AKP’nin %50 oy alarak 12 Haziran seçimlerini kazanmasıyla birlikte, küçük-burjuva aydınları ile “yandaş liberaller”, hep bir ağızdan AKP’nin başarısından daha çok CHP’nin “başarısız”lığından söz ettiler. Muhalefetin “muhalefet” yapmadığından, ortaya “somut projeler” koymadığından, “iktidarın tüm icraatlarını eleştirmek”ten öteye geçmediğinden söz edildi. Bu arada AKP’nin bu “seçim başarısı”nın nedenleri de konuşulmaya başlandı. Kemal Kılıçdaroğlu’na atfedilen sözle, bu “seçim başarısı”nın arka planında “Stockholm sendromu” yatıyordu. Kimileri AKP’nin son anda piyasaya sürdüğü “reklam müziği”nin etkili olduğunu ciddi ciddi neden olarak gösterme gayretkeşliği gösterdi. Ama kestirme ve çarpıcı açıklama “yandaş medya” ve “yandaş liberaller”den geldi:
Halkımız hayatından memnundu! Ekonomi tıkırındaydı, fabrikalar “tıkır tıkır” çalışıyordu!
Biraz ekonomi bilenler ise, ekonominin hiç de “tıkırında” olmadığını görüyorlardı. Hatta Asaf Savaş Akat türleri dışında kalan ekonomistler, ekonominin “aşırı ısındığından” söz ederek, ekonomik durumun hiç de iyi olmadığını ortaya koyuyorlardı.
Bir tarafın olanca gücüyle ekonominin “tıkırında” olduğunu, diğer tarafın ekonominin “aşırı ısındığını”, krizin arifesinde olduğunu söylediği karşıt (zıt) değerlendirmeler ortalıkta uçuştu. Bu durumda “medya”nın hava sıcaklığı tahminlerinde kullandığı türden ikili tanım kullanmaktan başka seçenek yoktur:
Normal hava sıcaklığı ve “
hissedilen” hava sıcaklığı.
[1*]
Bilimsel olarak saptanmış ekonominin durumu ile tek tek bireylerin (ve kesinkes sınıfların) ekonomik durumları birbirinden farklıdır. Bu nedenle ülke ekonomisinin çok kötü olduğu dönemlerde “bazıları”nın ekonomik durumları çok iyi olabilmektedir. Meteorolojinin yeni “tanım”ıyla, ülkenin normal ekonomik durumu ile “hissedilen” ekonomik durumu birbirinden farklılıklar gösterir. Normal ekonomik durumlar için geçerli olan şeyler, “hissedilen” ekonomik durumlarda geçerli değildir. Örneğin, “borç yiğidin kamçısıdır” atasözü, borçlu olan bireyin borcunu ödeyebilmek için
daha çok çalışacağını ifade eder ve “normal”, üretken ekonomi için geçerlidir. Ama çalışmayan, çalışamayan ya da düpedüz işsiz olan birisi için bu atasözü geçersizdir, yok hükmündedir.
Şüphesiz, seçimlerde “hissedilen” ekonomik durum da etkili olmuştur. (Seçim sonuçlarında sağ seçmen kitlesinin CHP’nin temsil ettiğini düşündüğü “sol”a karşı
birleşmesi temel etkendir.) Asıl sorun, “hissedilen” ekonomik durumun ne olduğunun saptanmasıdır.
Asaf Savaş Akat gibi “ekonomist”ler, ekonomik durumun bilimsel saptaması yerine “hissedilen” ekonomik durumun saptanmasıyla ilgilenirler. Bu “ilgi” gereği A. S. Akat, “ekonominin ısınıp ısınmadığı”nın ölçüsü olarak “berber fiyatları”nı alır. Herkesin kullandığı (tutarsız ve çarpıtılmış da olsa) TÜİK’in enflasyon ölçümlerini kullanmak yerine, ayda bir ense traşı olmaya gittiği berberin fiyatına bakarak enflasyon ölçümü yapar. İşte bu Asaf Savaş Akat’ın “hissettiği” ekonomik durumdur!
Elbette bu tür saçmalıklarla ilgilenmek “abesle iştigal” etmektir. Ama ne yazık ki, bu türden saçmalıklar “televoleci ekonomistler”in klasiği olmuştur. Diğer bir “klasik” ise, Recep Tayyip Erdoğan’a aittir. Ona göre, “bu seferki kriz teğet bile geçmeyecek”tir. MB Başkanı Erdem Başçı’ya göre ise, “Gidişat çok iyi”dir, “Vatandaş parasını güle güle harcayabilir”.
Açık ki, MB Başkanı’ndan Recep Tayyip Erdoğan’a kadar tüm “iktidar sahipleri” ekonominin “iyi” durumda olduğunu söyleyerek, “halkımızın” yaşamında değişiklik olmayacağı güvencesini vermektedirler.
Elle tutulur bir yatırım yapılmamışken, işsizliğin %20-25’lerde seyrettiği bir ülkede, bir yıl içinde işsizlik oranının %10’lara düşmesi ve bir yıl içinde bir milyon kişinin “iş bulması” elbette “mucize”dir. Doğal olarak böylesi bir “ekonomik mucize” koşullarında “halkımız” hayatından memnun olacak ve memnun olmayı sürdürecektir!
Eğer böyle bir “mucize” olmadığına, “mucize” diye gösterilenlerin sayılar üzerinde kalem oynatmaktan ibaret olduğunu düşünüyorsanız, “halkımızın” hayatından neden ve nasıl memnun olduğuna bakmak gerekir.
Son dört yılda (2007 seçimlerinden 12 Haziran seçimlerine kadar) Türkiye’nin dış borcu
122 milyar TL ve iç borcu
104 milyar TL olmak üzere
226 milyar TL artmıştır.
2010 yılında
44 milyar TL’si kredi kartlarına ait olmak üzere toplam tüketici kredileri “bakiyesi”
171 milyar TL’ye ulaşmıştır. Yıl boyunca kredi kartlarıyla yapılan harcamaların (nakit çekme dahil) toplam tutarı
236 milyar TL’dir (GSYH’ya oranı %21,4).
2011 yılının ilk altı ayında ise,
48 milyon TL kredi kartları olmak üzere toplam tüketici kredileri “bakiye”si
148 milyar TL’ye çıkmıştır. Aynı dönemde kredi kartlarıyla yapılan harcamalar toplamı
108 milyar TL’dir. Kredi kartlarının sayısı ise, neredeyse YSK’nın açıkladığı seçmen sayısına eşittir.
|
Seçmen Sayısı
|
Kredi Kart Sayısı
|
Kredi Kartları Kullanımı (Milyor TL)
|
Alışveriş
|
Nakit
|
Toplam
|
2009
|
48.006
|
44.392
|
184.433
|
20.309
|
204.742
|
2010
|
49.495
|
46.956
|
215.375
|
21.097
|
236.472
|
2011 Mayıs
|
50.189
|
48.803
|
98.508
|
9.845
|
108.354
|
Kaynak: BDDK; BKM.
|
Benzer bir gelişme, ama daha yüksek düzeyde tüketici kredilerinde ortaya çıkmıştır.
Tüketici Kredileri (Milyon TL)
|
|
Toplam
|
Konut
|
Taşıt
|
İhtiyaç
|
Diğer
|
2009
|
90.137
|
42.045
|
4.314
|
38.165
|
5.614
|
2010
|
126.931
|
58.831
|
5.635
|
45.755
|
16.711
|
Mayıs 2011
|
148.698
|
67.147
|
6.337
|
56.437
|
18.777
|
Kaynak: BDDK.
|
Tüketici Kredileri Bakiyesi
|
|
Kredi Kartları
|
Tüketici Kredileri
|
Toplam
|
|
Milyon TL
|
Milyon $
|
Milyon TL
|
Milyon $
|
Milyon TL
|
Milyon $
|
2009
|
36.576
|
24.612
|
90.137
|
60.510
|
126.713
|
85.122
|
2010
|
43.582
|
28.496
|
126.931
|
82.756
|
170.513
|
111.252
|
2011 Mayıs
|
47.730
|
30.221
|
148.698
|
93.928
|
196.428
|
124.149
|
Kaynak: BDDK.
|
2010 yılında tüketici kredileri %36 artarak 126 milyar TL olurken, 2011’in ilk beş ayında %54 artarak 148 milyar TL olmuştur. Bu da GSYH’nın %11,5’ine eşittir.
Toplam tüketici kredileri (tüketici kredileri ve kredi kartı) “bakiye”si ise, 2010’da
170 milyar TL (111 milyar $) ve 2011’in ilk beş ayında
196 milyar TL (124 milyar $) olmuştur. Bu miktar Türkiye’nin toplam dış borcunun %38,4’üne eşittir.
Bu verilerin en önemlisi kredi kartlarıyla yapılan alış-veriş miktarıdır. Yukarda ifade ettiğimiz gibi, 2010 yılındaki kredi kartı alışverişi GSYH’nın %21,4’üne eşittir. Yine ithalatın %15’i tüketim mallarından oluşmaktadır. Bunlardan çıkan sonuç, ithal tüketim mallarının tamamı kredi kartlarıyla “finanse” edilmektedir. Öte yandan kredi kartlarıyla yapılan alış-verişin önemli bir bölümü taksitlidir. 2010 yılında kredi kartlarının yıllık ortalama faiz oranı %29,5’dir. Bu faiz oranlarıyla bankalar, 2010 yılında toplam tüketici kredilerinden 132 milyar TL faiz geliri elde etmişlerdir. Açıktır ki, tüketici kredileriyle yapılan alış-verişte, her ürün ortalama %30 pahalıya tüketilmektedir. (Yıllık enflasyon oranının %5 olduğu varsayılırsa, tüketici enflasyon oranı %35’ler düzeyinde gerçekleşmektedir.)
Ancak alan da, satan da halinden memnun görünmektedir. Tıpkı cari açık (genel anlamda borçlar) “çevrilebildiği sürece sorun değil” denilmesi gibi, kredi kartlı yaşam da “çevrilebildiği” ölçüde “sorun” olmamaktadır. Neyin ne kadar pahalıya tüketildiği değil, tüketilir olması, kredi kartı sahipleri için önem taşımaktadır. Kredi kart ödemelerinin sonal olarak dış borçlanmayla sağlanması ve bu dış borçların ülkeye büyük bir faiz yükü getirmesi de tüketiciyi ilgilendirmemektedir. Onu ilgilendiren tek şey, kredi kartı borçlarını “çevirebilmek”ten ibarettir.
Eğer bu kredi kartlı yaşam ülkeye pahalıya mal oluyorsa, eğer ülke bu kredi kartlı yaşamı finanse etmek için iktidar ülkenin varlıklarını ve varlığını satışa çıkarıyorsa, eğer bir gün bu finansman sağlanamayıp da “kriz” ortaya çıkarsa, açıktır ki, bunun en büyük bedelini kredi kart sahipleri ödeyecektir. Bu “manzara-i umumiye” karşısında söylenebilecek belki de tek söz Nazım Hikmet’in söyledikleridir: “Kabahat senin, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”
Dipnotlar
[1*] “Bilindiği gibi” (ki kesinkes varsayılamayacak bir durumdur) normalde hava sıcaklığı termometre ile ölçülür. Termometre, bilimsel olarak saptanmış atmosfer basıncına bağlı nesnel bir ölçü oluşturur. Atmosfer basıncı ise, deniz seviyesinde, 0 °C’de, 760 mm’lik bir cıva sütununun yarattığı basınca eşittir (Toriçelli yasası). Celsius, 18. yüzyılın ortalarında Toriçelli yasasından yola çıkarak civalı termometreyi üretmiştir. O tarihten günümüze kadar hava sıcaklığı bu bilimsel ölçüye göre ölçülür. Bu bilgileri ortaöğrenim kitaplarında bile bulmak mümkündür. “Hissedilen hava sıcaklığı” ise, kişiden kişiye değişen, tümüyle öznel bir değerlendirmedir. Devlet Meteoroloji Müdürlüğü (“ciddi bir devlet kurumu”) hava sıcaklığı tahminlerinde kullandığı bu “hissedilen hava sıcaklığı ölçümü” için şu “dipnot”u düşmüştür: “Hissedilen sıcaklık, vücudun dış ortam sıcaklığı ile kendi sıcaklığı arasındaki farkı gidermek için girişeceği çabanın bir nevi ölçüsü olduğundan herkes tarafından farklı hissedileceği unutulmamalıdır.”