KURTULUŞ CEPHESİ - Mayıs-Haziran 1999
Seçimlerin Ortaya Çıkardığı
İdeolojik Sapkınlıklar
18 Nisan seçimleri, faşist milislerin elde etmiş olduğu sonuçla birlikte, belki de ülkemiz tarihinde ilk kez, siyasal gelişmelerin yanında ideolojik sonuçlar da ortaya çıkarmıştır. Seçim sonuçları belirginleşir belirginleşmez, DSP-MHP koalisyonu üzerine hesaplar yapılırken, aynı zamanda, en geniş alnamında ülkemiz solunda ideolojik keşmekeş ve bozulma en açık biçimde ortaya çıkmıştır.
MHP'nin, oligarşinin faşist milis örgütlenmesi olarak, kurulduğu günden bugüne kadar yaptıkları, hiçbir tereddüte meydan vermeyecek kadar açık olmasına karşın, 18 Nisan seçimleri sonrasında, kendisini şu ya da bu biçimde yahut şu ya da bu zamanda "sol" olarak tanımlayan pekçok kişi, hızlı birer DSP-MHP koalisyon taraftarı olmuştur.
12 Mart döneminin ünlülerinden, 9 Mart "sol" darbenin "bakan"larından İlhan Selçuk, bu konuda en hızlı hareket eden olmuştur. Şöyle yazıyor Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde:
"İnsana barış yakışır.
Geçmişin düşmanlıklarından kaynaklanan kin duygularına güdülenerek geleceğin kuşaklarına intikam duygusu aşılamaktan büyük cinayet olur mu?..
Türkiye bugün büyük iç ve dış tehditler altındadır. MHP barışa, dostluğa, kardeşliğe açılmakta içtenlikliyse, uzattığı el boşlukta kalmamalıdır.
Bu ülkedeki kan davaları bitsin artık..." [*] (abç)
İlhan Selçuk ve benzerlerinin, MHP'li faşist milislerin 1965'den günümüze kadar neler yaptıklarını unutmuş olmaları elbetteki söz konusu değildir. Mustafa Giritlioğlu, Taylan Özgür, Vedat Demircioğlu, Battal Mehetoğlu, İlker Mansuroğlu'nun öldürülmelerini de unutmuş olması söz konusu değildir. Hele ki, MHP'nin gizli faaliyetlerini ve örgütlenmesini bilmemesi ise olanaksızdır.
Ama buna rağmen, 90'ların dünyasında, onlar, hızlı birer "barış", "kardeşlik" yanlısı ve faşistlerle işbirliği yapmaktan kolayca sözedilebilmektedir.
18 Nisan seçimlerinden sonra, tüm basın ve yayın organlarında görülen bu manzara içinde eski "solcular"ın başı çekmesi öylesine bir ortam yaratmıştır ki, B. Ecevit bile bu gelişme karşısında MHP'ye "mahkum olmak" tan huzursuz olmuştur. Ve sonunda Rahşan Ecevit'in açıklamasıyla ortalık birkaç günlüğüne de olsa karışmıştır.
Tüm bu gelişmeler içinde, eski "solcu" küçük-burjuva reformist aydınlarının "yeni dünya düzeni"ne, "neo-liberalizm"e ve "globalleşme" ye ne denli uyumlandıkları bir kez daha görünür olmuştur. Cumhuriyet gazetesi gibi, "en hızlı" "Özalcı"lardan Hasan Cemal'den başını İlhan Selçuk'un çektiği "boykot" eylemiyle yakasını kurtardıktan sonra, hızla "kemalist"leşen küçük-burjuva aydın kesim, kemalizmin anti-emperyalist yanını savunuyor görünüm altında giderek milliyetçi içeriğini alabildiğine benimsemişlerdir. Küçük-burjuvazinin sol kanadının milliyetçilik temelinde anti-emperyalist tavır alışı olarak kemalizm, ikili karakterine uygun olarak, bu kesimler tarafından "yeniden" savunulur olmuştur. "Büyük iç ve dış tehdit"i yıllarca devrimci mücadeleye karşı yürütülen baskı ve imha politikalarının gerekçesi yapıldiği bir ülkede, "büyük iç ve dış tehdit"i bu küçük-burjuva reformist aydınlarının bir gerekçe olarak kullanmaları açık biçimde karşı-devrimci bir konuma ulaştıklarını göstermektedir. Bir başka deyişle, küçük-burjuvazinin sol kanadı, günümüzde sağ kanatla birleşme yollarını arayarak, oligarşi ile "uzlaşma" aramaktadır. Ve 18 Nisan seçim sonuçları, bu kesimler açısından, böyle bir "uzlaşma"nın gerçekleşmesi için uygun bir ortam yaratmış görünmektedir. Siyasal partiler bazında, bu küçük-burjuva aydın kesim, daha 1998 sonlarına kadar CHP'yi desteklerken, bugün DSP yönünde hareket etmeleri, bu arayışın bir sonucu olmaktadır. Rıdvan Budak'ın DSP'den aday gösterilmesi, bu yönelimin bir ifadesi olmuştur.
İşte 18 Nisan seçimlerinin ortaya çıkardığı ideolojik sorun, bu noktada belirginleşmektedir. İlhan Selçuk'un "sol darbeci" kimliği yanında, Rıdvan Budak'ın "Devrimci" İşçi Sendikaları Federasyonu başkanı oluşu, "sol" kavramının içeriğinin nasıl bozulduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır. 12 Eylül döneminde devlet televizyonuna yazdığı senaryolarla bir döneme damgasını vuran Atilla İlhan' ın Cumhuriyet gazetesinde yeniden "marksist"liğini ilan etmesi, aynı bozulmanın ve bozmanın bir başka örneğini oluşturmaktadır.
Bu küçük-burjuva aydınlarının MHP'yle "barışma"ya yönelmelerinin diğer bir yanı ise, faşist milislerin güçlenmeleri karşısında kendi yaşamlarını güvenceye almaktır. Ülkemizdeki pek çok kişi gibi, onlarda 18 Nisan seçim sonuçlarını gördükten sonra, faşist milislerin yaşamın her alanında etkin olacaklarını çok iyi bilmektedirler. Ve pek çok kişinin düşündüğü gibi, bu seçim sonuçları sonrasında ülke "yaşanmaz hale" gelecektir! Bu durumda, faşist milislerle iyi geçinmek, bir yaşam garantisi olarak görünmektedir. İşte bu korku ve pragmatizm, yıllardır küçük ve orta sermaye çerçevesinde MHP'lilerle iş ilişkisi gelişitiren eski "solcu"ların ideolojik sapkınlıklarının yeniden ve bir üst boyutta güncelleşmesi olmaktadır.
Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı koşullarında ortaya çıkan bu ideolojik sapkınlıklar, politik "uyanıklık" görünümü altında politik bir aymazlık olarak yayılma eğilimi içindedir. Devrimci silahlı bir gücün etkin olmadığı, Kürt ulusal hareketinin giderek güç yitirdiği bir evrede, bu türden eğilimlerin yaygınlaşması kaçınılmazdır. Öyle ki, "en hızlı" PKK'li Yalçın Küçük bile, hızla kemalizmi keşfetmiştir.
Tüm bunlar, küçük-burjuva aydın kesimin ideolojik ve politik olarak büyük bir bunalım içinde olduğunu göstermektedir. Onlar, tarihin sıkça yenilediği bir ikilemle karşı karşıyadırlar: Yapabilecekleri geçmişteki tüm eylemlerine, kendi ilkelerine ve kendi siyasal görüşlerine taban tabana zıttır; yapmaları gereken ise onların yapabilmeleri olanaksız olan bir şeydir. Çünkü, onlar, ancak gelişen bir devrimci mücadele koşullarında kendi küçük-burjuva demokrat tutumlarını savunabilirler ve ancak demokratik halk devrimi ile bu tutumlarını uygulayabilirler. Bunun olanaklı olmadığını düşündükleri bir ortamda, kaçınılmaz olarak ideolojik kaosa, sapkınlığa ve politik aymazlığa düşmektedirler.
Ve tarih bir kez daha, küçük-burjuvazinin sınıfsa niteliğini ortaya koymuştur.
"Tüm toplumu devrimci proleterler için devrimcileştirmeyi arzulamaktan çok uzak bulunan demokratik küçük-burjuvazi, toplumsal koşulların mevcut toplumu kendisi için olabildiğince katlanılabilir ve rahat hale getirecek bir değişiklik için çabalar.
... demokratik küçük-burjuvazi, işçiler için, olsa olsa daha iyi bir ücret ve daha güvenli bir yaşam arzular ve bunu da devlet tarafından yapılacak kısmi istihdamla ve yardımseverce önlemlerle gerçekleştirmeyi umar; kısacası bunlar, azçok üstü örtülü sadakalarla işçileri satın alabilmeyi ve durumlarını o an için katlanılabilir hale getirerek işçilerin devrimci güçlerini kırabilmeyi umarlar." [**]
Marksist-Leninistlerin çok iyi bildiği gibi, gerçek bir devrim yapmaya yetenekli tek sınıf proletarya, bu koşullar altında tek başınadır.
18 Nisan seçimlerinin ortaya çıkardığı diğer bir ideolojik sapkınlık ise, devrimin tarihsel gerekirliğini inkar etmek ve devrimin kitlelerin eseri olacağına karşı güvensizliktir.
1980 sonrasında emperyalizmin her türlü aracı kullanarak yürüttüğü neo-liberalizm propaganda, her şeyden önce "ideolojiler öldü" temasını işlemiştir. Devrimci mücadelelerin dünya çapında gerilediği bir dönemde, bu propaganda sonucu, ideolojik olduğu varsayılan herşey bir yana bırakılmıştır. "Elveda proletarya" söylemi ile sınıf perspektifi ve sınıfsal tahliller "güvenilmez" ilan edildikten sonra, ne olduğu belirsiz ve tanımlanmayan bir "insan" ölçütü yaygınlaştırılmıştır. İlk planda geri-bıraktırılmış ülkelerde Amerikan emperyalizminin gerçekleştirdiği askeri darbelerden "demokrasiye geçilmesi" yönünde "insan hakları" olarak sunulan bu ölçüt, birbiri ardına finanse edilen "insan hakları örgütleri", "sivil insiyatifler" aracılığıyla yeni yetişen genç kuşağa benimsetilmiştir. Emperyalizmin ve oligarşilerin devrimci mücadeleye karşı yürüttükleri baskı ve imha politikalarının sınıfsal özü, yani sömürücü sınıfların kendi egemenliklerini korumak ve sürdürmek amacıyla yürüttükleri zor olduğu gerçeğinin üstü örtülmüş ve "zor" uygulayıcıları, "insan haklarına saygıya" davet edilmiştir. Böylece "insanlık onuru işkenceyi yenecektir" sloganı, küçük-burjuva aydın kesim tarafından baş tacı edilmiştir.
Emperyalist propaganda, giderek, "her türlü terörizme karşı olmak" şeklinde sunulmaya başlanılmıştır. Küçük-burjuva aydın kesim açısından, emperyalizmin "terörizm" söylemi, "nereden gelirse gelsin, hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın her türden şiddete karşı olmak" şeklinde ideolojik bir yönelim ortaya çıkarmıştır. Böylece, haklı ve haksız şiddet, haklı ve haksız savaş birbirine eşdeğer kabul edilmiş ve ezilenler, sömürülenler, haksızlığa uğrayanlar için tek yol, "barışçıl" yöntemlerle mevcut düzeni dönüştürmek olarak sunulmuştur. Yüzyıllardır bilinen "reformizm", "düzenin dönüştürülmesi" adıyla yeniden egemen kılınmaya çalışılmıştır.
İşte bu gelişmenin en önemli halkası, ne olduğu belirsiz, tanımlanamayan ve herkese göre (ki bu sınıflara ilişkindir) değişen "insan" ve "insanlık" ölçütüdür. Kadınların ezilmesine karşı feminizm, kapitalist sanayileşmenin bozduğu doğanın kurtarılması için çevrecilik, her türlü demokratik kitle örgütlenmesinin ortadan kaldırıldığı bir ortamda yeni yetişen kuşağa bir eylem alanı olarak sunulmuştur. Sol, en barışçıl nitelikteki politik faaliyetin bile yürütülemediği bir ortamda, bu tür "hareketleri", politik tutumların dolaylı sergilenmesinin aracı olarak kullanılabileceğini düşünerek ve giderek bu hareketleri politize edebileceği sanısına kapılarak, destekleyerek, sınıfsal ölçütlerin değersizleşmesine katkıda bulunmuştur.
18 Nisan seçimleri sonrasında, "bu ülkede yaşanmaz artık" düşüncesiyle birlikte ortaya çıkan, "bu halkla birşey yapılmaz" anlayışı, kendi gerekçelerini, sınıf mücadelesinde değil, "insanlık"ta bulmaya çalışmaktadır.
12 Eylül sonrasında kitlelerin içinde bulundukları pasifikasyon ortamında "birşey" olarak ortaya çıkan "özgün müzik"in "ünlü"leştirdiği ve yaşamlarını sol kitlenin toplumsal birlikteliklerinde "sahne alarak" sürdürenlerden birisi, seçim sonrasında şöyle yazabilmektedir:
"Her zaman şiddet makinası olarak görev yapan MHP yandaşları, seçim sonuçlarından sonra da, öngörüldüğü gibi farklı davranmıyorlar. Kararlı ve ilkeli bir profil çiziyorlar.
'Barış istiyoruz' diye haykıran yoksul insanların karşısına geçip, 'kan istiyoruz, ciger sökmek, karın deşmek istiyoruz' diyerek tartışma (!) programlarında propaganda yapıyorlar. Halk da bunları alkışladığını seçim sonuçlarıyla ortaya koyuyor. Hitler'i de halk seçmişti. Sol açısından bir gerçekliğin görülmesi gerekiyor artık; Halkı tavaf etmek gericiliğin ta kendisidir. Cahil, sömürüldüğünü bilmeyen iyi niyetli, gerçekler anlatıldığında bunu kavrayan ve adelet için savaşan bir halk görüldü mü bugüne dek? Güç dengesi kimden tarafsa orada danseden bir şeydir halk. Yalnızca çıkarını düşünür. Çıkarı da rahatlık, para, mal ve mülktür. Halk kitledir. Kitlenin psikolojisi de yekpare ve can alıcı...
Halk düğmesine bir kez basıldığında otomatik olarak kan kusan bir canavardır. Onu kurtaransa, içinde yer alan ve aklını, vicdanını unutmayan insanlardır. Tarihin tekerliğini hep ileriye doğru çeviren halk değil, onun bir parçası olan insandır. Ve 'insan' olmak belki de hayatta geçtiğimiz sınavların en zor aşamasıdır. Ama geçilir. Bu sınavdan geçenler başka bir 'halk' olur, bütündür bunun adı, farklı yüzlerce renk olsa da... Kardeşlikten, barıştan, özgürlükten ve doğadan yana... Karşı tarafta olan da halktır ne yazık ki... Basit, hain ve çıkarcı... Yenildiği, yendiği ilan edilen bir güruh... Ama dünya dönüyor... Kardeşlik kazanacak, sonsuz barış için savaşanlar... İnsan kazanacak, 'halka' rağmen..." [***]
Ve herşey bu kadar açıktır: Küçük-burjuvazi, düşkırıklıklarıyla, moralsizliğiyle, korkusuyla, sapkınlığıyla, saptırılmışlığıyla, 18 Nisan seçimleri sonrasında büyük bir ideolojik kaosa girmiştir. Onları bu çıkmazdan kurtaracak tek güç, proletaryanın ve onun müttefiklerinin —ki yine de küçük-burjuvazi de, köylülükle birlikte bunları oluşturur— devrimci mücadelesidir. Devrim yapmanın bir koşulu, devrimci öncünün varlığı iken, diğer koşulu, kitlelerin, halkın bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesidir. Bilinçlendirilmemiş bir halkın emperyalizme ve oligarşiye yedeklenmiş olduğunu bilmeyenler, sadece, kendini beğenmiş küçük-burjuvalardır. Bu küçük-burjuvaların solla hiçbir ilişkilerinin olmadığını göstermek ve bunlarla araya sınır çizgisini çekmek ise devrimcilerin görevidir.
Dipnotlar
[*] Cumhuriyet,21 Nisan 1999
[**] Marks-Engels: Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı, Kurtuluş Cephesi, Sayı: 44, Temmuz-Ağustos 1998
[**] İlkay Akkaya, Özgür Politika, 20 Mayıs 1999