"Terörizm
hiçbir zaman proleterin
silahı olmamış..."!
Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) "bir çalışma grubu"na hazırlattığı "Türkiye ve Terörizm 2006" araştırması Haziran sonunda yayınlandı.
Türkiye hukukçularının en üst "sivil" kurumu olan TBB'nin "terörizm" araştırmasında, "terörizm hiçbir zaman proleterin silahı olmamıştır" "hükmü" ilan edilirken, "terörizm"in din, ırk ve uluslara ait bir özellik olduğunun altı çizilmiştir.
TBB'nin "terörizm" araştırmasının basına yansıyan bölümünde, "Bazı din, ırk, ülke ve ulusların da bizatihi 'terörist olarak yaratılmadıkları' doğrudur ama bu görüş de esastan eleştirilebilir" denilerek, İsviçre, İsveç, Fin ve İzlanda'da "terörist örgüt" ortaya çıkmadığından hareketle şu sonuca ulaşılmaktadır: "Buna karşılık, terörizm ve terörizme karşı savaş yöntemleri Ortadoğu patentlidir. Gelişmişlik seviyeleri, geçmişleri, ırksal ve ulusal özellikleri, ülkelerinin jeopolitik ve jeostratejik değerlendirmeleri birbirinden çok farklı olan Ruslar, Türkler, Almanlar, Fransızlar, Araplar, Yahudiler ve İspanyollar neredeyse tüm tarihleri boyunca hem yukarıdan ve hem de aşağıdan terörle iç içe olmuşlardır...
Bazı ülkeler ırklar, dinler ve uluslar bizatihi terörizmi ve teröristi yaratmasalar bile, o ülkelerin, ulusların, ırkların ve dinlerin özellikleri, konumları, koşulları, tarihleri vb. terörizmin ve teröristin yaratılması için elverişli bir ortam mı oluşturmaktadır? Düşüncemize göre soru böyle soruluyorsa cevabı evettir." Hukukun en temel unsuru olan ırk, dil, din, ulus vb. ayrımı gözetilmeksizin herkesin yasalar karşısında eşit olduğunun savunucusu olması gereken "sivil" hukukçular birliğinin, "terörizm"i böylesine ırksal, dinsel ve ulusal temele oturtan bir "araştırma"ya imza atması, ülkemizde hukukçuların nasıl bir yozlaşma içinde olduklarının da açık ifadesi olmaktadır.
Şüphesiz TBB'nin imzasını taşıyan "terörizm araştırması"ndaki, "terörizm hiçbir zaman proleterin silahı olmamıştır" "hükmü", araştırmayı yapan "grup"un "sol eğilimli" olduklarını gösteren bir alamet-i farika gibi kullanılmışsa da, tarihsel açıdan hiçbir "hükme" sahip değildir.
Biraz tarih okumuş hemen herkesin kolayca görebileceği gibi, "proleterler", hemen her zaman ezilen sınıfların tarih boyunca ezenlere karşı mücadelesinde kullandıkları şiddet yöntemlerini kullanmaktan bir an için geri durmamışlardır.
Kendi kendine sınıf olarak proletarya, tarihteki tüm diğer ezilen ve sömürülen sınıflar gibi, egemen sınıfların acımasız baskılarına ve şiddetine maruz kalmışlardır ve kalmaya da devam etmektedirler. Bu nedenle, bulabildikleri her türlü araçla egemen sınıfların baskı ve şiddetine karşı savaşmışlardır. Bu savaş, her durumda egemen sınıfların şiddetine karşı şiddet kullanmak şeklinde olmuştur.
Proletarya başta olmak üzere, tarihteki tüm ezilen ve sömürülen sınıfların şiddetini ve şiddetinin "dozajını" belirleyen, her zaman ve her çağda egemen sınıfların şiddeti olmuştur.
"Terör" bir şiddet yöntemi, egemen sınıfların şiddetine karşı bir şiddet aracı ve biçimi olarak ilk kez 1789 Fransız Devrimi'yle ortaya çıkmıştır. Jakobenlerin aristokrasiye karşı yürüttükleri "terör", Marks'ın açıkça ifade ettiği gibi, burjuvazinin feodalizmle "avamca" hesaplaşmasının bir ürünü olmuştur. Aristokrasiye karşı "sans-culottes"in terörünü, kendisi bir hukukçu, kamu avukatı olan Robespierre 5 Şubat 1794'te yaptığı konuşmada şöyle dile getirir: "Halk hükümetinin dayanağı, barışta erdemse, devrimde de hem erdem hem terördür. Erdemin olmadığı yerde terör kıyıcıdır, terörün olmadığı yerde de erdem güçsüzdür. Terör, tetikte duran, sert, yumuşama bilmez bir adaletten başka bir şey değildir. Demek ki terörün kaynağı erdemdir." Henüz proletaryanın kendisi için sınıf olarak tarih sahnesinde yer almadığı, henüz "sans culottes", yani "donsuzlar" olarak anıldığı bu dönemde "terör", devrimin terörü, devrimci terör olmuştur.
Proletaryanın sınıf partisinin "terör" karşısındaki tutumunu Lenin, "Devrimci Maceracılık" yazısında şu şekilde dile getirir: "Gösteriler güçlendiğinde, gösterilerin örgütlenmesi ve kitlelerin silahlandırılması için çağrıda bulunmaya başladık ve bir halk ayaklanması hazırlama görevini öne sürdük. Şiddet ve terörizmi ilke olarak asla reddetmeksizin, kitlelerin doğrudan katılışını sağlayabilecek ve bu katılışı teminat altına alabilecek şiddet biçimlerinin hazırlanması için çalışılmasını istedik." Mahir Çayan yoldaş ise, Kesintisiz Devrim II-III'de, gerilla savaşını politik kitle mücadele biçimi olarak ele alan silahlı propagandanın niteliğini şöyle ifade eder: "Silahlı propaganda, askeri değil politik mücadeledir. Ferdi değil, kitlevi mücadele biçimidir. Yani silahlı propaganda, pasifistlerin iddia ettiği gibi kesin olarak terörizm değildir. Bireysel terörizmden amaç ve biçim olarak farklıdır." Lenin, 1905 Devrimi döneminde yazdığı "Gerilla Savaşı" yazısında, gerilla savaşının "terörizm" olduğunu ileri sürenlere karşı şunları söyler: "Eski Rus terörizmi, aydın komplocunun işi idi; bugün, genel bir kural olarak, gerilla savaşı, işçi savaşçılarca, ya da doğrudan doğruya işsiz işçilerce verilmektedir. Blankicilik ve anarşizm, klişecilik zaafı olan kimselerin kafasında kolayca oluşur, ama bir ayaklanma ortamında, ki bu Letonya toprağında çok açıktır, böylesine bilinen yaftaların işe yaramazlığı artık herkesçe bilinmektedir.
Gerilla savaşı, yığın hareketinin bir ayaklanma noktasına gerçekten ulaştığı ve iç savaşın 'büyük girişimleri' arasında oldukça geniş bir aralık olduğu bir sıradaki kaçınılmaz bir mücadele biçimidir.
Bir marksist, kendini sınıf mücadelesine dayandırır, toplumsal barışa değil. Belirli keskin siyasal ve iktisadi bunalım dönemlerinde, sınıf mücadelesi doğrudan bir iç savaş, yani toplumun iki kesimi arasındaki silahlı mücadeleye doğru gelişme gösterir. Böyle dönemde marksistler, iç savaştan yana yerlerini almak zorundadırlar. İç savaşın herhangi bir moral suçlaması, marksist açıdan kesenkes benimsenemez. " Yine Lenin, 1905 Devrim günlerinde yazdığı "İki Taktik"de şöyle yazar: "Eğer devrim kesin bir zafer kazanacak olursa - o zaman çarlıkla jakoben, ya da isterseniz, 'avam biçimi' hesaplaşacağız." İşte örgütlü proletaryanın devrimci mücadele yöntemleri tarihte böyle yer alır.
Açıkça ifade edildiği gibi, proletarya, gerek kendi kendine sınıf olduğunda, gerek kendisi için sınıf olarak örgütlü mücadeleye giriştiğinde, her zaman egemen sınıfların baskı ve şiddetine karşı, sınıfın devrimci şiddetini uygulamaktan bir an için geri durmamışlardır.
TBB'nin "terörizm" araştırmasını kaleme alanlar bunları bilmiyor değillerdir. Onların amacı, çağımızın ezilen ve sömürülen sınıfı olan proletaryayı silahsızlandırmak, emperyalizm ve oligarşi için tehlikeli sınıf olmaktan çıkartmak, her türlü savaş araçlarından yoksun bırakmaktır. Bu amaçla, tarihi gerçekleri çarpıtmakta bir an için duraksamamışlardır. Üstelik bu amaca ulaşmak için, "terörizmi" "ulusların, ırkların ve dinlerin özellikleri" olarak tanımlayacak kadar ileriye gidebilmişlerdir.
TBB'nin "terörizm" araştırması, sadece tarihsel gerçekleri çarpıtmakla, proletaryayı şiddetten uzaklaştırmak için demagoji yapmakla yetinmemiş, aynı zamanda açıkça kontra-gerilla örgütlenmesine gidilmesini de önermiştir. "- Anayasanın kuruluş ideolojisi doğrultusunda partiler üstü bir devlet politikası oluşturulmalı,
- Bu politika milli çıkarlara uygun olmalı,
- İzlenecek politika sosyo-ekonomik, psikolojik, kültürel, siyasal, finansal, idari ve hukuki tüm boyutlarıyla ele alınmalı,
- Ülkenin maruz kaldığı tehditlerin şiddetine uygun olarak kontr-terör veya anti-terör dozajı güçlü değişimler planlanmalı,
- Hiçbir ülke terörizmle mücadele ederken, demokrasi ile temel hak ve özgürlükler kulvarında şampiyonluğa koşamaz, çok fazla tehdide muhatap bir ülkenin asla böyle bir lüksü olamaz,
- Yasal düzenlemeler, terörle mücadeleyi zaafiyete uğratmayacak, çağdaş evrensel hukuka ters düşmeyecek ve diplomasi dünyasında savunulabilecek bir dille kaleme alınmalıdır." Evet, "hukukun üstünlüğü"nün savunucusu olduğunu ileri süren ve öyle de olması zorunlu olan bir "hukukçular birliği", TBB, açıkça "kontr-terör", "anti-terör" söylemiyle kontra-gerilladan, kontra-gerillanın yasallaştırılmasından söz etmektedir. Üstelik bu kontra-gerilla yasasının "diplomasi dünyasında savunulabilecek bir dille kaleme alınması"nın altını çizmektedir.
Evet, TBB'nin "terörizm araştırması", artık emperyalizmin ve işbirlikçilerinin her türlü hukuku hiçe saydıklarının, hukuk dışılığı "hukuk"laştırmaya yöneldiklerinin dışavurumudur. TBB, böyle bir hukuk-dışılığın basit ve sıradan bir aracı haline gelmiştir.
Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri kadar, onların propagandistleri ve "hukuk"çuları da unutmamalıdırlar ki, Fransız Devriminden günümüze kadar az çok varlığını sürdüren burjuva hukukunun tüm meşruiyetini kaybettiği, bu hukukun ayaklar altına alındığı koşullarda, proletaryanın elini-kolunu ne kadar bağlamaya çalışırsanız çalışın, onun tüm şiddet eylemleri tarihsel meşruluğunun yanında, somut gerçeklik olarak ortaya çıkacaktır. O zaman "terörizm" dediğiniz proletaryanın devrimci şiddetinin ne olduğunu öğrendiğinizde ise, sizleri efendileriniz bile kurtaramayacaktır.