Sol[*] Ekonomistlerin
Çıkmazı
Dünya ve ülkesel ölçekte ekonomik bunalım (ya da latin dillerindeki tek karşılığı ile "kriz") ortaya çıktığında en fazla rağbet gören ve en çok yazı yazan, hemen her zaman "solcu" ekonomistler olmuştur.
1970'lere kadar "solcu" ya da "yeni sol" ekonomi yazını, daha çok kuramsal tartışmalarla, ulusal kalkınma üzerine yapılan polemiklerle ve çok daha önemlisi II. yeniden paylaşım savaşı sonrasında Amerikan ekonomisinde ortaya çıkan "canlanma" üzerine teorilerle dolu olmuştur.
1969'da doların sürekli değer kaybetmeye başlaması, ardından devalüe edilmesi ve nihayetinde Bretton-Woods'tan beri süre giden dolar-altın eşdeğerliğinin kaldırılmasıyla birlikte "yeni sol" ekonomistlerin ilgisi, emperyalist sistemin ekonomik bunalımlarına yönelmiştir.
Neredeyse tüm "sol" ya da "yeni sol" ekonomistler, emperyalist sistemin tarihinin en ağır ve en derin bunalımına girdiğini, bu bunalımın "nihai" bir toplumsal dönüşümün başlangıcı olduğuna inanmaya başlamışlardır.
Önceki dönemde, yani 1945-69 döneminde emperyalizmin (tekelci kapitalizmin) kendini yenilemesi, üretici güçleri geliştirmesi karşısında şaşkınlığa düşmüş, bu şaşkınlıkla Marksist ekonomi-politiğin "yetersiz"liğinden söz eden kesimlerin bu yeni yönelimi, bir bakıma "yeni umut"ların ortaya çıkışı, Marksizmin yeniden keşfi ve bilimselliğine yeniden "iman" ediş halini almıştır.
Bu "iman tazeleme" yıllarında, özellikle 1971-74 döneminde her kesimden (Sovyet revizyonizminden troçkistlere kadar) ekonomist, "beklenen anın" geldiğine, patlak veren bunalımın, emperyalist-kapitalizmin son bunalımı olduğuna karar verdiler.
Paul Sweezy, Harry Magdoff gibi "yeni sol" ekonomistler, Mandel gibi troçkistler 1969'da başlayan dolar krizi ve ardından gelen dünya ekonomik bunalımına bakarak, yeni bir dönemin başladığını, ABD'nin emperyalist bloktaki hegemonyasının sona erdiğini açık biçimde dile getirdiler.
1974 petrol bunalımı, Avrupa'nın emperyalist ülkelerinin paralarını "dalgalanmaya" bırakmaları, ABD ekonomisindeki durgunluk, ABD bütçe ve ödemeler dengesi açıkları gibi olgular birleştirilerek, yaşanılan bunalımın büyüklüğü ve son bunalım olduğu kanıtlanmaya çalışıldı.
Bu yıllar Marksist ekonomi-politiğin zirveye çıktığı, hemen her iktisatçının Markssit ekonomi-politiğe gönderme yaparak tezlerini kanıtlamaya uğraştığı yıllar oldu.
1980'e, Reagen-Thatcher'lı günlere gelindiğinde, "büyük ve son bunalım"ın "büyük çöküş"e dönüşmemesi düş kırıklığı yarattı. Özellikle "sosyalist blok"a dahil ülkelerin IMF kapısına dayanmaları, IMF'den borç alır hale gelmeleri düş kırıklığını daha da büyüttü. Ama bu olgular sadece "ilgili"lerin bilgisi içinde kaldı.
1980 dünya ekonomik bunalımında bu ekonomistlerin en büyük "keşfi" ise, "stagflasyon" oldu.
Ama "umutlar" kırılmış, "beklentiler" zayıflamış, "inançlar" körelmişti. Marksist ekonomistler birden kendilerini "monetarizm" tartışmasının içinde buldular. Hiç sorgulamadan bu tartışmada "friedmancılık"a karşı "keynescilik"in yanında yer aldılar. Artık her türden ekonomik tahlil, emperyalist sistemin içinde bulunduğu bunalımdan Keynes yöntemleriyle mi, yoksa Friedman teorisiyle mi çıkılacağına odaklanmıştı.
"Solcu" (marksist) ekonomistler tüm ilgilerini, anti-enflasyonist politikaların "sosyal" sonuçlarına ve bunun getireceği "sosyal patlamaya" yönelterek, bu "sosyal patlamayı" en aza indirecek tek yolun Keynes'in elli yıldır uygulanan politikaları olduğuna hükmettiler.
Böylece neo-liberalizmin karşısına "keynesci" ekonomi politikanın yılmaz ve kararlı savunucusu olarak çıktılar. Her konudaki Marksist ekonomi-politik verileri bu savaşın aracı olarak kullanıldı.
Adına "sıkı para politikası" da denilen "monetarizm"in (M. Friedman'a Nobel ödülü kazandıran teori) Reagen ve Thatcher tarafından ABD ve İngiltere'de "kararlı" biçimde uygulanmasıyla elde edilen "başarılar" karşısında "solcu" ekonomistler yavaş yavaş sahneden çekildiler.
Marksist ekonomi-politiğe olan "inanç" sona ermiş, "düş kırıklığı" günleri gelmişti. Marksist ekonomi-politik yazını tümüyle görünmez oldu.
Doğa boşluk sevmez.
Marksist ekonomistlerin ortadan kayboluşlarının yarattığı boşluk "liberal sol" ekonomistlerce dolduruldu. Immanuel Wallerstein bu yeni dönemin en büyük "solcu" ekonomisti olarak parladı.
Paul Sweezy gibi "yeni sol"un temsilcileri "düş kırıklıklarını" Sovyetler Birliği'ndeki olumsuz gelişmelere bağlayarak kenara çekilirken, "liberal sol" ekonomistler egemenliklerini kolayca kurdular.
"Ulusal ekonomiler"in yerini "global ekonomi" aldıkça, "karşılıklı bağımlılık" teorileri "liberal sol" ekonomistlerle birlikte yaygınlaştırıldı. Ve I. Wallerstein "dünya ekonomisinin 1967'den bu yana tanık olduğu ekonomik durgunluk 1990'a kadar hemen hemen kesin olarak aşılacaktır ve o zaman dünyanın görünüşte yeni bir nispi refah dönemine girme şansı yüksektir"[1*] diyerek "altın vuruş"u gerçekleştirdi.
Çağlar Keyder gibi ABD'den ithal "genç ekonomist"ler, Asaf Savaş Akat gibi "otistik yetenekler" ile Taner Berksoy[2*], İlhan Tekeli, Korkut Boratav gibi "eski"ler bu yeni "liberal sol" teorinin yerli ardıcılları olarak 12 Eylül terörü altında ezilmiş, suskunlaştırılmış ve moralman çökmüş solun karşısına çıktılar.
Artık dünyada ve bizde her türlü ekonomik tartışma ve tahlil, mevcut sistemin kendi bunalımlarını nasıl aşacağı, aşmasının yol ve yöntemleri üzerine yapılan "tink-tank" faaliyetlerine dönüştü.
Bu dönüşümün ilk büyük sonucu ise, "mikro iktisat"ın "solcu" ekonomistlerce keşfi oldu. Gülten Kazgan bu "keşfi", "iktisat"ın "ideolojilerden bağımsızlaştıkça, evrensel uygulama alanı bulması"[3*] olarak coşkulu ifadelerle dile getiriyordu.
"Makro iktisat"tan "mikro iktisat"a geçen "sol" ekonomistler için yeni bir "fırsat" ortaya çıkmıştı. Artık "piyasa" tahlilleri yapabilecekler, şirketlere danışmanlık hizmetleri verebilecekler ve üniversite kürsülerinde "piyasa için eğitim"in vazgeçilmez "hocaları" olabileceklerdi.
Ezberler bozuldu.
Marksist ekonomi-politik, Nikitin'in kitabında özetlenmiş "soyut"lamalar halini aldı. Marksist ekonomi-politik kavramları sadece sol içinde kullanılan basit ajitasyon söyleminin parçası oldu.
Merkantilizm döneminden beri bilinen "arbitraj gelirleri"ni "yeni teori" gibi sunan Erdinç Yeldan gibi akademisyenler, birkaç gün içinde sol yayınlarda "itibar" sahibi yazarlar arasına girdi. Araştırma görevlileri, yardımcı doçentler, master ya da doktora öğrencileri, "hızlı" birer "marksist ekonomist" olarak piyasaya çıktılar. Tüm yapılan, emperyalist sistemin kendi iç çelişkilerini ve bunalımlarını, kendi ideolojik söylemleriyle tahlil etmek oldu. "Marksist ekonomist" olmanın ölçütü ise, sistem içi çözüm arayışlarına "sosyal" boyut eklemekten ibaret kaldı.
"Değişen dünya", "küreselleşme" gibi emperyalist sistem içi kavramlarla ekonomik gelişmeleri tahlil etmeye çalışan "sol" ekonomistlerin "piyasacı" oluşları da kimseyi şaşırtmadı.
1994 "Tekila Krizi"yle "zirve"ye çıkan "mikro iktisat", 1997 Asya Kriziyle yeniden bunalıma girdi. Bunalımını aşabilmek için daha fazla "mikro"laştı ve "mikro"laştıkça borsaların hizmetine koşuldu.
"Sol" ekonomistler "mikro"laştıkça, "piyasa"ların hizmetine girdikçe, körleştiler.
"En geniş anlamda, insan toplumunda maddesel yaşama araçlarının üretim ve değişimini yöneten yasaların bilimi"[4*] olan ekonomi-politik, kapitalist sınıfın kârını azamileştirmesi ve ortaya çıkan bunalımlara çözüm üretmesi beklenen bir ucubeye dönüştürüldü.
Bugün bu ucube, bu hilkat garibesi ekonomi-politikten emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumu, gelişmeleri ve bunalımları açıklaması, geleceğe dönük "projeksiyonlar" üretmesi, "senaryolar" yazması beklenmektedir.
Ve "beklentiler" gerçekleşmediği ölçüde, "sol" ekonomistler birer birer gözden düşme, işlerini ve itibarlarını kaybetme "riski"yle yüz yüze kaldılar.
Bugün "medya ekonomistleri"ni, "medya"daki "sol" ekonomistleri izleyen herkesin hemen görebileceği gibi, ekonomi-politik "iktisat"laştırıldıkça emperyalist sistemin tahlilini yapamaz, gelişmeleri kavrayamaz ve açıklayamaz hale gelmiştir.
Oysa kapitalizm bir çelişkiler sistemidir. Kendi içinde sürekli çelişkiler üretir ve bu çelişkilerin yaratmış olduğu bunalımları yeni ve daha ağır bunalımlara aktararak "çözümler". Kapitalizmin irsi hastalığı olan aşırı-üretim bunalımları, bir yandan mülksüzleşmeyi, diğer yandan tekelleşmeyi artırarak ilerler. Üretici güçlerin engellenemez gelişmesine kapitalizmin boyun eğdiği her aşamada ortaya çıkan "nispi refah", kârların yapay olarak azamileştirilmesi için kullanılır. Kapitalizmin ideologlarının "iktisat tarihi"nden çıkardıkları tek ders, geniş halk kitlelerinin "beklentilerini" yönlendirmek olmuştur. Böylece ekonomi-politik "iktisat"laştırıldıkça, "medya", ekonominin yöneticisi haline gelmiştir.
Son aylarda her türden "ekonomist" ya da "iktisatçı"nın dilinden düşmeyen "spekülasyon" sözcüğü, kapitalist ekonominin neye dayandığını daha görünür hale getirmiştir.
1980 öncesinde emperyalist sistemin her aşırı-üretim bunalımından "devrim anı"nın geldiği sonucunu çıkartan "sol" ekonomi tahlilleri, bugün sistemin sürekli ve genel bunalımını bile göremez hale gelmiştir.
Marksist ekonomi-politik "kahinlik" olmadığı gibi, kapitalizmin kendi çelişkilerinin sistem içi çözümleriyle de uğraşmaz. Marksist ekonomi-politik, kapitalizmin kendi irsi hastalığının sistem içi çözümlerinin yeni bir bunalımın başlangıcı olmaktan başka bir anlamı olmadığını saptar.
"Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir. Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içersinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - bu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiçbir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olamadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içersine girerler. Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır."[5*]
Ve kapitalizmin üretici güçleri geliştirdiği, kendi iç çelişkilerini çözümlediğine ilişkin tüm "teoriler" şu gerçeği unutmuştur:
"Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir."[6*]
Bu unutulmuşluk içinde, "sol" ekonomistler NBER'in[7*] iki "çeyrek"lik "resesyon" (durgunluk) ölçütleriyle emperyalist sistemi tahlil etmeye ve sonuçlar çıkarmaya çalışmaktadır. Bunun "imkansızlığı"yla her karşılaştıkları yerde, ya "tez" hazırlamak için evlerine çekilmekte ya da "ajitasyon" yazılarına[8*] yönelmektedirler. En "inatçı" olanları ise, "yeni birikim modeli" ekseninde Kondratiyef dönemlemesiyle 50 yıllık "çevrim"in ikinci yarısında yükselecek "devrim dalgası" için "umudu büyütmek"le işleri idare etmektedir.
Oysa NBER ölçütleriyle yapılan her türlü ekonomik tahlil, daha baştan dünya ekonomik bunalımını dışlar. "Bunalım" sadece iki çeyrek süren "durgunluk"tan ibarettir. Dolayısıyla kapitalizmin sürekli ve genel bunalımı, bunun yaratmış olduğu ilişki ve çelişkiler "ekonomi tahlilleri"nin dışına itilir. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımı ile NBER ölçütleriyle saptanan ekonominin devrevi hareketi (business cycle) arasındaki farklılık önemsenmez. Bu da Marksist ekonomi-politiğin kapitalizm (ve emperyalizm) tahlillerinin "açıklayıcı" olmadığı vargısına ulaşılmasına neden olur.
Bugün emperyalizm, sürekli ve genel bunalımın derinleşme koşullarında, ekonomik bunalımlarını "ekonomi dışı" araçlarla aşmaya çalışmaktadır. Amerikan emperyalizminin "terörle savaş" sloganlarıyla başlattığı saldırganlık ve işgaller, "ekonomi dışı" araçların kullanılmasının yansılarıdır. Bugün "itibar" görmeyen saptamayla söylersek, emperyalist sistem, ekonomik bunalımlarını askerileştirilmiş ekonomisine yeni "pazarlar" bularak aşmaya çalışmaktadır. 1980 dünya ekonomik bunalımıyla birlikte başlayan yeni-sömürgecilikteki bunalım da aşılamamıştır. "Büyük Ortadoğu" ya da "Yeni Ortadoğu" vb. "projeler"le yeni-sömürgeciliğin yaygınlaştırılmasına ilişkin ne kadar çok "teori" ortaya atılıyor olsa da, askerileştirilmiş ekonomiye yeni pazarlar bulmak çok daha yakıcı sorun haline gelmiştir. Eskiden yeni-sömürgecinin ideali, askeri gücünü "kullanmamak için göstermek" iken, şimdi yeni talep yaratmak için kullanmak olmuştur. Bu da bugün için konvansiyonel silah üretimine talep yaratmaya hizmet etmektedir.
Ancak bu olgular "piyasa"cı ekonomistler için "pratik" değere sahip değildir. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımı da "sol" ve "yeni sol" ekonomistler için "zararlı" bir konu olmuştur, olmayı da sürdürmektedir. İster SBKP revizyonizminin sadık izleyicisi ekonomistler olsunlar, ister "partisiz sol" ekonomist olsunlar, hepsinin ortak tutumu, kapitalist ekonominin devrevi hareketine (business cycle) bakarak gelişmeleri açıklayabilecekleri ve "kahinlik" yapabilecekleri şeklindedir. Her "kahinlik" girişimi, "monetarizm" karşısında "keynescilik"in yenilgisine benzer sonuçlar ürettikçe onları da daha filisten ekonomistler haline dönüştürmüştür.
Marksist ekonomi-politik, kapitalizmin ve emperyalizmin tahlilini yaparak, emperyalist aşamada kapitalizmin sürekli ve genel bunalımlar dönemine girdiğini saptamıştır. Bu saptama, Marks'ın kapitalist üretim sürecinin ayrıntılı olarak tahlili üzerinde yükselmiş ve kapitalizmin bilimsel olarak yerini yeni ve üst bir üretim biçimine, yani sosyalizme bırakmasının nesnel koşullarının varlığı sonucuna ulaşmıştır.
Bu saptama ve ulaştığı sonuç, sınıfsaldır ve devrimci niteliktedir.
Marksist ekonomi-politik, kapitalizmin neden bunalımlar ürettiğini açıklarken, aynı zamanda kapitalizmin neden ortadan kaldırılması gereken bir üretim tarzı olduğunu da ortaya koyar. Bu nedenle, tarihsel ve nesnel olarak ortadan kalkma koşulları içinde bulunan bir üretim tarzının (kapitalizmin) konjonktürel hareketleri karşısında geliştirilebilecek ekonomi politikalarla ilgilenmez. Bu nedenle, Marksist ekonomi-politik sadece kendi sınıfına, yani proletaryaya hizmet eder. Marksist ekonomi-politikten kapitalistlerin kârlarını azamileştirecek çözümler üretmesini bekleyenler ise, sadece "sol" küçük-burjuva ekonomistleri olmuştur.
1980 dünya ekonomik bunalımında görüldüğü gibi, emperyalist sistemin içinde bulunduğu bunalım, ne "monetarizm"le, ne de "keynescilik"le aşılabilmektedir. Emperyalist-kapitalizmin varlığını sürdürebilmesinin tek nedeni, sistemin bunalımlarının tüm yükünü taşıyan, sürekli yoksullaşan ve mülksüzleşen kitlelerin bilinçsizliği ve örgütsüzlüğü olmuştur. Dolayısıyla bu kitleleri bilinçlendirmeyi ve örgütlemeyi başaramayan devrimcilerin güçsüzlüğüdür.
"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile -ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir-, hukuki, siyasal, dini, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırdetmek gerekir."[9*]
Bunun için, her türden "sol" ve "yeni sol" ekonomist tahliller ve değerlendirmeler bir yana bırakılmalı, Marksist ekonomi-politiğin devrimci içeriği, onun kapitalizmin sürekli ve genel bunalımlarına ilişkin saptamaları esas alınmalıdır.
Dipnotlar
[*] Buradaki "sol" sözcüğü, "marksist ekonomi" yandaşı her cinsten ve kategoriden ekonomi yazarını kapsamaktadır.
[1*] Genel Bunalımın Dinamikleri, Derleme, s. 16, Belge Yay.
[2*] Taner Berksoy 1980'lerdeki günlerinin özlemiyle, son dönemde "televoleci ekonomistler"e katılmakta duraksamamıştır. Her hafta Deniz Gökçe ve Asaf Savaş Akat'la birlikte NTV'de boy göstermektedir.
[3*] Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce, s. 365, Mayıs 1993.
[4*] Engels, Anti-Dühring, Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor, s. 227.
[5*] Marks, Kapital, Cilt: III, s: 263-264.
[6*] Marks, Kapital, Cilt: III, s. 263.
[7*] National Bureau of Economic Research - ABD Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu.
[8*] "Ajitasyon" da legalizmle birlikte yerinden-yurdundan edilmiştir. Artık günlük sol ilişkilerde "dolduruş" olarak kullanılan "ajitasyon"un yerini "motivasyon" almıştır.
[9*] Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz.