Belirli bir zaman diliminde piyasadaki para miktarı (emisyon hacmi), meta fiyatlarının toplamının paranın aynı zaman diliminde yaptığı hareket (el değiştirme) sayısına bölünmesiyle elde edilen belirli bir sabitliğe sahiptir. Para miktarı = meta fiyatlarının toplamı / para devrinin hızı’dır. Örneğin belirli bir zaman diliminde (bir yol) bir ülkedeki toplam metaların (mal ve hizmetler) fiyatı 100 milyar dolar ise, ve paranın devir hızı 100 ise, piyasada gerekli olan para miktarı 1 milyar dolar olacaktır. Bu 1 milyar dolarlık para, o zaman diliminde 100 milyar dolarlık metaların değişimi için yeterlidir.
Eğer piyasadaki metaların toplam fiyatı artacak olursa, paranın devir hızı aynı kaldığı koşullarda, para miktarı da artar.
Ancak metaların toplam fiyatı aynı kalırken, paranın devir hızı değişmemişken, piyasadaki para miktarında meydana gelen artış, her durumda fiyatların yükselmesine yol açar. “Enflasyon parasal bir olgudur” fetvası veren “monetarizm”in çıkış noktası da burasıdır.
Piyasadaki para miktarı, devletlerin (ve hükümetlerin) değişik nedenlerle piyasaya para vermeleri (para arzı) nedeniyle artıyorsa, kaçınılmaz olarak fiyatlar yükselecektir. “Karşılıksız para” adı verilen bu para arzı, mal ve hizmetlerin toplam fiyatının gerektirdiği miktardan daha fazla paranın piyasaya verilmesidir.
Böylece “monetarizm”in enflasyonu “parasal olgu”ya indirgeyerek, “sıkı para politikası” adı altında merkez bankalarının piyasaya verdikleri para miktarını denetimde tutarak enflasyonu düşürme politikası, tümüyle piyasaların ihtiyacının ötesinde bir paranın merkez bankaları tarafından piyasaya sürülmemesine dayanır.
Burada bizi “monetarizm”, “sıkı para politikası” ve bunun enflasyonun düşürülmesinde etkin bir araç olup olmadığı ilgilendirmemektedir. Bizim ilgilendiğimiz yan, mal ve hizmetlerin toplam fiyatına göre piyasadaki para miktarının (emisyon hacmi) büyük boyutlarda artması ve bunun sonucu olarak da fiyatların kaçınılmaz olarak yükseleceği gerçeğidir.
2008 yılının Mart ayında etkisini şiddetle gösteren “mortgage krizi” (ipotekli konut krizi), başta petrol fiyatları olmak üzere, tüm metaların uluslararası fiyatlarında büyük bir yükselişle birlikte gelişmiştir.
Geçen yıl 50-70 dolar arasında seyreden petrol fiyatları, bu yılın Mayıs ayında 135 dolara kadar yükselirken, pirinç, buğday vb. tahılların fiyatı %100’ün üzerinde artmıştır. Fiyat artışları sadece petrol ve tahıllarda ortaya çıkmamış, tüm metaların fiyatlarında genel bir yükselme ortaya çıkmıştır.
Gıda ürünlerinde (pirinç ve buğday en temel ürünlerdir) meydana gelen büyük fiyat artışlarının, “yoksul ülkeler”de toplumsal patlamalara yol açtığı, gıda ürünlerindeki fiyat artışları kontrol altına alınamazsa dünya çapında bir “gıda krizi” patlak vereceği öngörüleri de aynı zamanda ortaya atılmıştır.
“Medyatik ekonomistler” ve maniple edilmiş ekonomik haberler, gıda ürünlerindeki fiyat artışlarını spekülasyona ve artan oranda gıda ürünleri üretilen toprakların “bio yakıt” üretimine ayrılmasına bağlamaya çalışmışlardır. Ancak petrol ve diğer emtiaların fiyatlarındaki yükseliş, bu gerekçelerinin basit bir manipülasyon olduğunu göstermeye yetmektedir.
Bugün dünya ekonomisinin karşı karşıya kaldığı en temel sorun, dünya piyasalarında dolaşan karşılıksız dolarlardır.
Kimilerinin “para bolluğu” adını verdikleri, Türkiye gibi “gelişmekte olan ülkeler”e “sıcak para” olarak giren ve bu ülkelerin varlıklarını satın alarak kendisine yeni bir kâr olanağı yaratan bu karşılıksız dolarlar, sözcüğün basit anlamıyla “ABD ekonomisine güven” adı altında uzun süre ekonomistler tarafından görmezlikten gelinmiştir.
Ekonomistler tarafından görmezlikten gelinse de, dünya piyasasındaki karşılıksız dolarların yıldan yıla arttığı “para otoriteleri” tarafından, özellikle de ABD ve AB merkez bankaları tarafından bilinen ve yakından izlenen bir olgudur. Giderek artan karşılıksız dolarların dünya piyasasında meydana getireceği “enflasyonist baskı” bilindiğinden, ABD tarafından merkez bankalarına baskı yapılarak, bu karşılıksız dolarların rezervlerde tutulmasına yönelinmiştir. Bu yolla, karşılıksız dolar sorunu belli bir süre için geçiştirilmiştir.
Geçen yaz başlarında patlak veren ve bu yılın Mart ayında yeniden şiddetlenen “mortgage krizi”nin yol açtığı “likit sıkışıklığı”nı ortadan kaldırmak için ABD ve AB merkez bankaları 800 milyar doları piyasalara vermek durumunda kalmıştır. Geri-bıraktırılmış ülkelerin ABD zorlamasıyla dolar rezervlerini artırmalarının da sınırına ulaşılmıştır. Artık piyasaya sürülen karşılıksız dolarları emecek herhangi bir “enstrüman” kalmamıştır.
İşte bu nedenle petrol ve gıda fiyatları hızla yükselmiş, kapitalizmin tarihinde hiç görülmemiş seviyeye çıkmıştır.
Öte yandan dolar, aynı zamanda emperyalist ülkelerin tüketim mallarının geri-bıraktırılmış ülkelere ihracını finanse etmek için kullanılmıştır. Yerli paranın değerlenmesiyle desteklenen bu tüketim malları ithalatındaki artış, yerli üretimin, özellikle de tarımsal üretimin düşmesine, tarımsal toprakların ekim dışı kalmasına ve tarımsal nüfusun kentlere göç etmesine yol açmıştır. ABD ve AB’den ucuz tarım ürünleri ithal edilmesinin faturasının ödenme zamanı gelmiştir.
Bugün karşılıksız dolarlar merkez bankalarının rezervlerini artırarak emilecek boyutları aşmış, emperyalist ülkelere dayanan dünya gıda üretimi talebi karşılayamaz boyuta gelmiştir.
Dışsal olarak bakıldığında sorunun kolayca çözümlenebileceği iddia edilebilir. “Monetarist” bakış açısıyla, dünya piyasasındaki fazla dolarlar bir biçimde merkez bankaları tarafından rezerv para olarak emilir ve ABD merkez bankası (FED) dolar arzını sınırlar, sorun da kısmen çözülür!
Ama karşılıksız dolarlar, aynı zamanda ABD ekonomisinin itici gücü, tüm emperyalist ülkelerin ihracatının dayanağı ve dünya çapındaki emperyalist hegemonyanın sürdürülmesi için gerekli olan askeri harcamaların kaynağıdır. Emperyalist ülkelerin bütün bunlardan vazgeçmeksizin karşılıksız dolar sorununa çözüm üretmeleri olanaksızdır. Sadece sorunu “öteleyebilirler”, ama bir başka dönemde daha büyük bir sorun olarak yeniden ortaya çıkana kadar.
Tüm bunlardan çıkan “kıssadan hisse” ise, üretmeden tüketmeye alıştırılmış bir toplum için “cennet” sona ermiştir. Artık bunlar için tek sorun, “cehennem”in ateşinin ne kadar yüksek olacağıdır. Ve ateş, düştüğü yeri değil, tüm üretmeden tüketen toplumları yakacaktır.