"Sol"da ve Sol'da
Dayanılmaz ve Bulunmaz
Seçim Taktikleri
Aşağıdaki yazıda sıkça geçen "sol" (tırnak içinde sol) ile mevcut düzen içinde yer alan, tüm varoluşlarını mevcut düzenin varlığına, varoluşuna dayandırmış olan, kimi zaman "sosyal-demokrat", kimi zaman "demokratik sol", kimi zaman "demokratik sosyalist" etiketleriyle ortalıkta dolaşan, adı CHP, DSP, SHP, YTP olan açık düzen partileri ile kimilerinin "reformist sol" ya da "liberal sol" olarak tanımladığı ÖDP, EMEP, SDP, İP, SİP (T"K"P) adlarıyla anılan eski revizyonist, oportünist solcularının oluşturduğu düzen partilerini kastediyoruz.
Sol (tırnaksız sol) ise, değişik adlar taşıyan legal (yasal) dergiler etrafında toplanmış, yer yer "illegal" görüşlere sahip olan, kendi kendilerine "platformlar" oluşturan, "kültür merkezleri"yle "sosyalist kültür" tohumları ektiklerini düşünen, sıkça silahlı devrimci mücadele yanlısı ya da destekçisi çizgi izleyen, bir dönemlerin gerilla savaşçısı olan ve bugün gelişen dünya olaylarını kavrayamayarak tümüyle legalizme (yasalcılığa) kaymış sol örgütlenmeleri ve yapıları kastediyoruz.
Yazımızda yer yer ortaya çıkacak olan anlamsızlıklar, saçmalıklar, ipe-sapa gelmez görüşler ve gülünçlükler bize ait olmayıp, tümüyle "sol"dan sol'a tüm kesimlere yayılmış olan bilisizliğin, pragmatizmin ve fırsatçılığın ürünleridir. Tüm "sol" ve sol taktikler ve politikaların "son kullanım süresi" dergimizin yayınlandığı tarihe kadardır. Bu tarihten sonra meydana gelecek değişikliklerden dolayı sorumlu değiliz.
28 Mart 2004 tarihinde yapılacak olan yerel seçimler öncesinde "sol"daki ve soldaki seçim hazırlıkları "aylar öncesinden" başladı. Gazetelere bakıldığında hazırlıkların yaz aylarında başladığı görülmektedir.
19 Aralık 2003 tarihli Radikal gazetesinde "Solcular Yerelde Birleşti" başlıklı haberde şöyle deniliyordu:
"Genel seçimlerde ittifak kuramayan sol partiler, 'yerel seçim platformlarında' buluştu. EMEP, DEHAP, YTP, ÖDP, SHP ve SDP'nin ilçe örgütleri 2004 yerel seçimleri için güç birliği yapıyor
Bağımsız aydınlar ve ilçe sakinlerinin başını çektiği 'Bahçelievler Yurttaş İnisiyatifi' 2003'ün Kasım ayında kuruldu. Aynı ay içerisinde 250 kişinin katıldığı bir toplantıyla kuruluşunu ilan eden platform, ilk kaybını CHP'nin desteğini çekmesiyle yaşadı. DEHAP, YTP, ÖDP, SHP, EMEP ve Özgür Toplum Partisi'nin (ÖTP) katılımıyla yoluna devam eden platforma Halkevleri, Tohum Kültür Merkezi, Haklar ve Özgürlükler Platformu, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Haber-İş Sendikası, PTT'li taşeron işçiler ve kimi yöresel derneklerin de aralarında bulunduğu 37 parti ilçe ve demokratik kitle örgütü destek veriyor. İlçedeki 11 muhtarlık için de çalışma yapacak olan platform, 400'ü aşkın ilçe sakininin katıldığı son toplantısında, 'Birlik, Demokrasi ve Yerel Yönetime Bakış' adlı bir program metni hazırladı.
Bağcılar'da, 2003'ün Ağustos ayında kurulan 'Demokrasi Cephesi'nin başını DEHAP, YTP, ÖDP, SHP ve EMEP çekiyor. 'Kendi adaylarının desteklenmesi' koşulunu ileri süren CHP ise platformdan ayrılırken, Kristal-İş Sendikası, Bağcılar Cemevi, Atatürkçü Düşünce Derneği, Bağcılar Kültür Merkezi, Radyo Barış ve Cem Radyo ile Yaşam ve Manşet gazeteleri destek verdi.
'Maltepe Demokratik Yerel Seçim Platformu', bir yıl önce yayın hayatına başlayan Katılımcı Maltepe Gazetesi'nin 2003'ün Eylül ayında yaptığı çağrı üzerine kuruldu. CHP ve İP'in ilk toplantıdan sonra çekildiği platformda HADEP, YTP, ÖDP, EMEP, SHP, SDP, Haklar ve Özgürlükler Partisi (HAKPAR) ile Bağımsız Cumhuriyet Partisi'nin (BCP) yanı sıra Tüm-Bel-Sen 3 No'lu Şube, Genel-İş 3 No'lu Şube, Eğitim-Sen 5 No'lu Şube, Birleşik Metal-İş Sendikası ve Eczacılar Odası Şubesi yer alıyor."
Böylece Radikal gazetesinin haberiyle "start" alan "sol ittifak", neredeyse yerden mantar çıkar gibi her yerde kurulmaya başlandı. Genel söylemle "sol ittifak yerelde yayılmaya" başladı. İttifak açıklamalarını "güç birliği" açıklamaları takip etti. "Güç birliği" açıklamalarını da "çatıda birlik" açıklamaları takip etti...
Adı ister "sol ittifak", ister "güç birliği" olsun, tüm ittifak ve birlik girişimlerinin odak noktasında yer alan parti şüphesiz DEHAP olmuştur. 3 Kasım 2002 seçimlerinde oyların %6,23'ünü (1.955.992) alan bir partinin böylesine "sol ittifak"ta odak noktası olmasında şaşırtıcı bir şey yoktur. Buna YTP'nin %1,15 oyu ile ÖD Partisi'nin %0,34 oyu eklendiğinde, "sol ittifak"ın oy oranı %7,72' ye çıkarak büyük bir "güç" oluşturmaktadır. Bir de buna "sol ittifak"ın yaratacağı söylenen "sinerji" eklendiğinde, 28 Mart yerel seçimlerinde "sol"un büyük bir "zafer" kazanması işten bile değildir!
Oysa "sol ittifak"ın, "yerelde birleşen sol" söylemine, yaratacağı iddia edilen "sinerji"sine rağmen, DEHAP-SHP'nin 3 Kasım 2002 genel seçimleri öncesinde kalan "ittifak" çalışmalarıyla işe başlanmıştır.
İlk adımlar ve çalımlar, SHP'nin "sayın genel başkanı" Murat Karayalçın'dan gelmiş ve "tüm solun birliği" söylemiyle YTP-CHP-DSP-DEHAP dörtgeninde "sol ittifak" çalışmasını başlatmıştır.
Murat Karayalçın'ın "sol ittifak" çalışmasının amacı "sol"un tek çatı altında seçimlere girmesi olsa da, kendi dışlarında kalan "sol"a (yani EMEP, ÖDP, SDP) ve sol'a da "açıktır"!
Böylesi bir "vizyon"la yola çıkan Murat Karayalçın, DEHAP'ın "çantada keklik" ittifakıyla CHP'nin ve DSP'nin kapısını çalmıştır. Bir yandan CHP ve DSP'nin kapısını çalarken, diğer yandan kendisinin Ankara büyük şehir belediye başkanlığına, yardımcısı Fikri Sağlar'ın Mersin büyük şehir belediye başkanlığına ve YTP'li Ercan Karakaş'ın İstanbul büyük şehir belediye başkanlığına talip olduğuna ilişkin "bilgi notları" basına "sızdırılmış"tır.
1993-1995 yıllarında DYP-SHP koalisyon hükümetinde Tansu Çiller'in başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı sıfatını taşıyan "sayın" Murat Karayalçın tüm siyaset tecrübesini konuşturarak, CHP ve DSP'yi "köşeye sıkıştırmış"tır.
Murat Karayalçın bu taktiği ile, 3 Kasım seçimlerinde Ankara'da 363.483 oy alan AKP'nin karşısında CHP'nin 354.072 oyu yanında DSP'nin 13.736, DEHAP'ın 29.597 ve YTP'nin 14.058 oyunu ekleyerek 411463 oyla seçilmeyi garantileyeceğini hesaplamaktadır. (1999 yerel seçimlerinde FP adayı Melih Gökçek 541.515 oy alarak belediye başkanı seçilirken, CHP'nin oyu 512.084 olmuştur.)
Bu sayılar ve hesaplar fazlaca da önemli değildir. "Sol"un seçim taktiğinde önemli olan CHP'yi köşeye sıkıştırmaktır. 3 Kasım seçim sonuçlarıyla ifade edersek, Murat Karayalçın, DEHAP'ın 29.597 oyu ile CHP'nin 354.072 oyunu rehin almaya kalkışmıştır. "Medya"nın "sol ittifak", "sol yerelde birleşiyor" türünden haberleriyle yürütülen bu taktik, azınlığın çoğunluğa boyuneğdirme çabasından başka birşey değildir.
Bu dahiyane taktikle işe başlayan Murat Karayalçın, Hürriyet gazetesinde, "ODTÜ'de bozkurt rozeti taşırdım"la başlayan, "solun birleşmesi için emekliliğimi yaktım"la devam eden röportajıyla yoluna devam etmiştir.
Şüphesiz Murat Karayalçın, politikayla ilgilenen, kendisini solcu ya da "sol"cu olarak tanımlayan herkesin çok yakından tanıdığını düşündüğü bir kişidir. Bilinen sözcüklerle ifade edersek, Murat Karayalçın, bir dönemlerin Ankara belediye başkanı olarak Batıkent projesine "imzasını" atmış, uluslararası kent ödüllerine aday olmuş bir kişidir. "Sol" ve sol sözcüklerle ifade edersek, Ankara belediye başkanlığı zamanında Batıkent projesi ile yakınında yer alan bazı kişileri müteahhitlik yoluyla zengin etmiştir.
Yine bilinen sözcüklerle 12 Eylül 1993-27 Mart 1995 tarihlerinde Tansu Çiller hükümetinde başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak görev yapmıştır. "Sol" ve sol sözcüklerle ifade edersek, Tansu Çiller dönemindeki faili meçhullerin, köy boşaltmaların ve köy yakmaların en yoğun olduğu dönemde başbakan yardımcılığı görevini icra etmiştir. 6 Mart 1995 tarihinde, tek taraflı olarak AB ile "Gümrük Birliği" anlaşması imzalanırken Tansu Çiller'in yanında dışişleri bakanı olarak yer almıştır.
Murat Karayalçın'ın "ekibi", T. Özal'ın "Toplu Konut Fonu" aracılığıyla, mühendislik ve tencere-tava pazarlamacılığından müteahhitliğe sıçrama yapmış olanlardan oluşmuştur. 1989-1993 döneminde Murat Karayalçın'ın Ankara büyük şehir belediye başkanlığı dönemindeki Batıkent ihaleleriyle palazlanan bu "ekip", "çağdaşlaşma", "yönetimin gençleştirilmesi" sloganları ile SHP yönetimini ele geçirmişler ve Murat Karayalçın'ı SHP genel başkanlığına taşımışlardır. Ancak 1994 Şubat krizi bu kesimlerin "büyümesini" engellemiş ve eski konumlarına geri dönmelerine yol açmıştır. Bunun sonucu olarak CHP saflarına geri dönen Murat Karayalçın 1995 genel seçimlerinde CHP Samsun milletvekili olarak TBMM'den içeri girmiştir.
1999 genel ve yerel seçimlerinde CHP'nin beklenen "performansı" gösterememesi ve meclis dışında kalması bu "genç", "çağdaş" müteahhitler ekibini yeni arayışlara itmiştir. Özellikle 2001 Şubat kriziyle birlikte büyük kayıplara uğrayan bu "çağdaş solcu" müteahhitler ekibi CHP'de gelecek görmedikleri için ayrılmışlar ve 2002 yılında SHP[1*] adıyla yeni bir parti kurmuşlardır. Kurucu üyeleri, devlet ve belediye ihaleleriyle zenginleşmiş müteahhitleri ve ilişkilerini temsil eder.
Örneğin SHP'nin kurucularından ve genel başkan yardımcılarından A. İlhan Göğüş, merkezi İstanbul'da bulunan Bimeya Mesken Yapı A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkan Vekili, Topkapı Rotary Kulübü Eski Başkanı, Beşiktaş Kulübü Kongre üyesidir, Angora Evleri müteahhitlerinden olup birçok mühendislik ve mimarlık limited şirketleriyle birlikte çalışmaktadır. Ali Ekber Çiftçi, Yeni İş Motor, Çiftçiler Motor, Irmak Endüstri, OSİAD şirketlerinin ortak ve yöneticisi, OSTİM Sanayici ve İşadamları Derneği üyesidir. Yine kurucu üye Mehmet Gülcegün, uluslararası nakliyecilik ve ihracatla ilgili şirketlere sahiptir. Berat Sancar Yücel, Murat Karayalçın döneminde Ankara Belediyesi'nde avukatlık, müşavir avukatlık yapmış, Batıkent Konut Yapı Kooperatifleri Birliği'nde hukuk danışmanlığı, Büyükşehir Belediye Başkanlığında ve Belko'da hukuk danışmanlığı, Ankara Şoförler Federasyonunda hukuk müşavirliği görevlerinde bulunmuş ve bugün İNVESCO İnşaat. San. Müş. Hiz. Ltd. Şti'de hukuk müşaviri olarak çalışmaktadır. Atilla Kotil, ATKO Uluslararası Taşımacılık-Tarım Ürünleri San. ve Tic. Ltd.. Şti. Yönetim Kurulu Başkanıdır. Yine kurucu üyelerden Levent Çalışkan ise, Kaçakçılık İstihbarat Daire Başkanlığı'nda görev yapmış, sırasıyla, Tunceli Personel Şube Müdür Vekilliği, Erzurum'da Kaçakçılık Şube Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Bürolar Amirliği, Ankara'da Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Yıldızevler Karakol Amirliği, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Birlik Amirliği ve Şube Müdür Yardımcılığı, Narkotik Şube Müdür Yardımcılığı, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü, Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü görevlerinde bulunmuş, USA Adalet Bakanlığı DEA Teşkilatında Narkotik Temel Eğitim Kursu gibi çeşitli eğitim kurslarına katılmış, "Narkotik Hizmetleri nedeniyle sayısız maaş ve ikramiye ile ödüllendirilmiş", "Narkotik ve Çevik Hizmetleri nedeniyle 4 adet takdirname almış", emekli terör uzmanı olarak bugün "güvenlik malzemeleri ve sağlık sektöründe faaliyet gösteren Gitem Güvenlik İnş. Tur. Sağlık Hzm. İth. İhr. San Ltd. Şirketi hissedarı ve yöneticisi"dir. Gaz maskelerinden ev alarm sistemlerine, belediye turnikelerinden enjektörlere kadar değişik malları pazarlamaktadır.
İşte 12 Eylül sonrasında "sol"dan sağa sıçrayan küçük-burjuvaların bir partisi olarak SHP kendi sınıfsal konumuna uygun seçim taktikleri üretmiştir. SHP'nin "sol ittifak" vs. adıyla pazarladığı taktik, tümüyle müteahhitlik "sanatı"yla ilgilidir. Bugünkü amaçları 2001 Şubat kriziyle ortaya çıkan "sektörel kayıpları"nı yerel seçimlerde kazanılacak belediyeler aracılığıyla gidermek ve yeni ihalelerle büyümektir. Kendilerine bağlı olarak çalışan, özellikle Ankara merkezli değişik mühendislik ve mimarlık büroları da bu sayede "ekmek" yiyebileceklerinden "siyaseten" SHP'yi desteklemektedirler.
Özellikle Ankara'da mukim müteahhitler, mühendis ve mimarlar ile küçük bir bürokrat kitlesinden ibaret olan SHP'nin "sol ittifak" söyleminin en büyük destekçisi ve ortağı ise DEHAP'tır. Ancak ikinci bir parti de DEHAP kadar SHP'nin kayıtsız-şartsız ortağı durumundadır. Bu partinin adı, Özgür Toplum Partisi (ÖTP) ya da kendi ifadeleriyle "Özgür Parti"dir.
27 Ocak tarihli Evrensel gazetesinin haberine göre, DEHAP ve ÖTP "bütün Türkiye'de SHP çatısı altında seçimlere katılacaklarını açıklamışlar"dır. Böylece Murat Karayalçın'ın SHP'sinin oluşturduğu "çatı" altında DEHAP ve ÖTP birinci elden yer alarak "sol ittifak"ın çivisini çakmışlardır.
Yine Evrensel gazetesinin haberine göre, "50'ye yakın il ve ilçede kurulan güçbirliği platformları birlik iradelerini kamuoyuna ilan ettiler. Bu platformların hemen hepsinde EMEP, DEHAP, ÖDP, SDP, Özgür Parti ve SHP yer al"mıştır.
Böylece "çatıcılar" ile "şemsiyeciler" yerel seçimler öncesinde "sol ittifak"ı ya da "solda ittifak"ı geniş ölçüde oluşturarak, "sol"un "tek ve gerçek adresi" olduklarını ilan etmişlerdir. İster SHP "çatısı" altında seçimlere girenler olsun, ister "şemsiyeciler" olsun, ortak özellikleri "sol"culuk ve "yerelde iktidar olmak"tır.
Bu partilerden ÖTP ya da kendi kısaltmalarıyla ÖP, eski HADEP başkanlarından Ahmet Turan Demir'in genel başkan olduğu "yedek parti"dir. HADEP'in kapatılması durumunda devreye girecek olan ÖP partisi, bu yönüyle HADEP'in aynadaki görüntüsünden başka birşey değildir. Dolayısıyla SHP "çatısı" altında seçimlere gireceğini ilan etmesi hiçbir anlama ve değere sahip değildir. Ama yine de "solda ittifak" söylemlerinde sayısal bir fazlalık sağlayarak belli bir işlev sahibi kılınmıştır. Yine de adı "parti"dir ve HADEP kapatıldığı koşullarda yerine geçecek parti olarak sıkça adını duyurmaya adaydır. Dolayısıyla "parti" de olsa, parti gibi değerlendirilmek zorundadır.
ÖP, son KADEK'in fesh edilerek KONGRE-GEL'in kurulmasıyla ideolojik sıçrama yapan PKK'nın "yeni açılımlarına", yani "demokratik-ekolojik toplum" "açılımına" uygun olarak kendi programını ilan etmiştir. ÖP genel başkanı "kimlere hitap edeceksiniz?" sorusunu şöyle yanıtlamaktadır:
"Çağın temel çelişkilerinden birisi olarak cins çelişkisini görüyoruz. Bu çelişki günümüzde insanlığın gerçek anlamda özgürleşmesi önünde temel engel konumundadır. Partimiz insanın gerçek anlamda özgürleşmesini bu çelişkinin aşılmasında görmekte böylece kadını 21.yüzyılın temel özgürlük gücü olarak kabul etmekte ve kadın eksenli parti olmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla hitap edeceğimiz temel güçlerin başında kadınlar gelecektir."
Böylece "çağın temel çelişkilerinden biri olarak cins çelişkisini" esas alan bir "sol" parti olan ÖP, "sol ittifak"ın ayrılmaz bir parçası olmaktadır.
Çok bilindik olduklarından DEHAP ile ÖD Partisi'ni bir yana bırakırsak, "sol ittifak"ın "önemli" partilerinden birisi de SDP olmaktadır.
SDP, Akın Birdal'ın genel başkanı olduğu Sosyalist Demokrasi Partisi'dir. I. Olağan Konferansı'nda "Kürt hareketiyle stratejik ittifak" kararı alan SDP, Mihri Belli'den Filiz Koçali'ye Ragıp Zarakolu'dan M. Kaçaroğlu' na kadar bir zamanların ÖD Partisi'nin "gökkuşağı"nı oluşturanların "yeni" partisi olmuştur. 9 Kasım 2003'de yapılan I. Kongre'sinden izlenimler aktaran Özgür Politika şöyle yazmaktadır:
"SDP'li gençler Kürtçe müzik eşliğinde bir süre halay çekti. Enternasyonal ve Che Guevera'ya atfedilen müzik parçalarının sık sık çalındığı kongrede, 'Devrim ve sosyalizm için Blokla iktidara, partiyle sosyalizme' ifadeleri de, kongrenin sloganı olarak büyük bir pankartta yer aldı."
Kendisini "sosyalist" parti olarak tanımlayan SDP'nin programında şunlar yazılıdır:
"Sosyalizme giden yol
Partimizin amacı, insanın insan tarafından sömürülmesine ve ezilmesine, cinsler ve uluslar arasındaki eşitsizliğe, doğal çevrenin yağmalanmasına son verecek, insanın ve insanlığın ortak kültürünün gelişiminin önündeki tüm engelleri ortadan kaldıracak olan, bayrağında 'herşey insan için' ve 'herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar' şiarlarının dalgalandığı sosyalizmdir.
Sosyalizme, bir dizi mücadele evresinden geçilerek, bütünsel ve kesintisiz bir devrimci süreç sonucunda; kapitalist toplumun devrimci tarzda aşılmasıyla, işçilerin ve emekçilerin öz iktidarı olarak sosyalist demokrasinin ilan edilmesiyle ve son çözümlemede bölgesel ve enternasyonal çapta ulaşılabilir.
Tekellerin Türkiyesinden emekçilerin Türkiyesine giden yol, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle Kürt yoksullarının ittifakı, onların siyasal temsilcilerinin, erkek egemen sisteme karşı mücadele eden kadın hareketinin ve diğer özgürlük hareketlerinin, doğal çevrenin tahrip edilmesine karşı mücadele eden ekolojist hareketin, gençlik hareketlerinin, anti-militaristlerin, anti-kapitalistlerin, anti-emperyalistlerin, anti-faşistlerin işbirliği, ortak mücadelesi ve iktidarı ele almalarıyla açılabilir."
Görüldüğü gibi, bir yandan sosyalizme "bütünsel ve kesintisiz bir devrimci süreç sonucunda" ulaşmaktan söz eden SDP, diğer yandan bu yolun "Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle Kürt yoksullarının ittifakı"ndan, "onların siyasal temsilcilerinin" ortak mücadelesinden ve iktidarı ele almalarından söz etmektedir. Şüphesiz bu ittifak yeterli görülmediğinden, (kim oldukları kendilerinden menkul) feministlerden anti-militaristlere, anti-kapitalistlerden anti-emperyalistlere, anti-faşistlerden ekolojistlere kadar her kesim ("gökkuşağı ittifakı") SDP'de kendisine yer bulacağı söylenmektedir.
Böylece SDP, "Kürt yoksulları"nın "siyasal temsilcisi" olarak DEHAP'i gördüğünden (elbette yasal platformlarda) "Kürt hareketi ile stratejik ittifak" kararı alabilmektedir. Diğer yandan "ekolojist" oldukları için, A. Öcalan'ın "demokratik-ekolojik toplum projesi"yle de müttefiktirler. "Çağın temel çelişkisi" olarak "cins çelişkisi"ni gören ÖP'le de müttefik olabilmeleri için de hiçbir engel bulunmamaktadır.
3 Kasım öncesinde DEHAP'a "çatı partisi" önerisi getiren ve çatının kendileri olmasının "en iyisi olacağını" söyleyen SDP, bu kez DEHAP'ın SHP "çatısı" altında yerel seçimlere girme kararı alması karşısında "ciddi soru işaretleri" taşımaya başlamıştır (SDP sözcüsü M. Kahya'nın açıklaması).
Oysa her şey ne de güzel gitmekteydi. Marksizm-Leninizmin komünist toplumu tanımlayan "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre" şiarının yanına A. Öcalan'ın "demokratik-ekolojik toplum projesi"nden alınan "herşey insan için" "şiarı" ne de güzel uydurulmuştu. Cinsler ve uluslar arasındaki eşitsizliğe, doğal çevrenin yağmalanmasına birinci planda yer vererek ne de çok "demokratik-ekolojik toplum projesi"ne angaje olmuştu oysa ki. Ama DEHAP yerel seçimlere SHP "çatısı" altında girme kararı alarak tüm bu "gökkuşağı" güzelliğini bir anda "ciddi soru işaretleri"ne dönüştürmekte bir an bile tereddüt etmemişti. Ama ne gam! Demirel'in sözüyle, "demokrasilerde çare tükenmez"!
DEHAP'ın "sosyalist" SDP'nin "çatısı"na tercih ettiği SHP ise kendisini şöyle tanımlamaktadır:
"SHP kendisini, Türkiye'yi emperyalist işgalden, halkı hilafet ve saltanatın egemenliğinden kurtaran; çağdaş, onurlu ve tek coğrafyada birçok dilden, dinden, etnik kökenden, mezhepten insanı bir devlet yapısı içinde birleştirmeyi başaran tarihsel ve siyasal mirasın sahibi ve sürdürücüsü olarak görür. Toplumumuzu çağdaş uygarlıkların üzerine çıkarmayı hedefleyen Cumhuriyet Devrimleri ve kazanımlarını korumayı, sürdürmeyi ve geliştirmeyi öncelikli ve vazgeçilmez görevleri olarak kabul eder.
SHP'nin tarihsel kökeni Mustafa Kemal'in önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet ilke ve devrimlerinin aydınlığına dayanır. Siyasal kökümüzü, 'sol'un (tırnak kendilerine aittir-KC.) evrensel ve ulusal değerlerinde ve bu toprakların yetiştirdiği en büyük devrimci olan Mustafa Kemal'de görmekteyiz."
Böylece programatik olarak üniter devlet yapısını savunan, Mustafa Kemal'i "bu toprakların yetiştirdiği en büyük devrimci" olarak kutsayan SHP, DEHAP'ın "çatısı" olmuştur.
"Çatı" partisi SHP'ye göre, "sol ittifak" "herşeyin üstünde"dir. Her ne kadar Murat Karayalçın sayısal olarak "sol ittifak"ın "çatı partisi"nin CHP olması gerektiğini ilk günlerde söylemişse de, ne yazık ki (!) "sekter ve hizipçi"liği ile ünlü Deniz Baykal bunu kabul etmemiştir.
Ve yeniden başladığımız yere, yani "sol"un dayanılmaz ve bulunmaz seçim taktiklerine geri dönmüş bulunmaktayız.
Artık sahnede SHP "çatısı" altında "sol ittifak" vardır. Ama EMEP gibi kendisini daha "sol" ve "gerçek sol" kabul edenler bu "çatı"yı "içlerine sindirmekte" zorlanmaktadırlar. Hele hele SHP'nin İsmail Cem'li "rüya timi"nin Amerikan ve Doğan Holding destekli YTP'siyle yaptığı ittifak görüşmeleri işi daha da zorlaştırmaktadır.
15 Ocak 2004 tarihinde EMEP Genel Yönetim Kurulu açıklamasında bu zorluk şöyle tanımlanmıştır:
"Partimiz, partiler arasında sürdürülen güçbirliği ve ittifak çalışmalarını, bu anlayışa uygun sürdürmektedir. Bu nedenle, çatı partisi tartışmalarını doğru bulmuyoruz. Çatı partisi anlayışı, yerel düzeyde halkın birleşmesini zorlaştıran ve yerine partilerin birleşmesini ikame eden bir anlayıştır. Sosyal demokrasi anlayışı, unvanı ve çatısı altında, sosyal demokrat bir programla yerel seçimlere katılmanın, halkın örgütlenmesini, aydınlanmasını, kardeşleşmesini ve halkın iktidarının önünü açmasını sağlayacak, halk güçlerini bu yolda ilerletecek hiç bir özelliği ve dayanağı bulunmamaktadır." (abç)
Ama "demokrasilerde çare tükenmez"! Dolayısıyla EMEP de "demokrasi" içinde çare bulmuştur. Evrensel gazetesinde 27 Ocak tarihinde yayınlanan bir yazıda şöyle denilmektedir: "EMEP ve ÖDP üyesi belediye başkanı adaylarının olduğu bütün il ve ilçelerde güçbirliği yapan partiler seçimlere partilerinin ismiyle girecek. Elbette EMEP ve ÖDP'den girilen yerlerde belediye meclisi ve il genel meclisine güçbirliği yapmış partiler ve diğer demokrasi güçlerinden adaylar da bu partilerin listelerinden seçimlere katılacak. SHP'den girilecek yerlerde de EMEP ve ÖDP'li adaylar ve güçbirliği içindeki güçler SHP listelerinden seçime girecek"tir.
Sonuç olarak, EMEP, "Sosyal demokrasi anlayışı, unvanı ve çatısı altında, sosyal demokrat bir programla yerel seçimlere katılmanın, halkın örgütlenmesini, aydınlanmasını, kardeşleşmesini ve halkın iktidarının önünü açmasını sağlayacak, halk güçlerini bu yolda ilerletecek hiçbir özelliği ve dayanağı bulunma"dığından ne denli söz ederse etsin, SHP çatısı altında seçimlere girmekte sakınca görmemektedir. Ne de olsa kaybedilecek belediye başkanlığı yoktur, oysa kazanılacak koskocaman belde belediye başkanlığı vardır!
Ve tarihler 30 Ocak 2003'ü gösterdiğinde, SHP'yle seçimlere girilmesini "uygun bulmayanlar", "ciddi soru işaretleri" taşıyanlar hiçbir şey olmamış gibi ortalarına Murat Karayalçın'ı alarak bir masanın arkasına dizilip "Demokratik Güçbirliği" kurduklarını ilan etmişlerdir.
Tüm bu "sol"ların ve "sol" seçim taktiklerinin (isterseniz buna ayak oyunları da diyebilirsiniz) karşısında sol'un taktikleri ise, sözel olarak, "farklı"dır.
Her zaman olduğu gibi sol'un seçim taktikleri mevcut "sol" seçim taktiklerinin "eleştirisi" ile başlamaktadır.
Örneğin ESP (Ezilenlerin Sosyalist Platformu) SHP çatısı altında seçimlere girilmesini "ruhsuz ittifak" olarak tanımlayarak şöyle değerlendirmektedir:
"DEHAP'la SHP arasında 28 Mart Yerel seçimleri için yürütülen ittifak arayışlarının seyrine bakıldığında, eski pazarlığın kaldığı yerden sürdürüldüğüne tanık olmaktayız. İki parti, kendilerini 'Toplumsal Barış Projesi'ne adadıklarına, 'Tek Çatı, Ortak Program' görüşünde birleştiklerine ve 'Ortak Program Taslağı' hazırlamayı başardıklarına göre, demek ki SHP eski pazarlıktan eli boş dönmemiş ve bu arada dersini de iyi çalışmış! Kendi deyimiyle 'iflah olmaz ittifak arayışçısı' olan Karayalçın, 'muradına' ermiş görünüyor! Ne diyelim, şeytanı bol olsun!"[2*]
Bu bakış açısıyla Atılım çevresi, kendi deyişleriyle "marksist leninist komünistler", "seçim çalışmalarını kendi adayları etrafında yürüteceğini, ittifakların bugün itibariyle merkezi düzeyde olamayacağı fakat özgünlüğüne bağlı olarak yerel platformlarda gerçekleşebileceğini" söylemektedir. Onlara göre, "yerel seçimlerde temel amaç ezilenler ile düzen partileri arasındaki bağların koparılması"dır. "Bu görüş açısıyla", "SHP ve YTP gibi düzen partilerinin içinde yer aldığı birlikteliklerle ne merkezi ne de yerel düzeyde bir ittifakın söz konusu olduğunu" belirtmektedirler. Böylece Atılım çevresi, 3 Kasım seçimleri öncesinde kendilerine "ilk sıralarda iki kişilik" kontenjan verilmediği için dışında kaldığı "Emek, Barış ve Demokrasi Bloku"nun yerel versiyonu olan "Demokratik Güçbirliği"nin de dışında kalmaktadır. Ancak bu kez "temel amaç ezilenler ile düzen partileri arasındaki bağların koparılması" olduğundan, SHP gibi düzen partisi ile ezilenlerin bağlarını koparmak amacıyla propagandaya ağırlık vereceklermiş gibi görünmektedir. Doğal olarak SHP "çatısı" altında seçimlere giren "Demokratik Güçbirliği" ile ezilenlerin bağlarını koparmak da onların birinci vazifesi olmaktadır.
Sol'un yıllardır sürdürdüğü "boykot" tutumunun savunucularından olan Ekmek ve Adalet çevresi de, her sol gibi, "Yerel Seçimlere Devrimci Bakış"la seçim taktiğini açıklamıştır.
"Devrimciler için düzen içinde seçimlerin anlamı nedir?
Her seçim döneminde her devrimci, 'Seçimlerde ne yapacağız, neyi amaçlayacağız, halka ne yapmasını önereceğiz?' sorusunu sorar. Ancak bu temel soru doğru cevaplandıktan sonra seçimlere ilişkin öteki taktikler, çalışmalar doğru biçimlendirilebilir. İster genel seçim olsun, ister yerel seçim, temeldeki bakış açısı ve amaç değişmez."[3*]
Dolayısıyla Ekmek ve Adalet 28 Mart yerel seçimlerinde "ne yapacağına, neyi amaçlayacağına, halka ne yapmasını önereceğine" karar vermek durumunda olduğundan, "devrimci bakış"ı ortaya koymuştur:
"Devrimciler için yerel yönetimler temelindeki mücadelenin iki yanı vardır:
Bir; yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi mücadelesi. iki; yerel yönetimlere gelebildiğimiz koşullarda buraları demokratik bir mevzi olarak değerlendirme mücadelesi...
Böyle bir mevziyi kazandıktan sonra yapılması gerekenler şöyle özetlenebilir:
'Halka kendi sorunlarına sahip çıkma bilincini vermek... Bunu mümkün kılacak kurumlaşmalar yaratmak... Halkın söz, karar hakkını yerel yönetimlere yansıtmak ve buna uygun örgütlenmeler oluşturmak...'"[4*] (abç)
Sözün özü Ekmek ve Adalet, "halkı örgütleyerek, bilinçlendirerek devrimi gerçekleştirmek" amacıyla yerel seçimlere katılmaya ve bu "mevzileri" ele geçirmeye karar vermiştir. Elveda "boykot"!
Böylece sol'da rivayet muhtelif de olsa yerel seçimlere katılma (bırkaç istisna dışında) genel bir taktik olarak ortaya çıkmaktadır. Artık "boykot", "aktif boykot" vb. açıklamalar sol literatürden silinmiş görünmektedir. Küçük bir beldede, bir mahalle muhtarlığında seçim kazanmak sol'un ortak amacı haline gelmiştir.
Küçük de olsa kazanılacak bir ya da birkaç belde belediye başkanlığıyla yahut mahalle muhtarlığıyla "halkın kendi kendini yönetme" pratiği ve bu yolla bilinci oluşturulması seçimci sol'un hedefi olmuştur.
Artık sol, Ekmek ve Adalet'in ifadesiyle, "bir zamanlar solun belli kesimlerinin dediği gibi, yerel yönetimler aracılığıyla faşist devletin yanıbaşında halk iktidarının nüvelerini oluşturmak gibi boş hayaller kurmak"tan[5*] kurtulmuştur. Onların yeni hayali Porto Alegre olmaktır.
Böylece YSK tarafından yerel seçimlere katılma yeterliliğine sahip olduğu ilan edilen 22 partiden 11'i "sol" parti olarak tarih yazarken, sol da Porto Alegre hayalleriyle bir kaç muhtarlık kazanma peşine düşmüştür.
"Bundan bir yedi sekiz yıl öncesine kadar yasal zeminde yürüyen açık devrimci çalışmalara da oldukça şiddetli yönelen devlet ve devletin asker ve polis gücü bugün bunu yapmıyor. Yapmak bir yana, bugün bu alanları alabildiğine gevşetiyor da. Ama aynı askeri ve polisiye güç, gerillaya yönelik çok şiddetli ve yoğun operasyonlar düzenlerken, şehirlerde gelişen en ufak askeri eylemlerde ya da devrimci askeri güçlerin desteklenmesi girişimlerinde de aynı refleksi göstererek açık ve yasal alandaki devrimci çalışmaları da kapsayacak tarzda operasyonlar düzenleyebiliyor.
Burada operasyon özelinde hedeflenen başarıdan öte örtük bir şekilde başarısı hedeflenen politika üzerinde durmak istiyoruz. Devlet ve devletin askeri güçleri, devrimci çalışmaya bir 'kırmızı çizgi' ile sınır belirlemeye ve bu sınır ile halk kesimleri içerisinde sirayet eden çarpık bilinci bir bütün manipüle ederek pekiştirmeye çalışıyor. Nedir bu sınır? Devrimciliğin illegal ve silahlı olanı tehlike hattıdır; illegal bir zeminde silahlı bir devrimcilikle savaşçılığa soyunanı işkence, mahpus ve ölüm beklenmektedir!"[6*] (abç)
Böyle bir ortamda sola yönelen kuşakların alabildiğine legalize edilmesi, seçim taktiklerinin herşeyin önüne geçmesi fazlaca şaşırtıcı değildir. Porto Alegre hayalleriyle beslenen seçim taktiklerinin tarihsel zemini böylesine açıktır.
Solda yer alan ya da sola sempati duyan, bu gerçeklerin farkında olan, devrimin tek kurtuluş yolu olduğunu ve bunun ancak silahlı devrimci mücadele yoluyla gerçekleşebileceğini düşünenler yine de soracaklardır:
Hepsi açık ve anlaşılır şeylerdir, ancak seçim ortamına girildiğinde biz ne yapacağız? Ailelerden arkadaş çevresine kadar herkes seçimlerden, şu ya da bu partiye oy vermekten söz ederken hiçbir şey söylemeyip olayları seyretmekle mi yetineceğiz? Silahlı devrimci mücadelenin durağanlığı aşamadığı bir ortamda, AKP'nin adım adım yürüttüğü şeriatçı uygulamaları karşısında kaygı duyan ailelerin ya da çevrelerin "kime oy verelim?" sorularına kayıtsız mı kalalım? CHP'nin konumu açık, SHP'nin "çatısı" altında seçimlere giren "blok"un da devrimle, solla ilişkisi olmadığı da açık, ama yine de insanlar seçimleri konuşmakta, kime oy vereceklerini düşünmektedirler. Seçim öncesinde ne söylenirse söylensin, seçim sonuçları açıklandığında AKP'nin ya da bir başka sağ partinin seçimleri kazandığı görüldüğünde herkesin morali bozulmaktadır. Bu koşullarda "seçimler bir aldatmacadır" vs. türünden bildik ve beylik sözler söylemek sonucu değiştirmemektedir. Ortada gelişen bir silahlı devrimci mücadele olmadığına göre, yapılabilecek ne vardır ki? AKP'ye karşı oyları CHP'de toplamak ya da CHP'nin depolitizasyon faaliyetlerine karşı "blok"a oy vermek yahut "blok"un pragmatizmine karşı "yerel adayları desteklemek"te ne sakınca vardır? Zaten her durumda seçimlerin ve bu partilerin çıkar yol olmadığını, devrimin tek çıkış yolu olduğunu söylüyoruz. Bu "sol" ya da sol taktiklerin ikiyüzlülüğünü, yalana dayalı politik söylemlerini biliyoruz. Yapabileceğimiz tek şey, "hangi partiye oy vereyim" diye soranlara bir kaç şey söylemekten ibaret değil mi? Oy verilecek partinin adının CHP ya da SHP olması, yahut "bağımsız sosyalist aday" olması insanların ya da bizim hangi bilincimizi değiştirecek ki? Seçimleri "boykot" etmenin AKP'nin işini kolaylaştırmaktan başka bir anlamı olmayacak mıdır? vb. vb.
Evet, solda yer alan ya da sola sempati duyan herhangi bir kişinin böylesine pratik soruları ve düşünceleri her seçim ortamında sıkça ortaya çıkmaktadır. Bu sorular ve düşüncelerle, hemen herkes kendince daha "sol" gördüğü kesimlere oy verilmesi gerektiğini söyleyerek, bu pratik soruları yanıtlamaktadır. Seçimler hakkında, seçimlere katılan partiler hakkında, seçim taktikleri hakkında, sol adına yapılan ayak oyunları hakkında yazılan-söylenen herşeye rağmen bu pratik sorular varlığını sürdüregitmekte ve yanıtları da aynı biçimde ortaya çıkmaktadır.
Bizden beklenen ise, bu pratik sorulara pratik ve somut yanıtlar vermektir. Bu yanıtlar verilemediği sürece, söylenenlerin "güzel sözler" olmaktan öte bir değer taşımadığı düşünülmektedir. Bir başka deyişle, yapılan değerlendirmeler ne denli doğru olursa olsun, "proletaryanın günlük siyasetine pratik anlamda yön vermemektedir"!
Bu nedenle söylediklerimiz "soyuttur"!
Demokratik hak ve özgürlüklerin bulunmadığı, demokratik devrimin tamamlanmadığı, emperyalizme bağımlı bir ülkede devrim yapmanın tek yolu silahlı mücadeleden geçmektedir. Bu nedenlerle ve bu amaçla, gizliliği esas alan illegal bir politik-askeri örgütlenmenin geliştirilmesi ve faaliyeti temel devrimci görevdir.
Bunlar "somut" değil, "soyut"tur!
Legalizmin alabildiğine yaygınlık kazandığı, devrimci teorinin olabildiğine küçümsendiği ve bir yana bırakıldığı, kültür merkezlerinde kültürel aktivitelerde yer almanın başlı başına devrimcilik ölçütü haline getirildiği, dergi bürolarında oturanın ve dergi bürolarına gidenin "kadro" sayıldığı, sol yayın organlarının "gazete" ve çalışanlarının "basın emekçisi" kabul edildiği, sol yayınevlerinin şirketleştirildiği, kendilerine bağlı müzik guruplarıyla yapılan konserlerin birer propaganda ve ajitasyon faaliyeti gibi gösterildiği, sosyete pazarlarında işporta tezgahları açarak gelir sağlanıldığı, AİHM'den ya da AB fonlarından alınmış paralarla parti büroları kurulduğu... bir ortamda silahlı devrimci mücadeleden ve örgütlenmesinden söz etmek hiç de "pratik" olmamaktadır!
Böylesine "soyut", "pratik" olmayan çözümler yerine, devrimin yakın ya da olası bir gelecekte olabileceğine inanmayan insanlara daha güler yüzlü, anlayabilecekleri ve yapabilecekleri şeyleri söylemek "pratik" olmaktadır. Bu "pratik"lik karşısında, devrimci mücadeleyi her türlü amatörlükten uzak tutmak, devrimcileri profesyonel devrimci olmaya yöneltmek "abesle iştigal" görünmektedir!
Oysa ki, bu "pratik" ortamda, devrimci teoriye sıkı sıkıya bağlı kalmak, her türlü oportünist, pragmatist çarpıtmaya karşı çıkabilmek, yozlaşmaya, çürümeye, bozulmaya karşı ayakta durmak başlı başına devrimci bir eylemdir. Bu eylem içinde olanlar düşmanın her türlü saldırısına maruz kalmanın ötesinde, kendisine "sol" diyen kesimlerin saldırılarına, küçümsemelerine, alay etmelerine ve hatta ihbarcılığına da maruz kalacaklardır. Ama ülkenin ve dünyanın geleceği sadece onların varoluşlarına bağlıdır.
Seçimler üzerine, seçimlerde takınılacak "devrimci tutum" üzerine söylenecek fazlaca birşey yoktur. Bu ülkede 50 yılı aşkın süredir, geneliyle yereliyle, seçimler yapılmıştır, yapılmaktadır. Her seçim sonrasında bolca sözedildiği gibi, "halkın engin sağduyusu şaşmaz bir ölçü" olarak 50 yıldır seçim sonuçlarını belirlemektedir. Seçimler kimi zaman 4-5 yılda bir halkı kimin daha fazla sömüreceğine, sıranın kime geldiğine karar verme anı olsa da, halkın dikkatlerini başka yönlere çekmenin, boş beklentiler içine sokmanın aracı da olmuştur. Ve her zaman sol, seçim kararları karşısında nasıl bir taktik izleyeceği, ne yapacağı tartışmaları içinde, sistemli ve planlı faaliyetlerini (eğer varsa) kesintiye uğratmak durumunda kalmıştır.
Bugün 28 Mart yerel seçimleri sonucunda, şu ya da bu "sol" ya da sol bir partinin yahut "blok"un kazanacağı birkaç az ya da fazla belediye başkanlığının ya da muhtarlığın hiçbir şeyi değiştirmeyeceği, kendisini solcu ya da devrimci kabul eden herkesin bildiği gerçeklerdir. Seçim sath-ı mailinde dağıtılacak birkaç bin sol bildiri, asılmış afişlerin; birkaç on ya da yüz kişiyle cemevlerinde ya da "kültür merkezlerinde" yapılan toplantıların; bir masanın etrafına oturmuş üç-beş kişiyle yapılan "basın açıklamaları"nın, birkaç on kişinin iş yapıyor görüntüsünden başka anlamı olmadığı da açıktır.
Herkes bilmek durumundadır ki, tüm seçimlerde olduğu gibi, 28 Mart yerel seçimlerinde de, sonuçlar sadece psikolojiktir. Sağ partiler karşısında "sol" partilerin aldığı her fazla oy insanların moralini etkilemekten başka bir sonuca sahip değildir. "Sol" ya da sol adına açıklanan seçim taktiklerine rağmen, 28 Mart gece yarısından sonra AKP karşısında CHP'nin aldığı oyları izlemek durumunda kalacak olanların görüntüsü, ister trajik bulunsun, ister komik bulunsun, ülkenin gerçeği olarak varolacaktır. 29 Mart günü AKP'nin yerel yönetimleri "silip götürdüğü" haberleri karşısında, kendi aldıkları üç-beş oyun ya da "blok"un oylarının birkaç yüzbin artmış olmasının (kendileri başta olmak üzere) kimseyi ilgilendirmediğini gördüklerinde şaşıranlar, şeriatçıların daha da pervasızlaşacağı tahlilleri yapanlar, "sol" ve soldaki dayanılmaz ve bulunmaz seçim taktiklerinin sahipleri olacaktır.
Devrimcilerin yapması gereken, siyasi gerçekleri açıklama kampanyalarını örgütleyerek kendi devrimci çizgilerinin gereklerini yerine getirmekten ibarettir. Karşı karşıya oldukları tek sorun, bu siyasi gerçekleri açıklama kampanyasını nasıl ve hangi mücadele biçimlerini temel alarak yürütecekleri sorunudur.
Sol adına seçimlerde nasıl bir taktik izleneceği üzerine anlamsız ve boş konuşmalar yapmak yerine, Lenin'in "Ne Yapmalı?" kitabını bir kez daha okumak çok daha etkili bir mücadele yolu olacaktır.
Gerisi?
"Segui il tuo corso, e lascia dir le genti"
"Sen kendi yolunda yürü, bırak ne derlerse desinler!" [7*]
Dipnotlar
[1*] Murat Karayalçın ve ekibinin SHP'si "Sosyal-Demokrat Halk Partisi"dir. Erdal İnönü'nun başkanlığını yaptığı eski SHP ise "Sosyal-Demokrat Halkçı Parti" dir.
[2*] Yeni Atılım, "Ruh'suz ittifak", Sayı: 69, 24 Ocak 2004.
[3*] Ekmek ve Adalet, Sayı: 93, 11 Ocak 2004.
[4*] Ekmek ve Adalet, Sayı: 93, 11 Ocak 2004.
[5*] Ekmek ve Adalet, Sayı: 93, 11 Ocak 2004.
[6*] Devrimci Demokrasi, "Neden Devrimci Savaş? Ve Neden Devrimci Savaşçı?", Sayı: 29, 16-30 Kasım 2003.
[7*] Dante, İlâhi Komedya.