Tarihte Zorun Rolü ve
Proletarya Diktatörlüğü
"Öyleyse zorun tarihte ekonomik evrim karşısında oynadığı rol açıktır. İlkin her siyasal zor, önce toplumsal nitelikte ekonomik bir göreve dayanır ve ilkel toplulukların dağılmasının toplum üyelerini özel üreticiler durumuna dönüştürdüğü, yani onları ortak toplumsal görevlerin yöneticilerine daha da yabancı kıldığı ölçüde artar. İkinci olarak, toplumdan bağımsız kılındıktan, hizmetkar durumundan efendi durumuna geldikten sonra siyasal zor, iki yönde etkili olabilir. Ya normal ekonomik evrim yönünde; bu durumda, ikisi arasında bir çatışma yoktur, ekonomik evrim hızlanır. Ya da zor, ekonomik evrime karşı çıkar ve bu durumda, bir kaç istisna dışında, ekonomik evrim karşısında her zaman yenik düşer. Bu bir kaç istisna, en barbar fatihlerin bir ülke halkının kökünü kazıdıkları ya da kovdukları ve ne yapacaklarını bilemedikleri üretici güçleri kırıp geçirdikleri ya da yitip gitmelerine göz yumdukları yalıtık fetih olaylarıdır. Hıristiyanlar, Mağriplilerin yüksek derecede gelişmiş tarım ve bahçıvanlıklarının dayandığı sulama yapıtlarının büyük bölümü bakımından, Mağrip İspanyası’nda böyle yaptılar. Daha kaba bir halk tarafından her fetih, açıkça ekonomik gelişmeyi sarsar ve birçok üretici gücü ortadan kaldırır. Ama sürekli fetih olaylarının büyük bir çoğunluğunda, daha kaba olan fatih, fetihten çıktığı biçimiyle, daha yüksek ‘ekonomik durum’a uymaya zorlanır; fethedilen halk tarafından özümlenir ve çok kez, onun dilini bile benimsemek zorunda kalır. Ama bir ülkede –fetih olayları bir yana bırakılırsa– devletin iç zorunun, şimdiye değin hemen her siyasal iktidar bakımından belirli bir aşamada olduğu gibi, ülkenin ekonomik evrimi ile çatışma durumuna girdiği bir yerde, savaşım her zaman siyasal iktidarın yıkılması ile sonuçlanır. Ekonomik evrim, istisnasız ve acımasız kendi yolunu açar, – daha önce bunun en çarpıcılarından son örneğini vermiştik: Büyük Fransız devrimi.
Bay Dühring için zor, mutlak kötülüktür, ilk zor eylemi, onun için ilk günahtır; bütün açıklaması, şimdiye değin bütün tarihin ilk günah tarafından böylece pisleştirilme biçimi üzerine, bütün doğal ve toplumsal yasaların zor tarafından, bu iblisçe güç tarafından rezilce bozulması üzerine bitmez tükenmez bir yakınmadır. Ama zor, tarihte başka bir rol, devrimci bir rol de oynarmış; Marks’ın sözlerine göre, bağrında yeni bir toplum taşıyan her eski toplumun ebesiymiş; toplumsal hareketin, sayesinde donmuş ve ölmüş siyasal biçimleri alttetiği ve parçaladığı aletmiş, – bütün bunlardan bay Dühring’de tek söz bile yok. Ekonomik sömürü rejimini devirmek için, zorun belki de –ne yazık ki!– zorunlu olacağını, iç çekmeler ve inlemeler içinde kabul eder. Çünkü her zor kullanımı, onu kullananın ahlakını bozar. Ve bu, her utkun devrimin sonucu olan yüksek bir ahlaksal ve entelektüel gelişme karşısında ileri sürülür! Hem de, halka belki de zorla kabul ettirilecek zorlu bir çatışmanın, hiç değilse Otuz Yıl Savaşı utancından sonra ulusal bilince işlemiş bulunan kölelik ruhunun kökünü kazıma üstünlüğüne sahip bulunduğu Almanya’da ileri sürülür! Hem de bu sönük, tatsız ve güçsüz vaiz anlayışı, kendini tarihin gördüğü en devrimci partiye zorla kabul ettirmek ister!"
[F. Engels, Anti-Dühring, s. 271-273.]
"SORUNUN 1852’DE MARKS TARAFINDAN SUNULUŞU
‘Ve şimdi kendi payıma, çağdaş toplumdaki sınıfların varlığının ya da bunlar arasındaki mücadelenin keşfi konusunda bana ait olan bir şeref yoktur. Benden uzun süre önce burjuva tarihçileri, bu sınıf mücadelesinin tarihsel gelişimini açıklamışlardır ve burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıklamışlardır. Benim yeni olarak yaptığım şunları tanıtlamak oldu: 1) Sınıfların varlığının sadece üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere [historische Entwicklungsphasen der Produktion] bağlı olduğunu; 2) Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne yol açacağını; 3) Bu diktatörlüğün kendisinin yalnızca bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız topluma geçişi oluşturduğunu.’(Marks, Kugelmann’a Mektup, 23 Şubat 1865.)
Bu sözlerde, Marks, birinci olarak, burjuvazinin en bilgili ve en kavrayışlı düşünürleri ile kendi öğretisi arasındaki en temel ve köklü farklılığı ve ikinci olarak da, kendi devlet öğretisinin özünü çarpıcı bir açıklıkla ortaya koymayı başarmıştır.
Marks’ın teorisinde ana noktanın sınıf mücadelesi olduğu sıkça söylenir ve yazılır; ama bu doğru değildir. Ve bu yalandan, çok sık marksizmin oportünist çarpıtılması, onun burjuvazi için kabul edilebilir biçimde tahrifatı ortaya çıkar. Çünkü sınıf mücadelesi doktrini, Marks tarafından değil, Marks’tan önceki burjuvazi tarafından yaratılmıştır, ve genel olarak söylersek, burjuvazi için kabul edilebilirdir. Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edenler henüz marksist değillerdir; bunlar hala burjuva düşüncesinin ve burjuva siyasetinin sınırları içinde bulunabilirler. Marksizmi sınıf mücadelesi doktrininin içine hapsetmek, marksizmi budamak demektir, marksizmi burjuvazi tarafından kabul edilebilir bir şeye indirgemek demektir. Bir marksist, sadece sınıf mücadelesinin kabulünü, proletarya diktatörlüğünün kabulüne kadar genişleten kişidir. Bu, marksist ile sıradan küçük (ve büyük) burjuva arasındaki en derin ayrımı oluşturur. Bu, marksizmin gerçek kavranılmasının ve kabul edilmesinin sınanacağı denektaşıdır.
... Oportünizm, sınıf mücadelesinin kabulünü, asıl noktaya, kapitalizmden komünizme geçiş dönemine, burjuvazinin devrilmesi ve ortadan kaldırılması dönemine kadar genişletmez. Gerçekte, bu dönem, kaçınılmaz olarak benzersiz keskin biçimlerde benzersiz şiddette sınıf mücadelesi dönemidir, ve dolayısıyla, bu dönem sırasında devlet, kaçınılmaz olarak yeni bir biçimde (proletarya için ve genel olarak mülksüzler için) demokratik ve yeni bir biçimde (burjuvaziye karşı) diktatörce bir devlet olmak zorundadır.
Devam edelim. Marks’ın devlet öğretisinin özü, yalnızca, tek bir sınıfı diktatörlüğünün, genel olarak her sınıflı toplum için değil, sadece burjuvaziyi devirmiş olan proletarya için değil, aynı zamanda, kapitalizmi ‘sınıfsız toplum’dan, komünizmden ayıran tüm tarihsel dönem için de zorunlu olduğunu kavrayanlarca iyice öğrenilmiştir. Burjuva devlet biçimleri son derece değişiktir, ama onların özü aynıdır: Tüm bu devletler, kendi biçimleri ne olursa olsun, son tahlilde kaçınılmaz olarak burjuva diktatörlüğüdür. Kapitalizmden komünizme geçiş, kesinlikle son derece bol ve çeşitli siyasal biçimler göstermemezlik edemez, ama özü kaçınılmaz olarak aynı olacaktır: proletarya diktatörlüğü."
[Lenin, Devlet ve Devrim.]
Konuyla bağlantılı yazılar:
*** Lenin:
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı
*** Lenin:
"Kültürde Ulusal" Özerklik
*** Lenin:
Ulusal Sorun Üzerine Tezler
*** Stalin:
Marksizm ve Ulusal Sorun
*** THKP-C/HDÖ:
Ulusal Sorun Üzerine
***
Kürt Ulusal Sorununda “Tarihi Fırsat” ve Ezber [Mayıs-Haziran 2009 - 109. Sayı]
***
“Tarihi Fırsat”ın Vanası [Mayıs-Haziran 2009 - 109. Sayı]
***
Kürt Ulusal Sorununda Uzlaşma ve Devrim [Mayıs-Haziran 2009 - 109. Sayı]
***
Kürt Federe Devleti Kuruldu : Darısı Kimin Başına? [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
"Citizen Verheugen Welcome to Greater Europe" [Eylül-Ekim 2004 - 81. Sayı]
***
Alt-kimlik, Üst-kimlik, Anayasal Vatandaşlık, Türkler, Kürtler, Türkiyeliler ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı [Kasım-Aralık 2004 - 82. Sayı]
***
Amerikan Emperyalizminin "Project Democracy"si ve Legal Partileşme Hastalığı [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
Milliyetçiliğin Sonu [Eylül-Ekim 1996 - 33. Sayı]
***
PKK'nin İdeolojisinde Sosyalizm, Toplum, Ütopya... Ve Bir Partinin Tasfiyesi
***
PKK'nin "K"si
***
PKK'nin Felsefesi
***
PKK'de Çözülme, Uzlaşma ve Güce Tapma Felsefesi
***
PKK'nin Tasfiye Sürecinde Son Sözler
***
DEP'lilerin "Dokunulmazlığı" ve "Sol"da Seçim "Taktik"lerinin İflası
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
***
Şehir Küçük-Burjuvazisinin "Globalizm Aşkı"nın Sonu [Mayıs-Haziran 2001 - 61. Sayı]
***
Kapitalizm ve "Modernizasyon"
***
"Türkiye'de, Demokratik Devrim Diye, Toprak Devrimi Diye Bir Sorun Yoktur"! [Temmuz-Ağustos 2000 - 56. Sayı]