Kobanê enternasyonalizmi, 25 Ağustos’ta çıkan bir “haber”le Türkiye solunun gündemine girdi. “Haber”, MLKP adlı “illegal” örgütün bir grup militanının “Rojava Devrimi”ni “kendi devrimleri” belleyerek, MLKP’nin “Ortadoğu birleşik devrim stratejisi”ne uygun olarak Rojava’da “savaşa” dahil olduğuna ilişkindi. “Haber”e konu olan söyleşide, “MLKP militanları”, herkesi Rojava Devrimi’ni desteklemeye ve katılmaya çağırıyorlardı. Her zaman olduğu gibi, söyleşi, yüzleri kapatılmış ve ellerinde Kalaşnikov ve M-16 silahları bulunan iki militanın fotoğraflarıyla albenili hale getirilmişti.
Ardından 7 Ekim’de MLKP üyesi, “sosyolog” Suphi Nejat Ağırnaslı’nın Kobanê’de şehit olduğu haberleri geldi. Suphi Nejat Ağırnaslı’nın, gerek adı (TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi ve parti sekreteri Ethem Nejat), gerekse “kod” adı (Paramaz Kızılbaş) “medya” dünyasında “haber” haline gelirken, “Kobanê’de bir Che”den söz edilmeye başlandı.
21 Ekim’de Emek Gençliği üyesi Selahattin Adın’ın ölüm haberi geldi.
“Sınır nöbeti”nde yer alan, “Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi” militanı Kader Ortakaya 6 Kasım’da “nereden geldiği belli olmayan” bir kurşunla öldürüldü.
Kobanê direnişinin Stalingrad direnişine benzetildiği, Rojava’ya giden “Türk solu” mensuplarının İspanya İç Savaşı’nda yer alan “Uluslararası Tugaylar”la özdeşleştirildiği düşünüldüğünde, Kobanê’de yaşamlarını yitiren bu militanların “enternasyonalist” oldukları söylenebilir.
Ama enternasyonalizm sözcüğü hiç de nitelik belirleyici değildir. Sözcük anlamıyla enternasyonalizm, yani “uluslararasıcılık”, “ulusu aşma” ya da “uluslar arası davranma”yı, “uluslar arasında işbirliğini” ifade eder. Bu anlamıyla, çok-uluslu ya da ulus-üstü şirketler de, “global” mali sermaye de pekala “enternasyonalist” kabul edilebilir.
Marksist-leninistler için “enternasyonalizm” kavramı, proleter enternasyonalizmi anlamındadır. Dolayısıyla proletaryanın ulusal sınırların ötesinde, uluslar arası dayanışmasını, örgütlenmesini ve mücadelesini ifade eder. Bu bağlamda komünistlerin, uluslar üstü “Komünist Enternasyonal” örgütlenmesi gündeme gelmiştir.
Buna rağmen “proleter enternasyonalizmi” çokça konuşulmayan, ama tartışılan bir kavramdır. Kimilerine göre proleter enternasyonalizmi, dünyadaki tüm proleterlerin/işçilerin uluslarına bakılmaksızın bir dünya devrimini gerçekleştirmek için örgütlenmesi ve mücadele etmesidir. Asıl olarak troçkistler tarafından ortaya atılan bu “enternasyonalist” görüş, dünya sosyalist devriminin bütün ülkelerde zamandaş olarak gerçekleşeceğini savunur. Bu nedenle de, eşitsiz gelişim yasası nedeniyle devrimlerin zamandaş olamayacağını belirleyen leninist anlamda komünist enternasyonalden farklıdır.
Marks’ın anlayışına göre, işçi sınıfının mücadelesi enternasyonalistir, ama “mücadele edebilmek için” herşeyden önce “kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke ayrı ayrı bir sınıf mücadelesinin sahnesi” olmalıdır.[1*]
Lenin proleter enternasyonalizmini şöyle tanımlar:
“Bütün ülkelerde devrimin gelişmesi, desteklenmesi, uyanması için bir tek ülkede yapılabilecek olanın en çoğunu yapmak”tır. (Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s. 79-80.)
Marks ve Lenin’in saptamalarından hareket edildiğinde, proleter enternasyonalizmin gerçekliği her ülkenin işçi sınıfının kendi ülkesinde mücadele etmesi ve devrimi gerçekleştirmesidir.
Buradan hareket edildiğinde, bir başka ülke devrimine katılmak için yola çıkanların kendi ülkelerindeki devrimci mücadeleyi
ikincil kabul ettiklerini söylemek olanaklıdır.
Burada üzerinde fazlaca durulacak bir durum yoktur. Ama konunun içine
Ernesto Che Guevara girince, durum biraz değişir görünür.
Che, 16 Nisan 1967’de
Tricontinental’e gönderdiği mesajında (“
... iki, üç, daha fazla Vietnam” başlıkla yayınlanan mesajı) şöyle demektedir:
“Ve insanlığın kurtuluşu uğruna verilen savaşın bayrağı altında, uluslararası proleter ordularla gerçek bir proletarya enternasyonalizmi geliştirmeliyiz. Vietnam’ın, Venezüella’nın, Guatemala’nın, Laos’un, Gine’nin, Kolombiya’nın, Bolivya’nın, Brezilya’nın –yalnızca silahlı mücadelenin bugünkü sahnelerini sayarsak– bayrakları ardında ölmek, bir Amerikalı, bir Asyalı, bir Afrikalı ve hatta Avrupalı için aynı ölçüde onur verici ve erişilmeye değer olacaktır.
İnsanın, bayrağı altında doğmadığı bir ülkede döktüğü her kandamlası, sonradan kendi halkının kurtuluş mücadelesinde kullanılmak için, hayatta kalanların birlikte götüreceği bir deneydir. Ve her bir ulusun kurtuluşu, kendi ülkesinin kurtuluş savaşında kazandığı bir aşamadır.”
Özellikle maoistler, troçkistler ve “resmi” KP’ler tarafından “maceracı”lıkla suçlanan Che’nin bu sözleri, Rojava’ya giden ve burada yaşamını yitirenlerin “enternasyonalist” olduklarının kanıtı olarak gösterilebilir.
Aynı mesajında Che şunları da söyler:
“Bugün dünyanın tüm ilerici güçlerinin Vietnam halkıyla dayanışması, Roma arenalarındaki gladyatörleri alkışlayan pleplerin acı ironisine benzemektedir. Sorun, saldırının kurbanına başarı dilemek değil, onun kaderini paylaşmaktır; kişi, zaferde ya da ölümde onunla olmalıdır.”
Ve ardından bunun nasıl olacağını açıkça ifade eder: “...
iki, üç, Vietnam yaratmak ya da dünyanın ikinci, üçüncü Vietnam’ı olmak”.
Che, çok açık biçimde, bir taraftan “bayrağı altında doğmadığı bir ülkede” savaşmaktan söz ederken, diğer yandan her ülkenin emperyalizme karşı yeni bir savaş alanı, yeni bir Vietnam olmasını söyler. Bu sözlerin dayanağı ise, Che’nin “
kıtasal devrim stratejisi”dir.
Bu strateji, emperyalist ülkelerin kendi aralarında “entegrasyon”a gitmeleri, ortak hareket etmelerine karşı geliştirilmiştir. Özellikle Latin-Amerika’da, Afrika’da ve Hindi Çini’nde tüm devrimci güçlerin birlikte hareket etmelerini esas alır. Kore Savaşı’nda Çin Kızıl Ordu askerlerinin doğrudan savaşta yer alması bir başka enternasyonalist dayanışma örneğidir. Yine de Che’nin “kıtasal devrim stratejisi”nde Latin-Amerika ağırlıklı bir yere sahiptir.
“Bu kıtada pratikte tek bir dil konuşulur (Brezilya’nın özel durumu dışında, İspanyolca konuşanlar, her iki dilin benzerliği dolayısıyla Brezilya halkıyla da anlaşabilmektedirler). Bu ülkelerin sınıflarının benzerliği o kadar büyüktür ki, bunlar öteki kıtalarda olduğundan çok daha bütünsel bir ‘uluslararası-Amerikan’ ortaklığa ulaşmaktadırlar. Dil, gelenekler, din ve ortak efendi onları birleştirmektedir. Sömürünün derecesi ve biçimleri, Amerika’mız ülkelerinin büyük bir bölümünde, sömürenlerle sömürülenler için meydana gelen sonuçlarında benzeşmektedir. Ve isyan onun kucağında gittikçe hızlanarak olgunlaşmaktadır.
Kendimize sorabiliriz: Bu isyan hangi meyveleri olgunlaştıracaktır? Hangi tipte olacaktır? Bizim Amerika’daki mücadelenin benzer özellikleri yüzünden, uygun şartların olgunlaştıklarında kıtasal boyutlara varacağını uzun süreden beri savunmaktayız. Bizim Amerika, insanlığın kurtuluşu için verilen birçok büyük savaşının sahnesi olacaktır.” (Che Guevara, agy.)
Buradan yola çıkan Che, Latin-Amerika’nın değişik ülkelerinde sürdürülen devrimci silahlı mücadelelerin tek bir komuta altında toplanması ve yürütülmesi için Bolivya’yı merkez olarak seçmiştir. “
Che’nin gerillaları”, Küba’dan Bolivya’ya, Peru’dan Brezilya’ya kadar değişik ülkelerden gelen gerillalardan oluşmuştur. Daha açık ifadeyle, “
Che’nin gerillaları”, bir başka ülkedeki mücadeleye katılmak ve desteklemek için değil, tüm ülkeleri kapsayan bir mücadeleyi başlatmak ve geliştirmek için bir araya gelmişlerdir.
Başka bir ülkenin bayrağı ardında ölmek, hiç şüphesiz onur vericidir. Ancak buradan, kendi ülkesindeki devrim mücadelesini bir yana bırakarak, başka bir ülkede
gelişen bir mücadeleye katılınabileceği sonucu çıkarmak Che’nin enternasyonalizmini anlamamak demektir.
Kobanê’de IŞİD’e karşı savaşan PYD-YPG güçlerine “katılmak” (eğer gerçek bir katılımdan söz ediyorsak) bireysel bir dayanışma tutumundan başka bir şey değildir.
Burada durup biraz düşünelim.
Kobanê’de bir “vekalet savaşı” sürdürülüyorsa ve Türkiye devleti IŞİD’i doğrudan destekliyorsa (ki öyledir), burada yapılması gereken Türkiye devletine bu “işbirliği”ni pahalıya ödetmektir. Bunun yolu da, Türkiye “ulusal” sınırları içinde silahlı devrimci mücadeleyi geliştirmekten geçer. Eğer bugün silahlı bir devrimci örgüt gerçekten varolabilseydi, hiç şüphesiz Kobanê savaşı da, Suriye iç savaşı da, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi de çok farklı bir aşamaya gelmiş olurdu.
Buradan çıkan sonuç, bölgesel ve ülkesel çatışmaların içinde yer almak değil, ülkesel ölçekte silahlı devrimci mücadeleyi örgütlemektir. Bu yapılmadığı sürece, böyle bir alternatif ortaya çıkartılamadığı koşullarda bireylerin başka ülkelerde “serüven”e çıkmaları hiç de şaşırtıcı değildir.
[2*]
Bir kez daha Marks’ın söylediklerini yineleyelim:
“...işçi sınıfı, mücadele edebilmek için sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke ayrı ayrı bu sınıf mücadelesinin sahnesidir. İşte işçi sınıfının mücadelesi bu anlamda ulusal nitelik taşır, muhtevası bakımından değil...”
Türkiye devrimcilerinin enternasyonalist görevi de, Türkiye’yi sınıf mücadelesinin sahnesi haline getirmektir.
Dipnotlar
[1*] Marks, Gotha Programının Eleştirisi’nde şöyle yazar: “Besbelli ki, işçi sınıfı, mücadele edebilmek için sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke ayrı ayrı bu sınıf mücadelesinin sahnesidir. İşte işçi sınıfının mücadelesi bu anlamda ulusal nitelik taşır, muhtevası bakımından değil, ama Komünist Manifesto’nun da dediği gibi ‘şekil bakımından’ ulusal.” (Marks, Gotha Programının Eleştirisi, s: 36)
[2*] Kader Ortakaya, ölümünden bir ay önce Facebook hesabına şunları yazmıştır: “Her devrim küçük bir kıvılcımla başlar. Ve vardır her namlunun ucunda bir yaşam ateşi. Böyle büyük düşler de yolculuklarla başlar. Ve serüvenciler düşer bu yollara.”