IŞİD’in (PKK söyleminde “DAİŞ çeteleri”) Kobanê’ye saldırıları Temmuz başlarında başladı. İlk saldırılar oldukça sınırlı ve Kobanê’nin dışındaki köylere yönelik oldu. Kobanê henüz “medyatik” olmadığından bu saldırıların nerelerde ve nasıl gerçekleştirildiği kamuoyuna fazlaca yansımadı. Ağustos başlarında PYD-YPG’nin IŞİD’e karşı “savaşa hazır” olduğuna ilişkin açıklamalar ve kadın savaşçıların fotoğrafları birbiri ardına yayınlanmaya başladı. Ancak bu aylarda Kobanê sadece bir propaganda konusuydu ve propagandanın ağırlık noktasını “Rojava Devrimi”, “Rojava Kürt Özerk Bölgesi” konuları oluşturuyordu.
Tarihler 7 Ağustosu gösterdiğinde, ABD ve “koalisyon güçleri”nin IŞİD hedeflerine yönelik hava bombardımanının başlamasıyla birlikte, Kobanê Türkiye ve dünya “medya”sının ilk gündem maddelerinden birisi haline gelmeye başladı. Daha henüz IŞİD saldırısı Kobanê kent merkezine yönelmemişti. Kobanê köylerindeki mevzi çatışmalar “medya” tarafından fazlaca önemsenmedi.
Her şey 15 Eylül’de değişti. Artık IŞİD, Kobanê dışındaki köylere saldıran “El Kaideci unsurlar” olmaktan çıkmış, doğrudan kent merkezine yönelik saldırılara başlamıştı. “Medya”nın deyimiyle, IŞİD “Türkiye sınırına dayandı”. Kobanê kent merkezine IŞİD saldırısının başlamasından iki gün sonra (17 Eylül), “medya”tik dille ifade edersek, “binlerce sivil halk Türkiye sınırına dayandı”. Bu olay, “medya”da, “binlerce sivil katliamla yüzyüze” başlıklarıyla manşetlere taşındı. Ardından 200 bin Kobanêlinin Türkiye’ye sığındığı haberleri geldi.
27 Eylül’de ABD ve “koalisyon güçleri” Kobanê kent merkezine doğru ilerleyen ve kentin üçte birini ele geçirmiş olan IŞİD’e karşı hava bombardımanlarına başladı. Böylece Kobanê savaşı “medya”nın neredeyse tek gündem maddesi haline geldi.
Ekim ayı tümüyle IŞİD’in Kobanê saldırısı haberleriyle ve propaganda savaşlarıyla geçti. Hemen her gün PYD-YPG güçlerinin IŞİD’e karşı nasıl savaştığı, nasıl direndiğine ilişkin haberler ve söyleşiler yayınlanmaya başladı. Özellikle silahlı kadın direnişçilerin görüntüleri ve IŞİD’in ele geçirdiği Kobanê’ye hakim Til Şeir tepesi “savaşı” manşetlik haberlerin başında yer aldı. Bu haberler ABD’nin hava saldırılarının görüntüleri eşliğinde servis edildi. Hava saldırısında kent merkezinden yükselen dumanların, şiddetli patlamaların görüntülerine PYD-YPG güçlerinin IŞİD’i “püskürttükleri” haberleri eşlik etti.
Ama gerçeklerin “medya”nın manşetlere taşıdığı gibi olmadığı bir süre sonra anlaşıldı. PYD-YPG “acil silah yardımı” çağrısında bulunmaya başladı. Eğer “silah yardımı” alamazlarsa Kobanê’nin “birkaç gün içinde” IŞİD’in eline geçeceği ilan edildi.
PYD-YPG’nin “acil silah yardımı” çağrısıyla birlikte Barzani peşmergelerinin bölgeye sevk edileceği haberleri manşetlere taşındı.
Eylül ayının son haftası, Türkiye üzerinden peşmergelerin Kobanê’ye “savaşa” katılacakları haberleriyle geçti. Ve tarihler 1 Kasım’ı gösterdiğinde, “ağır silahlı” 150 peşmerge Türkiye üzerinden Kobanê’ye geçti. Bazı “izleme kuruluşları”nın verdiği bilgiye göre, Ekim ayı sonu itibariyle Kobanê’de 481 IŞİD üyesi (PKK söyleminde “çete”) ile 313 YPG savaşçısı yaşamını yitirmiştir. Bu tarihe kadar Kobanê’de PYD-YPG’nin 2 bin silahlı güce sahip olduğuna ilişkin haberleri de dikkate alırsak 150 kişilik peşmerge gücünün fazlaca kıymet-i harbiyesinin olmadığı da açıktı.
Ve Kasım ayından itibaren Kobanê haberleri giderek azalmaya ve gündemin arka sıralarına kaymaya başladı. Aralık ayına girildiğinde Kobanê neredeyse unutulmuş bir “hikaye” halini aldı. Ne de olsa “DAİŞ Kobanê’de hezimete uğradı”!
Kimi Kobanê “gezici-gözlemciler”inin anlatımına göre, “kentin yüzde ellisi harabeye dönmüş durumda. DAİŞ kentin doğusunda dar bir alanda sıkıştı... Kentin tamamen kurtarılması biraz zaman alacağa benziyor... DAİŞ’in Kobani yenilgisi aynı zamanda baş aşağı gidişin de başlangıcı oldu. Kobani’de savaşı kaybetmelerinin tüm cephelerde savaşı kaybetmeleri anlamına geldiğini biliyorlardı. Bu nedenle de tüm güçleriyle Kobani’ye yöneldiler. Buna rağmen DAIŞ Kobani’de tam bir hezimete uğradı. Kürtlerin deyimiyle ‘Siwar hatin peya çûn’ (atlı geldi yaya gitti)”. (DİHA)
Böyle bir durumda Kobanê savaşının “medya”nın gündeminde geri plana düşmesine şaşırmamak gerekir.
Ve tam da Kobanê’de “savaş bitti” denilebilecek bir haber akışı içindeyken, birden IŞİD’in Türkiye sınırını geçerek gerçekleştirdiği intihar eylemi haberi düştü. Böylece bir kez daha görüldü ki, “medya”nın haberleri gündemleştirmesi ile gerçekler hiç de birbiriyle örtüşmemektedir. Bu da “medya”nın bir dezenformasyon ve manipülasyon aracı olduğunun, haberlerin bir propaganda malzemesi olarak kullanıldığının bir başka göstergesidir.
Giderek unutulan ve unutturulan Kobanê savaşının bir başka yanı ise, bu savaşın bir “Vekalet Savaşı” (Proxy War) olduğu ve Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemiyle, bir “daha üst akıl” tarafından yönetildiği savlarıdır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın dillendirdiği sava göre, Kobanê savaşı bir “üst akıl” tarafından planlanmış ve bu “üst akıl” tarafından yürütülmektedir. Üstelik bu “üst akıl”, bir yandan 1.295 kilometrelik Türkiye sınırında adı konulmamış bir oyun oynarken, diğer yandan “Vekalet Savaşı” olanca hızıyla sürmektedir.
Daha düne kadar Suriye’deki iç savaşın ABD ile Rusya arasındaki “savaş”ın bir uzantısı olduğu ve iç savaşta çatışan güçlerin bu iki ülke adına ve bu iki ülkenin “soğuk savaşı”nın “sıcak” vekilleri olduğu, yani bir “Vekalet Savaşı” olduğu yazılıp çizildi. Bu söylem ve bu şablon bu kez Kobanê’ye uyarlandı. Kobanê savaşı da bir “Vekalet Savaşı” olarak tanımlanabilirdi. Tek sorun “Vekalet” verenlerin kimler olduğunun pek de belirgin olmamasıydı.
Kobanê’deki “Vekalet Savaşı”nın bir “üst akıl” tarafından, yani ABD tarafından yönetildiği “mantıki” görünse de, diğer “vekil”in kimin tarafından yönetildiği ve kimin “vekalet” verdiği biraz karışıktır. Bu “diğer”inin Rusya olamayacağı olayların ve savaşın tümüyle dışında kalan Rusya olamayacağı kesindir. Bu durumda “diğer” taraf, yani IŞİD’i destekleyen ve IŞİD’i “vekil” tayin eden taraf, olsa olsa AKP iktidarı ve Türkiye devleti olabilmektedir.
Bu savcılara göre, IŞİD, Türkiye adına “vekaleten” Kobanê’ye saldırmıştır, çünkü Türkiye, Suriye sınırları içinde bir “Kürt devleti”nin ortaya çıkmasını istememektedir. Savaşa hava bombardımanı, askeri danışman ve doğrudan silah yardımıyla katılan ABD (ve elbette tüm “Batı”) “vekalet”ini PYD-YPG’ye vermiştir. ABD’nin amacı, “Büyük Ortadoğu Projesi”ni gerçekleştirmektir.
Tam da I. Dünya Savaşı’nın 100. yılı toplantıları yapılırken gündeme “Sykes-Picot Anlaşması” getirildi. Bu anlaşma İngiltere ile Fransa’nın Ortadoğu’yu paylaşma planı olduğu ve bugünkü Ortadoğu devlet sınırlarının bu gizli anlaşmayla çizildiği düşünüldüğünde, “Vekalet Savaşı”nın bir tarafının ABD olması, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye çalıştığı sonucuna varılmaktadır.
Tüm bunlar, sanki Amerikan emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi” yokmuş gibi, sanki 2003 yılında Irak’ı Amerikan emperyalizmi “hayır için” işgal etmiş gibi tartışılabilmekte ve pek çok çeneyi de yormaktadır.
Ama gerek “üst akıl”, gerek “Vekalet Savaşı” savı, ABD ile Türkiye’yi (hiç tartışmasız Türkiye, AKP demektir ve AKP, “islamın tek temsilcisi” demektir) iki karşıt taraf olarak ortaya koyarken, Türkiye’de olası bir “islam devleti”nin ve bu devletin “islam aleminin önderi” olmasının önünün kesilmek istendiği savına dört elle sarılmaktadır.
Bütün bunlar boş ve islamcı ideolojinin ürünleridir. Gerçekte, emperyalist ülkeler Sovyetler Birliği dağıtıldıktan sonra ortaya çıkan pazarları kendi aralarında paylaşmışlardır (“barışçıl paylaşım”). Bu paylaşım içinde Amerikan emperyalizmi de Irak’ı işgal ederek, Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirmeye girişmiştir. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu “planı” ise, sadece ve sadece kendi pazarlarını genişletmekten ibarettir. Gerisi laf-ı güzaftır.
Giderek unutulan ve unutturulan Kobanê savaşının unutulan denilemese bile, anımsanmak istenmeyen bir yanı da 6-7 Ekim olaylarıdır.
Olaylar 6 Ekim günü HDP-MYK’sının “sokağa çıkma” kararı almasıyla başladı. Bu kararın görünür gerekçesi, Kobanê ile dayanışmak ve IŞİD saldırısını protesto etmekti. Asıl amacı ise, kitlesel gösterilerle Türkiye’nin (elbette AKP anlamında) IŞİD’e verdiği “üstü örtük” desteğin kesilmesini sağlamaktı. Bir bakıma, AKP iktidarı IŞİD’e verilen “örtük” desteği kesmediği takdirde, kitlesel eylemlerle “kamu düzenini” işlemez hale getirileceği mesajı verilmek isteniyordu.
Çağrıcılar da, “kamu düzeni” koruyucuları da, yapılacak sokak eylemlerinin, göstericilerin polis ve askere yönelik molotof atmaları, havai fişek patlatmaları vb. düzeyinde olacağını varsayıyorlardı. Bu varsayım, aynı zamanda “güvenlik güçleri”nin TOMA’larla, Akrep’lerle olaya müdahale edeceğini, her müdahalede olduğu gibi “münferit” bazı can kayıplarının olabileceğini de hesaba katıyordu.
Ama hiç de beklendiği gibi olmadı. Tüm varsayımlar, HDP’nin çağırısıyla sokağa çıkan kitle ile Hizbullah’ın legal örgütlenmesi olan Hüda-Par’lılar arasında çıkan çatışmalarla çöktü.
Çıkan çatışmalarda, 11 kişi Hüda-Par’ın saldırısıyla ve 11 kişi de HDP’li “milislerin” Hüda-Par’lılara saldırısıyla olmak üzere, toplam 50 kişi yaşamını yitirdi.
Kürt kentlerinde süren çatışmalar ve birbiri ardına gelen ölüm haberleri, “öteki Türkiye”de, biraz şaşkınlık, ama ağırlıklı olarak büyük bir sessizlikle sadece izlendi.
Ve gösteriler, “İmralı”nın doğrudan (“kısa mesaj yoluyla”) müdahalesiyle sona erdirildi ve hızla unutulmaya terk edildi.
Bugün, Kobanê, Kürt “medyası”nda bile fazlaca bir yer bulmamaktadır. Genel hava, ABD’nin hava bombardımanı ve silah-danışman yardımıyla Kobanê savaşının hızının kesildiği, IŞİD’in “yenilgiye uğratıldığı” yönündedir. Bu da Kobanê’nin gündemden düşmesinin nedeni olarak kabul edilebilir. Ancak IŞİD’in Türkiye sınırında gerçekleştirdiği son intihar saldırısı gerçeğin hiç de böyle olmadığını göstermektedir.
Yine de Kobanê yavaş yavaş gündemin alt sıralarına itilirken, savaş da sıradan ve rutin bir olay gibi “algı”lanmaya başlamıştır. Bu “algı” içinde Ağustos-Kasım arasında yaşanılanlar da, yalın bir “medya” operasyonu görünümü kazanmıştır. Tüm görsel malzemeler, fotoshop ürünleri bu operasyonun “meşru” araçları olarak kullanılırken, geriye savaşı izleyenlerin görüntüleri, yıkılmış Kobanê ve geçen dört ayda bine yakın kişinin çatışmalarda yaşamını yitirmesi kalmıştır. “Rojava Devrimi”nden ise, artık pek söz edilmemektedir.