KURTULUŞ CEPHESİ - Ocak-Şubat 1999
Seçim
Sath-ı Mahaline
Girilince
TBMM'nin CHP'nin zorlamalarıyla 18 Nisan 1999'da genel ve yerel seçimlerin birlikte yapılması kararını almasıyla birlikte zaman, eski deyimle seçim sathı mahalli, yeni seçim havası ve ortamında geçmeye başlamıştır. 18 Nisan'a yaklaşıldıkça, "seçim havası" daha da yoğunlaşmakta ve hemen herşey seçime "endekslenmekte"dir. Ve Ocak sonunda oy pusulalarında "siyasi partiler"in yerlerinin belirlenmesi ve aday listelerinin Yüksek Seçim Kurulu'na bildirim süresinin başlamasıyla birlikte, bu ortam daha da yoğunlaşmaya başlamıştır. Şubat ayı sonunda adayların kesin listelerinin açıklanmasıyla birlikte, "seçim havası"nın hemen her yerde egemen olacağı daha şimdiden görünmektedir.
Şüphesiz, böyle bir "ortam", her genel seçim öncesinde, hemen her ülkede yaşanılan geleneksel bir durumu yansıtmaktadır. Dört yılda bir yapılan, geniş halk kitlelerinin kendilerini dört yıl daha ezecek, sömürecek, baskı altında tutacak düzenin kimler aracılığıyla ve nasıl sürdürüleceğine karar vermek durumunda kaldığı seçimler, her şeye karşın, geniş halk kitlelerinin mevcut düzen sınırları içinde "siyasete bulaştıkları", "siyaset" yaptıkları bir ortam oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda, düzen partileri, egemen sınıfların "siyasal temsilcileri" olarak, temsil ettikleri kesimlerin çıkarlarını azami ölçüde gerçekleştirebilmek amacıyla, seçimlerden "en kârlı parti" olarak çıkma yarışına girmektedirler. Böyle bir "yarış"ta "en kârlı" olabilmek için, tüm düzen politikacıları ve onların siyasal partileri, temsil ettikleri sömürücü sınıfların çıkarlarını, tüm halkın çıkarı gibi sunabilmek ve bunu halk kitlelerine kabul ettirebilmek için her yolu, aracı ve söylemi kullanmak durumundadırlar. Böylece "seçim yarışı", her türden karalama, suçlama, iddia ve vaadlerle dolu konuşmaların yapıldığı bir ortamda gerçekleşmektedir. 18 Nisan seçimlerinin de aynı biçimde gerçekleşeceği kesindir.
Egemen sınıfların kendi içindeki çelişkilerinin düzeyi, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımlar, kaçınılmaz olarak, yapılacak seçimlerin önemini belirleyen durumlar yaratabilmektedir. Ama her durumda, seçimlerin "önemli" sonuçlar doğuracağına ilişkin beklentiler ne denli yoğun olursa olsun, geniş halk kitlelerinin seçim ortamında içine girdikleri siyasal ilişkiler, hiç bir biçimde, ülkenin siyasal yapısını değiştirecek sonuçlar ortaya çıkartmak durumunda olmamaktadır. Uzun yıllardır yapılan genel ve yerel seçimler, her zaman benzer biçimde gerçekleşip, benzer sonuçlar doğurmasına rağmen, halk kitlelerinde birşeylerin değişebileceği "umudu" oluşturabildiği oranda, mevcut düzenin göreli bir soluk alışını sağlayarak, mevcut çelişkilerin göreceli bir yumuşamasına neden olmaktadır. Tekil düzeyde, hemen tüm halk, seçimlerin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilmek durumunda olsalar da, seçimlerin ortaya çıkardığı bu "umut", değişik zamanlarda seçim oyununun oynanması için önemli bir neden olarak ortaya çıkmaktadır.
Seçimlerin bir "aldatmaca" olduğu, seçim döneminde verilen "sözlerin" seçimlerden sonra "tutulmayacağı" biline biline gerçekleşen bu sonuç, aynı zamanda kendisini "sol" olarak tanımlayan her kesimin üzerinde anlaştığı bir temel olgu durumundadır. Ancak, bu sonucun ortadan kaldırılması gerekliliği düşüncesi, "sol"da ortak bir temel ortaya çıkartamamaktadır. Revizyonistlerin ve oportünistlerin —ki bunlar bir bütün olarak legalizmi savunan ya da "fırsatlardan yararlanma" adı altında legalizmi öne çıkartan kesimlerdir— seçimler karşısındaki tutumları, her zaman olduğu gibi, seçimlere katılarak, seçimlerin ortaya çıkardığı propaganda olanaklarını kullanarak, hem "kendilerini" kitlelere anlatabileceklerini, hem de seçimlerin "niteliğini" sergileyebileceklerini savunmak temelinde olmaktadır. Ülkemizde 1965 genel seçimlerinden bugüne kadar yapılmış her seçime katılan ve her seçim öncesinde aynı tezleri savunan revizyonistler ve oportünistler, tüm geçen zaman içinde mevcut düzenin neden "teşhir" edilemediğini, aldıkları oyların neden sayılamayacak kadar önemsiz olduğunu açıklayabilecek durumda değillerse de, seçimlere katılma yönündeki tutumlarının çok fazla da yadırganmadığı ortadadır. Neredeyse, "onlar revizyonist ve oportünisttirler", öyleyse "yaparlar" anlayışı, mevcut düzenin belli aralıklarla seçimleri gerçekleştirmesi kadar yadırganmayan bir anlayış durumuna gelmiştir.
"Dar kapsamlı seçim çekişmeleri; şurada burada seçimi kazananların başarıları; iki milletvekili, bir senatör, dört belediye başkanı, halkın üzerine ateş açılarak dağıtılan büyük çapta bir gösteri; bir öncekine göre bir iki oy farkıyla kaybedilen yeni bir seçim; kazanılan bir grev, kaybedilen on grev; bir adım ileri, on adım geri; belli bir kesimde zafer, bir diğerinde on kez bozgun... Sonra birdenbire oyunun kuralları değişir, herşeye yeniden başlamak gerekir.
Bu tutum neden ileri geliyor? Halk enerjisini neden hep böyle boşuna harcıyor? Bunun tek nedeni var: Bazı Amerika ülkelerinde ilerici güçler taktik hedefler ile stratejik hedefleri korkunç bir şekilde birbirine karıştırıyorlar, küçük taktik sorunlarda büyük stratejik hedefler görmek istemişlerdir. Bu önemsiz saldırı mevzilerini ve elde edilen küçük kazançları, sınıf düşmanının temel hedefleri olarak göstermeyi bilen gericiliğin akıllıca davrandığını kabul etmeliyiz.
Böylesine büyük hatalar işlenen ülkelerde, halk hiçbir değeri olmayan eylemler için son derece büyük fedakarlıklar pahasına her yıl alaylarını seferber eder. Bunlar düşman topçusunun ateşine maruz kalan geçici mevzilerdir.
Bu mevzilerin adı, parlamentodur, kanuniliktir, yasal ekonomik grevdir, ücret artışıdır, burjuva anayasasıdır, bir halk kahramanının serbest bırakılmasıdır... Ve işin en kötü tarafı şudur ki, bu mevzileri elde etmek için bile, burjuva devletinin oyun kurallarını kabul etmek ve bu tehlikeli siyasal oyuna katılmak iznini alabilmek için de uslu ve aklı başında insanlar olduğumuzu, hiçbir tehlike arz etmediğimizi; örneğin kışlalara ve trenlere saldırmak, köprüleri uçurmak, katilleri ve işkence uzmanlarını cezalandırmak, dağlara çıkıp ayaklanmak ya da yumruklarımızı sert ve kararlı bir biçimde kaldırarak, Amerika'ya son kurtuluş mücadelesinin kesin müjdesini vermek gibi tehlikeli işlerle bir alış-verişimizin olmadığını ispat etmek lazımdır." (Che Guevara)
Evet, Che'nin açık biçimde dile getirdiği gibi, mevcut düzenin sınırları içinde ve onun kendi "yasallığı" çerçevesinde yapılan her faaliyet, halk kitlelerinin aldatılmasına ve güçlerinin tüketilmesine yolaçmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Ama yine de, revizyonistler ve oportünistler, ve de onların etraflarında örgütlemeyi başardıkları insanlar, aynı yönde aynı tutumlarını sürdürmekte ısrar etmektedirler.
Revizyonistlerin ve oportünistlerin seçimler karşısında sergiledikleri tutumlar, gerçekleşen sonuçlarla karşılaştırıldığında, sadece zamanın, güçlerin boşa harcanmasıyla sınırlı etki yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda, geniş halk kitlelerinin mevcut düzene karşı düşüncelerini, bilinçlerini ve kendiliğinden tepkilerini de bozmakta, çarpıtmaktadır.
Her genel ya da yerel seçim öncesinde "sol"da ortaya çıkan "katılım" anlayışları, herşeyden önce ("işin en kötü tarafı"), Che'nin açık biçimde belirttiği gibi, "bu mevzileri elde etmek için bile, burjuva devletin oyun kurallarını kabul etmek ve bu tehlikeli siyasal oyuna katılmak iznini alabilmek için de uslu ve aklı başında insanlar olduklarını", silahlı mücadele gibi "tehlikeli işlerle bir alış-verişlerinin olmadığını ispat etmek" durumundadırlar. İşte bu "ispat"tır ki, seçim ortamlarının dışında mevcut düzenin "yıkılması" yönünde yapılan her türden propagandayı ve faaliyeti etkisizleştirmektedir.
Kendisini şu ya da bu oranda "sol"da sayan, ya da devrimci olduğunu söyleyen hemen herkesin azçok bildiği bu gerçekler, her seçim öncesinde ve seçim ortamında devrimciler tarafından açıkça ortaya konulan gerçeklerdir. Ancak aradan geçen zamana karşın, bu sözler salt propagandif nitelikte kalmaktadır. Bunun nedeni de, kendisini revizyonizmden ve reformizmden ayrı tutan değişik sol örgütlenmelerin, seçimler karşısında sergiledikleri oportünist (fırsattan yararlanma) tutumlardır.
Seçimler karşısında devrimcilerin tutumları, kesinkes anlaşılabilir, kavranabilir ve tutarlı olmak zorundadır. "Taktik" nedenlerle ya da "değişen koşullar" nedeniyle "değişen" tutumlar, geniş halk kitlelerinin seçimler konusundaki yanılsamalarını pekiştirmekten öte bir sonuç vermemektedir. Doğal olarak, böyle bir sonuçtan kaçınabilmek için, devrimci tutumun anlaşılabilir, kavranabilir ve tutarlı niteliği, aynı zamanda Marksizm-Leninizmin evrensel tezleriyle bir bütünlük oluşturmak durumundadır da.
Bugün ülkemiz solunda ideolojik-teorik değerlendirmelerin ve tartışmaların alabildiğine önemsenmediği bir ortam mevcut olsa bile, seçimler gibi konular söz konusu olduğunda, her türden revizyonist ve oportünist, kendilerine yönelik eleştirilere karşı, Marksist-Leninist yazından "dayanaklar" bulmak durumundadırlar. Bu konuda en yaygın olarak kullanılan "dayanak", Lenin'in "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı kitabı olmaktadır.
Bilindiği gibi, Lenin, bu kitabında, III. Enternasyonal partileri içinde ortaya çıkan "seçimlere katılmama" yönündeki eğilimleri "sol" sapma olarak değerlendirmektedir. Bu konuda "sol"ların ortaya koyduğu gerekçelere tek tek yanıt veren Lenin, mevcut durumda parlamenterizmin kitleler gözünde belli bir değere sahip olduğunu, dolayısıyla parlamenter mücadelenin önsel olarak reddedilemeyeceğini söylemektedir. En gerici kuruluşlarda çalışarak, parlamentolara katılarak, mevcut düzenin teşhir edilmesi gerektiğini söyleyen Lenin'in bu değerlendirmeleri, dünyada ve ülkemizdeki her türden revizyonistin ve oportünistin kendi pasifizmlerini gizlemek için kullandıkları bir "dayanak" olarak ortaya çıkmaktadır.
Lenin'in "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı yapıtında ortaya koyduklarını kendilerinin revizyonizmine, oportünizmine bir "dayanak" olarak kullanananlar, aynı yerde Lenin'in burjuva parlamentosunda yer almaktan söz ederken bunu "devrimci kitle partisi"nin taktikleri çerçevesinde değerlendirdiğini görmezlikten gelirler.
Öte yandan, Che'nin açık biçimde söylediği gibi, burjuva parlamentolarında yer almak için, "tehlikeli işlerle bir alış-veriş"in olmadığını sergilemek durumunda olan ve bu yönde ellerinden gelen gayreti gösteren oportünistler için Lenin'in burjuva demokratik devrimin tamamlandığı Almanya için söylediği şu sözleri bir "dayanak" oluşturamayacak kadar açıktır:
"Gerici parlamentolardan devrimci amaçlarla yararlanılması gibi çetin bir sorunun üstünden 'atlayarak' bu zorluktan 'kaçınmayı' denemek çocukluktur. Hem yeni bir toplum yaratmak istiyorsunuz, hem de gerici bir parlamentoda inanmış, fedakar, yiğit devrimcilerden kurulu bir parlamento grubu yaratmanın güçlükleri karşısında geriliyorsunuz." [1*] (abç)
Ve tüm bunların burjuva demokratik hak ve özgürlüklerin belirli oranda varlığını sürdürebildiği ülkeler için geçerli taktikler olduğu ise, Lenin'in tüm yapıtlarında açıkça görülür. Yoksa, demokratik devrimin tamamlanmadığı, dolayısıyla burjuva anlamda olsa bile, demokratik hak ve özgürlüklerin oligarşi tarafından kullanılmasına izin verilmediği ya da istenildiği zaman rafa kaldırıldığı ülkelerde, Lenin'in sözünü etmiş olduğu türden bir parlamenter mücadelenin sürdürülmesi olanaksızdır. Doğal olarak, böyle ülkelerde, Lenin'in parlamentoya katılmaya ilişkin olarak söylediği şu değerlendirmeler hiçbir biçimde gerçekleştirilemeyecektir:
"Ama illegal koşullarda 'liderler'i gizlemek zorunluluğu olduğu için iyi liderlerin, güvenilir, denenmiş, gerekli manevi otoriteye sahip liderlerin yetiştirilmesi özellikle zor bir iştir; ve legal çalışma ile illegal çalışmayı birbirine bağlamadan ve başka denemelerle birlikte 'liderler'i parlamento arenasından geçirtmeden bu işin üstesinden gelinemez. En sert, en amansız ve en uzlaşmaz eleştiriler parlemantarizme ya da parlamenter eyleme karşı değil, devrimci olarak parlamento seçimlerinden ve parlamento kürsüsünden yararlanmayı bilmeyen liderlere karşı, ve hele yararlanmak istemeyen liderlere karşı yöneltilmelidir. Ancak böyle bir eleştiri, tabii yeteneksiz liderlerin uzaklaştırıldığı ve yerlerine daha yeteneklilerinin konulduğu takdirde yararlı ve verimli bir devrimci çalışma olacaktır; bu tutum, işçi sınıfına ve emekçi yığınlara layık olabilmeleri için 'liderleri' eğitecek ve, aynı zamanda, siyasi durum içinde yönlerini doğru saptamaları yolunda ve bu durumdan doğan çok çapraşık ve karışık sorunları anlamaları yolunda yığınları da eğitecektir." [2*]
Lenin'in değişik konular üzerine yaptığı tüm değerlendirmelerde açık biçimde görülebilecek diğer bir gerçek de, adına "taktik" denilen somut koşullara bağlı olarak belirlenen eylem planlarının devrimin hedeflerine (stratejiye) ve devrimci ilkelere uygun olmak zorunda olduğudur. Lenin'in çok açık biçimde ortaya koyduğu gibi, "... her koşul altında ve her an, siyasal mücadeleye girişmekte ustalaşmış güçlü bir örgüt olmadan, sağlam ilkelerle aydınlanmış ve azimle yürütülen, taktik diye adlandırılmaya layık o sistemli eylem planından sözedilemez". [3*] Oysa, oportünizm için, "özlemi duyulacak olan mücadele, mümkün olan mücadeledir, ve mümkün olan mücadele belli bir anda verilmekte olan mücadeledir".
İşte devrimci taktikler ile oportünist ve revizyonist "taktikler" arasındaki temel farklılık da bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Oportünistler ve revizyonistler için, "taktik", mevcut koşulların olanaklı kıldığı faaliyet bütünlüğüdür. Bu nedenle, eldeki tüm olanaklar, mevcut koşulların ortaya çıkardığı mücadele alanlarında yoğunlaştırılmalıdır. Zaman içinde koşullar yeni mücadele olanakları ortaya çıkardığında, yeni "taktik"ler belirlenecek ve güçler bu yönde yoğunlaştırılacaktır. Doğal olarak, oportünistler için, mevcut koşulların doğru bir tahlilini yaparak, koşulların değiştirilmesi yönünde mevcut güçleri birleştirmek, seferber etmek, gerçekleşmesi mümkün olmayan işlerle uğraşmak demektir.
Oportünistlerin ve revizyonistelerin "taktik" konusundaki diğer anlayışları ise, "siyaset yapmak"tır. Yani "her nabza göre şerbet vermek", onların "taktik" kavrayışlarının temelini oluşturur. Bu anlayışa göre, mevcut koşullar neyi gerektiriyorsa, kitleler nereye doğru yöneliyorsa, "sol" da o yönde hareket etmelidir. Bu bağlamda, dincisiyle dinci, şeriatçısıyla şeriatçı, tüccarıyla tüccar gibi ilişki kurmak ve onların çıkarlarına uygun beyanlarda bulunmak büyük bir "taktik ustalık"tır!
İşte oportünizm ve revizyonizmin bu taktik anlayışı, kaçınılmaz olarak, kuyrukçudur. Onlar için, mevcut koşulların kendilerinin "siyaset"leri için belli bir şeyleri öne çıkarmış olması gerekir. Bu nedenle, onlar, koşulların olgunlaşmasını beklerler. Bu yüzden de, edilgendirler, yani pasifisttirler. 1994 Mart yerel seçimleri öncesinde görüldüğü gibi, DEP'in seçimlere "katılmama" kararı aldığı ana kadar, ülkemiz solundaki pekçok "örgüt", seçimlere katılmanın ne denli doğru olduğunu yazıp çizmişlerdir. Ama DEP, "mevcut koşulların" seçimlere katılmamayı gerektirdiğini ilan ettiği andan itibaren, aynı kesimler hızlı birer "boykot" yandaşı oluvermişlerdir.
22 Mart 1994 günü Özgür Gündem'de yayınlanan SİP, Direniş, Barikat, Odak, Devrim, Komal, Sterka Rızgari, Özgür Gündem, Devrimci Mücadele, Ekimler, Özgür Halk, İktidar, Gelenek vb. imzalı ilanda şu gerekçeler sıralanıyordu:
"Emekçi Halkımıza
Ciddi bir kriz yaşayan Türkiye kapitalizmi 27 Mart'ı tüm emekçilere ve Kürt ulusuna karşı bir saldırı olarak kullanmaktadır.
Bu seçimlerin gündeminde işçi sınıfı ve emekçilerin insanca yaşama ve iş hakkı, örgütlenme hakkı yoktur.
Bu seçimlerin gündeminde kamu emekçilerinin grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı yoktur.
Bu seçimlerin gündeminde Kürt ulusunun kurtuluş mücadelesi yoktur.
27 Mart seçimlerinde halkımızdan oy isteyecek olan düzen partileri tüm bu konularda yekvücut davranmaktadır. Seçime adeta tek bir parti olarak giriyorlar. Saldırıya uğrayan, haklarını kullanmaları fiilen, zorla engellenen özgürlük güçlerinin seçimlerde seslerini duyuramamaları için düzenin tüm kurumları birlikte davranmaktadır. DEP'e yönelik uygulamalarla da bir kez daha kanıtlanan, 27 Mart seçimlerinin gayrımeşru olduğudur. Burjuvazi 27 Mart'ta krizinin faturasını emekçi sınıflara ve Kürt ulusuna çıkartmak istiyor.
Kürt halkını yalnız bırakmayın. 27 Mart'ta düzen güçleri sandıklarıyla yalnız bırakılmalı, gayrımeşru seçim oyunu reddedilmelidir.
İŞÇİLERDEN, EMEKÇİLERDEN VE KÜRT HALKINDAN OY YOK!" (abç)
Görüldüğü gibi, seçimleri "boykot" etmek için ileri sürülen gerekçeler, ülkemizde her dönemde bulunan ve bugün de varlığını sürdüren temel sorunlar içermektedir. Ki bu sorunlar, ancak demokratik halk devrimi ile çözümlenebilecek sorunlardır. Böyle olmasına karşın, aynı kesimler, 1995 Aralık genel seçimlerinde, hiç tereddütsüz, söylediklerini "unutturarak", seçimlere katılmanın "faziletleri" üzerine sayfalarca yazılar yazabilmişlerdir.
Yine aynı tarihte "boykot" kararı, bir başka açıklamada şöyle gerekçelendirilmişti:
"Kamuoyuna,
Tükenen devletin;
Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşa karşı olduğumuz için!
Kürt halkının özgür iradesinin seçimlere yansımasını engelleyecek kirli politikalarını ve Demokrasi Partisi'ni tıkamaya yönelik çabalarını kabul etmediğimiz için!
İşsizlik, açlık, sendikasızlaştırma demek olan özelleştirmeye karşı olduğumuz için!
Kamu emekçilerinin joplanmasını değil, haklı taleplerini savunduğumuz için!
Çiftçinin ürünlerinin karşılığını almalarını istediğimiz için!
Terör yasalarına karşı olduğumuz için!
Yargılı-yargısız infazlara karşı olduğumuz için!
Para, hapis ve toplatma cezaları ile susturulmak istenen sosyalist ve özgür basın üzerindeki baskılara karşı olduğumuz için!
Devletin tükenmişliğini gizlemek için tezgahladığı pis seçim oyununu, seçimlerini tanımayarak boşa çıkaralım.
BARİKAT - DEVRİM - DEVRİMCİ MÜCADELE - EKİMLER - EMEĞİN BAYRAĞI - ODAK - ÖZGÜR GELECEK - ÖZGÜR HALK - KOMAL"
27 Mart 1994 tarihinde yapılan yerel seçimlerin hemen öncesinde ülkemiz solunda yapılan bu açıklamalardan da görüleceği gibi, ortaya sunulan tüm gerekçeler, her dönemde geçerli olan ve demokratik halk devrimi gerçekleştirilene kadar da geçerli olacak olan gerekçeler durumundadır. Bunun doğal sonucu ise, bu belirtilen "gerekçeler"de değişiklik olmadığı sürece, bu kesimlerin, mevcut düzenin tüm seçimleri karşısında "katılmama" yönünde belirgin bir tutum içinde olmalarıdır. Ama yine herkesin bilebileceği gibi, 27 Mart 1994 yerel seçimlerindeki bu tavırlar, Aralık 1995 genel seçimlerinde değişmiş ve kaçınılmaz olarak 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimlerinde de değişik olacaktır. İşte oportünizmin "taktik" anlayışı budur.
Bugün ülkemizde 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimleri sath-ı mahaline girilirken, ülkemiz solundaki her türden revizyonistin ve oportünistin, tüm faaliyetlerini seçimlere "endeks"lediklerini görmek kimseyi şaşırtmayacaktır. Bu koşullarda, yapılması gereken, bir yandan oligarşinin seçimlerinin gerçek niteliğini olabildiğince geniş ölçekte kitlelere anlatırken, diğer yandan oportünizmin ve revizyonizmin gerçek yüzünü teşhir etmek ve bu yolla devrimci unsurların ideolojik-politik bilinçlerini geliştirmek ve pekiştirmektir. Lenin'in sözleriyle söylersek, "her koşul altında ve her an, siyasal mücadeleye girişmekte ustalaşmış güçlü bir örgüt", bu yolla doğru devrimci çizgiyi pratiğe uygulayabilecektir.
Burada son bir noktaya daha değinmekte yarar vardır.
Tüm bu söylediklerimiz karşısında, pekçok kişi, "söyledikleriniz doğru doğru olmasına, ama, pratikte yapın da görelim" diyebilmektedir. Bugüne kadar defalarca ortaya koyduğumuz gibi, devrimci öncünün, taktik planlamaları ve pratiğe geçirilme koşulları, salt birşeyleri kanıtlamak amacıyla ortaya konulamaz. Sorun, "pratikte yapın da görelim" sorunu değildir. Öyle olsaydı, hiçbir devrimci örgüt, devrimi gerçekleştiremediği sürece, bir şey yapıyor olamazdı. Bu türden sözler, söyleyenlerin tekil olarak samimiyetleri ve içtenlikleri bir yana bırakılırsa, tümüyle demagojik niteliktedir.
Bizler, devrim yolunun, engebeli, dolambaçlı ve sarp olduğunu, on yılların mücadelesi olduğunu yıllardır söyledik, söylüyoruz. Bu mücadele sürecinde, doğru devrimci çizgi etrafında mücadele etmek durumunda olan tüm devrimci unsurların örgütsel bütünlük içinde faaliyette bulunmaları, zaferin kesin güvencisidir. Sorun, "pratikte yapın da görelim" değil, doğru çizginin pratikte uygulanması için bu pratik içinde yer alınması sorunudur, yapıcılardan olma sorunudur.Görmek değil, yapmaktır esas olan.
Dipnotlar
[1*] Lenin: “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s: 65
[2*] Lenin: “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s: 65-66
[3*] Lenin: Ne Yapmalı?, s: 62