Bir ülkede devrimin nesnel koşulları mevcutsa, devrim yapmanın temel koşulu, devrimci sınıfların, devrimin gerekliliğinin ve zorunluluğunun bilincine sahip olmalarıdır. Bu bilince sahip olan devrimci sınıfların örgütlenmesi ve devrimin gerçekleştirilmesi için harekete geçirilmesi ise, devrimci bir partinin varlığını gerektirir. Bu nedenle, bir ülkede devrimin gerçekleştirilmesi için, devrimci bir partinin varlığı ve kitlelerin bilinçli ve örgütlü olması şarttır. (Devrimin öznel koşulları.)
Bu temel bir kez saptandıktan sonra, devrimci mücadelenin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri ve devrimci öncünün görevleri saptanabilir.
Eğer bir ülkede devrimin bu öznel koşulları mevcut ise, yapılacak tek iş, nesnel koşulların en olgun olduğu bir aşamada politik iktidarın ele geçirilmesi için kitlelerin harekete geçirilmesidir. 1917 Ekim Devrimi'nde olduğu gibi, nesnel koşulların en olgun olduğu anda (milli kriz), partinin önderliğinde başlatılacak bir silahlı ayaklanmayla iktidar ele geçirilir.
Buraya kadar devrim sorunu, devrimci öncünün varlığı ve kitlelerin bilinçli ve örgütlü olması sorunu olarak somutlaşır. Devrimci öncü mevcut ise, görev, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesidir. Bunun için mevcut düzenin niteliğini ortaya koyan geniş bir siyasi gerçekleri açıklama kampanyası yürütülerek, devrimin gerekliliği ve zorunluluğu kitlelere gösterilir. Devrimci öncünün yürüteceği tüm propaganda ve ajitasyon çalışmaları, mevcut düzenin değişmesi gerektiğini kitlelere göstermeyi ve buna bağlı olarak kitlelerin devrimin gerekliliği ve zorunluluğunun bilincine ulaşmalarını sağlamayı hedefler.
Devrimin gerçekleştirilmesi sorunu bu şekilde ortaya konulduğunda, devrimci mücadelenin hedefleri ve amaçları açık ve net hale gelir. Ancak devrimin gerçekleştirilmesi bu kadar açık ve net hedeflere yönelik bir mücadele yürütülmesine bağlı olmasına karşın, nesnel koşullar da ne denli uygun olursa olsun, devrim gerçekleşmeyebilir. Yıllar, on yıllar kitlelerin bilinçlendirilip örgütlendirilmesi için yürütülen çalışmalarla geçer. Ama devrim bir türlü gerçekleşmez.
Kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi yönünde sürdürülen çalışmalar belli bir ilerleme sağladığında, hiç beklenmedik gelişmelerle bu ilerleme duraksar, geriler ve ilk başlangıç noktasına geri döner. Bu geri dönüşler "devrimci mücadelenin yenilgisi" olarak tanımlandığı ölçüde, "devrim neden yenildi" üzerine tartışmalar da başlar. Bu tartışmalarda, kimi durumda emperyalizm ve oligarşinin "çok güçlü" olduğu sonucuna ulaşılır, kimi durumlarda "karşı tarafın" elindeki propaganda ve pasifikasyon araçlarının (özel olarak "medya") "çok yaygın ve gelişmiş" olduğuna karar verilir. Buna paralel olarak da, devrimin gerçekleştirilmesi için, ya "çok güçlü" olunması gerektiğine, ya da emperyalizmin ve oligarşinin propaganda ve pasifikasyon araçlarının etkisizleştirilmesi gerektiğine hükmedilir.
Birinci durumdan çıkartılan sonuç, alabildiğine örgütlenmek ve örgütlenerek "güç biriktirmek" olurken; ikinci durumda devrimci propaganda çalışmalarının ve araçlarının alabildiğine geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılır. Ve böylece bir kez daha devrim mücadelesi "kaldığı yerden" başlar.
Yıllar ve on yıllar geçer. Bir yandan yeni insanlar örgütlenir, diğer yandan tüm maddi olanaklar seferber edilerek propaganda çalışmaları için her türlü araç devreye sokulur. Günlük, haftalık ve aylık yayınlara başlanılır, daha fazla maddi olanak bulunursa "televizyon ve radyo" alanına geçilir. Amaç "karşı tarafın" propaganda ve pasifikasyon araçlarını etkisiz kılmaktır. Yeni unsurlar örgütlenir, kadrolaştırılır. Bunlar kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi çalışmalarında etkin biçimde görevlendirilir. İşler yeniden başlamıştır.
Ama, bir yanda devrimci propaganda araçlarının maddi olanakları artan oranda tüketmesi, öte yanda örgütlenen ve hatta kadrolaştırılan yeni unsurların giderek düzen içinde eriyip gitmeleri sonucunda, maddi olanak bulma ve kadro sorunu temel sorun haline dönüşür.
Maddi olanak gereksinmesinin kitleler örgütlendikçe, onların devrime ve örgüte bağlılığı ve fedakarlıkları ile çözüleceği düşünülür. Kadro sorunu ise, aynı biçimde onların devrime ve örgüte bağlılıkları, fedakarlıkları ölçüsünde çözülecektir ve kadrolar kalıcılaşacaktır.
Ancak bir yandan devrimin sınıflarının yoksulluğu, diğer taraftan "kadro"ların yaşamak zorunda oldukları için düzenin ekonomik ilişkileri içinde "çalışmaya" başlamaları (eğer üniversite öğrencileri iseler okullarını bitirip işe girmeleri), yeniden bir adım ileri, iki adım geriyi yaşatır.
Yine de ilerleme sağlanabilir, devrimci mücadelenin gelişmesi için bir çıkış yolu bulunabilir ya da nesnel koşulların ortaya çıkardığı kendiliğinden tepkilerin açığa çıkmasıyla daha geniş kitlelerin devrim mücadelesine katılmasının koşulları oluşabilir.
Bu durumda, bir kez daha politik iktidarın ele geçirilmesi için planlar yapılır. Uygun bir anda başlatılacak bir silahlı ayaklanma için hazırlıklara girişilir. Lenin'in Ekim Devrimi öncesinde yaptığı gibi, mevcut durum ve güçler dengesi tahlilleri yapılır, silahlı ayaklanmanın koşullarının ne kadar olgunlaşıp olgunlaşmadığına bakılır ve devrimci öncünün kurmayı, buna bağlı olarak silahlı ayaklanma kararı alır.
Silahlı ayaklama kararı alındığı ana kadar devrimci öncü, bilinçli ve örgütlü kitlenin içinde silahlı ayaklanmanın hazırlıklarını başlatır. Bunun için "silahlı devrimci komite" oluşturulur, işçi ve köylü milisleri silahlandırılır, yurtsever askerler arasında ajitasyon ve propaganda çalışmaları yürütülür, başarılı bir silahlı ayaklanma için gerekli diğer "önlemler" alınır. Olası bir silahlı ayaklanma durumu hesaba katılarak daha önceki süreçlerde askeri eğitim verilmiş ve belli ölçüde silahlı mücadele deneyimi kazandırılmış kadrolar aracılığıyla işçi ve köylü milisleri eğitilir. Ve her şeyin olgunlaştığına karar verildiğinde, yani 24 Ekim 1917 akşamı Kışlık Saray'a saldırı başlatılır, Kışlık Saray ele geçirilir. Devrim gerçekleşmiştir.
Ancak burada gerçekleşen devrim, teorik planda gerçekleşmiştir. Gerçek yaşamda işler Ekim 1917'de olduğu gibi böyle gitmez.
Sondan başlarsak, önce Kışlık Saray mevcut olmayabilir. Sonra silahlı ayaklanma için koşulların olgun olup olmadığına ilişkin tartışmalarda Zinovyev ve Kamenev gibi "kurmaylar" ortaya çıkar. İşçi ve köylü milisleri silahlandırılacaktır, ama silah depoları mevcut değildir. Daha da geriye gidildiğinde Şubat 1917 Devrimi gerçekleşmemiştir.
Bu olasılıklar göz önüne alındığında yapılacak iş, "güç biriktirmek", propaganda ve ajitasyon çalışmalarına devam etmek, kitlelerin politize olduğu, Şubat 1917'de olduğu gibi silahla ayaklandığı koşulları beklemekten ibarettir. Bir diğer ifadeyle, devrimin nesnel koşullarının olgunlaşması, yani milli krizin derinleşmesi beklenecektir. Artık tüm devrimci mücadele, nesnel koşullar olgunlaşana kadar, kitlelerin mevcut düzene karşı tepkileri açığa çıkana kadar, yani kitleler tepkilerini kendiliğinden ayaklanmalarla ortaya koyana kadar "işleri idare etmek"ten ibaret olacaktır. Kadrolardan beklenen, bu koşullara kadar "diri durmak", "umudu büyütmek" ve devrimci "kararlılığı" yitirmemektir. "O gün, bir gün mutlaka gelecektir" inancını korumaktır.
Eğer "ülke içinde pazarın genişlemesine paralel olarak şehirleşme, haberleşme ve ulaşım çok gelişmiş ve ülkeyi ağ gibi sarmış", "eski dönemlerdeki halkın üzerindeki zayıf feodal denetim -emperyalizmin fiili durumu bütün ülke çapında değil ticari merkezlerde ve ana haberleşme yerlerindeydi- yerini, çok daha güçlü oligarşik devlet otoritesine bırakmış", "oligarşik devletin ordusu, polisi ve de her çeşit pasifikasyon ve propaganda araçları ülkenin her köşesinde egemenliğini kurmuş" ise, "artık geri-bıraktırılmış ülkelerdeki oligarşik devlet aygıtı, mevcut üretim ilişkilerini -buna ülkedeki kapitalizm iç dinamikle gelişmediği için, emperyalist üretim ilişkileri demek yanlış olmayacaktır- uzun bir süre koruyabilecek seviyeye gelmiş, bu ülkelerdeki halk kitlelerinin özellikle geniş emekçi yığınlarının tepkileri pasifize edilerek, bu tepkiler ile oligarşi arasında suni bir denge kurulmuş" ise, "o gün" bir türlü gelmeyecektir.
Bu koşullarda yapılması gereken, bir yandan halkın tepkileri ile oligarşi arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozmak, diğer yandan oligarşik devletin ordusunu, polisini, yani silahlı güçlerini yenilgiye uğratacak halkın silahlı güçlerini yaratmaktır. "Oligarşi ile halkın düzene karşı memnuniyetsizlik ve genellikle bilinçsiz tepkileri arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozmanın, kitleleri devrim saflarına çekmenin temel mücadele metodu silahlı propagandadır.
Emekçi kitlelerin ekonomik ve demokratik mücadelelerinin, oligarşik diktatörlük -isterse temsili görünüm içinde olsun- tarafından terörle bastırıldığı merkezi otoritenin ordusu, polisi, vs. ile 'dev' gibi güçlü olarak halk kitlelerine gözüktüğü, gizli işgalin var olduğu bu ülkelerde, kitlelerle temas kurmanın, onları geniş bir siyasi gerçekleri açıklama kampanyası ile devrim saflarına kazanmanın temel mücadele metodu silahlı propagandadır."[*] Silahlı propaganda iki unsuru içerir:
Birincisi, suni dengeyi bozmaktır, yani kitlelere oligarşinin gücünün mutlak olmadığını, ona karşı savaşılabileceğini göstermektir. (Kitlelerin düzene karşı olan tepkisinin açığa çıkartılması.)
İkincisi, kitlelere politik hedef göstermek, siyasi gerçekleri açıklamak, onları bilinçlendirmek ve örgütlemektir. (Kitlelerin tepkilerinin kanalize edilmesi.)
Henüz halk kitlelerinin mevcut düzene karşı tepkilerinin açığa çıkmadığı, bilinçsiz tepkilerinin pasifize edildiği, kısacası halk kitlelerinin bilinçlendirilip örgütlendirilemediği evrede silahlı propaganda devrimci öncü tarafından yürütülür. Devrimci öncünün, silahlı propagandayı temel, diğer klasik politik kitle mücadele biçimlerini tali (ikincil) olarak ele alıp yürüttüğü mücadelenin adı Öncü Savaşıdır. "Silahlı propagandayı temel alan örgüt, öteki mücadele biçimlerini de gücü oranında ele alır. Ancak öteki mücadele biçimleri talidir. Silahlı propaganda, temel mücadele biçimidir. Bu ekonomik ve demokratik kitle hareketlerine seyirci kalınması demek değildir. Örgüt, gücü oranında, ekonomik ve demokratik hak ve istemler etrafında kitleleri örgütlemeye çalışır. Oligarşiye karşı her çeşit tepkiyi yönlendirmeyle uğraşır. Ancak başlangıçta asla her yere koşmaz, gücünü aşan silahla güven altına alınamayan kitle hareketlerinin içine girmez. Gücüyle orantılı olarak silahlı propagandanın dışındaki, bilinçlendirme, siyasi eğitim, propaganda ve örgütlendirme işleri ile uğraşır.
Klâsik politik kitle mücadelesi ile silahlı propaganda birbirini izler ve birbirinin içinde, birbirine bağımlıdırlar, her biri diğerini karşılıklı etkiler.
Silahlı propagandanın dışındaki öteki politik, ekonomik, demokratik mücadele biçimleri silahlı propagandaya tabidir ve silahlı propagandaya göre biçimlenirler."[*] Öncü Savaşının amacı, suni dengeyi bozmak ve kitlelere politik hedef göstermek, siyasi gerçekleri açıklamak, onları bilinçlendirmek ve örgütlemektir.
Devrimin gerçekleştirilebilmesi için uzatılmış bir savaş, yani Halk Savaşı zorunludur. Emperyalizmin ve oligarşinin askeri gücünü yenmenin tek yolu Halk Savaşıdır.
Halk Savaşı ise, Giap'ın ifadesiyle, bizden maddi ve teknik olarak güçlü düşmana karşı mutlak siyasi ve moral üstünlüğü sağladığımız şartlarda verilir. Yani geniş halk kitlelerinin silahlı mücadeleye katılması için hakim sınıfların siyasi olarak tecrit edilmesi gerekir. Bu koşullarda, Halk Savaşını yürütecek silahlı güç (Halk Ordusu) ortaya çıkartılır.
Öncü Savaşının amacı, geniş halk kitlelerini silahlı mücadeleye kazanmak, yani Halk Savaşını başlatmaktır. III. bunalım dönemi ülkelerinde hakim sınıfların siyasal tecridi (II. bunalım döneminde olduğu gibi kitlelerin yoğun eylemler halinde ortaya çıkan tepkilerinin siyasal çalışma ile kanalize edilmesiyle değil) her şeyden önce suni dengenin bozulup bu tepkilerin açığa çıkartılmasıyla olur. Oligarşinin siyasal tecridi Öncü Savaşıyla gerçekleşir.
Bunlar bir kez saptandı mıydı, artık sorun, Öncü Savaşını yürütecek bir gücün ortaya çıkartılmasıdır. Böyle bir gücün, "demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılamadığı -rafa kaldırıldığı-, daha doğru bir deyişle oligarşi tarafından kullanılmasına 'izin' verilmediği, ordusu, polisi ve diğer güçleri ile emekçi kitlelere tam bir tenkil politikasının izlendiği" koşullarda legal olarak örgütlenemeyeceği açıktır. Kafasından tek akım geçen legalizm yandaşı bile bu gerçeği anlamakta fazla zorlanmayacaktır.
Yasadışı ve gizli faaliyet yürüten bir örgütün, gizlilik kurallarını hiçe saymaksızın geniş kitlelere ulaşması ne denli zorsa, bu mücadele içinde yer almak isteyenlerin böyle bir örgüte ulaşmaları da o denli zordur.
Bu, ekonomik ve demokratik kitle hareketlerine seyirci kalınması, bu mücadele alanlarının legalistlerin ve oportünistlerin denetimine terk edilmesi demek değildir. Bu mücadelelerin içine girilmesi, kitlelerin ekonomik ve demokratik hak ve istemler etrafında örgütlenmesi zorunludur. Bu tali mücadele biçimleri, temel mücadele biçimine göre şekillenecektir. Bunu yaparken, yasadışı çalışmalar ile yasal çalışmalar asla birbirine karıştırılmaz.
Kitlelerin ekonomik ve demokratik hak ve istemler etrafında örgütlenmesi ve mücadelesi, kesinkes "kadro" kaynağı ya da örgüt propagandasının yapıldığı alanlar olarak düşünülemez. Bu mücadeleler ve örgütlenmeler, kitlelerin bilinçlendirilmesinin ve harekete geçirilmesinin ikincil araçları olarak ele alınır. Silahlı propagandayı temel alan örgütün kitlelerin ekonomik ve demokratik hak ve istemler etrafında örgütlenmesi ve mücadelesine yaklaşımı, legalistlerin ve oportünistlerin yaklaşımından temelden farklıdır.
Kitlelerin acil gereksinmeleri etrafında kitleleri örgütleyip, eyleme sokma ve kitlelere siyasi bilinç götürüp örgütleme, yani emekçi kitlelerin ekonomik ve demokratik hak ve istemleri etrafında kitleleri örgütleyip, siyasi hedefe yönlendirme legalizmin ve oportünizmin tipik çizgisidir. Ekonomik ve demokratik hak ve istemler için yürütülen mücadele, her durumda bu hak ve istemlerin elde edilmesi ile sona erer ve bu mücadelede yer alan kitlelerin bilinci "sendikal" bilinçten öteye geçmez. Kitleleri politik iktidarı ele geçirmeye yöneltecek olan mücadele, onların ekonomik ve demokratik hak ve istemler etrafındaki mücadelesine "politik nitelik" kazandırılarak gerçekleştirilemez. Ekonomik-demokratik mücadele ile politik iktidar mücadelesini birbirine karıştırmak, birinciyi ikincinin basit bir aracı ve ön aşaması olarak görmek devrimci bir bakış açısı değildir.
Bizler, devrim yapmanın tek doğru yolunun Politikleşmiş Askeri Savaş Strateji'sinde ifadesini bulan devrimci çizgi olduğunu söylüyoruz. Ancak bu, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin ortaya koyduğu temel ve tali mücadelelerin yürütüldüğü anlamına gelmemektedir. Bizler böyle bir aşamada olduğumuzu iddia etmiyoruz. Bizlerin söylediği tek şey, bu doğru devrimci çizginin izlenmesiyle devrimin kaçınılmaz olacağıdır. Bulunulan her yerde, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin bakış açısına uygun olarak çalışmak, örgütlenmek ve mücadele etmek günümüzün temel görevidir. Bu mücadelede yer almak isteyen her kişinin görevi, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin tek doğru devrim stratejisi olduğunu kavrayarak, bulundukları alanda bu stratejik çizgi etrafında toplanmak, onun propagandasını yapmak ve buna paralel olarak bulunulan alandaki mücadelelerin bu stratejik çizgiye uygun olarak yürütülmesini sağlamaktır. Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır. Devrim yapmanın bugünkü temel ve acil görevi budur.