Geçen yılın Temmuz ayında başlayan mortgage (ipotekli konut kredisi) "krizi"yle birlikte emperyalist-kapitalist dünya ekonomisi bir kez daha derinleşen bir bunalıma girdi.
Her derinleşen ve giderek krize dönüşen ekonomik bunalım zamanlarında olduğu gibi devlet, emperyalist-kapitalist devlet ekonomiye müdahale etmeye başladı. ABD Merkez Bankası'nın (FED) faiz artırımlarının ardından faizler yeniden düşürülmeye başlandı. Yapılan tüm devlet müdahalesine rağmen bunalımın derinleşme eğiliminin önü kesilemedi. 2008'e girildiğinde dünya ekonomisinin en temel sorunu derinleşen ekonomik bunalım oldu.
Şubat ayında İngiltere'nin "5. büyük emlak bankası" Northern Rock kamulaştırıldı.
Mart ayında ise, ABD'nin "5. büyük yatırım bankası" Bear Stearns, FED'in açık finansman desteğiyle bir başka özel yatırım bankası tarafından satın alındı.
Bu iki büyük "kurtarma operasyonu", devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin açık örnekleri olmakla birlikte, daha geniş kapsamlı bir müdahale, "gelişmiş ülkeler"in merkez bankalarının yaklaşık 500 milyar dolar tutarında "likidite"yi piyasalara vermeleri oldu.
Böylece 1980 dünya ekonomik bunalımıyla birlikte yükselen "liberalizm", yani devletin ekonomiye müdahale etmemesi "kuralı" tümüyle ortadan kaldırıldı. Bir kez daha "stagflasyon" olgusu konuşulur hale geldi.
Bugün emperyalist dünya ekonomisinin bunalımda olduğundan, bunalımın giderek derinleştiğinden "ekonomistler"in şüphesi bulunmamaktadır.
Gelişen ve derinleşen bunalım, kapitalizmin irsi hastalığı olan aşırı-üretim bunalımının ta kendisidir.
1980 sonrasında devletin ekonomiye müdahale etmesinin teorisi olarak sunulan Keynesciliğe karşı devletin ekonomiden tümüyle çekilmesini isteyen neo-liberalizmin "zaferi"yle birlikte kapitalist üretim süreci gözlerden uzaklaştırılmış ve yerine finansal ilişkiler ve süreçler geçirilmiştir. Bu yüzden 1980 sonrasında ortaya çıkan her bunalım, kriz ya da "resesyon", emperyalist-kapitalist ekonominin "mali krizi", yani "finansal kriz" olarak sunulmuştur.
Gerçek ise, üretim sürecinde ortaya çıkan aşırı-üretim sonucunda gelişecek olan ekonomik bunalıma karşı finansal araçlar kullanılarak, aşırı-üretime yeni ve ek talep yaratacak müdahalelerde bulunulmuş olmasıdır.
Klasik haliyle aşırı-üretim koşullarında bunalımın ilk belirtileri tüketim malları sektöründe ortaya çıkar. Bu bunalım üretim malları üretimine, yani temel sanayi kollarına yayıldığı andan itibaren kriz ortaya çıkar ve tüm ekonomi işleyemez hale gelir, büyük sanayi kuruluşları iflas etmeye başlar.
Bu durum karşısında "finansal araçlar", bir yandan tüketim mallarında ortaya çıkan aşırı-üretimin krize yol açmaması için tüketici kredileriyle yeni ve ek talep yaratılmasına hizmet ederken, diğer yandan üretim malları üreten sektörler için düşük faizli krediler olarak işlev görür.
Bugün herkesin bildiği mortgage krizi, aşırı konut üretiminin, yani kitlelerin alım gücünün üzerinde, onların taleplerinin çok üstünde yeni konutların üretilmesiyle başlar.
Bu da, "kapitalizmin yapısında bulunan üretimin sınırsız olarak büyütülmesine doğru yönelme ile halk yığınlarının sınırlı tüketimi (proleter oluşları yüzünden sınırlı) arasındaki" çelişkidir.
Konut üretimindeki artış, diğer bir ifadeyle aşırı konut üretimi, kesin bir biçimde demirden çimentoya kadar üretim malları üretiminde büyük bir artışa, bu sektöre yeni bir talebin yaratılmasına hizmet eder. Aynı aşırı-üretim istihdamda da büyük bir artışa neden olur, işsizlik oranları hızla düşer.
Buraya kadar hiçbir sorun yok gibi görünür. Üretim malları üretimi artmış, işsizlik azalmış, dolayısıyla kitlenin eline geçen gelir yükselmiştir. Bu da tüketim mallarına yeni ve ek bir talep olarak ortaya çıkar.
Kapitalizmin yeni bunalımı da böylece başlamış olur.
Kitlelerin alım gücünün bir sınırı vardır. Bu sınıra gelindiğinde talep düşmeye başlar. Ama öte yandan üretim biteviye devam eder.
Konut üretimi de, benzer bir sınıra ulaştığında yeni yapılan konutlar satılamaz hale gelir. Artık bunalım kapıyı çalmıştır.
"Finansal araçlar" burada devreye girer. Keynes'in ek talep yaratmak için devletin ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini söylediği yer burasıdır. Keynes'e göre, devlet burada devreye girer, "çukur kazdırıp/çukur doldurtarak" kitlenin alım gücünü artırır. "Neo-liberalizm"e göre ise, devlet ekonomiye müdahale etmemelidir. Bunun yerine "özel finans kuruluşları" devletin himayesi altında devreye sokulur.
Böylece "özel finans kuruluşları" aracılığıyla tüketici kredilerinde genişleme sağlanır. Çok bilinen haliyle kredi kartları ve konut kredileri (mortgage) yoluyla aşırı-üretime talep yaratılır.
Kredilerdeki genişleme ve büyüme üretimin sınırsız büyümesini teşvik eder. Üretim sınırsız ölçüde genişlemeyi sürdürür. Konut kredileri de sürekli büyür.
Ve sınırsız genişleme bir sınıra ulaşır.
Tüketici kredileri ödenemez hale gelir. Ödenmeyen kredi kartı borcunun sayısı artar, konut kredilerinde geri ödemeler duraksar. Marks'ın sözüyle, "belirli tarihlerde vadeleri dolan ödemeler zinciri, yüzlerce yerinden kopar."
Aşırı-üretim için ek talep "finansal araçlar"la sağlandığından, kredi ödemelerinin yapılamaz hale gelmesiyle birlikte finans kuruluşları kendi taahhütlerini yerine getiremez olurlar. Açık ifadeyle "ödeme güçlüğü" içine düşerler. Kendi verdiği kredileri tahsil edemediği için, kendi ödemelerini yapamaz. Dolayısıyla bu ödemeleri yapabilmesi için ek bir finansmana ihtiyaç duyar.
Önce küçük finans kuruluşlarında başlayan ek finansman ihtiyacı giderek orta büyüklükteki finans kuruluşlarına ve nihayetinde "en büyük" finans kuruluşlarına doğru yol izler.
Nihayetinde "en büyük özel finans kuruluşları" ya da popüler ifadesiyle "global finans kuruluşları" dar boğaza girer. Ödemeleri yapabilmek için "likidite" sorunuyla yüz yüze gelirler.
Bugün yapıldığı gibi, ABD Merkez Bankası "en büyük" finans kuruluşlarının elindeki "değersiz kağıtları", yani ödenemeyen kredi taahhütlerini ve bono poliçelerini eski değerleri üzerinden satın alarak finans kuruluşlarının kurtarılmasına yönelir.
Devlet bütçe olanakları ödenmeyen kredilerin ödenmesinde kullanılır.
Ama "yeni" sorunlar sıradadır.
Düne kadar konut üretimi için kredi yoluyla sağlanan ek talebin sonuna gelinmiştir. Konut üretimine yatırılmış olan sermaye değer yitirmeye başlar. Üretilmiş konutlar satılamaz, satılamadıkları oranda fiyatları düşer. "İktisatçı"ların ifadesiyle "varlıklar" değer yitirir. Merkez bankası müdahaleleriyle "kıymetler", yani kredi ve senet değerlerinin düşmesinin önlenmiş olmasına karşın, doğrudan konutların değeri düşer.
Artık konut üretimine yatırılmış sermayenin değer yitimi süreci başlamıştır. Bunun doğal sonucu, konut üreten şirketler, müteahhitler zarar etmeye başlar, iflasa sürüklenir.
Konut üretimindeki azalma, çimento, demir gibi temel sanayi kollarına ("reel sektör") olan talebi azaltır. Konut sektöründe istihdam düşer, işsizlik sayısı yükselir. "Finansal kriz", "reel sektör"ün kriziyle tamamlanır. Bir kez daha başlangıca geri dönülür.
Bundan sonrası kapitalizmin kendi iç çelişkileriyle gelişecek olan "klasik" aşırı-üretim bunalımı sürecidir.