitlelerinin (kendi deyişleriyle 'küçük yatırımcıların') ellerindeki her türden tasarrufun para-sermaye haline getirilmesi sürecidir. Bugün İstanbul Borsası'nda meydana gelen 'rekorlar', bu sürecin etkin bir biçimde işlediğini göstermektedir.
İlk yapılan, 'küçük yatırımcıların' ellerindeki paraların (ki bunlar sermaye değildir) bir biçimde para-sermaye haline getirilmesi için borsaya yönlendirilmesi olmuştur. Faiz oranlarının düşürülmesi, döviz kur artışının iki yıl süreyle sabitlenmesi ve kira artışının sınırlandırılması kararlarıyla, bu alanlarda toplanmış olan 'küçük yatırımcılar'ın tasarrufları hızla borsaya yöneltilmiştir.” Herkesin çok iyi bildiği gibi, bu gelişmelerin ilk sonucu Ocak ayında alınmış ve İMKB endeksi 20.000'lere yükselmiştir. Şubat-Nisan ayları arasında İMKB-100 endeksi %25 dolaylarında değer kaybederek 15.000'ler seviyesine inmiş ve Nisan ayında TÜPRAŞ ve TÜRKCELL hisselerinin borsaya girmesiyle birlikte (ve büyük reklam kampanyalarının eşliğinde) endeks yeniden yükselişe geçmiş ve 19.000' lere ulaşmıştır.
Eylül sonuna gelindiğinde İMKB-100 endeksi 11.000'ler seviyesine gerileyerek, ”yatırımcısına” %55 kaybettirmiştir. Bu kaybın parasal karşılığı 40 milyar dolar olmuştur.
Kent küçük-burjuvazisinin mülksüzleştirilmesinin en önemli aracı durumuna getirilen borsanın son aylardaki en büyük vurgunları ise Tüpraş ve Türkcell tarafından gerçekleştirilmiştir.
”En büyük özelleştirme” olarak kamuoyuna sunulan Tüpraş hisselerinin %32'sinin borsada satışa sunulması, devlet aracılığıyla mülksüzleştirmenin nasıl sürdürüldüğünün ve halkın nasıl kandırıldığının en açık örneği olmuştur.
Nisan 2000 başlarında, petro-kimya alanındaki en büyük devlet kuruluşu (KİT) olan Tüpraş'ın 1 milyar 235 milyar dolarlık hissesi ”aracı kurumlar” aracılığıyla borsada halka ”sunulmuş”tur. İşçilerine ”rüşvet” olarak 26.350 liradan satılan Tüpraş hisseleri, ”rezervasyonlu müşterilere” 27.280 liradan ve açık satışlarda 31.000 liradan satışa sunulmuştur.
”Halka arz”ından iki ay satış satış değerinin altına düşen Tüpraş hisseleri, küçük-burjuvazinin ”her zamanki alışkanlığı” ile yaz tatili için gerekli para ihtiyacıyla birleşerek büyük ölçekli satışlara sahne olmuştur. Ve bu durum karşısında para piyasasının yabancı ve yerli işbirlikçi kuruluşları Tüpraş hisselerini toplamaya başlamışlar ve Haziran sonunda hisselerin değeri 60.000'e çıkmış ve Temmuz ayında 80.000'e yükselmiştir. Böylece, Tüpraş hisseleri, ”arz fiyatına” göre %250, yani 2,5 katı değere ulaşmıştır. Parasal olarak, 1 milyar 235 milyon dolarlık Tüpraş hisselerinin değeri 3 milyar 90 milyon dolara yükselmiştir.
Faiz oranlarının düştüğü bir ortamda kendi ”küçük birikimleri” için ”yeni kaynaklar” arayan ”küçük yatırımcı”, bu dönemde 2 milyar dolara yakın bir parayı yeniden borsaya yöneltmiştir. Böylece ”küçük yatırımcı” yeni bir ”umut”la 60 ile 80 bin lira değerinden Tüpraş hisseleri satın almıştır.
Eylül sonuna geldiğimizde Tüpraş hisseleri, 26.000'e düşmüştür. Böylece Tüpraş hisselerinin parasal değeri 1 milyar dolara inerken, Tüpraş hisseleri alımı için borsaya ”giren” 3 milyar doların 2 milyar doları, halk deyimiyle söylersek, ”deve olmuştur”!
Tüpraş hisseleri üzerinden yapılan spekülasyonlar sonucunda , kendisine verilen ”rüşvet”i kabul ederek hisse senedi satın almış ve bugüne kadar satmayarak elinde tutmuş Tüpraş işçisi de kayba uğrarken, en büyük bedeli ”küçük yatırımcı” olarak küçük-burjuvazi ödemiştir.
Tüm bu süreçte yapılanlar ise çok yalındır.
Tüpraş hisselerinin ”halka arzı” sırasında tüm ”medya”, manşetleriyle, köşe yazarlarıyla ”dev tesisin” özelleştirmeyle nasıl kâra geçeceğini ve hisse alanların nasıl kâr edeceklerini günlerce yazıp çizerek ”piyasayı kızıştırmışlar”dır. Bu ”medya” patronları (Doğan Holding, Doğuş Holding vs.), ”rezervasyonlu” hisseleri 27.280'den alarak, ilk anda 31.000' den satmışlardır (%13-15 arası bir kârla). Bu yolla, ”medya” patronlarının kasasına bir hafta içinde 50 milyon dolar ”getiri” girmiştir.
Tüpraş hisseleri üzerinden yapılan ikinci büyük vurgun ise Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Televizyonların günlük ekonomi ve borsa haberlerinde sıkça teleffuz edilen ”yabancı yatırımcılar”ın ”alıma” başladıklarına ilişkin haberlerin birinci sırada yer almaya başlamasıyla Tüpraş hisseleri ”tavan yapmış” ve 80.000'lere yükseltilmiştir. ”Özellikle” sözcüğü ile başlayan borsa haberleri ”yabancı yatırımcıların Tüpraş hisselerini 60.000'den alıma geçtiklerini” duyurmasıyla başlayan bu yükselişte, tüm ”yabancı yatırımcılar”ın aldıkları hisse miktarı 30 milyon dolar olmuştur.
1 milyar 235 milyon dolarlık Tüpraş hisseleri karşısında 30 milyon dolarlık ”alım”, düşük faizler karşısında ne yapacağını bilemeyen ve yaz başında kaybettiklerini kazanacağını uman ”küçük yatırımcı” için büyük sonuçlar doğurmuştur. Bunun parasal karşılığı 250-300 milyon dolarlık ”küçük yatırımcı” alımı olmuştur. Ve böylece bu spekülasyon sonucunda, ”birileri” bir hafta içinde 250-300 milyon dolarlık ”getiri” sahibi olmuşlardır.
Ocak 2000 ortalarından Eylül sonuna kadar borsa yoluyla halktan alınan 40 milyar doların 2 milyar doları Tüpraş üzerinden gerçekleştirilmiştir. Tüpraş hisselerini satın alanların sayısı ise 500.000'dir.
Yukarda ifade ettiğimiz gibi, Tüpraş hisselerinin son dört aylık seyrinin gösterdiği en önemli gerçeklerden birisi, borsa yoluyla küçük-burjuvazinin mülksüzleştirilmesinin olanca hızıyla sürdürüldüğü ve bu mülksüzleştirme operasyonunda ”medya”nın, özellikle televizyonların özel bir yere sahip olduğudur. ”Güvenilir ve ciddi yayıncılık” yapan televizyon kanalları (özellikle NTV), bu konuda birinci sırada yer almaktadır. Böylece ”medya” nın toplum üzerindeki etkisi ve yönlendiriciliği bir kez daha kanıtlanmıştır.
Bu gerçeği, Kurtuluş Cephesi'nin geçen sayısında (Temmuz-Ağustos 2000) ”'Globalizmin'Vurguncuları:Türkcell” yazısında ortaya koyarken, Çukurova Holding'in sahibi olduğu, M. Vargı ve Kavala'nın içinde yer aldığı Türkcell'in ”tarih yazarken” nasıl bir ”medya ordusunu” beslediğini de belirtmiştik. Ve geçen iki ay içinde ”tarih yazan” Türkcell, yeni hedeflerine doğru hızla ilerlemeye devam etmektedir.
New-York borsasında 17.60 dolardan, İMKB'de 44.000 liradan ”halka arzedilen” 1 milyar 680 milyon dolarlık Türkcell hisselerinin ilk iki hafta içinde (Temmuz 2000) ”yatırımcısına” %12.37 ”kaybettirirken” 305.000 ”yatırımcı” sözkonusudur.
44.000'den ”halka arzedilen” ve ilk hafta içinde 48.000 değerine ulaşan ve 27 Temmuz 2000 tarihi itibariyle 43.000'e ”gerileyen” Türkcell hisseleri, 27 Eylül 2000 tarihinde 28.500'e düşmüştür. Böylece, ”halka arz fiyatından” satın alanlar hisse başına 15.500 lira kaybederken, kayıp oranı %35 olmuştur. Türkcell hisselerini en yüksek değeri olan 48.000'den satın alanların kaybı ise 19.500, yani %40 olmuştur.
Türkcell hisselerini dolar bazında New-York Borsası'ndan satın alan ”dolar sahibi” küçük-burjuvaların karşılaştıkları sonuç bundan daha büyük olmuştur.
Güneş Taner, Necdet Menzir, İhsan Doğramacı gibi ”ünlüler”in katılımıyla 17.60 dolardan New-York Borsası'nda satışa sunulan Türkcell hisseleri 25 Eylül 2000 tarihi itibariyle 9.40 dolara düşmüştür. Kayıp oranı %46'dır.
İtalyan Telekomu ile İşbankası ortaklığının 3,5 milyar dolara üçüncü GSM ihalesini aldığı bir ortamda, Türkcell'in değer yitireceği açık olduğu halde, her zaman olduğu gibi ”ciddi ve güvenilir medya” kullanılarak ”küçük yatırımcı”nın 672 milyon doları, yine halk deyimiyle, ”deve olmuştur”!
Salt Tüpraş ve Türkcell hisseleriyle 805.000 ”küçük yatırımcı”, toplam 2,5 milyar dolar kaybetmiştir. Ancak bu kayıplar kaçınılmazdır ve devam edecektir. Çünkü, IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının özü, halk kitlelerinin yoksullaştırılması ve mülksüzleştirilmesidir. Bu nedenle, aynı oyun yeniden ve yeniden sahneye konulacak, elinde hâlâ parasal birikime sahip olanlar, aynı oyunda figüran olarak yerlerini almaya devam edecektir. Bu oyunun en temel aracı ”ciddi ve güvenilir medya”, özel olarak da ”anında borsa haberlerini yayınlayan televizyon kanalları” olmaktadır. Ve Türkcell, yeni ”reklam kampanyası” ile sahnede yeniden yer almaktadır.
Türkcell'in ”hazır kart” satışına yönelik ”reklam kampanyası”, asıl olarak Türkcell hisselerinin karşılaştığı büyük kayıpları gözlerden gizlemeye ve yeni hisse alımları için küçük-burjuvaların gözünü boyamaya yöneliktir. Bu kez uzun dönemli sonuçlar gözönüne alınarak kampanya yürütülmektedir. ”Globalizm”, ”modernizasyon” propagandalarıyla tüm toplumsal değerlerin parasal ilişkiye çevrilmesinin son örneği olan Türkcell ”hazır kart” kampanyası, aynı zamanda yeni bir alıcı kitlesi oluşturmayı da hedeflemektedir. Bu hedef kitle, 1980 sonrasında faiz ve döviz gelirleriyle ”yüksek yaşam standartına sahip” 6.5 milyonluk küçük-burjuva kitlesinin çocukları olmaktadır.
Türkcell, hisselerini aynı gün İstanbul Borsası ile New-York Borsası'nda satışa sunuşunu, ”Ben özgürüm” sloganıyla, Amerikan kovboy şapkasıyla, ”otantik-pop” kırması müziğiyle simgelemektedir. ”Ünlü yönetmenimiz” Sinan Çetin'in yönetiminde gerçekleştirilen reklam ”klibi”, 305 bin Türkcell hissesi satın alarak 672 milyon dolar kaybeden küçük-burjuva anne-babalara bir meydan okumadır. Ve onlara denilmektedir ki, sadece paralarınızı yitirmekle kalmayacaksınız, yaşamınızda ”değer verdiğiniz” başka neyiniz varsa hepsini almaya devam edeceğiz; ”Ben özgürüm” diyen çocuklarınızın ”cowboy” şapkaları için, sırt çantaları için, para kadar değerli ”hazırkart”ları için de bize para ödeyeceksiniz.
Özgürlüğün bir bedeli vardır.