Zaman zaman değişik "haber siteleri"nde "medya izleme" ya da "medya raporları" yayınlanır. Özellikle AB fonlarından fonlanan kesimlerin sıkça yaptıkları bu "medya izleme raporları", reklam firmalarının yöntemlerini kullanarak, kendilerince önemli olduğunu düşündükleri konu ve olayların "medya"da hangi sıklıkla ele alındığını sayısal olarak ifade ederler. Buna bağlı olarak da "medya"nın ilgili konulara ve olaylara ne kadar "yakın ilgi" gösterdiğini "rapor"layarak "medya"nın işlevi üzerine yorumlar yapılır.
Bu "medya izleme raporları"nda en çok dikkate alınan köşe yazarları olmaktadır.
Hangi köşe yazarının, hangi konu ya da olaya ne kadar ilgi gösterdiği sayısal hale getirilerek, yazarın "toplumsal sorunlar karşısında" gösterdiği "duyarlılık" saptanır.
Yazımızın amacı, ekonomi ve ekonomik konularda sol yayınların ne kadar "duyarlı" olduklarını sayısal olarak göstermek ve buna bağlı olarak "medya izleme raporu" formatında veriler sıralamak değildir. Bu nedenle, yazımızdan böyle bir "rapor" benzeri bir veri bekleyen okuyucu hayal kırıklığına uğrayacaktır.
Yazımızın amacı, sol yayınlarda egemen olan ideolojisizleşme, Marksist-Leninist teoriyi önemsememe ve pragmatist anlayışların bir değerlendirmesini yapmak da değildir.
Yazımızın amacı, solun "marjinalleştiği"nin ilan edildiği bir dönemde, "marjinal" konuların alabildiğine yer aldığı sol yayınlarda, dünyada ve ülkemizde gelişen ekonomik, toplumsal ve siyasal olaylara yönelik tahlil ve yorumların ne denli "derin" olduklarını ortaya koymakla sınırlıdır.
Bilindiği gibi Marksizm-Leninizmin bilimsel niteliği, kapitalist ekonomiye, kapitalist üretim sürecine ilişkin yaptığı ayrıntılı tahlillerde kendisini gösterir. Marks'ın Kapital'lerinde karşılığını bulan bu bilimsellik, aynı zamanda tekelci kapitalizm (emperyalizm) koşullarında Lenin'in Emperyalizm kitabında ortaya koyduğu tahlillerle geliştirilmiştir.
1980 sonrasında Marksist ekonomi yazınının derinliğini ve bilimselliğini yitirmesi, giderek emperyalist sistemin çelişkilerinin sistem içi tahlillerine yönelmesi ve bu tahlillere dayanarak "çözüm"ler ortaya atması, Marksist ekonomi yazınını büyük ölçüde sıradanlaştırmıştır.
Bu sıradanlaşmada, 1980 öncesinde Sovyet revizyonizminin emperyalist ekonomilere yönelik "konjonktürel" yaklaşımlarının da önemli bir payı bulunmaktadır.
Bu revizyonist bakış açısıyla, uzun yıllar emperyalizm tahlilleri, kapitalist ekonominin devrevi hareketinin izlenmesi ve bu devrevi hareketin "kriz" aşamasının olgularının tahliliyle sınırlandırılmıştır. "Yeni sol" olarak adlandırılan Sweezy, Baran, Magdoff gibi marksist ekonomistlerin emperyalist sistemi bütün olarak tahlil etmeye yönelik çalışmaları böyle bir ortamda büyük ilgi görmüştür. Bu ortamda, emperyalist dünya ekonomisinin tahlili, dünya ekonomik bunalımının incelenmesi, modern revizyonizmin ekonomizminin etkisinden yavaş yavaş arındırılmıştır.
Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I'de açıkça ifade edildiği gibi, bir ülkede devrim yapmanın ilk şartı doğru emperyalizm tahlilidir.
Ülkemiz somutunda ilk ve kapsamlı emperyalizm tahlili Mahir Çayan yoldaş tarafından Kesintisiz Devrim II-III'de ortaya konulmuştur. Mahir Çayan yoldaşa kadar yapılmış olan emperyalizm tahlilleri, hemen her durumda Sovyet revizyonizminin bakış açısıyla "cycle" tahlillerinden öteye geçememiştir.
Bugün ise, emperyalist dünya ekonomisinin tahlili bir yana, revizyonist bakış açısıyla "cycle" tahlilleri bile yapılmaz olmuştur. Öncelikle bu gerilemenin ve ekonomik tahlillere olan ilgisizliğin nedenlerini açıklığa kavuşturmak gerekmektedir.
Şüphesiz bunun nedenleri, genel ifadeyle, 12 Eylül sonrasındaki depolitizasyon, ideolojisizleşme ve bilimsel teoriden uzaklaşmadır. Ancak bunlar genel nitelikte olup, kitlesel ölçekte olgulardır. Oysa sol yayınlar, her durumda sol örgütlenmelerin kendi faaliyetleri ve bakış açılarının yazınsal ifadesidir. Bu yayınlar, sadece kitleye yönelik yayınlar olmayıp, aynı zamanda kadrosal örgütlenmenin de araçlarıdır.
Bu açıdan bakıldığında, sol yayınların emperyalist dünya ekonomisine, ekonomik gelişmelere ilgisizlikleri ya da yüzeysellikleri 12 Eylül sonrasındaki depolitizasyonla açıklanamaz.
Buna karşıt olarak, solda ideolojik ve teorik düzeyin alabildiğine düşük olduğu, dolayısıyla solda yer alan insanların ekonomik tahlilleri ve yazıları "kavrayacak" düzeyde olmadıkları, bu nedenle okunmayan yazıların, anlaşılmayan tahlillerin yayınlarda yer almamasının "doğal" olduğu söylenebilir.[1*]
Ama bu, kapitalizmin tahlilini yaparken Marks'ın ortaya koyduğu şu temel saptamanın reddinden başka bir şey değildir: "Kafamda biriken kuşkuları gidermek için ilk giriştiğim çalışma, hegelci Hukuk Felsefesi'ni eleştirici bir gözle yeniden gözden geçirmek oldu. Bu çalışmanın girişi, Paris'te, 1844'te yayınlanan Deutsch-Französische Jahrbücher'de çıkmıştır. Araştırmalarım, devlet biçimleri kadar hukuki ilişkilerin de ne kendilerinden, ne de iddia edildiği gibi insan zihninin genel evriminden aşılamayacağı, tam tersine, bu ilişkilerin köklerinin, Hegel'in 18. yüzyıl İngiliz ve Fransız düşünürlerinin örneğine uyarak 'sivil toplum' adı altında topladığı maddi varlık koşullarında bulundukları, ve sivil toplumun anatomisinin de, ekonomi politiğin içinde aranması gerektiği sonucuna ulaştı."[2*] Marks, Kapital'in birinci cildine yazdığı 1873 tarihli önsözde burjuva ekonomistlerin durumunu ve ekonomi yazınının gelişimini ise şöyle ortaya koyuyordu: "Fransa ile İngiltere'de, burjuvazi, siyasal iktidarı ele geçirmişti. Bundan sonra sınıf savaşımı, pratik olduğu kadar teorik olarak da gitgide daha açık ve tehdit edici biçimler aldı. Bilimsel burjuva ekonomisinin ölüm çanını çalıyordu. Artık bundan sonra bu ya da şu teoremin doğru olup olmaması değil, ama sermayeye yararlı mı yoksa zararlı mı, gerekli mi yoksa gereksiz mi, siyasal bakımdan tehlikeli mi tehlikesiz mi olduğu sözkonusuydu. Tarafsız incelemelerin yerini ücretli yarışmalar, gerçek bilimsel araştırmaların yerini kara vicdanlı ve şeytanca mazur gösterme eğilimleri almıştı."[3*] İşte Marksist ekonomi-politik bu koşullar altında ortaya çıktı.
Böylesine bir temele sahip olan, kapitalist üretim ilişkilerinin ayrıntılı ve bilimsel tahlilini yapmış olan Marksist ekonomi yazınının ülkemiz solundaki "mirasçılar"ının durumu içler acısıdır.
Bugün ülkemiz solunda, gelişen ekonomik olaylara karşı kayıtsızlık, bananecilik egemen durumdadır. Ekonomik olaylar ve gelişmeler sadece "kültür merkezleri" vb. yerlerde yapılan "ekonomi dersleri" ya da "seminerler"inin sınırları içine hapsedilmiştir. Ve bunlar da çokluk master ya da doçentlik tezi hazırlığı içinde olan "akademisyenler"in piyasacı tezlerinin "test" alanları olmuştur.
Şüphesiz ekonomik yazıların ve tahlillerin sol yayınlarda yer almamasının ya da çok sınırlı ve yüzeysel olarak yer almasının "mantıklı" bir açıklaması da yapılabilmektedir.
Bu "mantıklı" açıklamaya göre, sol yayınlar, herşeyden önce "kitle yayın organı"dır, dolayısıyla "kitleyi ilgilendirmeyen" konular sadece "entelektüel fikir jimnastiği"nden başka bir şey değildir!
Bir başka "mantıki" açıklama ise, "halkın gerçek gündemi"yle gerekçelendirilmektedir. Buna göre, bugün "Ortadoğu kan gölüne dönmüşken" bu türden ekonomik tahlillere ve yazılara yer vermek, "gerçek gündemi saptırmak"tan başka anlama gelmez!
Bu ve benzeri "mantıki" gerekçeler ortaya konulsa da, yine de ekonomik gelişmeler sol yayınların şurasına ya da burasına sızabilmektedir. Ancak bu "sızan" yazılar da, olabildiğince yüzeysel ve ajitatif söylemle kaleme alınmıştır.
"Pratik ideolojik mücadele"de pişmiş ve "deneyim" sahibi olmuş sol "ideologlar" biraz daha rahat konuşurlar: "Ne yani, şimdi dünyada ve ülkedeki gelişmeleri yok kabul edip, bu gelişmeler karşısında tepkimizi ortaya koyan eylemler yapmayıp, evde oturup ekonomi mi öğrenelim!"
Tüm bunlar ne kadar "mantıki" görünürse görünsün, son tahlilde, Marksist-Leninist teorinin küçümsenmesi, pragmatizmin ve eklektizmin egemen kılınmasından başka bir anlamı yoktur.
Örneğin, bugün İsrail Lübnan'a saldırmakta, tonlarca bomba atmakta, Lübnan ve Filistin'de yüzlerce insan öldürülmektedir. Bu olayı protesto etmek, İsrail'in saldırganlığını, Amerikan emperyalizminin İsrail'e verdiği desteği teşhir etmek gereklidir. Ölümlerin ve bombaların insanlık dışı görüntüleri tepkiye neden olmaktadır. Öte yandan ise, Türk silahlı kuvvetlerinin Lübnan'a gönderilmesi için pazarlıklar yürütülmektedir.
Böylece ülkenin gündemi, İsrail saldırganlığı, bu saldırganlığa Türkiye'yi ortak yapma girişimleriyken, şüphesiz ekonomideki gelişmeler, bunların emperyalist dünya ekonomisindeki yeri ve sonuçları fazlaca ilgi uyandırmayacaktır.
Ama devrimci yayın, basit bir "tiraj" sorununa, "reyting" hesabına tabi kılınamaz.[4*]
Devrimci ya da sol bir yayın, sadece gelişen güncel olayların yazıldığı ve bunlara karşı ajitasyon yürütülen yayınlar olmayıp, tek işlevleri, belirlenmiş gündemlerle miting hazırlıklarını duyurmak ya da "haber ajansı" gibi çalışmak değildir. Devrimci ya da sol bir yayın organından beklenen, olayların nedenlerini, gelişim dinamiklerini, emperyalist sistemle olan ilişkilerini ortaya koymak, bu yolla bireyleri ve kitleleri bilinçlendirmektir.
Genel bir söylem ve mantıkla, bugün İsrail'in Lübnan'a saldırısı, Amerikan emperyalizminin "Büyük Ortadoğu Projesi"nin bir parçası olarak açıklanabilmekte ve bunun da "dünya enerji kaynaklarının denetimini ele geçirmeyi amaçladığı" söylenebilmektedir.
Ama bunlar, şeriatçı yazarlardan "televoleci ekonomistler"e kadar hemen herkes tarafından yazılmış, üstelik hergün yazılı ve görüntülü "medya" manşetlerinde yer alan değerlendirmelerden başka bir şey değildir.
Bir devrimci ya da sol yayının, aynı şeyleri, aynı mantık ve söylemle ifade etmesinin yeni bir bilgi sağlamayacağı açıktır.
Ve bugün, İsrail saldırısı başlamış, insanlar katledilirken, bu gelişmeye karşı tepkilerin şu ya da bu biçimde dışavurulması, örgütlenmesi gündemdeyken, hiç kimse gelişmelerin emperyalist dünya ekonomisiyle bağlantılarıyla ilgilenmeyecektir. Ama bu saldırganlıkların birkaç "neo-con"un zihinlerinde tasarladıkları bir "plan"ın parçası olmadığını bilmek de, bu eylemlerde yer alan insanların hakkıdır.
Sorun, Amerikan emperyalizminin askeri saldırganlığının giderek arttığı ve genişletilmeye çalışıldığı bir sürecin gerçek ve nesnel nedenlerinin, dinamiklerinin saptanması ve bilinmesi sorunudur.
Irak işgalinin öngünlerine baktığımızda, Amerikan emperyalizminin saldırganlığının dünya enerji kaynaklarını ele geçirmek olarak değerlendirildiğini günlük gazetelerde sıkça ve bolca görürüz. Öyle ki, pek çok emperyalizm "tetikçisi" köşe yazarı bile, böyle bir gelişmenin dünya ekonomisinde olumlu etkiler yapacağını, her şeyden önce istikrarsız petrol fiyatlarını istikrarlı hale getireceğini, dolayısıyla petrol fiyatlarının yükselmesini engelleyerek maliyetleri düşüreceğini ve bunun da fiyatlara yansıyarak halkın alım gücünü artıracağını yazıp çizmişlerdir.
Ama Irak işgalinin öngününde 29,44 dolar olan petrol fiyatları, 2004'de 39,20 dolar, 2005'de 58,56 dolar ve 2006 Temmuz' unda 78 dolara kadar yükselmiştir.[5*]
Bu gelişmenin anlaşılabilmesi için, herşeyden önce kapitalizmin tekelci aşamasının (emperyalizm) ayırıcı özelliklerinin bilinmesi gerekir. Emperyalizm tahlili yapılmaksızın bunların saptanması da zaten olanaksızdır.
Emperyalizme karşı mücadele, emperyalizmin askeri saldırganlığının trajik görüntüleriyle yürütülen bir mücadeleye indirgendikçe, "hümanist" bir protesto hareketinden öteye geçemeyecektir.
Anti-emperyalist mücadele, ancak emperyalizmin, emperyalist sömürünün ve bu sömürünün sürdürülüş biçimlerinin bilinmesiyle doğru bir biçimde yürütülebilir. Emperyalizm tahlili yapılmaksızın, emperyalist sömürü mekanizması ortaya konulmaksızın yürütülecek anti-emperyalist mücadelenin hedeflerinin belirsiz kalacağı da aynı ölçüde açıktır. Bu belirsizlik giderilmediği sürece, kimileri anti-emperyalist mücadeleden sosyalizm beklentisi içine girerken, kimileri de aynı mücadelenin ulusal burjuvazinin çıkarlarına hizmet ettiği sonucunu kolayca çıkartabilir.
Daha tam ifadeyle, belli bir programa sahip olmayan anti-emperyalist mücadele, sadece sözde anti-emperyalist mücadele olarak kalacaktır. Anti-emperyalist mücadelenin hedefleri açık ve net biçimde ortaya konulmadığı sürece, gelişmesi ve devrimci bir mücadele konusu haline gelmesi mümkün değildir.
Amerikan emperyalizminin saldırganlığı arttıkça solda anti-emperyalist mücadeleden daha çok söz edilmekle birlikte, yapılan tek şey emperyalist saldırganlığın kurbanlarına baş sağlığı dilemekten ibaret kalmaktadır.[6*]
Bu da Filistin ve Lübnan sorununda olduğu gibi, İsrail saldırganlığı ile Hizbullah-Hamas şeriatçılığı arasına sıkışılmasına yol açmaktadır.[7*]
Emperyalizm tahlilinin yapılmadığı, sınıfsal tahlillerin bir yana bırakıldığı, herşeyin "hümanizm"e ve "hümanist" eylemlere indirgendiği koşullarda başka türlü olmasını beklemek de safdillik olur.
Yine de bazı "teorik" yayınlarda emperyalist ekonomilerden söz edilmektedir. Haftalık "kitle ajitasyon yayınları"nın dışındaki bu yayınlarda egemen unsur, Sovyet revizyonizminin klasik ekonomizminden başkası değildir.
Örneğin bir zamanların Enver Hocacı, sosyal-emperyalizm teorisi savunucusu, eklektizmin baş tacı Atılım çevresinin "teorik yayın organı" Teoride Doğrultu'da şunları okuyabiliyoruz: "1990-1994 dünya ekonomik krizini 2000-2003 dünya ekonomik krizi takip etti. Sermaye, burjuvazinin propaganda ve tedbirlerine göre değil, kendi nesnel yasaları doğrultusunda hareket etti. Dünya ekonomisi, devrevi hareketinin kriz aşamasındaki en derin noktasına 2001 yılının 3. çeyreği ile 2002 yılının 2. çeyreği arasında ulaştı. 2002'nin 2. çeyreğinden bu yana genel anlamda dünya ekonomisi ve onun önemli bileşenleri olan ekonomiler (ABD, AB, Japonya vs.), krizin en derin noktasından çıkarak belli bir canlanma sürecine girdiler. Her bir ülkede farklı boyutlarda olan ekonomik canlanma ve bu canlanmayı ifade eden ekonomik veriler, dünya ekonomisinin 2003 yılı itibariyle krizde olmadığını gösteriyorlar. Burada söz konusu olan, hem tek tek ekonomilerin ve hem de bir bütün olarak dünya ekonomisinin görece bir canlanma aşamasında olduğudur. Bugün açısından ne dünya ekonomisi ve ne de ABD, bir bütün olarak AB ve Japon ekonomileri krizdedir. Ama, mevcut gelişme eğilimleriyle bu ekonomiler, ekonomik krizden güçlü bir çıkışın gerçekleştirildiğini ifade etmiyorlar. Durgunluk eğilimi taşıyan, dönem dönem mutlak gerileyen, ama eğilim olarak canlanma aşaması, ekonomik devreviliğin kriz dışı aşamasını ifade eden bir gelişme. Bu gelişme, bu ülke ekonomilerinin ve dünya ekonomisinin oldukça kırılgan bir süreçten geçtiklerini gösterir."[8*] Burada bu "değerlendirme" ve "saptamaların" yanlışlığını ele almayacağız. Sadece sol ekonomi yazının nelere "kadir" olduğunu göstermekle yetineceğiz.
Yine bir başka sol yayında (geçmişte "vatanseverlerin sesi Vatan", bugün Yürüyüş olan Ekmek ve Adalet'te) "büyümede dünya rekoru" kırıldığına ilişkin DİE açıklamaları üzerine şunlar yazılmıştır: "İthalat yüzde yüzden fazla artarak, 41 milyar dolardan 97 milyar dolara yükseldi. IMF programının parçası olan bu politika sonucunda, ithalat yükselmiş ve bundan elde edilen vergi de 'büyüme' rakamına kaydedilmiştir. Yani ithalatçı işbirlikçi tekeller ve Türkiye pazarını ele geçiren emperyalist tekeller 'deveyi amuduyla götürürken', verdikleri vergilerle 'Türkiye'yi büyütmüşler!' Kapitalizmde büyümenin ne anlama geldiğini açıkça gösteren bu tespiti bir yana bıraksak dahi, kapitalizmin kendi içinde de böyle bir büyüme, 'olumlu' değil, tersine ancak 'risk' olarak görünür. İthalat ve dış ticaret açığı ile büyüyen, kendi üretimi emperyalist tekellerin çıkarları için yokedilmiş bir ülke, dış destekle ayakta duran bir ülke demektir."[9*] Şüphesiz burada da, "büyüme"nin ne olduğunu, ithalat, ithalat vergisi, dış ticaret açığı ve "risk algılaması"nın ne anlama geldiğini, kısacası yanlışlıkları ve eksiklikleri açıklamak durumunda değiliz.
Teoride Doğrultu'da ekonominin devrevi hareketinin (NBER normlarıyla "business cycle") "derin" anlamından söz edilirken, Ekmek ve Adalet "medya" köşe yazarlarının yazılarının bir özetiyle yetinmiştir.
Hiç kimse Marksist ekonomi-politiğin bu kadar "derin" ve bu kadar köşe yazarlaştırılmış "özet" olabileceğine inanmayacaktır. Ama bu, sol yayınların ortak özelliğidir.
Şimdi bir başka legalist kesime, hangi "gelenek"in "mirasçısı" olduğu konusunda tam bir "fikir birliği"ne sahip olmayan[10*] SİP-TKP'sine bakalım.
SİP-TKP, şimdilik ekonomik gelişmelerin "ekonomik" değerlendirmelerini, "kültür merkezi" bünyesinde yürüttüğü "dersler"in akademisyen "hoca"larına bırakmışken, haftalık "komünist"inde "kitle"ye yönelik "ekonomi-politiğin alfabesi" yazıları yayınlamaktadır. Bu "alfabe" yazılarından birisinde şunlar yazılıdır: "Emek-değer teorisinin ne olduğunu anlamak için önce "meta" üzerinde durmak gerekiyor.
Meta, karşılığında başka maddi ürün ya da hizmetler (veya para) elde etmek için üretilen maddi ürün ya da hizmetlerin genel adıdır."[11*] "Alfabe"nin "meta"yla başlatılması doğaldır. Ne de olsa Marks, kapitalizm tahliline başlarken "Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, 'muazzam bir meta birikimi' olarak kendini gösterir, bunun birimi tek bir metadır. Araştırmalarımızın, bu nedenle, metaın tahlili ile başlaması gerekir"[12*] saptaması yapmıştır.
Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'da metayı şöyle tanımlar: "Meta, İngiliz iktisatçılarının dediği gibi, herşeyden önce 'yaşam için gerekli, yararlı ya da hoş herhangi bir şeydir', insan gereksinmelerinin konusu, sözcüğün en geniş anlamıyla, bir geçim aracıdır."[13*] Kapital'in birinci cildinde ise meta şöyle ifade edilmiştir: "Meta, her şeyden önce, bizim dışımızda bir nesnedir ve, taşıdığı özellikleriyle, şu ya da bu türden insan gereksinmelerini gideren bir şeydir. Bu gereksinmelerin niteliği, örneğin ister mideden, ister hayalden çıkmış olsun, bir şey değiştirmez. Burada nesnenin, bu gereksinmeleri, geçim aracı olarak doğrudan doğruya mı, yoksa üretim aracı olarak dolaylı yoldan mı, nasıl giderdiği de bizi ilgilendirmemektedir."[14*] Şüphesiz okuyucu ilk anda şunu soracaktır: "Burada SİP-TKP'sinin "alfabe"siyle Marks'ın metaya ilişkin saptamaları arasındaki farklılık çok mu önemlidir?"
Yazımızın amacı sol yayınlardaki ekonomi yazınının durumunu, içler acısı görünümünü ortaya koymaktır. Dolayısıyla burada Marks'ın meta üzerine yaptığı sayfalar dolusu tahlillerin ve saptamaların neden onca ayrıntıyı içerdiğini açıklamak durumunda değiliz. Göstermeye çalıştığımız, konuların ve Marksist ekonomi-politiğin öylesine basit ve yüzeysel olmadığıdır.
İster "kitle"nin "eğitilmesi" amacıyla, ister dünya ekonomisinin "derin" tahlili amacıyla kaleme alınmış olsun, sol yayınlarda yer alan ekonomi yazılarından beklenen, Marksist ekonomi-politiğin temel belirlemelerini yüzeyselleştirmemeleri, sıradanlaştırmamalarıdır. Ama Marksizm-Leninizmin tüm bilimselliği basit ve sıradan bir ajitasyon söylemine kolayca kurban edilebilmektedir.
SİP-TKP'nin sözünü etmiş olduğumuz yazısının bir köşesinde ise şunlar yazılıdır: "Bu yazıda 'para'dan hiç söz etmedik ve metaların birbirleriyle değiştirildiğini kabul ettik. Gerçekte, meta alışverişlerinin neredeyse tümünde para kullanılır. Ancak para, buradaki tartışmanın özünü değiştirmez.
Para da bir metadır.
Para, yalnızca, satma ve satın alma işlemlerini kolaylaştırır.
Bugün alışverişlerde kullandığımız paraların (lira, dolar, euro vb.) değişim değeri, bunların üretilmesi (örneğin kağıt paraların banknot matbaalarında basılması) için gerekli emek zamanıyla belirlenmez tabii ki. Bu paraların değişim değerine sahip olmasını sağlayan, onları çıkaran devletlerin sunduğu güvencedir. Söz konusu güvence zayıfladığında (örneğin ilgili devlet yıkıldığında), bu paralar, beş para etmez hale gelebilir. Asıl önemlisi, alışverişlerin bu paralarla yapılması, buradaki tartışmanın özünü değiştirmez. "[15*] Para üzerine Marks ise şunları yazar: "Değer ölçüsü işlevini yerine getiren ve ister kendi kişiliğinde ister bir temsilci ile dolaşım aracı olarak hizmet eden meta, paradır...
Para, bir değer ölçüsü olarak, metalarda içkin değerin ölçüsüne, emek-zamanına bir zorunluluk sonucu verilmiş dışsal bir biçimdir."[16*] Marks paraya ilişkin tahlilinin devamında paranın değişik biçimlerini inceler. "... metaların başkalaşımı ya da değer-biçimlerinin gelişmesi yeni bir yönüyle ortaya çıktığı için, para da yeni bir işlev yüklenir, ödeme aracı olur."[17*] Paranın, değerin ölçüsü, dolaşım aracı ve ödeme aracı olarak işlev görmesi üzerine Marks'ın yaptığı tahliller "komünist" adını taşıyan bir yayında kolayca "Para, yalnızca, satma ve satın alma işlemlerini kolaylaştırır"a indirgenebilmiştir. Marks, "Zorunlu geçerliliği olan kağıt paraları çıkartan devletin müdahalesi ekonomi yasalarını yürürlükten kaldırıyor gibi görünüyor... devletin bu gücü sırf bir görünüşten ibarettir. Devlet, pekala istediği kadar kağıdı, istediği her türlü para adı altında dolaşıma sokabilir, ama onun denetimi bu mekanik eylemle kalır."[18*] diyerek uyarmışken.
Hayır!
Marksizm-Leninizm böylesine sıradan, böylesine yüzeysel, bilimsel içeriğe sahip olmayan, burjuva iktisat kitaplarında yazılı teorilerle kapitalizmi tahlil eden bir dünya görüşü değildir.
Bir kez daha yinelemekte yarar vardır:
Bir ülkede devrim yapmanın ilk şartı doğru emperyalizm tahlilidir.
Devrimin yapıldığının unutulduğu, unutturulduğu, devrim için bir araya gelmiş insanların devrimlerin "olduğu"na inandırıldığı günümüz koşullarında da, doğru bir emperyalizm tahlili yapılmaksızın, dünyanın değiştirilmesi mümkün değildir. Anti-emperyalist mücadeleden, anti-emperyalist cephelerden söz edenler, herşeyden önce emperyalizmin ne olduğunu ve bu anti-emperyalist mücadelenin amaç ve hedeflerinin neler olduğunu açık ve net olarak ortaya koymak zorundadırlar. Bunun yolu ise, emperyalizmin, emperyalist sömürünün ve emperyalist sömürü mekanizmasının doğru bir tahlilinden geçer.
Marksist ekonomi-politiği sıradanlaştırarak, "eğitim çalışması" adı altında Marksist ekonomi-politiğin en temel kavramlarının içeriğini boşaltarak bir yere varılamayacağı gibi, doğru bir emperyalizm tahlili yapılması da olanaksızdır.
Legalistlerin, eklektik teoriyi baş tacı edenlerin, "umudu büyütmek", "insanların yeni bir ütopyaya ihtiyacı var", "ayağa kalkıyoruz" gibi boş sözleri yinelemek yerine, Marksizmin bilimsel dünya görüşünün "bilimsel haysiyetini" ayaklar altına almadan Marksizmi öğrenmelerinde sonsuz yarar vardır.
Bu gerçeği gizlemek amacıyla, güncel ve yakıcı sorunların varlığını öne sürerek "emperyalizm tahlilinin şimdi sırası mı" diye demagoji yapmanın "getirisi" olsa bile, değeri yoktur.[19*]
[*] Burada "sol" ifadesi, kendilerini "Marksist", "Leninist", "komünist" ya da bunların toplamı sıfatlarla tanımlayan, kimilerinin "devrimci demokrat" olarak tanımladığı yapıları, örgütleri, legal oluşumları kapsamaktadır. [1*] Bir "parti başkanı" şöyle yazmaktadır: "Bu kadro kaynağının marksizmi bilmemesi sorun değildir, zira bilgi ve tarihsel bilinç açığının kapatılması pekala mümkündür. Bu insanların çöken ve dejenere olan sollarla önemli herhangi bir iletişiminin olmaması ise son derece hayırlı bir durumdur, zira kimi bulaşıklıkları temizlemek neredeyse imkansız olabilir." (Aydemir Güler, 28 Ekim 2005.) [2*] Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz. [3*] Marks, Kapital, Cilt: I, s. 23. [4*] Ama somut gerçek bunun tersidir. Bazı sol yayınlar, örneğin Atılım, yayınlarını internet ortamında zamandaş olarak yayınlamaktan vazgeçmiştir. Özel bir açıklama yapılmamış olmasına karşın, gerekçe, derginin internette zamandaş olarak yayınlanmasının satışları etkilediği inancıdır. [5*] 2006 Temmuz sonu itibariyle petrol fiyatı 73,40 dolardır. [6*] Bu durumu Che Guevara Vietnam somutunda şöyle ifade eder:
"Bugün dünyanın tüm ilerici güçlerinin Vietnam halkıyla dayanışması, Roma arenalarındaki gladyatörleri alkışlayan pleplerin acı ironisine benzemektedir. Sorun, saldırının kurbanına başarı dilemek değil, onun kaderini paylaşmaktır; kişi, zaferde ya da ölümde onunla olmalıdır. " (... İki, Üç Daha Fazla Vietnam) [7*] Bu olguya ilk dikkat çeken Ece Temelkuran olmuştur:
"Şimdi 'kefiyesiz' bir Filistin de bizden cevap bekliyor acilen:
Yeşil bayrakların tarafında mısın yoksa bir silah yığınağı haline getirilen İsrail'in mi?
Dünya bizden giderek daha çok taraf olmamızı bekleyecek, gidilen yer orası.
Peki, 'Ben kefiyenin tarafındayım' demek mümkün mü?" (Milliyet, 14 Temmuz 2006.) [8*]Teoride Doğrultu, Sayı: 19, Ocak-Şubat 2005, s. 62. [9*]Ekmek ve Adelet, 10 Nisan 2005, Sayı: 153, s. 23. [10*] "Entelektüel etkinin bizim hareketimizde güçlü bir enerji kaynağı oluşturması TKP'lilik değil Gelenekçilik yıllarına aittir. TKP'li komünistin veya birlikte mücadele verdiği yurtseverlerin emeği artık kitlesel bir zeminde test edilmesi gereken türdendir." (Aydemir Güler, Cesaret testine giriş, 28 Temmuz 2006.) [11*] "Emek-değer teorisi nedir?", "komünist", Sayı: 272, 30 Haziran 2006. [12*] Marks, Kapital, Cilt: I, s. 49. [13*] Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 41. [14*] Marks, Kapital, Cilt: I, s. 49-50. [15*] "Emek-değer teorisi nedir?", agy.
Burada "cımbızlama yöntemiyle alıntı yapılıyor" demagojisine yer vermemek için alıntıları neredeyse olduğu gibi aldık. Oysa bu yazıda asıl dikkat çekici olan "paraların değişim değerine sahip olmasını sağlayan, onları çıkaran devletlerin sunduğu güvence" sözlerindeki çarpıklıktır. [16*] Marks, Kapital, Cilt: I, s. 109, 144. [17*] Marks, Kapital, Cilt: I, s. 150. [18*] Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 139. [19*] "Fiyat, metada gerçekleşen emeğin para-adıdır... Kendileri meta olmayan vicdan, onur vb. gibi şeyler, sahipleri tarafından satışa çıkarılır hale gelirler ve böylece bir fiyatları olduğu için meta biçimini alırlar. Demek ki, bir şeyin değeri olmadığı halde, bir fiyatı olabilir."(Marks, Kapital, Cilt: I, s. 117.)