28 Mart yerel seçimlerinin en tipik olgusu, bir istisna, legalist olan ve olmayan tüm solun seçimlere katılmış olmasıdır.
Solun, T. Özal döneminde başlatılan adam satın alma politikalarıyla legalizme yönelen ve giderek bu alanda "kurumsallaşan", kimilerinin "reformist sol" ya da "liberal sol" olarak tanımladığı ÖDP, EMEP, SDP, İP, SİP (T"K"P) adlarıyla anılan eski revizyonist, oportünist solcularının oluşturduğu oligarşik yönetimin yeni partilerinin seçime katılmalarında yeni bir şey söz konusu olmadığı gibi, seçimlerde aldıkları sonuçlar da yeni bir şey ortaya çıkarmamıştır.
28 Mart seçimlerinde yeni olan, kendisini "marksist-leninist", "marksist leninist komünist" ya da "marksisit-leninist-maoist" ilan eden sol örgütlerin ve oluşumların tam kadro seçimlere katılmış olmasıdır.
DHKP-C'den MLKP'ye, MKP'den TKP/ML'ye kadar her kesimden illegal örgütlenmenin seçimlere gösterdikleri büyük teveccüh, ülkemizdeki değişimin ve "demokratikleşme"nin gözleri yaşartacak bir kanıtı olmuştur.
Bir yandan alabildiğine legalize olurken, diğer yandan "legalizm bizi ilgilendirmez, istediğimiz zaman illegal faaliyet yürütürüz" propagandasını sürdüren, "doğru koşullarda ve doğru amaçlarla seçimleri bir araç olarak kullanmayı devrimciler reddetmez" diyen solun sol örgütleri, legalizmi pasifizmle eşdeğer kabul eden eski söylemlerinin etkisiyle, silahlı eylemler yapmayı da elden bırakmamışlardır.
Örneğin MLKP, legalizmin özgün örneklerini sergilerken, bir yandan "ezilenlerin sosyalist" sesi olarak seçim meydanlarında "oyunun kurallarına göre" yer alırken, diğer yandan "FESK" ya da "milisler" adıyla silahlı eylemler de gerçekleştirmiştir. Böylece kendilerinin legalist ve pasifist olmadıklarını göstermeye, bütün mücadele biçimlerini çok yönlü olarak yürüttükleri izlenimi vermeye çalışmışlardır.
Burada hangi sol örgütlenmenin nasıl bir stratejik çizgi ile hangi taktikleri uyguladığını ele almayacağız. Diyalektik ve tarihi materyalizmle hiçbir ilgisi olmayan, dönemin egemen yönelimi pragmatist ve eklektik teorilerle yapılanların haklı ve mazur gösterilmeye çalışıldığı bir ortamda, olmayan stratejik çizgilerden ve bu olmayan stratejinin taktiklerinden söz etmek zaten olanaksızdır.
Seçimlerde "sol" legalistlerin ya da utangaç-legalistlerin gösterdikleri "performansı" irdelerken, bunların seçim propagandalarını ve aldıkları sonuçları değerlendirmeye çalışacağız.
Öncelikle 28 Mart seçimlerinde "en büyük başarıyı" hangi "sol" legalist yapılanmanın elde ettiğine bakalım:
"Sol" legalistlerin, "medya" tarafından "liberal sol" ya da "reformist sol" olarak adlandırılan kesimleri SHP çatısı altında Demokratik Güçbirliği adıyla seçimlere girmişlerdir. Murat Karayalçın'ın SHP'si, EMEP, ÖDP, DEHAP ve yedek partisi ÖP tarafından oluşturulan Demokratik Güçbirliği'nin ülke çapında aldığı oy 1.638.346'dır. Bu oyların geçerli oylara oranı %5,10'dur.
DEHAP'ın 2 Kasım 2002 seçimlerinde aldığı 1.933.680 (%6,14) oya göre, daha "büyük" katılımlı SHP oyları 295.334 düşmüştür. Bunlara Murat Karayalçın'ın Ankara büyük şehir belediye başkanlığı seçiminde almış olduğu 100 bin oy da eklendiğinde DEHAP'ın, Demokratik Güçbirliği'ne rağmen, oyları 400 bin azalmıştır. Murat Karayalçın bu oy kaybına ilişkin olarak yaptığı açıklamada şöyle demektedir: "Barzani ve Talabani, Kemalist SHP'ye oy vermeyin diye bölgede kampanya açtılar. Bunun da oyların düşmesinde etkisi oldu. Pek çok yerde SHP'nin gösterdiği DEHAP'lı adaya oy verildi. Ama, il genel meclisi için SHP'ye oy verilmedi. Bu da Barzani ve Talabani'nin yaptığı propagandanın etkili olduğunu gösteriyor." Murat Karayalçın DEHAP'ın ya da SHP'nin seçimlerde aldığı oyların değerlendirmesini yapabilecek bilgiye bile sahip değildir. Onu ilgilendiren tek şey, oylarda görülen düşmeye bir gerekçe bulmaktır.
Oysa 1999 yerel seçimleri sonuçlarına bakıldığında HADEP'in il genel meclisi oyları 1.094.746 (%3,48) iken, 1999 genel seçimlerinde (ki aynı gün yapılmıştır) aldığı oy 1.482.194 (%4,75) olmuştur. Bu duruma göre, HADEP'in 1999 seçimlerinde il genel meclisi için aldığı oyların milletvekili seçimi için verilen oylardan düşük olmasının da bir "Barzani ve Talabani" gerekçesi olması gerekir.
Gerçekte ise Murat Karayalçın, büyük umutlarla, özellikle elde edilecek %8-9 oyla CHP'nin genel başkanlığını ele geçirme hesaplarıyla DEHAP'la ittifak yapmıştır. Beklediği kadar oy çıkmayınca, yeniden "kürkçü dükkanına" geri dönme manevrasına girişerek, kendisinin ne denli "kemalist" olduğunu gösterme gayretine girmiştir.
Evet, SHP çatısı altında seçimlere giren DEHAP, 1999 seçimlerinde kazandığı il belediye başkanlıklarından dördünü (Ağrı, Siirt, Van ve Bingöl) kaybetmiştir. Kendi kitlesini "kontrol edebilen parti" görüntüsü veren DEHAP, 2002 genel seçimlerine göre 400 bin oy kaybederek, kitlesinin "kontrolünü" kaybettiği iddiasıyla karşı karşıya kalmıştır.
Gerçek ise, yerel seçimlerde, yerel "güçler"in seçmenleri "kontrol" altına almasının çok daha kolay olduğudur. Bugüne kadar yapılan tüm yerel seçimler, yerel "güçler"in belirlediği sonuçlarla sonlanmıştır.
Kendilerini marksist, leninist ve hatta komünist ve de maoist olarak tanımlayan legal, yarı-illegal vb. örgütler ise, 28 Mart seçimlerine, parti adıyla (T"K"P) ya da "bağımsız sosyalist adaylar"la katılmışlardır. Kimi yerlerde büyük şehir belediye başkan adayı, kimi yerde belde belediye başkan adayı gösteren bu kesimlerin "en büyüğü" ise, söz götürmez bir biçimde T"K"P olmuştur. 2002 seçimlerinde 59.515 (%0,19) olan oylarını 84.255'e (%0,26) yükseltmişlerdir. İkinci "büyük" ise, D. Perinçek'in İP'i olmuştur. İP, 2002 seçimlerinde 160.227 (%0.51) olan oylarını bu seçimlerde 78.683'e (%0,25) düşürerek oylarını yarı yarıya kaybetmiştir. Böylece T"K"P (eski adıyla SİP) ile İP "kafa kafaya" gelmişlerdir.
Bu partilerin ardından üçüncü sıraya yerleşen, kendilerinin fazlasıyla hoşlandıkları sıra numarasıyla söylersek, birleşik oy pusulasında yer alan partilerden sonra 21. olan ise, "Ezilenlerin Sosyalist Platformu" (ESP) olmuştur.[1*] Kendilerinin ilk kez[2*] açıkladıkları seçim sonuçları ise şöyledir: "28 Mart yerel seçimlerine 13 kentte 23 bağımsız sosyalist adayla katılan ESP, 8 bine yakın oy aldı. Mersin Büyükşehir Belediyesi Bağımsız Sosyalist Adayı Hüseyin Kılıç, 1.618 oyla en çok oy alan ESP adayı oldu.
Elimize ulaşan oy rakamlarının toplamı 7 bin 900.
Dersim'de ise, ESP'nin de içinde yer aldığı Dersim Devrimci Halk Güçleri'nin adayı Haydar Beltan, 810 oy alarak yüzde 7.6'lık oy oranına ulaştı. Beltan, bu oyla 6. olurken, 4. ve 5. sırayı alan AKP ve CHP ile arasında yalnızca 16 ve 15 oyluk fark bulunuyor. Mersin Büyükşehir Belediyesi bağımsız sosyalist başkan adayı Hüseyin Kılıç ise aldığı oy oranıyla yedinci oldu."[3*] Böylece "13 kentte 23 bağımsız sosyalist adayla" toplam 7.900 oy alan ESP "en büyükler" sıralamasında üçüncü sıraya yükselmiştir. ESP'nin "başarısını" Atılım'da şöyle değerlendirmektedirler: "Bağımsız sosyalist adaylarla seçimlere girerek ezilenlerin sosyalist seçeneğini yükselten ESP, başarılı bir seçim çalışması yürüttü. ESP'nin, devrimci faaliyette yarattığı ilgi, aldığı oylara aynı oranda yansımasa da, bu alanda da gelişeceğinin işaretlerini verdi...
Gerek ESP'nin gerekse de 'sosyalizm' adına seçimlere katılan partilerin aldığı oylar bir kez daha açık bir gerçeğe işaret etmiştir. Emekçi kitlelerin burjuva partiler arasından kendisine en yakın gördüğünü seçme alışkanlığı derin, emekten yana, sosyalist güçlere oy verme alışkanlığı ise çok zayıftır. Bu, sosyalizm iddiasıyla ortaya çıkan güçlerin seçimlerde gerçek siyasi etkilerinden daha düşük oy almalarının nedeni olarak göze çarpmaktadır. Hele hele bu bağımsız adaylar söz konusu olduğunda daha da belirgin hale gelmektedir. Bu durum, kitlelerin burjuva politikadan kopamamasının bir sonucu olduğu kadar, sosyalist ve ilerici güçlerin, kitlelere güven veren gerçek bir alternatif olmayı henüz başaramamış olmasının da bir sonucudur. Emekçi kitlelerin burjuva partilere oy verme alışkanlığının kırılması, önümüzdeki dönemde de devrimci politikanın temel sorunlarından birisi olacaktır."[4*] (abç) Görüldüğü gibi, Atılım'a göre, "seçme ve oy verme alışkanlığı" ile "sosyalist ve ilerici güçlerin, kitlelere güven veren gerçek bir alternatif olmayı henüz başaramamış olması" yüzünden seçimlerde "yeterince" oy alınamamıştır. Ama yine de onlar (ESP) "başarılı bir seçim çalışması" yürüttüklerini söyleyebilmektedirler.
ESP'nin "oylara yansımayan" bu "başarılı seçim çalışması" ise şöyle gerçekleşmiştir: "KAYSERİ ESP'liler Ortaanadolu' nun işçi havzası olan (Kayseri'de) bu sabah işçi havzasının merkezinde, 'Organize sanayi'de idiler. 5.000 işçinin çalıştığı Merkez-çelik (İstikbal A.Ş)'te işbaşı yapan işçilerle buluşan ESP'liler, 'günaydın' diyerek 'Sesini, elini, yüreğini birleştir. Kendi gücüne güven' seçim özel sayısını ve bildirileri dağıttılar.
İşçi servislerinden inen yüzlerce işçinin fabrikaya akışı sırasında bildirileri yetiştirmekte zorlanan ESP'lilere ilgi gösteren işçiler, bir taraftan fabrikaya girmek için acele ediyor, diğer taraftan ise bildirileri almadan geçmek istemiyordu. Binlerce bildirinin dağıtıldığı eylemde, bildiriyi alan bir işçinin, 'hangi ideolojiyi savunuyorsunuz' sorusuna, Sevim Ölçmez, 'işçi sınıfının ideolojisini' diyerek yanıt verdi ve işçilerden desteklerini istedi.
Baharın ilk günlerini yaşamaya başlayan Kayseri'de sabahın erken saatlerinde işçilerle buluşmanın güzelliğini yaşayan ESP'liler kızıl karıncalar misali günlük çalışmalarını sürdürdüler... 12.00'de sona eren bildiri dağıtımında binlerce bildiri dağıtıldı. Önlükleri, yüzlerindeki tebessümleri ve umutlarıyla Kayseri emekçilerine 'alternatifsiz' olmadıklarını ve geleceklerine sahip çıkmalarını isteyen ESP'liler, seçim bürosuna dönerken bildiri dağıtımına devam ettiler." (Seçim sonucu: 475 oy.)
"Baharı Çağıran Coşkumuzdur
ESP'nin İzmit Büyükşehir Belediyesi Bağımsız Sosyalist Başkan Adayı Necati Abay'ın seçim çalışması İzmit sokaklarında yankısını buluyor. Bir başka ifadeyle son bir haftada İzmit emekçileri sosyalist ajitasyonun bombardımanına tutuldu." (Seçim sonucu: 175 oy)
"ESP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kamber Saygılı'nın ilk seçim mitingi bugün Kadıköy İskele Meydanı'nda yapıldı.
Mitingin başlamasından öncesinde alana gelen ESP'liler ses aracından emekçilere seslenerek taleplerini duyurdular. 'Oylar devrimci sosyalist aday Kamber Saygılı'ya' yazılı önlükler giyen ESP'liler, seçim bildirilerini dağıtarak, emekçileri mitinge çağırdılar." (Seçim Sonucu: 58 oy)
"İZMİR Şubat ayı başında açtıkları seçim bürolarıyla on binlerce emekçiye ulaşan ESP'liler seçim çalışmalarını bugün yaptıkları mitingle taçlandırdı."[5*] (Seçim sonucu: 262 oy) (abç) "Emekçileri sosyalist ajitasyonun bombardımanına tutan", AKP'nin türbanlı propagandistlerinden devşirme "yüzlerindeki tebessümleri ve umutlarıyla" propaganda yapan, "kızıl karıncalar misali" çalışan ESP'nin seçim kampanyası böyle yürütülmüştür.
Bunlar popülizmin, pragmatizmin ve "medya" söylemlerinin solda ne denli etkili olduğunu açıkça göstermektedir.
Bu "sol"lu sol'lu legalizm gösterileri içinde biraz utangaç, biraz nereye yöneleceğine karar verememiş ve biraz da "eski" çizgiyi sürdürme çabası içinde olanlar da vardır.
"Yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi mücadelesi" ile "yerel yönetimlere gelebildiğimiz koşullarda buraları demokratik bir mevzi olarak değerlendirme mücadelesi"[6*] yürütme gerekçesiyle 28 Mart seçimlerinde "boykotçu" geleneğini terk eden ya da "gevşeten" Ekmek ve Adalet çevresi, seçim sonrasında seçim sürecini şöyle değerlendirmektedir: "Her seçim öncesinde dizginlerinden boşanmış bir parlamenter hayalcilik kaplıyor ortalığı. Burjuvazinin belirlediği kurallarla oynanan bir seçim oyununda sandıktan çıkacak oylarla demokrasi kuruluyor, IMF kovuluyor, Kürt sorunu çözülüyor... Sandıklar açıldığında bütün bu boş hayaller, yerini derin bir hayal kırıklığına ve moralsizliğe bırakıyor. Türkiye sağa kaydı, sola kaydı safsataları arasında kimin sağ, kimin gerçekten sol olduğu belirsizleştiriliyor. Ve bizzat solun bazı kesimlerinin bu oyuna ortak olmasıyla, oligarşi demokrasicilik oyununda kitleleri aldatmayı sürdürebilmek için her seçimde ağlarını yeni baştan örüyor..."[7*] İşte kendisine ilerici, devrimci diyen pek çok kişinin altına imza atabileceği bu değerlendirme, yerel seçimlere "iki gerekçe" ile katılmaktan söz edenlerce ortaya konulabilmektedir.
28 Mart yerel seçimleri, "sol"da ve sol'da böylesine ilişki ve çelişkileri ile tarihin çöp sepetine atılmış bulunmaktadır.
Her türden pragmatizmin, legalizmin ve fırsatçılığın egemen olduğu "sol"un ve sol' un almadığı ve alamayacağı dersler ise, sınıfsal ve tarihseldir. "Küçük-burjuvazinin devrim karşısındaki tutumu, her zaman kendi sınıfsal konumuna uygundur. Kapitalizm tarafından sürekli olarak yoksullaşan ve mülksüzleşen küçük-burjuvazi, bu yanı ile proletaryaya yaklaşırken; diğer yandan karşısına çıkacak fırsatlardan yararlanarak büyük burjuvalar arasına girmeyi umut eder. Bu sınıfsal özelliği, küçük-burjuvaziyi sürekli olarak güçler dengesini gözetmeye ve buna uygun olarak tavır belirlemeye yöneltmektedir. Böylece, sözcüğün tam anlamıyla küçük-burjuva politik tutumu ortaya çıkar. Bu politik tutum, güçler dengesi kimin lehineyse, ondan yana tutum belirlemek şeklinde olup, 'politika, güç demektir' sözü ile ifade edilir...
Küçük-burjuvazinin politik tutumu tarafından belirlenen 'politika, güç demektir' ifadesi, doğrudan küçük-burjuvaziyi kazanmaya yönelik politikalarda kendi gerçekliğini bulur. Bunun soldaki yansısı ise, belli bir güç olmak için belirli bir niceliğe, 'sayıya' sahip olmak ve bunun aracılığı ile politika yapmak şeklinde olmaktadır. Ülkemizde her hangi bir sol örgütün ya da girişimin, her faaliyetini katılımın sayısı ile ölçmesinin gerçekliği burada yatmaktadır. Bu, aynı zamanda, soldaki faaliyetin yönünü de belirlemektedir. Bu yön, olabildiğince çok sayıda 'insana' sahip olmaktır. Eski deyişle, 'kafa sayısı', neredeyse soldaki tüm faaliyeti belirlemektedir. Böylece de, devrimci faaliyetin sürdürülmesi, 'sayıya', yani niceliğe indirgenmektedir ve 'güç' kavramının ölçütü burada aranmaktadır. (Hemen her sol hareketin, kendi faaliyetleri hakkındaki yayınlarına bakılacak olursa, bu nicelik ölçütünün ne denli yaygın olduğu görülecektir. Öyle ki, hemen her faaliyet, buna katılanların sayısıyla birlikte ifade edilmekte ya da asılan her pankart metresi ile yazılmaktadır.)"[8*] Yine de, bu tarihsel ve sınıfsal gerçeklere rağmen, "ne yani, seçimlere katılmayıp da sizler gibi hariçten gazel mi okusaydık" diyen de, "olsun, yine de birşeyler yapmaya çalışmışlar" diyen de çıkacaktır. Devrimden, devrimci stratejilerden, taktiklerden, ilkelerden, küçük-burjuvaziden, pragmatizmden söz edildiğinde, "iyi de, bunların yararı ne" diyenler de çıkacaktır. Hatta "kızıl karıncalar gibi" çalışmanın, "tebessümle" "kitlelerin" karşısına çıkmanın nesinin yanlış olduğunu soranlar da, "ses aracından emekçilere seslenme"nin garipsenecek nesi olduğunu soranlar da çıkacaktır. Ve tüm bu sorular ve karşı çıkışlar, "siz ne yapıyorsunuz?" sorularıyla tümleşecektir.
Oysa genel olarak politikada "ahde vefa", devrimci politikada ilkelere bağlılık belirleyicidir. Bu belirleyicilik, salt kitlelerin güvenini kazanmak açısından değil, yapılanların kalıcı olması açısından da gereklidir. Hareketin sürekliliğini sağlayacak olan tutarlı kadrolar ancak bu koşulla varolabilir.
Pragmatizm ve eklektizmin ne olduğunu, devrimci mücadelede pragmatizmin ve eklektizmin nasıl olumsuz ve yıkıcı sonuçlar ortaya çıkardığını tarihsel ve ideolojik olarak bilenler açısından, bir hareketin ya da örgütün pragmatist olmasının, eklektik bir teoriye sahip olmasının ne anlama geldiği açıktır. Ancak bunları bilmeyenler ya da bunların "zararsız" olduğunu sananlar açısından, bu değerlendirmeler hiçbir değere sahip değildir.
Küçük-burjuvazinin ideolojik hegemonyası altında, bilimsel yöntemden uzak, Marksist-Leninist ideolojiye yabancı olan "solcu" kişilerin Aristo mantığı ile ortaya çıkartılmış vargılarla yönlendirilmesi olanaklı hale gelmiştir. Bu olanak, "kapitalizmin de, sosyalizmin de kendine özgü iyi yanları vardır, önemli olan bu iki sistemin iyi yanlarını alıp, insanlar için en iyi düzeni kurmaktır" şeklinde özetlenebilecek küçük-burjuva eklektizminin egemenliği içinde vardır. Bu eklektizmin sol'daki yansısı ise, şu ya da bu stratejik çizginin "iyi" yanlarını alarak "yeni" bir "iyilerden oluşan" çizgi oluşturmak şeklindedir. MLKP örneğinde görüleceği gibi, bu eklektik çizgi, silahlı devrimci mücadele ile revizyonist çizginin "iyi yanlarının" birleştirilmesi olarak sunulmaktadır. (Ülkemiz solu bu eklektik teorilerin yadırganmamasını Y. Küçük'e borçludur.) Biraz silahlı eylem, biraz legal çalışma, biraz sendikacılık, biraz dernekçilik, biraz dergicilik, biraz yayıncılık vb. şeklinde "biraz"ların toplandığı şekilsizlik, her isteyenin kendine ait birşeyler bulabildiği bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Bu tablo, "barışçıl" ve legalist bir çerçevede "biraz"lardan oluşturulduğu koşullarda fazlaca sorun yoktur. En olumsuz sonucu, bu barışçıl ve legal mücadeleyi temel alan çizgilerin hiçbir işe yaramadığının görülmesi olacaktır.
Ancak aynı tablo içine "biraz" silahlı eylem katıldığında, sonuçlar, insan yaşamlarının yitirilmesinin ötesinde, silahlı devrimci mücadelenin "işe yaramaz" olduğu kanısını yaygınlaştırmak olacaktır. Mahir Çayan yoldaşın sözleriyle ifade edersek, "silahlı propagandanın prestij kazanması üzerine solda prestij kaybına maruz kalan" SBKP çizgisinin sadık izleyicisi modern revizyonistlerin "sonradan gerilla yapan bir şube açmaları" tarihsel bir gerçektir. Ve tarih, bu "gerilla yapan şube"lerin nasıl hikaye olduğunun masallarıyla doludur. Tıpkı MLKP'nin M-18'i gibi, bir zamanlar "gerilla yapan şube"sinin sonu gibi.
Eklektizm, aynı zamanda oportünizmdir. MLKP örneğinde olduğu gibi, alabildiğine legal bir örgütlenmeye gidilirken, bir yandan da "gerilla yapan şube" sahibi olunarak, devrimin ancak silahlı mücadele ile zafere ulaşacağını düşünenleri kendi saflarına çekmek amaçlanmaktadır. Yapılan Che Guevara toplantıları, Kızıldere anmaları tümüyle bu hesapların ürünüdür.
İşte bir örnek: "ESP: Yaşasın Kızıldere direnişimiz
Dolmabahçe Sarayı önünde yapılan basın açıklamasında, 'Yolunuz yolumuz. Tek yol devrim' pankartı açan ESP'liler, 'Yaşasın devrimci yoldaşlık' yazan dövizler yanısıra bayraklar da taşıdılar... 'Mahirler emperyalizme karşı mücadelenin sembolleri olarak mücadelemizde yaşıyorlar' .. 'Tarih onları haklı çıkardı' diyerek konuş (tular)."[9*] Böylece MLKP çizgisi, "yolu", "Mahirlerin yolu" gibi gösterilmektedir. Ama aynı MLKP, değişik yayınlarında Che Guevara'yı, THKP-C'yi "küçük-burjuva sosyalizmini savunan, işçi sınıfıyla temelden bağı olmayan ve bir nevi işçi sınıfı-sosyalizm nostaljisi yaşayan hareket"ler olarak tanımladığı gibi, bunların "siyasi anlayışı biraz kaşınırsa karşımıza revizyonizm çıkar"[10*] diyebilmektedir.
Aynı biçimde, MLKP, büyük özenle, kendilerinin Enver Hocacı çizgilerini ve geçmişlerini açıklamaktan kaçınır. "Komünizmin büyük önderlerinden, Arnavutluk Emek Partisi'nin lideri ve Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu Enver Hoca yoldaş, 11 Nisan 1985'te ölümsüzleşti.
Dünya proletaryasının, uluslararası komünist hareketin ve partimiz MLKP'nin kalbinde yaşayan Enver Hoca'yı, dünyaya veda edişinin 13. yılında büyük bir özlemle anıyoruz."[11*] İşte eklektizm ve onun oportünizmi böylesine üstü kapalı bir biçimde faaliyet yürütebilmektedir. Ve bugün, Marksizm-Leninizmle az çok tanışıklığı olan, ülkemiz devrimci hareketinin tarihini az çok bilen herkesin kolayca görebileceği gibi, birbiriyle devrimin hedefleri, programı ve stratejik rotası konusunda hiçbir ortak noktaya sahip olmayan çizgilerin "birliği" gibi ortaya çıkmak, oportünistlikten öte, tarihin ve Marksizm-Leninizmin açık çarpıtılmasıdır. Bu çarpıklık ortamında, "gerilla şubeleri"nin traji-komik sonuçlarını yeni kuşakların (bir kez daha) yaşayarak öğrenmek zorunda bırakılmaları, tarihe ve ülkemizin devrimci mücadelesine yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. Che Guevara'yı, Mahir Çayan yoldaşı, "yolunuz yolumuzdur" diyerek Enver Hocacı "yollarıyla" özdeşleştirmek ise, Che amblemli tişort, kahve fincanı satarak zengin olma hayali güden işportacılıktan başka birşey değildir. Bu da, legalizmin sefaletidir.
[1*] Burada Demokratik Güçbirliği içinde yer aldıkları için 3. ve 4. sıraları işgal eden EMEP ve ÖD Partisi'ni sıralamaya dahil etmiyoruz. Kendi adlarına girdikleri bölgelerden, EMEP 19.975 (%0,06) ve ÖDP 13.651 (%0,04) oy almışlardır. [2*] "İlk kez" diyoruz, çünkü daha önce ESP 2002 seçimlerine katılmış, ancak bu seçimlerde ne kadar oy aldıklarını hiç açıklamamışlardır. Bu durumu Kurtuluş Cephesi'nin 70. sayısında belirtmiştik. [3*]Yeni Atılım, Sayı: 79, 4 Nisan 2004. [4*]Yeni Atılım, Sayı: 79, 4 Nisan 2004. [5*]Yeni Atılım, Sayı: 78, 27 Nisan 2004. [6*]Ekmek ve Adalet, Sayı: 93, 11 Ocak 2004. [7*]Ekmek ve Adalet, Sayı: 105, 4 Nisan 2004. [8*]Kurtuluş Cephesi, "Kadrolar ve Politikada 'Güç-Nicelik' Kavrayışı, Sayı: 29, Ocak-Şubat 1996. [9*]Yeni Atılım, Sayı: 79, 4 Nisan 2004. [10*] MLKP II. Kongre Belgeleri, s. 208. [11*] MLKP, Partinin Sesi, 1998.