IV. Bunalım Dönemine
Talim Ederken
V. Bunalım Dönemine Giriş
Kriz dönemleri, teorik ve pratik olarak işsizliğin, yoksulluğun arttığı, biraz elinde mülkü olanların daha büyük mülk sahipleri tarafından mülksüzleştirildiği zamanlardır. Kimi zaman 4-5 ay sürebilen, kimi zaman aylarca "dibi" görünmeyen krizler, aynı zamanda "umut"ların yeşerdiği, kapitalizmin yıkılmasının koşullarının olgunlaştığı "inancı"nın arttığı zamanlardır. En azından "bir zamanlar" böyleydi.
"Bir zamanlar", hiç kimsenin "kartal" olmadıklarını kabul etmeye yanaşmadığı zamanlarda, ekonomik buhranlar (bunalımlar, krizler, nasıl ifade edilirse edilsin aynı şeyi tanımlar) SBKP revizyonizminin "yeminli" izleyicisi olan "yerli revizyonistler"in en gözde konularıydı. Büyük ölçüde kent küçük-burjuvazisinin eğitim görmüş kesimlerinden gelen bu revizyonistler, eğitim görmüşlüğün avantajıyla ekonomi-politik konusunda "uzman" olarak ortalıkta dolaşırlardı. Standart haliyle "devresel hareket"in NBER ölçütleriyle "durgunluk"a girdiği, yani adına "kriz" (bunalım ya da buhran da denilebilir oysa ki) denilen aşamada, "devrim treninin istasyona geldiği", bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğini inen-çıkan grafikler eşliğinde hep bir ağızdan bağırmaya başlarlardı.
Aynı kişiler, her ekonomik bunalımda olduğu gibi, "konjonktürel dalga" gelip geçince, "trene" binememiş olmanın tüm sorumluluğunu başkalarına yıkmaya kalkışırlardı. Gerek "kriz" günlerinde, gerek "post-kriz" günlerinde tüm çabaları, ekonomik bunalım (kriz) dönemlerinde devrimci bir durumun ortaya çıktığını ve ekonomik bunalımın (kriz) geçmesiyle birlikte devrimci durumun ortadan kalktığını dünya aleme kanıtlamaya yönelikti.
Ama "başkaları", kendi deyişleriyle "goşistler, anarşistler, maceraperestler" ortaya çıkmıştı. Bunlar ne sözden anlıyorlardı, ne "kriz"den. İşleri güçleri "silahlı eylem", tek amaçları "devrim yapmak"tı. Böyle olduğu için de, eğitim görmüş revizyonistler tüm ekonomi-politik bilgilerini ortaya dökerek, "goşistler"in bir şey bilmediklerini, "marksist ekonomi-politik"ten bir şey anlamadıklarını kanıtlamaya soyundular.
Oysa onların "goşist, anarşist, maceraperest" dedikleri insanlar "emperyalizmin bunalım dönemlerinden", kapitalizminin sürekli ve genel bunalımından ve hatta "III. bunalım dönemi"nden söz ediyorlardı. Diyorlardı ki, serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesiyle birlikte, artık tek tek ülkelerde değil, sistemin, emperyalist sistemin bütününde devrimin nesnel koşulları olgunlaşmıştır. Lenin'in sözüyle, "emperyalizm, sosyalizmin arifesidir". Ancak emperyalist dönem, kendine özgü temel özelliklerinin yanında, değişik zamanlarda farklı özellikler gösteren dönemlerden geçmektedir. Bu farklı dönemlerin özelliklerine bağlı olarak da devrimci mücadelenin stratejisi ve taktikleri de değişir. Emperyalizmin bu farklı dönemlerini (bunalım dönemleri) bir yana bırakarak, belli bir döneme özgü mücadele biçimlerini, devrimci taktikleri ve stratejileri her dönemde aynı biçimde uygulamaya kalkışmak, sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla dogmatizmdir, oportünizmdir. I. bunalım döneminin özelliklerine ve Rusya'nın özgün koşullarına uygun olan mücadele biçimlerini, bir başka dönemde (II. ve III. bunalım dönemlerinde), farklı koşullara sahip ülkelerde uygulamaya kalkışmak, daha baştan yenilgiyi kabul etmektir. Gelişen ve değişen koşulların ayrıntılı bir tahlili yapılarak doğru bir devrimci çizginin oluşturulması şarttır. Bu da emperyalizmin tahlili demektir.
İşte "goşist, anarşist, maceraperest" denilen kişiler, böylesi bir bakış açısıyla, emperyalizmin değişik bunalım dönemlerine ayrıldığını ve günümüzde III. bunalım döneminin yaşandığını; III. bunalım döneminin ayırıcı özellikleri nedeniyle de, I. ve II. bunalım dönemindeki zafere ulaşmış devrimci mücadele yöntemlerinin ve stratejilerinin geçerli olmadığını açıkça ortaya koydular.
Dediler ki, ülkemiz emperyalizme bağımlı, geri-bıraktırılmış bir ülkedir. Kapitalizm iç dinamikle gelişmediğinden çarpıktır. Bu çarpıklık nedeniyle, emperyalizmin bunalımları (kriz) ülkeye şiddetle yansır. Bu da, ülkede sürekli bir milli kriz yaratır, dolayısıyla da devrim durumu sürekli vardır. Milli krizin tam anlamıyla olgun olmasa da sürekli var olması, silahlı aksiyon yöntemlerinin kullanılabilmesinin nesnel koşullarının mevcudiyeti demektir. Bu nedenle de, ekonominin devresel hareketine bakarak, ekonomik "kriz" zamanlarında milli krizin ortaya çıktığını, diğer dönemlerde milli krizin olmadığını, dolayısıyla silahlı aksiyon yöntemlerinin sürekli kullanılmasının nesnel koşullarının bulunmadığını söylemek, açık biçimde pasifist bir çizgiyi kabul etmektir. Emperyalizme bağımlı ülkemizde devrimin nesnel koşulları mevcuttur. Olması gereken kitlelerin bilinçlendirilip örgütlendirilmesi ve devrimi yapmak için harekete geçirilmesidir.
Ve devam ettiler: Emperyalizme bağımlı ülkelerde sürekli milli krizin varlığı, karşı tarafın, yani oligarşinin yönetimini sürdürmek için artan oranda şiddete, zora başvurması demektir. Oligarşinin şiddetine karşı devrimci şiddet bu nedenle haklıdır (meşru), zorunludur. Bu haklılık içinde devrimci şiddet, devrimci mücadelenin silahlı bir mücadele temelinde sürdürülmesi demektir. Bu nedenle de, doğru devrimci mücadelenin yürütülebilmesi için doğru bir silahlı mücadele yönteminin, stratejisinin ortaya konulması gerekir. Bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde, iktidarın ele geçirilmesi, yani devrimin yapılması, emperyalizme ve oligarşiye karşı bir halk savaşı verilmesini gerektirir. Halk savaşı, maddi ve teknik olarak güçlü düşmana karşı, siyasal ve moral üstünlüğe sahip halk kitlelerinin savaşıdır.
Dediler ki, emperyalizmin III. bunalım döneminin özelliklerinden dolayı, halk savaşı, I. ve II. bunalım dönemlerinde olduğu gibi kitlelerin, özellikle de köylülerin kendiliğinden ayaklanma ve isyanlarının örgütlenmesiyle başlatılamaz. Bu dönemde halk savaşının başlatılabilmesi için, başarılı bir öncü savaşının verilmesi şarttır. Bir başka deyişle, halk savaşı, III. bunalım döneminin özelliklerinden dolayı öncü savaşı aşamasından geçecektir.
İşte böylesine bir bakış açısına sahip olanlar, açıktır ki, emperyalizmin ve emperyalizmin değişik bunalım dönemlerinin tahliline özel bir ağırlık vermişlerdir. Öz olarak söyledikleri, emperyalist dönem belli başlı çelişkilerin durumuna bağlı olarak değişik dönemlere ayrılır. Her dönem (bunalım dönemi), kendine özgü mücadele biçimleri ortaya çıkarır, devrimci mücadelenin yolu, yöntemi, stratejisi farklı olur. Bir bunalım döneminden bir başka bunalım dönemine geçildiğinin saptandığı her durumda, devrim stratejisi de değişir, değişmek zorundadır.
Bu bakış açısına karşı olan, onları "goşist" vb. olarak suçlayan revizyonistler ve pasifistler ister istemez emperyalizmin bunalım dönemlerine ilişkin yapılan tahlilleri çürütmeye çalışmışlardır. Başarılı olamasalar da, gelişen devrimci mücadele içinde tümüyle tecrit oldukları için, söylediklerinin de pek anlamı kalmamıştır.
Tüm bunlar 1965-80 döneminde ülkemizin devrimci mücadelesinin tarihinde belirleyici bir yere sahip olmuştur. 1980 dünya ekonomik bunalımı 12 Eylül askeri darbesiyle ortaya çıkan "bozgun" ortamında başlayıp gelişince de, ortaya konulanlar, emperyalizm tahlilleri ve bundan çıkartılan sonuçlar bir yana bırakılmış, 1980 dünya ekonomik bunalımı küçük-burjuva akademisyenlerin "tahlil ve yorumları"yla algılanmış ve kavranılmıştır.
1990'lara gelindiğinde, Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığıyla birlikte ortaya çıkan "şok", 12 Eylül'ün yarattığı "bozgun" havasını yeniden üretmiş, planlı ve programlı, yani devrimci bir stratejiye bağlı mücadeleye hazırlanmak ve yürütmek tümüyle bir yana bırakılmıştır. Pratik ise, 1 Mayıslarda "güç gösterisi"nin sınırlarını fazlaca aşamamıştır. PKK'nin yürüttüğü gerilla savaşının politik hataları, gerilla savaşının oligarşiyle yapılacak bir pazarlığın aracı olarak kullanılması da, emperyalizmin tahliline dayanan devrimci stratejiye uygun bir mücadelenin hazırlanması ve yürütülmesi konusunu geriye itmiştir. Aynı şekilde devrimci stratejinin yanlış kavranışına dayanan ve giderek sadece pragmatist bir tutum haline dönüşen DS'nin silahlı eylemleri de aynı etkiyi yaparken, aynı zamanda silahlı mücadelenin olumsuzlanması için de uygun bir gerekçe haline getirilmiştir.
Yine de doğru devrimci çizgi ve onun stratejisi (Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi), ne denli gözlerden uzak duruyor olursa olsun, her zaman bir "hayalet" gibi revizyonistleri, oportünistleri ve pasifistleri rahatsız etmeye devam etmiştir. 1990'larda başlayan kendine özgü teslimiyetçilik ortamında gelişen legalizm ve eklektizm, bu "hayalet"in soldaki etkisi karşısında yer yer emperyalizmin bunalım dönemlerine göndermeler yapmaya ve hatta bunalım dönemlerinin varlığını kabul eder görünmeye yol açmıştır. Ancak hiç biri, oportünist olmanın ötesinde, emperyalizmin bunalım dönemlerine ilişkin doğru bilgiye sahip olmadıklarından, söyledikleri sadece "hayalet"in etkisini kendilerine devşirmek amacıyla "biz de benzer şeyleri savunuyoruz" görüntüsü vermenin ötesine geçmemiştir.
1990'ların genel havası içinde ideolojisizleşme ve Marksist-Leninist teorinin bir yana bırakılması, yani legal şemsiye altında eklektizm ve pragmatizmin başlı başına bir "sol çizgi" haline getirilmesi, her türden teorik tartışmanın, ekonomik ve politik tahlillerin bir yana bırakılmasına yol açtı. Ekonominin "borsa, döviz, bono, repo, ters repo"nun sınırları içinde "medya" haberleri haline geldiği bu dönemde, "iktisat"ın "mikro"laşması da "makro" ekonomi tahlillerinin tümüyle bir yana bırakılmasına yol açtı. "Globalizm", "imparatorluk" teorileriyle de emperyalizm ve emperyalizmin tahlili "gereksiz" kabul edildi.
Yine de arasıra bunalım dönemlerinden söz edenler çıktı. Bunlar da, genellikle Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığıyla birlikte "globalizm" döneminin başladığı, yani emperyalizmin yepyeni bir evreye girdiği emperyalist propagandanın etkisi altında "yeni bunalım dönemi" teorisi olarak ortaya çıktı.
Örneğin, daha sonra DHB ile birleşerek "MLKP" haline gelen TKİH 1994'de şöyle söylüyordu: "Kapitalizmin genel krizinin 1. aşaması her iki dünya savaşı arasındaki dönemi, 2. aşaması 2. emperyalist paylaşım savaşı ile SB'nde revizyonistlerin siyasi iktidarı gasp ettikleri süreye (1956) kadar olan dönemi; 3. aşama 50'li yılların yarısından SB ve revizyonist blokun dağıldığı 1989/ 1990 dönemine kadar olan süreci ve 4. aşama da 1989/1990'dan sonrasını kapsar. Son süreç hâlâ devam etmektedir."[1*] Bu sözlerin her ne kadar elle tutulur bir yanı olmasa da, her cümlesi, her sözcüğü başlı başına yanlışlık içerse de, sonuçta III. bunalım döneminin sona erdiği, 4. bunalım döneminin, yani yeni bir bunalım döneminin başladığı açıkça ifade edilmektedir. Bilimsel hiç bir ölçüye ve ölçüte bağlı olmaksızın, sadece "ideolojik konum"larına bağlı olarak kapitalizmin "genel kriz"ini dönemleyen bu "yeni" yaklaşım MLKP pragmatizmi ve eklektizmiyle bir yana bırakılmış da olsa, bir eğilimi, yani "bir şeylerin değiştiği" kanısını ortaya koymuştur.
2000'li yıllar, Şubat 2001 kriziyle açıldı. Ancak kriz öylesine "birden" ortaya çıkmıştı ki, legalistler ve eski revizyonistler hazırlıksız yakalandı. Yıllarca kapitalist ekonominin devresel hareketine bakarak devrimci durum saptamaya çalışmış olan bu legalist-revizyonistler, ekonomik tahlilleri küçük-burjuva akademisyenlerin tekeline bırakmış olmaktan da fazlaca rahatsızlık duymadılar.
Şubat 2001 krizi öylesine geçip gitti. 1985'lerde yükselmeye başlayan kitle hareketlerinin 1996 sonrasında inişe geçmesi ve 2001 "kriz" koşullarında iyice güçsüzleşmesi, tüm "sol" faaliyetlerin kültür merkezlerine sıkışması da diğer olgulara eklenince, doğru devrimci çizgi, devrim stratejisi ve buna bağlı olarak devrimci mücadelenin hazırlıklarının yapılması ve sürdürülmesi sorunu da daha da gerilere itildi.
Yine de TKİH'in 1994'de anımsadığı gibi anımsamalar ortaya çıkmamazlık etmedi. Aralık 2007'de yayınlanan "Halkın Devrimci Yolu" başlıklı bildirge bu öylesine anımsamanın örneği olarak kabul edilebilir.
Kendilerini bir biçimde "Devrimci Yol"cu olarak gören, ama bir başka biçimde "halkın devrimci..."si gibi göstermeye çalışan bir kesimin bu "iyiniyetli" bildirgesinde "yeni" olduğu söylenen bir dizi gelişme sayıldıktan sonra şöyle denilmektedir: "Bütün bu gelişmelerle birlikte, emperyalizmin III. Bunalım Dönemi'ne damgasını vuran koşullar tamamıyla ortadan kalktı; emperyalizmin genel bunalımı yeni bir evresine girdi. Emperyalizmin IV. Bunalım Dönemi olarak adlandırılacak yeni bir devrimci süreç başladı."[2*] Bu "iyiniyetli" bildirgeye göre, IV. bunalım dönemi, "Washington Konsensüsü (1982) ve I. Körfez Savaşı'ndan (1991) başlayıp günümüzde de sürmekte olan" dönemdir.
Böylece on üç yıl farkıyla benzer şeyler söylenebilmektedir.
Burada bu türden "yeni açılımlar"ın ve yeni bunalım dönemi "saptama"larının değerlendirmesini yapmayacağız. Amacımız, yaşanılan süreçlerde insanları büyük ölçüde etkileyen olaylar dizisi içinde kolaylıkla her şeyin değiştiğini düşünebildiklerini göstermektir.
Açıktır ki, III. bunalım dönemini bir yana bırakalım, emperyalizmin bunalım döneminin ne olduğunu bilmeden, öylesine "duyumsal" bilgilerle yeni bir bunalım döneminin başladığını, biraz çekingen, biraz ürkek biçimde "ilan etmek" elbette mümkündür. Ancak böyle bir "ilan" (bildirme) tek başına yeterli değildir. "Yeni" bir bunalım döneminden söz edildiğinde, bunun devrim stratejisinde yapmak zorunda olduğu değişiklikler öylesine ortaya konulup, bazı popüler, güncel olgular alt alta dizilerek geçiştirilemez. Biraz Brezilya'daki "yoksullar hareketi"nden, biraz "Comandante Marcos"tan, biraz Negri'nin "İmparator"undan, biraz "küreselleşme karşıtı" akademisyenlerden, Porto Alegre "sosyal formu"ndan esinlenerek yeni bir "yol" ortaya atmak da olanaklıdır. Ancak ortaya atılan "yol"u haklı çıkarmak için emperyalizmin bunalım dönemleriyle oynamak, "yeni" bunalım döneminin ortaya çıktığını, dolayısıyla da "eski", III. bunalım döneminin devrimci stratejisinin "eskimiş" olduğunu (üstelik "tamamıyla") dolaylı biçimde söylemeye kalkışmak, belki eski "DY"cilik için uygun bir yöntem olsa da, "halkın devrimci"leri için geçerli olduğunu söylemek hiç de kolay değildir.
Ve şimdi, böylesi bir ortamda ve böylesi bir hava içinde öylesine "yuvarlanıp" gidilirken, emperyalizmin "tarihinde hiç görülmedik" (!) düzeyde yeni bir "kriz"i ortaya çıktı. Tam da yeni yeni IV. bunalım dönemi sözcüğünün kulak tırmalayıcı etkisinden "kurtulmaya" başlanılmışken, böylesine bir "kriz"le birlikte ya IV. bunalım dönemi de eskiyiverirse ne yapılacaktır? IV. bunalım dönemine tam da birilerini alıştırmaya çalışırken V.'sinin çıkıverme olasılığının belirmesi hiç de hoş olmayacaktır! Artık IV.'süne uygun devrimci bir mücadele görememişken, V.'sine "allah kerim" demekten başka çare de kalmamaktır.
Ama "hayalet" olduğu gibi duruyor.
Onun emperyalizm tahlilleri, bu tahlillerden çıkartılan devrim stratejisi ve bu stratejinin ülkedeki ve dünya çapındaki deneyimleri öylece duruyor. IV. bunalım döneminde olunduğunu "bildiren"lere de, son "finans krizi"yle birlikte V. bunalım dönemine girildiğini düşünecek olanlara da şunu açıkça söyleyebiliriz ki, bu türden "bildir"melerde bulunmadan önce, o "hayalet"in emperyalizm tahlillerini iyice okuyup öğrenmelidirler. Bunu yaptıktan sonra, oturup III. bunalım döneminde ortaya çıkan gelişmeleri, bu gelişmelerin dengesiz ve kararsız hareketlerini, kısacası emperyalist sistemin bütünsel bir bilimsel tahlilini yapmalıdırlar. Ancak ondan sonra, "işsizler sendikası"ndan "yoksullar hareketi"ne, "sosyalist halk devrimi"nden "toplumsal hareket sendikacılığı"na kadar "hoş", ama boş önerileriler yapılamayacaktır.