Menkul Kıymetler Borsası
Hâlâ Kazandırmaya
Devam Ediyor!
"Kemal Derviş ve Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi psiko-ekonomistlerin kurmaylığında, televoleci ekonomistlerin figüranlığında oynanan oyunun senaryosu, her zaman olduğu gibi, IMF tarafından yazılmıştır.
Yapılmak istenen, onlarca yıldır süren ekonomik bunalımın derinleştiği bir evrede emperyalizme bağımlı bir ülkede halk kitlelerinin sessiz sedasız herşeye boyun eğmelerini sağlamaktan ibarettir.
Bir yandan emperyalist sistem dışında bir çıkışın, kurtuluşun bulunmadığının propagandası yapılırken, diğer yandan yaşanılan krizin bir 'talihsizlik', bir 'kaza' olduğu, dolayısıyla büyütmenin, önemsemenin fazlaca anlamı bulunmadığı inancı yerleştirilmektedir. Sorun, sadece 'inanmak'tır; 'yukardakilere' inanmaktır!
Psiko-ekonomistler ile televoleci ekonomistlere göre ekonomik kriz, 'bir fırsata dönüştürülebilir'; ülkenin, onlarca yıldır süregiden yüksek enflasyondan, işsizlikten, yoksulluktan, az üretmekten, gelir adaletsizliğinden kurtuluşu için ekonomik kriz 'bir fırsat' yaratmıştır!
Zaman fırsatlardan yararlanma zamanıdır, gün fırsatçıların günüdür.
2001 yılında enflasyonun %88,9 olması, iç borçların 122 katrilyon 199 trilyon TL olması, dış borçların 118 milyar dolara çıkması hiç önemli değildir. Yeterki psiko-ekonomistler ile televoleci ekonomistlere inanılsın! '2002 yılına Türk insanı büyük bir moralle giriyor. Eskiye göre daha iyi. O bakımdan ben Türkiye'de böyle Arjantin benzeri bir şeyin olacağını zannetmiyorum. Bu moralle sanıyorum, Türkiye daha iyiye gidecek. Nitekim borsa yavaş yavaş yükselmeye başladı. Birtakım kararlar alınıyor. Bunların hepsinin bileşkesi, neticede Türkiye'yi düzlüğe çıkaracaktır, diye inanıyorum. 2002'de daha iyiye gidecek, bu 1-2 sene daha iyiye giderek gelişecek'!
Basit bir mantıkla, sıfatı Genelkurmay Başkanı olan bu psiko-ekonomiste göre, borsa 'yavaş yavaş yükselmeye başladı'ysa, bu 'iyidir', insanlara 'moral' getirir, 'gerekli kararlar da alınınca' ekonomi düzelir!
Bu psiko-ekonomistin açıklama yaptığı tarihe bakıldığında, yani 8 Ocak 2002 tarihinde, İMKB endeksi 15.000'i 'test' edip, 14.878 puandan kapanmıştır. İstanbul Borsası'nın 2000 yılını 9.437 puanla kapattığı düşünüldüğünde, 8 Ocak 2002 tarihinde ulaşılan 14.878 seviyesi, 'tarihi bir rekor' olarak tanımlanabilir. Borsanın yükseliş oranı %57 olmaktadır. Hernekadar tarihler 21 Ocak 2002'yi gösterdiğinde İMKB-100 endeksi yeniden 12.629 seviyesine düşmüşse de bunun önemi yoktur, çünkü 'yükselen bir borsada kâr realizasyonları normaldir'!
Böylece, televoleci ekonomistlerin inandırıcılığını yitirdiği bir evrede devreye giren psiko-ekonomistler sayesinde bir ülke ekonomisinin durumunu borsaya bakarak saptamanın olanaklı olduğunu bir kez daha öğrenmiş bulunuyoruz." [Kurtuluş Cephesi, Sayı: 65, Ocak-Şubat 2002]
Bugüne kadar Kurtuluş Cephesi'nin değişik sayılarında ülkemizde uygulanan IMF programının niteliğini ortaya koyarken, sürekli olarak, bu programının özünün, halk kitlelerinin yoksullaştırılması ve mülksüzleştirilmesiyle sağlanan kaynaklarla (kendi söylemleriyle ifade edersek "faiz dışı fazla" ile) dış borçların ödenmesini garanti altına almak olduğunun altını çizdik. Ve IMF ile Aralık 1999'da yapılan stand-by anlaşmasıyla bu sürecin başlatıldığını ortaya koyarken, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın özel bir yere sahip olduğunu belirtmiştik. Kurtuluş Cephesi'nin Ocak-Şubat 2000 tarihli 53. sayısında şunları yazdık: "'İşini bilen memur' rüşvet yoluyla, kendisiyle aynı koşullarda yaşayan ve gelirleri sürekli azalan kesimlerin sırtından kendi bireysel yaşamı için 'avantajlar' elde ederken; bir başka 'işbilenler' ise, siyasal parti ilişkileri içinde yolsuzluklarla kendini kurtarmaya çalışmıştır. Bu ve benzeri bir çok somut olguda açıkça gözlenen 'yeni kavrayış', 'eski solcuların üstün gayretleri' ile kent küçük-burjuvazisi içinde kalıcı hale gelmiş ve bu küçük-burjuva zihniyeti toplumun her kesimine yayılmıştır. Bunun sonucu ise, faiz, repo, döviz vb. yollarla ellerindeki paraları günlük, haftalık ya da aylık olarak 'değerlendiren', böylece kendini enflasyona 'ezdirtmeyen' 'işbilen', 'akıllı', 'kafası çalışan' küçük-burjuva bireylerin sayısal artışı olmuştur.
Bu bireyler, kendi bireysel 'kurtuluş' yolunu bulduklarını sandıklarından, her türlü toplumsal mücadeleye karşı olmuşlar ve bu mücadelenin 'çağdışı' olduğunun propagandasını yapmışlardır. Kapitalizmin 'nimetleri'nden nasıl yararlandıklarını öve öve bitiremeyen bu kesimler ve onların dünya görüşü, ülkemizde yıllardır süren depolitizasyon sürecinin de temel dayanağı olmuşlardır.
Ama kapitalizmin kendi yasaları işlemeye devam etmiştir. Kent küçük-burjuvazisinin gerçek gelirlerinin dışından elde ettikleri 'kazançlar'la sürdürdükleri yaşam koşulları, emperyalist ekonomilerin buhranıyla birlikte sona ermiştir. Ancak yıllardır sürdürdükleri yaşam alışkanlıkları, dünya kavrayışları, bireycilikleri, onların bu gerçeği görmesini ve bilincine varmasını engellemiştir. Şimdi o çok sevdikleri ve içinde 'mutlu' oldukları kapitalizmin yasaları, görmedikleri ve görmek istemedikleri gerçekleri, onları mülksüzleştirerek göstermek durumundadır. Sınıf olarak, her zaman mülksüzleşerek proleterleşmekten korkan küçük-burjuvazi, yeni 'milenyum'un 'gözkamaştırıcı havayi fişek gösterileri' altında son dansını yapmaya çalışmaktadır. Bu dansın salonu İstanbul Borsası ve sloganı 'borsa kazandırıyoooor' olmaktadır. Böylece 1982 banker olaylarından sonra, ülkemiz tarihinin en kapsamlı mülksüzleşme dalgası, mülksüzleştirilecek olan küçük-burjuvazinin, emperyalizmin 'globalizm'inin ve oligarşik yönetimin tezahürat korosu olarak yer aldığı bir törenle başlamıştır." Bu törenin ilk büyük vurgunu Ocak 2000 yılında gerçekleştirilmiş ve 18 Ocak 2000 günü İMKB-100 endeksi 19.577 seviyesine çıkmıştır. (2.087 dolar) Borsacıların çok sevdikleri "pratik" konuşma diliyle ifade edildiğinde, bu tarihte endeks 3,2 cent olmuştur.[1*] 2000 yılını 9.437 seviyesinde tamamlayan İMKB-100 endeksi (817 dolar) 1,3 cente düşmüştür.
2001 yılını 13.782 seviyesinden kapatan endeks (557 dolar) "pratik dilde" 0,9 cent olmuştur.
İMKB-100 endeksi 2002 yılının ilk ayını IMF'den gelecek olan 9 milyar doların propagandası ile 13.252 seviyesiyle tamamlarken (591 dolar) yeniden 1 cent düzeyine yükselmiştir. Bundan sonraki aylarda dolardaki düşüşe karşın İstanbul borsası küçük çıkışlar dışında sürekli düşme "trendine" girmiştir. Mayıs sonuna gelindiğinde borsa endeksi 10.894 olurken (421 dolar) yeniden Şubat 2001 krizi günlerindeki seviyesine geri dönerek 0,7 cent olmuştur.
IMF ile Aralık 1999'da imzalanan stand-by anlaşmasından günümüze kadar geçen zaman içinde İstanbul borsasının 18 Ocak 2000 tarihindeki seviyesine hiçbir biçimde yaklaşamadığını, ilgili ya da ilgisiz herkes kolayca anlayabilecektir. Bunun somut anlamı ise, Ocak 2000 ayında borsadan alınan 100 dolarlık hissenin bugünkü değerinin 30 dolara indiğidir. (Aynı dönemde dolar, üç misli değer kazanmıştır.) Yıllık ortalama devlet tahvillerinin faiz oranlarının %80'ler seviyesinde olduğu gözönüne alındığında, borsaya yatırılan 100 doların en azından 354 dolar "getiri" sağlaması gerekirken 30 dolar seviyesine inmesi, her 100 dolar sahibinin reel olarak 400 dolarlık bir "getiri" kaybına uğradığını göstermektedir.
Bir başka deyişle, spekülasyon ve "medyatik" propaganda ile "cazip bir yatırım alanı" ve "yükselen piyasa" olarak lanse edilen İstanbul borsasında İMKB-100 endeksinin bugün olması gereken düzey 48.000'ler seviyesidir. 2000 yılının Ocak ayında yapılan propagandalara inanarak borsaya "yatırım" yapan her kişinin yatırdığı parasını geri alabilmesi için ise, İMKB-100 endeksinin bugün olması gereken seviyesi 15.000'dir. Her iki durumda da ortaya çıkan fark, "birileri" tarafından alınmıştır. Bu paralar, bankalar tarafından, büyük oranda devlet bono ve tahvillerine yatırılmıştır. Böylece maliyeti neredeyse sıfır olan bir kaynaktan elde edilen "finansman"la, milyarlarca dolarlık faiz geliri sağlanmıştır.
Takasbank'ın verilerine göre 23 Mayıs 2002 tarihi itibariyle borsa aracı kurumlarındaki "açık hesap" sayısı 2 milyon 11 bin, "bakiye hesap" 1 milyon 228 bindir.[2*] Bu da, 3 milyon 340 bin hesap olmaktadır ki, bire bir ölçüsünde düşünüldüğünde bu kadar kişinin borsaya para yatırdığı görülmektedir. Ve yine aynı verilere göre, borsaya para yatıranların 2/3'ünün hesapları fiilen kapanmış durumdadır. Kaba bir hesaplamayla 10 milyar dolarlık hesap devre dışı kalmıştır. Bunlara resmen kapatılan hesaplar da eklendiğinde borsada kaybedilen para miktarının 40-50 milyar dolara çıktığı söylenebilir. (Gerçek rakamlar açıklanmadığından son iki buçuk yıl içinde borsaya giren toplam para miktarını tam olarak hesaplamak da olanaksızdır.) Şu kadarı kesindir ki, bugün devletin 80 milyar dolara ulaşan iç borç stokunun kaynağı "aracı kurumlar" aracılığıyla büyük ölçüde borsadan sağlanmıştır. Bunun gerçekleşmesinde "medya"da çalışan küçük-burjuvaların özel bir rolü vardır. Onlar, kimi durumda doğrudan borsa oyuncusu olarak, kimi durumda borsa yoluyla küçük-burjuvaların mülksüzleştirilmesinin aracı olarak "piyasa yapıcı aktörler" olmuşlardır.
Tüm bu gerçeklere rağmen, hâlâ borsaya para yatıranlar çıkmaktadır. En azından Takasbank verilerine göre 1 milyon 228 bin kişi için borsa bir "umut" ve "köşe dönme yeri" olarak varlığını sürdürmektedir. Bu da, "medya"tik "aktörler"in henüz işlevlerini yitirmediklerinin bir göstergesidir. Onlar inandırıcılıklarını yitirdikleri oranda işlevsiz kalacaklar ve işlevsiz kaldıkları oranda borsa yoluyla küçük-burjuvazinin mülksüzleştirilmesi operasyonu da sona erecektir. Ama o gün geldiğinde, mülksüzleşmemiş küçük-burjuva bulmak da oldukça zor olacaktır.[3*]
[1*] İMKB Endeksi’nin dolar bazındaki değerinin bu “hesaplanması”, borsa birleşik endeks rakamının doların o anki TL değeri ile bölünmesiyle yapıl- maktadır. Ancak borsa endeksinin dolar bazındaki değeriyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. [2*] Aracı kurumların müşterileri adına Takasbank’ta açtığı her hesap “Açık hesap”, içinde hisse senedi bulunan hesaplar da “Bakiyeli hesap” olarak tanımlanmaktadır. [3*] Kimileri için küçük-burjuvazinin mülksüzleşmesi, aynı zamanda proleterleşme sürecini hızlandıracağından, sosyalizm için koşulların daha da olgun- laşacağını düşünmektedirler. Bu düşünceye göre, mülksüzleşen küçük-burjuvazi, “zincirinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” proleterler olarak mevcut düzene karşı sosyalist saflara geçeceklerdir. Aynı şekilde bu düşünceye göre, küçük-burjuvazinin böylesine mülksüzleştirilmesi, aynı zamanda sosyalizmin inşası sırasında büyük bir direnç gösteren küçük mülk sahiplerinin bugünden ortadan kalkmasını getireceğinden, sosyalizmin inşasına iliş-kin en önemli sorunlardan birisi de aşılmış olacaktır. Burada gözden kaçırılan küçük bir “ayrıntı”dır: Mülksüzleşme ile proleterleşme ve proleterleşme ile sosyalist mücadele birbirleriyle özdeş değildir.