Gayrı meşru bir iktidarın egemen olduğu bir ülkede, Türkiye’de, bu gayrı meşru iktidara karşı mücadele edilmesi gerekliliği bile pek tartışılmazken, birden tüm “medya”nın dikkati (kısa bir süreliğine de olsa) Kolombiya’ya ve Kolombiya’da yapılan “barış referandumu”na yöneldi.
Olay, Kolombiya hükümeti ile FARC-EP arasında dört yıl önce Oslo’da başlayan “barış görüşmeleri”nin 27 Eylül’de Havana’da varılan 297 sayfalık “barış anlaşması”nın imzalanması ertesinde, 2 Ekim’de yapılan referandumda reddedilmesiydi.
Resmi sonuçlara göre, referanduma katılan yaklaşık 13 milyon seçmenin %50,2’si “barış anlaşması”na “hayır” oyu verirken, kabul edenlerin oranı %49,8 oldu. Böylece Kolombiya “barışı” “kıl payı” reddedildi. 6.377.482 “evet” oyuna karşı 6.431.376 “hayır” oyu çıkmıştı. Aradaki fark, sadece 53. 894’dü. Bu da “kıl payı” denilmesini doğal hale getiriyordu.
Kimi “köşe yazarları” ya da “çokbilenlere” göre, bu sonucun ortaya çıkmasında çatışmaların olmadığı bölgelerdeki insanların, savaşın ne anlama geldiğini anlamamaları belirleyici oldu. Kimilerine göre ise, zaten “temel haklarla ilgili bir konunun referanduma götürülmesi yanlıştı”, dolayısıyla referandum sonuçları pek de önemsenecek bir durum değildi.
Biraz daha “olay”ı anlamaya çalışan ve biraz olsun birşeyleri araştıranlar ise, ortaya çıkan “tablo”nun referanduma katılımın düşüklüğünden meydana geldiğini saptadılar. Resmi sonuçlara göre de, referanduma katılım oranı %37,4’te kalmıştı.
Ve ardından yine “köşe yazarları” ve “çokbilenler” böylesine düşük bir katılımın nedenleri üzerine kalem oynatmaya başladılar. Kimisi katılımın düşüklüğünden devlet başkanı Juan Manuel Santos Calderón’u sorumlu bulurken, kimileri de çatışmaların yaşandığı kırsal alanlardaki nüfusun sandığa gitmemesinin belirleyici olduğunu ileri sürdüler.
Böylece, bir yandan “çatışmalardan” daha az etkilenmiş bölgelerin referandumda “hayır” oyu kullandığı söylenirken, diğer yandan doğrudan çatışma alanında bulunan nüfusun referanduma katılmadığı söylenir oldu.
Bu birbiriyle çelişen iki iddia ya da “yorum”dan çıkartılabilecek tek sonuç, “olay”ın hiç de çatışmalardan “etkilenme/etkilenmeme” ile ilgili olmadığıdır.
Bu durum, yani referanduma katılma oranının çok düşük oluşu, geniş halk kitlelerinin “barış anlaşması”ndan bir beklentileri olmadığı şeklinde de yorumlanabilir. Belki de böyle bir sonucun ortaya çıkmasının ana nedeni, halkın siyasal olaylara ve gelişmelere kayıtsız ve ilgisiz oluşudur.
İşte bu olgunun gerçekliği de Kolombiya tarihinde yatmaktadır.
Kolombiya tarihinde “sandıksal demokrasi” oyunu 1953 askeri darbesi sonrasında başlamıştır.
1958 yılında yapılan ilk seçimler, bildik “iki partili seçim oyunu” (liberaller ve muhafazakarlar) olarak ortaya çıkmış ve Liberal Parti adayı Alberto Lleras Camargo geçerli oyların %80’ini alarak devlet başkanı seçilmiştir. La Violancia dönemi ve askeri darbe sonrasındaki bu ilk seçime katılım %57,7 olmuştur.
1962’de yapılan devlet başkanlığı seçimi bu kez Muhafazakar Parti adayı Guillermo León Valencia oyların %84’ünü alarak kazanmıştır. Seçime katılım oranı ise, “resmi” verilere göre %48,8’e düşmüştür. Pek çok kişi, özellikle kırsal bölgelerdeki seçmen yaşındaki pek çok kişi kaydedilmemiş olduğundan gerçek katılım oranı %41,8’de kalmıştır.
Ve böylece Kolombiya tarihinde “Abstención” olgusu ortaya çıkmıştır.
“Abstención”, sözcük anlamıyla, bir şeyden kaçınma, çekimser kalma durumunu ifade eder. Söz konusu seçim olduğundan “Abstención” seçime katılmamak anlamına gelmektedir.
1962 seçimlerinde seçime katılmayanların oranı %58,2 olarak gerçekleşmiştir.
İşte bu tarihten itibaren Kolombiya seçimlerinde “katılım oranı”ndan daha çok “katılmayanlar”, “oy kullanmayanlar” hesaplanır olmuştur.
1966 devlet başkanlığı seçimini Liberal Parti adayı Carlos Lleras Restrepo geçerli oyların %71,8’ini alarak kazanmıştır. Böylece Liberal Parti ile Muhafazakar Parti’nin Madrit’te yaptıkları anlaşmaya uygun olarak “iki partili seçim tahtıravallisi” “tıkır tıkır” işlemiştir. Ancak seçimlere katılmayanların oranı %60’ları aşmıştır.
İşte FARC (ve “ikinci büyük gerilla örgütü” olan ELN) böyle bir ortamda örgütlenmiş ve gerilla savaşını sürdürmüştür.
Burada vurgulanması gereken bir olgu da, 1965 yılında ELN’e katılarak gerilla olan katolik rahip Camillo Torres’tir.
Camillo Torres, seçimlere katılarak oy almaya çalışmak yerine, seçimlere katılmayan kesimleri örgütlemeye yönelmiştir. Üstelik FARC ve ELN örgütleri gerilla savaşını sürdürdükleri bir dönemde buna girişmiştir.
“Bu kesimin örgütlenmesi, diyor Camillo Torres, bir devrimci hareketin oluşturulması ve iktidarı ele geçirmesi yönünde atılmış en önemli adımlardan birisi olacaktır. Buna ulaşıldığı zaman, Kolombiya, Gaitán’nın katledilmesiyle, politik şiddete gelinmesiyle ve diyalektik olarak diğer politik hareketlerin yetersizliği nedeniyle engellenen devrimci değişimin sürdürülmesi için gerekli büyük bir kitle hareketine sahne olacaktır. Bu sonuca ulaşıldığında, oligarşinin Kolombiya halkı üzerindeki uzun egemenliğinin izin verdiği ve hatta teşvik ettiği koşullar –tarihsel temel– ortadan kaldırılacaktır.” (Richard Gott, Latin-Amerika’da Gerilla Hareketleri II, s. 68)
Camillo Torres bu yöndeki çalışmalarını 17 Mart 1965’de Medellín’deki bir toplantıda programatik olarak ortaya koydu ve “Birleşik Halk Hareketi Platformu”nu oluşturdu.
Böylece dünya tarihinde belki de ilk kez, seçimlere katılmak yerine, seçimlere katılmayan ve oy kullanmayan kitleyi örgütlemeye yönelmiş bir hareket (üstelik, yukarda belirttiğimiz gibi, FARC ve ELN gerilla savaşını sürdürürken) ortaya çıktı.
Camillo Torres’in “Platformu”, birleşik halk hareketi yaratma hedefiyle gerilla örgütleriyle de bağlantı kurdu. “Platform” üzerinden “
Abstención”ların örgütlenmesinin karşılaştığı pek çok sorun karşısında yeni bir örgütlenmenin, bir parti örgütlenmesinin gerekli olduğu görüldü. Böylece Camillo Torres’in seçimlerde oy vermeyen kitleyi örgütleme çalışması partileşmeye yöneldi. Ama bu parti, bilinen parti özelliklerine sahip değildi. Amacı, seçimlere katılmak değil, seçimlere katılmayan kitleyi örgütleyerek seçimlere katılan partilere alternatif bir parti kurmaktı.
Camillo Torres kurulacak olan partinin ne yapacağını da şöyle ilan etti:
“İlk yapılacak şey, kırlara çekilmek ve kentlerde savaşmamaktır.
İkincisi, kırlarda onu destekleyecek örgütlenme oluşturulana kadar saldırı başlatmamaktır...
Kitlesel gösteriler, devrimci coşku ve ajitasyon hemen kitle örgütlenmesine dönüştürülmek koşuluyla ve dönüştürüldüğü ölçüde yararlıdır...
Seçimlerde oy kullanmamak, kendi başına devrimci bir silah değildir; etkili ve etkin örgütlenme ve disiplinle birlikte yürütülmelidir.” (agy, s. 94)
Bunun sonucu ise, o zamana kadar “Platform”a katılmış değişik sol örgütlerin ayrılması oldu. Böylece Camillo Torres hareketi sönümlenirken, “birleşik cephe” girişimi de son buldu.
Ve Camillo Torres, parti program taslağında yazdığı gibi “kırlara çekildi” ve ELN örgütüne katıldı.
Kolombiya’da, seçimlere katılım oranından daha çok
katılmayanların oranının temel bir olgu haline gelmesinin tarihsel oluşumu budur. Bu nedenle de “barış referandumu”na katılımın çok düşük olması (%37, 4), “
Abstención”un %62,6 olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Hiç kuşkusuz, tüm bu tarihsel temele rağmen referandumdaki oyların dağılımının da belli bir anlamı ve değeri vardır. Örneğin, Kolombiya’nın başkentinde (Bogotá) “
Abstención” %53,7 olurken, barış anlaşmasına “evet” diyenlerin oranı %56 olmuştur. Atlantico ve Bolivar bölgesinde katılım oranı %40’ları geçmezken, “evet” oylarının oranı %60’lar düzeyinde gerçekleşmiştir.
[1*]
Referandumda “evet” ve “hayır” oylarının ülke çapındaki dağılımına bakıldığında, bir ölçüde “çatışma bölgeleri”nde ve “kıyılarda” “evet” oyunun yüksek çıktığı görülmektedir.
Ancak bu durum, genel olarak gerilla savaşı açısından, özel olarak FARC açısından pek de “iyimser” bir görüntü değildir. “Çatışma bölgeleri”nde %60’lar düzeyinde çıkan “evet” oyları, aynı zamanda bu bölgedeki oy kullanan kitlenin çatışmalardan ve savaştan uzak durmak istedikleri anlamına gelmektedir. Diğer ifadeyle, FARC’ın kitle tabanı savaşın sürdürülmemesinden yana bir tutum takınmıştır. Bu da FARC’ın giderek güçsüzleşmesi demektir.
Yine de bir “umut” vardır. Bu da, seçime katılmayanların oranının gerilla savaşının başlangıcındaki (1962-1966 yılları) kadar yüksek oluşudur. Kolombiya oligarşisi (ki latifundistler, büyük toprak sahipleri hala etkin bir unsurudur ve ülkenin orta bölgesinde geniş topraklara sahiptirler) ne yaparsa yapsın Kolombiya halkının büyük bir kesimi üzerinde siyasal etkiye ve güce sahip olamamaktadır. Bu da Kolombiya’nın yarınları açısından tek umut veren olgusudur.
Son olarak Kolombiya’daki “barış görüşmeleri”nden ve “barış anlaşması”ndan “kısadan hisse” çıkarmaya çalışanlara değinelim.
Büyük bir “medya” kampanyasıyla Oslo’da başlayıp Havana’da yürütülen “barış görüşmeleri”nden yola çıkarak Türkiye için “model” üretmeye çalışanlar vardır. Bu “barış görüşmeleri” ne kadar ayrıntılı yürütülmüş olursa olsun (ki sonuçta 297 sayfalık bir metin çıkmıştır), son tahlilde bir gerilla örgütünün kendisini tasfiye etmesidir. Üstelik FARC’ın “barış anlaşması”nı, “medyatik” dilden söylersek “mermiden yapılan kalemle” imzalaması Kolombiya tarihinde ilk değildir. Daha önce Kolombiya tarihinin en büyük eylemlerini gerçekleştirmiş olan (ki bunlar arasında Bogota’daki Adliye Sarayının 40 gerillayla ele geçirilmesi eylemi vardır) M-19 (
Movimiento 19 de Abril/19 Nisan Hareketi)böyle bir anlaşma yaparak legal siyasi harekete dönüşmüş ve kendisini feshetmiştir. Ama bu tasfiye ve legalizasyon sonrasında Kolombiya’daki savaşın bir unsuru olan “paramiliter” çeteler tarafından pek çok yöneticisi ve üyesi vahşice katledilmiştir. Aynı şekilde EPL (
Ejército Popular de Liberación/Halk Kurtuluş Ordusu) ve EPL (
Ejército Revolucionario del Pueblo/Halkın Devrimci Ordusu) legalize olarak gerilla savaşını terk etmişlerdir.
Ayrıca FARC daha önce 1984 yılında ateşkes ilan ederek “barış görüşmeleri”ne başlamıştır. Üstelik, Union Patriótica (Yurtsever Cephe) oluşturarak önemli ölçüde legalize olmuştur. 1987’le kadar süren bu dönemde yüzlerce Yurtsever Cephe üyesi “paramiliter” çeteler tarafından katledilmiştir.
FARC, 1998-2002 yılları arasında ateşkesle birlikte ikinci bir “barış süreci” yürütmüştür. Ancak bu ateşkes süreci 2002 yılında Kolombiya ordusunun yoğun saldırı başlatmasıyla sona ermiştir.
“Kıssadan hisse”: Bir gerilla örgütü “kurşun-kalem”le bir “barış anlaşmasına imza atabilir ve kendini tasfiye edebilir. Ama bunun da bir bedeli vardır. Bedel de, “barış” denilen şeyin “egemen sınıfın baskı aygıtı”-nın insafına terk edilmesidir.
Dipnot
[1*] Bu arada “merak” edenler için “uyuşturucu kartellerinin merkezi” olarak bilinen ve Kolombiya’nın ikinci büyük kenti olan Medellin’deki referandum sonuçlarını verelim. Referanduma seçmenlerin %46’sı katılmış ve “evet” oyları %37 olurken, “hayır” oyları %63 olmuştur.