KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1994
DEP'lilerin "Dokunulmazlığı"
ve
"Sol"da Seçim "Taktik"lerinin İflası
"Marks, özellikle, koşulların devrim için uygun olmadığı durumlarda, burjuva parlamenterizmi 'ahır'ından yararlanmaktaki yetersizliği yüzünden, anarşizmle arayı iyice açmış; ama aynı zamanda, parlamenterizmin gerçekten proleter ve devrimci bir eleştirisini yapmayı da bilmişti.
Belirli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine, dönem dönem karar vermek: yalnızca anayasal parlamenter krallıklarda değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamenterizminin gerçek özü budur." (abç) [1*]
Lenin
Mart ayına, yoğunlaşan seçim gösterileri arasında girildi. Hemen hemen tüm yayınlar seçimler üzerineydi. Bu ortamda kendine özgü politikayı bir türlü yerleştiremiyen DEP'in seçimlerden çekilmesi gündeme geldi. DEP, Genel Merkezi'ne yönelik bombalı saldırı koşullarında yaptığı toplantıdan "seçimlerden çekilme" kararı ile çıkarken, neyi nasıl yapacağını bilememenin açmazları içindeydi. Tek başına "seçimlerden çekilme" kararı almanın anlamsızlığını bilen DEP yönetimi, bunun "klâsik" bir boykot mu, yoksa "başka" birşey mi olduğuna daha sonraki günlerde "karar vermek" üzereyken Hasan Mezarcı'nın "bombası" patladı.
Daha düne kadar RP tarafından bile "MİT ajanı" olduğu söylenen Hasan Mezarcı'nın "parlamenter provokasyonu" ortalığı karıştırdı. Hemen hemen yerel seçimler unutulmuş ve herkes birşeylerin peşinde koşar olmuştu. İşte tam bu hava içinde oligarşinin, DEP milletvekillerinin "dokunulmazlığı"nı kaldırması gündeme geldi. Daha önceden Komisyonlardan geçirilmiş "dokunulmazlığın kaldırılması" kararları TBMM'den hızla çıkartıldı. Resmi Gazete'nin bile hızına yetişemediği bu hızla 6 DEP milletvekili apar-topar gözaltına alındılar. İlk anda "dokunulmazlığı" kaldırılan H. Dicle ile O. Doğan'nın gözaltına alınması üzerine, diğer DEP'liler (ve M. Alınak) geceyi TBMM' de geçirerek "uluslararası demokrasi güçlerini" harekete geçirmeye çalıştılar. Ve sonuçta TBMM'den çıkışlarında oligarşinin polisi tarafından gözaltına alındılar.
Hemen hemen tüm Türkiye halkının neredeye soluklarını kesercesine izlediği bu olay sonrasında DEP'in "seçimden çekilme" kararını bir boykota dönüştürmesi, Mart başlarına kadar seçimlere katılınmamasını savunanlara kulak asmayan "sol" destekcilerini ve bunun dışındaki oportünistleri "radikalizme" yöneltmede etkili olamadıysa da, PKK'nın "seçimleri yaptırtmayacağız" açıklaması, birbiri ardına "radikal" "boykot" kararlarının alınmasını sağladı. Ve bu durumda hiçbiri "ne yapıyorduk, ne oldu?" diye kendilerine tek soru sormadan bu kararlarını ilan ederken, bol bol "burjuva parlamentosu" üzerine yazılar döşenmekten de kendilerini alamadılar.
DEP'in kendi mantığı içinde ve kendi varlık koşullarında seçimlerden çekilmesi için ortaya koyduğu gerekçeler, oligarşinin basın-yayın organlarında "zorlama gerekçe" olarak ilan edildiğinde, DEP gerekçelerini savunmakta oldukça zorlanırken, DEP'li milletvekillerinin "dokunulmazlık"larının kaldırılmasıyla uygun bir gerekçe ortaya çıkmıştı. Ama bu durumda da, gerek DEP, gerek oportünistler "kendi" gerekçelerinin anlamsız ve "yapay" olduğunu gizlemeye özen gösterdiler. Ama DEP milletvekillerinin tutuklanmasıyla birlikte, "bu düzenden ne bekleniyordu yani" türünden açıklamaları yayınlamakta da hiç sakınca görmediler.
Buna örnek olarak, 22 Mart 1994 günü Özgür Gündem'de yayınlanan SİP, Direniş, Barikat, Odak, Devrim, Komal, Sterka Rızgari, Özgür Gündem, Devrimci Mücadele, Ekimler, Özgür Halk, İktidar, Gelenek ve bir dizi imzayı içeren ilan verilebilinir.
"Emekçi Halkımıza
Ciddi bir kriz yaşayan Türkiye kapitalizmi 27 Mart'ı tüm emekçilere ve Kürt ulusuna karşı bir saldırı olarak kullanmaktadır.
Bu seçimlerin gündeminde işçi sınıfı ve emekçilerin insanca yaşama ve iş hakkı, örgütlenme hakkı yoktur.
Bu seçimlerin gündeminde kamu emekçilerinin grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı yoktur.
Bu seçimlerin gündeminde Kürt ulusunun kurtuluş mücadelesi yoktur.27 Mart seçimlerinde halkımızdan oy isteyecek olan düzen partileri tüm bu konularda yekvücut davranmaktadır. Seçime adeta tek bir parti olarak giriyorlar. Saldırıya uğrayan, haklarını kullanmaları fiilen, zorla engellenen özgürlük güçlerinin seçimlerde seslerini duyuramamaları için düzenin tüm kurumları birlikte davranmaktadır. DEP'e yönelik uygulamalarla da bir kez daha kanıtlanan, 27 Mart seçimlerinin gayrımeşru olduğudur. Burjuvazi 27 Mart'ta krizinin faturasını emekçi sınıflara ve Kürt ulusuna çıkartmak istiyor.Kürt halkını yalnız bırakmayın. 27 Mart'ta düzen güçleri sandıklarıyla yalnız bırakılmalı, gayrımeşru seçim oyunu reddedilmelidir.
İŞÇİLERDEN, EMEKÇİLERDEN VE KÜRT HALKINDAN OY YOK!"
Bu ilanın, Türkiye'nin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısını ve de sınıfsal oluşumunu revizyonizmin geleneksel bakış açısıyla ele alışını, köylü kitlelerini dışlamasını, Kürt ulusunun sınıfsal farklılaşmasını yok saymasını bir yana bıraksak bile (ki bizce seçimler konusundaki "taktik"lerinden çok daha önemlidir), daha Şubat ayında seçimlerde DEP'i destekleme beyanlarıyla söylediklerini bir yana bırakmak olanaksızdır. "DEP'e yönelik uygulamalarla da bir kez daha kanıtlanan" bir gerçekten söz edebildiklerine göre, daha önce seçimlere katılma kararlarının ne anlama geldiği sorgulanmalıdır. Aynı dergilerin ikinci kez verdikleri aşağıdaki ilan ise, daha düne kadar seçimlere katılmayı savunurken ülke sorunlarına ne denli kayıtsız kalabildiklerinin bir itirafı gibidir.
Bu türden tutarsızlıklar, sadece revizyonistleri kapsamamaktadır. Kendilerini (ve kendilerine yakın gördükleri bir-iki örgütü) "komünist" olarak ilan eden "Emeğin Bayrağı", 10 Şubat 1994 tarihli sayısında şöyle bir belirleme yapmaktaydı:
"... DEP'in seçimlere katılıp katılmayacağı tam bir kesinlik kazanmış da değil. Faşist diktatörlük, DEP'in katılmasını tamamen önleyebilir ya da baskı, engelleme ve katliamlarla bütünüyle kendi politikasına hizmet edecek şekle sokabilir. Böyle bir durumun DEP'i aktif ya da pasif boykota zorlayacağı açıktır ve hesaba katılması gerekir...
Komünistler istisnasız her koşul altında proleter sınıf çizgisinin bağımsızlığını savunmak zorundadır. DEP'in öngördüğü dayatmanın kabulü komünist güçlerin DEP şemsiyesi altında seçim mücadelesi yürütmeleri, burjuva milliyetçiliği hakkında hayaller yayacağı için kabul edilemez.
Komünistlerin bugün DEP'e oy verilmemesi için özel bir ajitasyon çalışması yürütmeleri beklenemez. Hatta DEP'le karşı karşıya gelmemek bakımından seçim anlaşmalarının yapılabilmesi de olanaklıdır. Ama genel olarak, DEP'in desteklenmesi veya seçimlerde siyasal çalışmaların DEP şemsiyesi altında yürütülmesi benimsenemez. Her koşul altında proleter sınıf politikasının bağımsızlığı korunmak zorundadır." [2*]
Emeğin Bayrağı"nın bu belirlemeleri, aynı zamanda "kendileri"nin "bağımsız devrimci ya da sosyalist adaylar gösterilmesi" yoluyla "seçimlere katılma" politikasını içermektedir. Ama tarihler DEP'in ve PKK'nin "aktif ya da pasif boykot"una geldiğinde, "komünistler istisnasız her koşul altında" savunmak "zorunda" olduğu gerçekleri, Kürdistan'da uygulamak zorunluluğu olmadığını düşündüklerinden, DEP'in boykot kararını "haklı ve meşru" bulduklarını ilan etmekten ve buna bağlı olarak buralara boykot yapılmasını desteklemekten de geri kalmamışlardır.
Hemen hemen benzer bir durum DS'de de görülmektedir. Uzun yıllar ülkemizde devrim durumunun sürekliliğine bağlı kalarak seçimlerin boykot edilmesi yönünde tavır gösteren DS, son yıllarda bu tavrını, "bağımsız adaylar gösterme ya da ilerici, yurtsever, demokrat, devrimci adayları destekleme"ye dönüştürmüştü. Bunun bir sonucu olarak da, 27 Mart yerel seçimlerine „destekledikleri adaylar"la katılma yönünde tutum aldılar. Ülkede faşizm sürekli mevcut olduğunu sık sık yinelemelerine ve "her şeyi MGK'nin belirliyor olması"ndan söz etmelerine karşın "seçimlere katılma" kararını, "halka, halkın örgütlenmesi ve kendini nasıl yönetmesi gerektiğini anlatmak" şeklinde gerekçelendiriyorlardı. Ama Mart ayında yeniden „boykot" politikasına dönerken bu gerekçeleri bir yana bırakıp şöyle yazmaktadırlar:
"Generallerin seçim dayatmasında, herhangi bir partiye, bireye destek vermek, bağımsız aday çıkartmak, generallerin seçim politikasına güç vermek anlamına gelecektir.
Örgüt olarak desteklediğimiz adaylar dahil, yurtsever, demokrat, ilerici, devrimci olduğunu iddia eden tüm adaylar seçimden çekilip, generalleri kendi tercihleriyle baş başa bırakmalıdır." [3*]
Sürekli milli krizin bulunduğu bir ülkede, devrim durumunun sürekli mevcudiyeti koşullarında "seçimlere katılmayı" bir çizgi haline getiren revizyonistler ve oportünistlerin bu açık çelişkisi, salt bir "tutarsızlık" ya da "taktik eksiklik" türünden değerlendirilemez. Daha DEP'in, Mart başına kadar seçimlerde büyük başarı kazanacaklarına ilişkin büyük iddiaları bile unutulmamışken, düzen partilerinin popülizminin kuyruğuna takılarak "vitrin adayları" belirlemişken ortaya çıkan gelişmeleri abartmak oportünizmin ekmeğine yağ sürmekten başka anlama gelmeyecektir.
Evet, gerek legal bir parti olarak DEP'e, gerekse parlamenter "dokunulmazlığa" sahip DEP milletvekillerine yapılanlar, bu ülkede demokratik hak ve özgürlüklerin varlığından söz edilemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Böyle bir gelişmenin oligarşinin niteliğini teşhir etmede, bunu kitlelere göstermede somut bir örnek oluşturacağı açıktır. Üstelik düşüncesi ve pratiği ne olursa olsun, legal, düzenin kendi yasallığına uyan bir siyasal partiye yönelik her türden zor uygulamalarının kabul edilebilmesi de olanaksızdır. Kitlelerin bu türden baskılara ve zor uygulamalarına karşı çıkmalarını sağlamak ve bu yöndeki hareketleri desteklemek gereklidir. Ancak oligarşinin baskı ve zor uygulamalarına karşı çıkmak ile oportünist, pragmatist sapmalara karşı kitleleri uyarmak birbirine karıştırılmamalıdır. Birincisi politik mücadelenin konusu olup, politik mücadele araçlarıyla ele alınmak durumundadır; ikincisi ise, ideolojik bir sorundur ve ideolojik mücadelenin konusu olmak durumundadır.
Aynı şekilde "seçim bombaları" [4*] ile seçimleri "yaptırtmamak" bir politik tercihtir; ama bu tercihi devrimci bir politika ya da devrimci silahlı mücadelenin bir "uzantısı" gibi sunmak ideolojik bir saptırmadır. Daha düne kadar, bizleri, THKP-C'yi, "maceracılık"la, "anarşizm"le, "terörizm"le suçlayanların bu konuda söyleyecek hiçbir sözleri yoktur.
Hangi siyasal görüş tarafından etkilenmiş olurlarsa olsunlar halk kitlelerinin katıldığı mitinglerin "seçim bombaları"na hedef edilmesi ya da gösterilmesi, kitlelerde yaratacağı içgüdüsel tepki yanında devrimci silahlı mücadelenin bir biçimi olan bombalama eylemlerini de etkisizleştireceği gözden kaçırılmamalıdır. Düzenin pek çok olanağını kullanabilen kesimlerin bu konudaki her olumsuz tutumu, asıl olarak devrimci silahlı mücadelenin geliştirilmesi yönündeki devrimci faaliyetlerin ritmi üzerinde sonuçlar doğuracaktır. Hiçbir siyasal varlığın ya da örgütün kendi kısa vadeli veya pragmatik çıkarları için, devrimci silahlı mücadelenin araçları tüketilmemelidir, etkisizleştirilmemelidir. Bu konuda 1958-64 Arjantin deneyimi yeterince açıktır.
Mart ayı içindeki olayların ortaya koyduğu diğer bir gerçek de, ülkemiz solunda revizyonist ve oportünist politikaların kendileri için sürekli yeni alanlar ve mevziler bulabildiğidir. Kürt ulusal hareketinin kendi içindeki evrimini görmezlikten gelerek, bu hareketin dinamiklerinden yararlanmayı bir "fırsat" bilen oportünist ve revizyonistlerin kervanına Troçkistlerin de DEP politikalarıyla katılmaları, bu gelişmenin nerelere kadar uzanabildiğini açıkça göstermektedir. Kendi adı için "Demokrasi" yi layık gören bir partinin ne yaptığı belki önemli olmayabilir. Ancak Marksizm adına hareket ettiğini söyleyenlerin, yalın bir burjuva demokrasisi istemlerini kitlelere benimsetmeye çalışmaları sessizce geçiştirilecek bir durum değildir.
Her Marksist-Leninistin bildiği bir gerçeği, yani demokrasiyi, Lenin, "Devlet ve İhtilâl"de şöyle tanımlamaktadır:
"Demokrasi, azınlığın çoğunluğa boyun eğmesini kabul eden, tanıyan bir devlettir; başka bir deyişle, demokrasi, bir sınıf tarafından bir başka sınıfa, nüfusun bir bölümü tarafından nüfusun bir başka bölümüne karşı, sistemli zor uygulamasını sağlamaya yarayan bir örgüttür." [5*]
Burjuva koşullarında demokrasinin bu Marksist-Leninist tanımı, aynı zamanda bu siyasal yönetim altında bile sosyalizm mücadelesinin burjuvazinin zoruna, şiddetine karşı bir mücadele olduğunu ortaya koyar. "En demokratik cumhuriyette bile", demokratik "devlet" ezilen ve sömürülen sınıfların karşısında "sistemli zor uygulaması" ile çıkar. Bu nedenle "demokratik T.C."nin zor uygulamalarını milletvekili "dokunulmazlığı" söz konusu olduğunda anımsamak "parlamenter budalalıktır".
Bu gerçeğe rağmen, salt ve soyut "demokrasi" istemi ve propagandasının burjuvaziye hizmet olduğu unutturulmaya çalışılmıştır. Bir burjuva ya da küçük-burjuva ulusal hareketin bu konuda herhangi bir sorunu olmayacağı, olamayacağı açıktır. Sorun, proletaryanın ve devrimci müttefiklerinin sorunudur. Onlar, yalın ve soyut bir "demokrasi"yi değil, halk demokrasisini ve sosyalizmi hedeflerler. Ülkemizde "burjuva anlamda bile demokratik hak ve özgürlüklerin" bile olmaması, "burjuva demokrasisi"ni hedeflemek anlamına gelemeyeceği bilinmelidir. Engels'in "saf demokrasi" istemi olarak tanımladığı gerici durum, her zaman proletarya ve müttefiklerinin devrimci mücadelesini engellemeyi amaçlar. Ülkemizde bunun revizyonistler ve oportünistler tarafından niteliği belirsiz bir "demokrasi" istemi olarak sunulması, benzer sonuçlara sahiptir.
Tüm bunların yanında, 27 Mart seçimlerinin yerel seçimler olması gerçeğinin, 1989 yerel seçimlerinde DYP ve SHP'nin "taktik"leriyle T. Özal'a karşı bir "referanduma" dönüştürülmesi olgusundan başka birşey göremeyenler ve bunu kendi politikaları için bir çıkış noktası olarak görenler, Demirel'in kişiliğinde simgeleşen "burjuva demagogluğu"nu "ilerici" ya da "sosyalist" politika gibi yutturmaya kalkmaları da diğer bir açmaz olmuştur. "Düşmanı kendi silahı ile vurmak" adı altında pragmatik politikalar için bir gerekçe bulunsa bile, sosyalizm adını teleffuz ederek oligarşinin demagoglarıyla demagoji yarışına girmek sadece budalalık değil, aynı zamanda sosyalizme ihanettir.
İşte tüm bu çarpıklıklarıyla, çarpıtmalarıyla, tutarsızlıklarıyla, saptırmalarıyla 27 Mart Yerel Seçimler öncesinde ortaya çıkan "sol" politikaların iflası, oligarşinin seçim politikalarına teslimiyetin ifadesi olmuştur. Düzen partilerinin yerel seçimler öncesinde kamuoyuna yansıyan rüşvet, suistimal, yolsuzluk olaylarıyla büyük bir bunalıma girdikleri bir evrede, son haftalara kadar seçimlere katılma yönünde tavırlar sergilenmesi, aynı zamanda bu rüşvet, yolsuzluk vb. olayların unutturulmasına hizmet etmiştir. Seçimlerin son haftasına girildiğinde bile, hâlâ birbirleri hakkındaki her türden "dosya"yı açıklamayı sürdüren düzen partilerinin sunduğu malzemeyi kullanmayı, kendilerinin seçimlere katılmasıyla sınırlı gören anlayışlar oligarşinin değirmenine su taşımıştır.
"Biz diyoruz ki, 27 Mart yerel seçimlerinde, gerçek bir seçim ortamı bulunmamaktadır. Bu sadece ülkede demokratik hak ve özgürlüklerin bulunmamasından değil, aynı zamanda yerel yönetimlerin halk kitleleri gözünde bir 'rüşvet', 'serserilik' yeri olarak görülmesindendir. Bu bağlamda, her sol kesim ve devrimci unsur, belediyelerdeki her türlü yozlaşmayı teşhir etmelidir Bu teşhir, belediyelerin yıllardır düzenin sağ partileri tarafından nasıl talan edildiği, yozlaştırıldığı temelinden yola çıkarak, sol görünüm altında 'sol' adına yapılan tüm pisliklerin teşhiri olmalıdır. Bunun için seçimlere yasal olarak girme durumunda olmak hiçbir şey ifade etmeyecektir. Sorun seçimler değil, bu gerçeklerin teşhiridir."[6*]
Dipnotlar
[1*] Lenin: Devlet ve İhtilâl, s: 63
[2*] Emeğin Bayrağı, Sayı: 108, 10 Şubat 1994
[3*] Mücadele, Sayı: 88, 12 Mart 1994
[4*] Bu ifadeler, her zaman olduğu gibi, Özgür Gündem manşetlerinde yer almaktadır.
[5*] Lenin: Devlet ve İhtilâl, s: 109
[6*] Kurtuluş Cephesi, Sayı: 17, s: 11, Ocak-Şubat 1994