Bilindiği gibi, ülkemizde ve dünyada sol, kendilerini "marksist", "marksist-leninist", "marksist-leninist-maoist" ya da "marksist-troçkist" vb. olarak tanımlayan değişik kesimlerden oluşur. Kimi durumlarda "dünya komünist hareketi" olarak da tanımlanan sol, burjuvazinin ideolojik çarpıtmalarıyla alabildiğine genişletilmiş ve çoğu durumda marksizmle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan sosyal-demokrat kesimleri de kapsayan belirsiz bir kavram haline getirilmiştir.
Sol kavramının böylesine genişletildiği ve belirsizleştirildiği bir ortamda, kendilerini marksizmle tanımlayan kesimler içinde varolan ideolojik farklılıklar ve ayrışmalar, giderek herşeyi bir sis perdesi arkasında görünen bir silüet haline getirmiştir.
Marksist-Leninist terminolojiyle ifade edersek, sol, devrimcisinden revizyonistine, oportünistinden legalistine kadar değişik sıfatlarla tanımlanan kesimlerin içinde yer aldığı genel bir kavram durumundadır. Marksizm-Leninizmle az çok tanışıklığı olan herkesin bildiği bu durum, bir yandan "solun parçalanmışlığı" olarak algılanırken, diğer yandan bu kadar değişik sıfatların ne anlama geldiğinin anlaşılamadığı bir keşmekeş ortamı yaratmaktadır.
Böyle olunca, herhangi bir olaya ilişkin olarak değerlendirmelerden, bu olaya karşı takınılacak tutuma kadar değişik görüşler ve politikalar ortaya çıkmaktadır. Kimi durumda, somut bir olayın değerlendirilmesinde benzer tutumlar sergileyen kesimlerin, aynı olaya karşı takınılacak tutum konusunda birbirine taban tabana zıt politikalar ortaya koymaları, kargaşayı ve keşmekeşi içinden çıkılamaz hale getirmektedir.
Bugün içine girilen seçim ortamında solda ve sol adına yapılanlar, söylenenler bu kargaşanın ve keşmekeşin tipik bir örneğidir. Bu öylesine bir belirsizlik ortamıdır ki, durumu tanımlamak ve açık hale getirmek için kullanılan her kavram ve değerlendirme, en hafif deyimle, "anlaşılamaz" olmaktadır.
Örneğin, solda her dönemde şu ya da bu etkinlikte varlığını sürdüren legalizm, Marksist-Leninist yazını iyi bilen, dolayısıyla Marksist-Leninist kavramların içerikleri konusunda bilgisi olan kişiler için açıklayıcı ve tanımlayıcı bir kavram olmakla birlikte, daha geniş kesimler için aynı niteliklere sahip değildir. Dolayısıyla bu kavramın (legalizm), kavram olarak içerdiği ve tanımladığı nitelikler bilinemediği için, çoğu durumda kavramın sözcük anlamı öne geçebilmektedir. Bu sözcüksel öne geçiş, ister istemez, legal=yasal, legalizm=yasalcılık çerçevesinde bir düşünme ve değerlendirme eğilimi ortaya çıkarmaktadır.
Bu eğilim, legalizmi, orta ve uzun dönemli bir politik tutum olarak değil, yasal olanaklardan yararlanma şeklinde bir politik "taktik" ya da davranış biçimi olarak algılar. Bu durumda, "taktik", politik ya da politik-askeri bir stratejinin unsuru, parçası olarak değil de, politik kurnazlık, işbilirlik, olanaklardan yararlanma[1*] şeklinde anlaşılır. Böyle olunca da, bunun "nasıl bir sakıncası" olduğu ya da böyle bir "taktiğin" "ne zararı" olduğu düşüncesi öne geçmektedir.
Seçim ortamına girildiğinde, seçimlere katılma konusunda ortaya çıkan bu düşünceler ("ne sakıncası var", "ne zararı var"), kendi yanıtlarını kendi içinde arar ve her zaman olduğu gibi bulur: Seçim ortamında kitlesel ölçekte propaganda yapma olanakları ortaya çıkmaktadır. Başka dönemlerde sol adına yapılacak kitle toplantıları devletin zor güçleri tarafından engellenilmekte ya da dağıtılmaktadır. Seçim ortamında, devlet, göstermelik de olsa, demokratik bir tutum takınmak zorunda kalmaktadır. Seçimlere katılan partiler karşısında, görüntüsel de olsa, "eşit" davranmak durumundadır. Bu da, bize ("sol"a) kitlelere ulaşmak ve onlara "gerçekleri" anlatmak için uygun bir ortam yaratmaktadır. Bu ortamdan yararlanmanın ne zararı olabilir ki?
Bu yanıt, politikada varolmayan bir iyiniyetliliğin ve safdilliğin ifadesidir. Lenin'in çok bilinen sözleriyle, "cehenneme giden yolun taşları iyiniyetle döşenmiştir". Dolayısıyla, böyle bir politik safiyet ve iyiniyet, olmadık açmazların ve gelişmelerin varedicisi durumundadır.
Eğer devlet, kendi dilimizle ifade edersek oligarşik yönetim, seçim dönemlerinde "demokratik" bir görünüm içine giriyor, ama bunun dışındaki dönemlerde sola karşı her türlü baskı ve terörün uygulayıcısı olarak "diktatörlük" şeklinde varsa, temel politikanın, orta ve uzun dönemli politik çizginin, birinci duruma göre değil, ikinci duruma göre belirlenmesi gerektiği çok açıktır. Oligarşik yönetimin, seçim dönemlerinin dışında kalan tüm zamanlardaki baskı ve terör politikasına karşı ve bu zamanlarda kitlelere ulaşma ve propaganda yapma olanaklarına göre politik çizgi belirlemek ve buna uygun örgütlenmeye gitmek gerektiği çok daha mantıklıdır.
Bu durumda, Lenin'in şu belirlemesi kesinkes gözönünde tutulmak zorundadır: "Her mücadele biçimi, kendine uygun bir tekniği ve uygun mekanizmayı gerektirir. Nesnel koşullara göre parlamenter mücadele başlı başına mücadele şekli haline geldiği zaman Partide kaçınılmaz olarak parlamenter mücadele mekanizmasının karakteristik çizgileri daha güçlü biçimde ortaya çıkar. Buna karşılık nesnel koşullar yığınların mücadelesini kitlesel siyasal grevler ve ayaklanmalar şeklinde ortaya çıktığında proletaryanın partisi, bu mücadele biçimlerine 'hizmet edecek' bir 'mekanizmaya' sahip olmalıdır. Söylemeye gerek yok ki, bu, parlamenter mekanizmalardan farklı olarak biçimlendirilmiş özel bir 'mekanizma' olacaktır...
Öte yandan, sadece proletarya değil, her sınıfın politik bakımdan yönetici öncülerinin bileşimi, hem bu sınıfın durumuna, hem de mücadelenin temel biçimine bağlıdır."[2*] Evet, "söylemeye gerek yok ki", oligarşik yönetimin, seçim dönemleri dışında kalan zamanlardaki baskı ve terörüne uygun olarak yapılan örgütlenme, "parlamenter mekanizmalardan farklı olarak biçimlendirilmiş özel bir mekanizma olacaktır". Ve bu mekanizma diğerine uymaz.
İşte legalizmin ortaya çıktığı yer burasıdır.
Legalizm, mevcut yönetimin seçim dönemleri dışında kalan zamanlardaki niteliğine göre değil, seçim dönemlerindeki görüntüsel "demokratik" tutumuna göre örgütlenmeyi esas alan ve bu örgütlenmeyi her dönemde vareden bir anlayışı ifade eder. Böyle olunca da, legalizmin örgütlenmesi, dört ya da beş yılda bir yapılan ve tümüyle birkaç aylık zamanı kapsayan bir faaliyetten öte bir anlama sahip değildir. Bunun dışında kalan zamanlarda oligarşik yönetimin baskı ve terörü karşısında sessiz ve hareketsiz kalmak bu çizginin ayrılmaz bir parçasıdır.
Legalizmin en tipik özelliği olan bu durum, yani seçim dönemleri dışında kalan zamanlarda oligarşik yönetimin baskı ve terör uygulamaları karşısında sessiz ve hareketsiz kalışı, aynı zamanda oligarşik yönetimin baskı ve terörünün hedefi olmama çabasıyla belirlenir.
Bu yönüyle legalizm, oligarşik yönetimin baskı ve terörünün yönü ve amaçlarıyla şekillenen bir özelliğe sahiptir. Bir başka deyişle, legalizm, oligarşik yönetimin illegal faaliyetlere yönelik sistemli baskı ve terörünün bir ürünüdür. Bu nedenle, oligarşinin illegal faaliyetlere yönelik baskı ve teröründeki artış, legalizmin güçlendirilmesine hizmet eder. Bu, aynı zamanda oligarşik yönetimin siyasal zorunun, kitle pasifikasyonunu sağlamak amacıyla kadro pasifikasyonuna ağırlık vermesi demektir. Böylece, illegal faaliyetlere yönelik olarak yürütülen imha operasyonlarının şiddeti arttıkça, legalizme kayış daha da yoğunlaşır.
Bu somutluğu ile legalizm, illegal devrimci mücadeleden bir kaçıştır, illegal devrimci mücadelenin tasfiyesi ile özdeştir. Bu yüzden legalizm için bütün sorun, bu kaçış ve tasfiyenin gerçek nedenlerinin gizlenmesi, çarpıtılması ve başkalaştırılmasında toplaşır. Legalizm, oligarşinin kadro pasifikasyonuna yönelik şiddet ve terörünün yaratmış olduğu yılgınlığın, kaçışın ve buna bağlı olarak illegal devrimci faaliyetlerin tasfiyesinin haklı gösterilmesi olarak da tanımlanabilir. Bu tanımlama, diğer yandan illegal devrimci faaliyetlerin "yararsız" ve "boş bir çaba" olarak gösterilmesiyle birlikte yapılır. İllegal devrimci faaliyete yönelik olarak oligarşinin yürüttüğü şiddet ve terör örnekleri (örgüt operasyonlarında kadroların imha edilmesi, işkenceler vb.), illegalitenin "insan hayatlarını yok eden" bir örgütsel faaliyet biçimi olarak gösterilmesi için kullanılır.
"Tabuları kırmak", "geçmişi aşmak" adı altında oligarşik yönetimin devrimci mücadeleye yönelik baskı ve terör politikalarının nedenini illegal ve silahlı devrimci mücadelenin varoluşuna dayandırmaya özen gösteren legalizm, bu yönüyle, oligarşik yönetimin siyasal zorunun meşrulaştırılması işlevini de üstlenir. Kendilerini ÖD Partisi içinde toplaştırmış bulunan eski DY'lilerin bugün açık biçimde ifade ettikleri gibi, oligarşinin siyasal zoru, üretim ilişkilerinin nesnel koşullarının bir ürünü olmayıp, solun "şiddet kültürünün" bir sonucu gibi gösterilir.
İşte 4-5 yılda bir yapılan seçim dönemlerinde varolduğu iddia edilen 1-2 aylık görüntüsel "demokratik" olanaklar, diğer zamanlarda illegal devrimci mücadeleye karşı oligarşinin baskı ve terörüne bağlı olarak yürütülen çarpıtma ve karalamalarla elde edilmiş bir "demokratik olanak" durumundadır. "Bu mevzilerin adı, parlamentodur, kanuniliktir, yasal ekonomik grevdir, ücret artışıdır, burjuva anayasasıdır, bir halk kahramanının serbest bırakılmasıdır... Ve işin en kötü tarafı şudur ki, bu mevzileri elde etmek için bile, burjuva devletinin oyun kurallarını kabul etmek ve bu tehlikeli siyasal oyuna katılmak iznini alabilmek için de uslu ve aklı başında insanlar olduğumuzu, hiçbir tehlike arz etmediğimizi; örneğin kışlalara ve trenlere saldırmak, köprüleri uçurmak, katilleri ve işkence uzmanlarını cezalandırmak, dağlara çıkıp ayaklanmak ya da yumruklarımızı sert ve kararlı bir biçimde kaldırarak, Amerika'ya son kurtuluş mücadelesinin kesin müjdesini vermek gibi tehlikeli işlerle bir alış-verişimizin olmadığını ispat etmek lazımdır."[3*] Che'nin çok açık biçimde ifade ettiği gibi, seçim dönemlerinde varolduğu iddia edilen propaganda olanaklarından yararlanabilmek için "tehlikeli işlerle bir alış-verişimizin olmadığını ispat etmek lazımdır". İşte legalizm, bu ispatın politik ifadesi olarak ortaya çıkar.
Legalizmin bu gerçekliği kavranılmadığı sürece, onun kendisini haklı ve mazur göstermek amacıyla söylediği sözlerin gerçek niteliğini anlamak da olanaksızdır. Onlar, oligarşik yönetime yaptıkları hizmetin karşılığında bazı olanaklara sahip kılınırlar.[4*] Ancak unutulmaması gereken nokta, bu hizmetin karşılığında birşeyler alınabilinmesi için, öncelikle böyle bir hizmet talebinin bulunması gerektiğidir. Yani oligarşik yönetim açısından illegal devrimci mücadelenin varlığı ne denli büyük bir tehdit ise, buna karşı verilen hizmetin "ödül"ü de o denli büyük olacaktır. Tehdit ortadan kalktığı oranda hizmetin değeri düşecek ve giderek işlevsizleşecektir. Bir başka deyişle, legalizmin değeri, arz-talep yasasına göre belirlenir. Oligarşik yönetimin varoluşunu ortadan kaldırmaya yönelen devrimci mücadelenin boyutları legalizmden talep edilen hizmetin "ödül"ünü belirler.
Bu öylesine bir gerçekliktir ki, Şubat 2001 krizi sonrasında "eski solcu", yeni "globalizm" yandaşı pek çok gazetecinin işine son verilmesi olayında da görüldüğü gibi, hizmetlerine ihtiyaç duyulmadığı bir dönemde, tüm hizmetkarlara kolayca yol verilebilmektedir. Bugün Doğan medya grubunun 12 Eylül sonrasının "bedii iftiharı" Ahmet Altan'a yönelik olarak başlattığı kampanya, "sol" legalistlerin sonunu daha açık göstermektedir.[5*] Marksist-Leninist dilden ifade edersek, legalizm, sözcüğün tam anlamıyla illegal devrimci faaliyetin tasfiye edilmesi demektir. Diğer bir ifadeyle legalizm, illegal devrimci örgütlerin mevcut düzenin koyduğu yasal sınırlar içinde açığa çıkması ve faaliyet yürütmesi demektir. Bu nedenle, legalizm, sadece oligarşik yönetimin yasallığının kabul edilmesi olmayıp, aynı zamanda illegal devrimci kadroların deşifre edilmesi, oligarşik yönetim tarafından bilinebilir ve bulunabilir hale getirilmesi demektir. Bu yönüyle legalizm, illegalitenin yanında gizliliğin de ortadan kaldırılmasıdır. Bu niteliğiyle legalizm, oligarşik yönetimin onbinlerce polis, asker ve istihbarat ajanı ile yıllarca uğraşmak zorunda kaldığı ve kalacağı illegal kadroların tasfiyesini sağlayarak önemli bir görevi yerine getirir. Yine de hizmetleri, sadece kendilerinin elinde bulundurdukları ya da bilgileri dahilindeki illegal faaliyetlerin tasfiyesi ile sınırlı değildir. Yürüttükleri ideolojik ve politik çarpıtmalar ve söylemlerle, aynı zamanda illegal faaliyetin gerekliliği düşüncesini de tahrip ederler. Bu tahribat, bir yandan devrimci mücadelenin gelişimini engellerken, diğer yandan oligarşik yönetimin siyasal zorunu tarihsel olarak meşrulaştırır. Böylece, oligarşik yönetime karşı yürütülen devrimci mücadele, meşru bir yönetime karşı yürütülen "gayr-ı meşru" bir mücadeleye dönüştürülür.
Oligarşinin illegal örgütlere yönelik polis operasyonları ve bunu takip eden işkencelerle desteklenen legalizm, mevcut düzenin devrimci tarzda değiştirilmesi gerektiği bilincine ulaşan her kişi için tek faaliyet alanı olarak ortalıkta görünür. Bundan sonrası, herkesin şu ya da bu biçimde ve ölçüde "politika yaptığı", ama aynı zamanda "yaşamın dayanılmaz nimetlerinden yararlandığı" yeni ve çağdaş bir "solculuk"tur.
İşte bu yeni ve çağdaş "solcular", oligarşik yönetimin illegal devrimci örgütleri "ezdiği" ve "yokettiği" bir zemin üzerinde faaliyet yürütürler. Bu faaliyetlerinin en temel halkası ise seçimlerdir.
Şüphesiz emperyalizme bağımlı ve geri-bıraktırılmış ülkelerde legalizm, legalleşme, legal parti kurma, düzenin yasallığı çerçevesinde seçimlere katılma yeni bir olgu değildir. Modern revizyonizm, 1960'lardan 1990'lara kadar, bu legalizmin tipik temsilcileri olarak solda yer almıştır. Sözde modern revizyonizme karşı olduğunu ilan eden, özde ise aynı görüşleri paylaşan oportünistler de, benzer biçimde, ancak dönemsel olarak ("taktik" olarak) aynı çizgiyi izlemişlerdir.
Gerek ülkemizde, gerekse dünya devrimci hareketinde 1980'lere kadar modern revizyonizme ve oportünizme karşı yürütülen ideolojik mücadele, bu kesimlerin soldaki etkisini büyük ölçüde kırmıştır. Modern revizyonizm 1980 sonlarında ve resmen 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı ile maddi ve politik dayanağını yitirerek tarih sahnesinden çekilmiştir. Ancak idelojik-politik görüşleri değişik kesimler tarafından savunulmaya ve sürdürülmeye çalışılmıştır. Ülkemiz solunda adını T"K"P olarak değiştiren SİP gibi modern revizyonizmin izleyicileri ortaya çıkabilmiştir. Bunlar, Amerikan emperyalizminin 1980 sonrasında yoğunlaştırdığı neo-liberalizm propagandası ve "demokrasi projesi" ile küçük-burjuva "solcu" aydınlarının satın alınmasıyla yarattığı depolitizasyon ve ideolojisizleşme ortamında modern revizyonizmin dünüyle tüm bağlantılarını kolayca gizleyebilmişlerdir. Dolayısıyla modern revizyonizme karşı yürütülmüş olan ideolojik mücadele de etkisizleştirilmiştir.
Ülkemizde 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte yütürülen kitlesel terör uygulamalarıyla yaratılan yılgınlık ve devrimci mücadeleden kaçışla belirlenen depolitizasyon ve ideolojisizleşme sürecinin yaratmış olduğu "sivil toplumculuk", "globalizm yandaşlığı", "çağdaş solculuk" söylemleri de modern revizyonizmin kendisini gizlemesi için uygun bir ortam yaratmıştır. Dünün revizyonistleri ile oportünistleri, böylesine bir askeri terörle yaratılmış olan uygun bir zeminde "barış ve kardeşlik" havası içinde legalizmin tek sol politik çizgi haline getirilmesi için işbirliği yapmışlardır. Bugün ülkemizde legalizmin baş savunucularının, dünün revizyonistleri ve oportünistleri olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Legalizm revizyonizmdir, oportünizmdir.
Revizyonizmdir, çünkü Marksizm-Leninizmin her dönemde ve her yerde geçerli olan saptamalarını ve ilkelerini tahrif eder. Marksist-Leninist ustaların yapıtlarından işlerine gelen yerleri alıp, zaman ve mekan kavramlarını dikkate almaksızın, bunları somut koşullarda kendi politik tutumlarına dayanak olarak kullanırlar. Bu nedenle, Marksizm-Leninizmi tahrif ederler, revize ederler.
Oportünisttirler, çünkü Marksizm-Leninizmin evrensel tezlerini açıkça reddettiklerini söylemeksizin, "koşulların değişik" olduğunu söyleyerek, bu tezlerin geçersiz olduğunu ileri sürerler. Solun (eski dönemlerde "devrimcilerin" denilirdi) her türlü olanaktan yararlanması gerektiğini ileri sürerek, fırsatçılığı bir politik anlayış haline getirirler. Örneğin, "normal zamanlarda" "medya"da yer alamadıklarını, ama seçim dönemlerinde, "yasal zorunluluk" nedeniyle, televizyonlarda propaganda olanağına sahip olunduğunu söyleyerek, bu yolla "milyonlarca" insana ulaşabildiklerini ileri sürerler. Dört yılda bir beş dakika da olsa böyle bir "fırsatın" kaçırılmaması gerektiği düşüncesini oluştururlar. Ama öte yandan, "burjuva medyası"nın, televizyon yayınlarının insanları nasıl alıklaştırdığını, apolitikleştirdiğini sayfalar dolusu yazılarla kanıtlamaya çalışırlar. "Oportünizm bukalemun gibidir. Çeşitli kılıklara bürünerek sosyalist hareket içinde ortaya çıkar. Oportünizmin kılık kıyafetini o ülkenin ekonomik ve sosyal bünyesi, işçi sınıfının politik bilinç ve örgütlenme seviyesi, kısaca ülkenin içinde bulunduğu devrimci aşamanın niteliği belirler. Ancak her çeşit oportünizm proletaryanın devrimci potansiyeline inanmamaya dayanır. Genellikle sağ oportünizmin temelinde korkaklık, azimsizlik ve proletaryanın devrimci zaferine inanmamak yatar...
Oportünizmde ilke istikrarı diye birşey yoktur. Düne kadar savunduğu ilkelerin niteliği kitlelerin gözünde açıklığa kavuşunca, o bu ilkeleri en ağır suçlamalarla karalar."[6*] Evet, bugün ülkemizde legalizmin en tipik temsilcileri olan oportünistler, ülkemizde devrimci mücadelenin içinde bulunduğu evreye uygun olarak yeni kılık kıyafetle ortaya çıkmışlardır. Dün, yaptıklarını ve ileri sürdükleri görüşlerini Marksizm-Leninizmin şu ya da bu belirlemesine dayandırmak zorunda kalırlarken, bugün böyle bir zorunluluk içinde değillerdir. Dolayısıyla dünden farklı olarak ideolojik-teorik bir söyleme sahip değillerdir. Günümüzde oportünizmin tüm söylemi apolitik ve "popülist" niteliktedir.[7*] Apolitik kitlelerin düşünce ve kavrayışına uygun bir söyleme sahip olan oportünistler, özellikle 12 Eylül döneminde oligarşinin terörüne maruz kalmış ve buna paralel olarak apolitikleşmiş kesimlere seslenirler. 1977-80 döneminde yürütülen devrimci faaliyetlerin tüm zaaflarını ve hatalarını öne çıkartan, bunları doğrudan devrimci mücadelenin niteliğine ve çizgisine bağlayan oportünistler, bu yolla kendilerinin "akıllandığını" göstermeye çalışırlar. Onların propagandalarının hedef kitlesi 12 Eylül askeri terörünün "mağdurları" olduğundan, onlara, başlarına gelenin nedeninin 1980 öncesindeki silahlı devrimci mücadele ve "keskin devrimcilik" olduğunu ileri sürerler. Bir başka deyişle, eğer devrimciler silaha sarılmasalardı "devlet" böylesine yaygın bir terör uygulamasına başvurmazdı düşüncesini yaygınlaştırırlar. "Yasal" (legal) silahlı mücadele olamayacağı için de, başlarına gelenin sorumluluğu illegaliteye bağlanır.
ÖD Partisi'nde, ondan ayrılarak alelacele kurulan, Akın Birdal'ın başına getirildiği SDP'de ve EMEP'te ifadesini bulan bu oportünist geçmişli legalizm için artık, 4-5 yılda bir yapılan seçimlerde ortaya çıkan "propaganda olanaklarından yararlanma" şeklinde bir gerekçe mevcut değildir. Onlar, artık "geceleri rahat uyumak isteyen" eski dönemin oportünistleridirler. Onlar, 12 Eylül sabahına kadar açıkta dolaşan, legal yayınlanan günlük ya da haftalık gazetelere sahip olan, ama askeri darbeyle birlikte "arananlar" listesine dahil edilen DY'liler, KSD'liler, HK'lilerdir. Bugün T. Özal'ın verdiği akıl ve olanaklarla oluşturdukları yasal düzen partilerine sahiptirler. Tümüyle legaldirler, tümüyle seçimler yoluyla parlamentoya girmeyi ve bu yolla "sol" politikalarını uygulamayı düşündüğünü sananlardan oluşmaktadır. Onlarla Marksist-Leninist çerçevede tartışmak, düşüncelerinin ve yollarının yanlışlığını ortaya koymak olanaklı değildir. Yine de içlerinde Marksist-Leninist sözcükleri kullananlar mevcutsa da (EMEP gibi), bunların tüm gerekçeleri Lenin'in "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı kitabında yazdıklarıyla sınırlıdır. 1980 sonrası kuşağın ideolojisizleştirilmiş olması, her türden Marksist-Leninist değerlendirmeyi küçümsemeleri için uygun bir ortam yaratmıştır.
Legalizmin en büyük "başarısı" ise, kendi yazınında ve ilişkilerinde devrim kavramını, mevcut düzenin devrimci tarzda değiştirilmesi anlayışını ortadan kaldırmasıdır. Mevcut düzenin olumsuzlukları, kötülükleri, adaletsizlikleri, yolsuzlukları, çürümüşlükleri vs. legalistler için birer propaganda konusu olmaya devam ederken, bunların aynı düzenin kendi üst-yapısı aracılığıyla değiştirilebileceği sanısı alabildiğine egemen hale getirilmiştir. Kapitalizmin bilimsel tahlilini ve eleştirisini Kapital'de ayrıntılarıyla ortaya koyan Marks'ın tarihi materyalizmi bir çırpıda yok sayılırken, kapitalizm koşullarında ortaya çıkan tüm olumsuzlukların nedeni olarak ortaya koyduğu üretim ilişkilerinin değiştirilmesi kavrayışı da bir yana itilmiştir.
Artık, legalizmin ideolojik etkisi altında bulunan kesimlerle Marksist-Leninist belirlemeleri ölçü alarak yapılacak bir tartışma olanaklı değildir. Onlar için Marksizm-Leninizm doğru ile yanlışın ayrılması için kullanılan bir ölçü, bir otorite, bilimsel belirleme değildir. Dolayısıyla onların söylemlerinin ve pratiklerinin Marksizm-Leninizmin belirlemeleriyle ne denli ters olduğunun ortaya konulması bir şey ifade etmemektedir. Onlar, bu nedenden dolayı, ne Marksisttirler, ne Leninisttirler. Bu nedenle, onlara yönelik ideolojik mücadele Marksizm-Leninizm içi bir ideolojik mücadele değildir.
Legalistlerle ya da legalizmin ideolojik etkisi altında bulunan kesimlerle, "bu örgütlenme anlayışıyla" ya da "böyle bir politik anlayışla" devrim yapılması olanaksızdır türünden bir tartışma ya da eleştiri anlamsızdır, değersizdir. Onların gerçek niteliklerinin sergilenmesi ve etkisi altında tuttukları kesimler üzerindeki ideolojik egemenliklerinin kırılmasının yolu, herşeyin, her kavramın ve kavrayışın maddi temellerini ilk baştan başlayarak sistemli olarak ortaya koymaktan geçmektedir. Aksi halde, söylenecek her söz, yapılacak her değerlendirme ve eleştiri, havanda su dövmekten öteye geçmeyecektir.
Şüphesiz, hâlâ legalizmin peşine takılarak devrimsiz, yani kansız ve barışçıl yollarla kapitalizmin yıkılarak yerine sosyalizmin kurulabileceğine inananlar mevcuttur. Bu inanç sahipleri, Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığından yola çıkarak "stalinist" olmayan bir sosyalizmin hayalini (ütopya) kurmanın olanaklı olduğunu söyleyeceklerdir. Hatta "globalleşme" propagandalarının yarattığı "iyimserlikle", mevcut düzenin kendi üst-yapı kurumları aracılığıyla değiştirilebileceğini de iddia edebileceklerdir. 1980'lerde Gorbaçov'un emperyalist ülkelerdeki askeri mallar üreten fabrikaların "insanlar için" tüketim malları üreten fabrikalara dönüştürülebileceği ve bunun için Sovyetler Birliği'nin geniş bir pazar oluşturmaya hazır olduğunu söylediği günlerin havası içinde, emperyalizmin eski saldırganlığının kalmadığını da ileri sürebileceklerdir. (Elbette W. Bush'la birlikte Amerikan emperyalizminin pervasız askeri güç kullanmaya başlaması bu "argümanları" bugün için geçersiz hale getirmiştir.) Böylece "globalleşen" dünyada "barışçıl bir devrim" olabileceği gibi, "globalleşme"nin doğal evrimi sonucu sosyalizmin ortaya çıkabileceği sanılarına da sahiptirler. (Ve yine elbette W. Bush bu "gelişmelerin" önünü kesen "kötü" bir adamdır!) Yeterki sol, silaha sarılıp "karşı tarafı" zor kullanmak zorunda bırakmasın!
Emperyalizmin ve oligarşinin zorunun kaynağını sol düşüncelerde, Marksizm-Leninizmde arayan ve bulan bu anlayış sahipleri için Lenin ve sonrası (özellikle Stalin) "eleştirilmeli" ve "yadsınmalıdır". Doğal olarak Lenin ve Stalin'in dayandıkları Marks ve Engels'in teorik tahlilleri ve belirlemeleri de aynı eleştiri ve yadsınmadan nasiplerini almak durumundadırlar. Geriye ise "genç Marks" ve bu döneme ilişkin yazılar kalmaktadır. Bunların da ağırlıklı olarak felsefe, hukuk ve kültür alanlarına ilişkin yazılar ve yapıtlar olduğu gözönüne alındığında, bu alanlarda bilgi ve düşünce sahibi olmak "solcu" olmak için yeterli olmaktadır. Bu kesimlerde görülen entelektüelliğin nedeni de bu düşünce eğrisidir.
Tüm bunların yanında legalizmin görüntüsel etkinliği karşısında gözleri kamaşanlar da mevcuttur. 12 Eylül'ün üzerinden yirmi yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen devrimci mücadelenin gelişememesi, eski kitleselliğinin hayalini bile kuramaz halde bulunması ve en nihayet "tek umut" olarak desteklenen PKK hareketinin yenilgisi ve tasfiyesi legalizme kayışın bir diğer nedeni olmuştur.
Dağlarda gerilla dolaştırmanın, gerilla halayları çekmenin ve gerilla fotoğrafları yayınlamanın "prim" yaptığı günler geride kalmıştır. "Örgütsel düzeyin geriliği, kadrosal birikimin aşırı zayıflığı, ciddi bir yeraltı hiyerarşisine sahip olmamak ve çoğunlukla İstanbul'a sıkışmışlıkla karakterize olan, daha çok bir dergi çevresi gerçekliği içinde bulunan ve de kendi güçleriyle bağımsız bir kitle eylemi örgütlemeyi başaramayan bu zayıf, fakat eldeki güçleriyle kesintisiz politik faaliyette ısrar eden dergi çevreleri" oluşmuştur.[8*] Bunlar, kendi sözleriyle ifade edersek, "Örgütsel düzeyi daralmış, sınırlı sayıda kadroyla faaliyetini sürdüren dört-beş devrimci yapılanmada olası tasfiyecilik sadece ÖDP ve EMEP hattında değil, bütünüyle tasfiye olma zemini üzerinde"[9*] bulunmaktadırlar. Bu durum, kaçınılmaz olarak bu kesimleri "yeni arayışlara" yöneltmiştir. İdeolojik-politik çizgilerindeki sapmalar ve tutarsızlıklar, bu arayışı, legalizme daha fazla yönelme şeklinde ortaya çıkarmıştır. Yaşamda Atılım'ın açık biçimde ifade ettiği "bütünüyle tasfiye olma zemini"nden kurtulabilmek için "ÖDP ve EMEP hattında" tutunmaya çalışmak, bu yönelimin bugünkü politikası haline gelmiştir. Doğal olarak, "ÖDP ve EMEP hattında" tutunabilmek için dün söyledikleri ile bugün yaptıkları arasında bir "uyum" bulmak durumundadırlar. Bu "uyum", seçim sath-ı mailine girildiğinde, "yeniden kitleselleşebilmek" amacıyla "seçim olanaklarından yararlanmak" şeklindeki eski söylemde ortaya çıkabilmektedir. Daha "marksist" deyişle, "legal olanaklardan yararlanmak" tekerlemesi yeniden gündeme gelmektedir.
Artık eski günlerin dağdaki gerillası ya da gerilla fotoğrafları "sempatizanları" "diri" tutmaya yetmemektedir. 1 Mayıslarda yapılan dünkü "gövde gösterileri" ve "en sol" tavırlar, erimeyi (bütünüyle tasfiyeye giden bir erime), "kan kaybını" durduramamaktadır. Ama öte yandan "yeni" görüntüler ve eylemler yapılabilmesi için gerekli "güç ve olanak" da mevcut değildir. Doğal olarak erken seçim, her 1 Mayıs öncesinde olduğu gibi, yeniden kitlelere ulaşmak ve kitleselleşmek için yeni bir "umut" haline gelmiştir. Ve her zaman olduğu gibi, böyle dönemde "taktik", "seçimlere katılmak" şeklinde olmaktadır.
Bugünkü adıyla Yeni Atılım bu "taktiğin" klasik bir versiyonunu sergilemektedir. ESP (Ezilenlerin Sosyalist Platformu) adıyla "bağımsız adaylar" gösteren bu dergi çevresi bu klasiği şöyle dile getirmektedir: "Her taktik plan pratikte karşılığını bulduğu oranda politik bir anlam ifade eder. Ve her taktik, uygulayanın stratejik yönelim ve amaçlarına hizmet ettiği, onu hedefe bir adım daha yaklaştırdığı ölçüde başarılı sayılır.
Marksist leninist komünistler bağımsız adaylarla seçimlere katılacak:
Birincisi; komünistlerin rejim, düzen ve ezilenlerin kurtuluşuna dair güncel ya da programatik düşünce ve çözüm önerilerini en geniş yığınlara ulaştırmayı; ikincisi; örgütlülük düzeyini yükseltmeyi amaçlıyorlar."[10*] Kendi deyişleriyle, "bu çevre üç dönemdir bağımsız milletvekili adayları çıkartıyor". Eğer yukarda söylendiği gibi bu "taktik" "uygulayanın stratejik yönelim ve amaçlarına hizmet" etmişse, yani "komünistlerin" "düşünce ve çözüm önerilerini en geniş yığınlara ulaştırmaya ve örgütlülük düzeyini yükseltmeye" yaramışsa, "üç dönemdir" bu "taktiği" uyguladıkları halde, neden "daha çok bir dergi çevresi gerçekliği içinde bulunan ve de kendi güçleriyle bağımsız bir kitle eylemi örgütlemeyi başaramayan" bir duruma gelmişler ve tasfiye süreciyle karşı karşıya kalmışlardır sorusunun yanıtı yoktur, ancak "umut" ve "taktik" varlığını sürdürmektedir.
"Üç dönem bağımsız milletvekili adayı çıkartan" "bu çevre"nin, en basit hesaplamayla on yıldır uyguladığı varsayılabilecek bu "taktik"ten pek birşey elde edememiş olmasına rağmen, aynı "taktik"te ısrarlı olmasının tek anlamı, "taktik" adı verilen şeyin sürekli ve kalıcı bir çizgi olduğudur. Ortada "uygulayanın stratejik yönelim ve amaçları"nda bir kayma olduğu kesindir. Sanmaktadırlar ki, açık kitle toplantıları yaparak, buralarda "ajit-prop"[11*] faaliyetler yürüterek kitleyi örgütleyebilirlerse "uygulayanın stratejik yönelim ve amaçlarına" uygun "diğer taktik"e geçebileceklerdir. Onlar için tek sorun, "örgütlülük düzeyini" yükseltmektir. Gerisi "uygulayana" bırakılabilecek kadar kolaydır!
Oysa olaylar ve süreçler çok açık ve nettir. Oligarşinin seçim dönemlerinde sergilediği görüntüsel demokratiklik ve yasal boşluk nedeniyle 4-5 yılda bir ortaya çıkan bir kaç aylık bir olanaktır sözkonusu olan. Bunun dışanda kalan tüm zamanlarda, kendi deyişleriyle, "faşist MGK diktatörlüğü" mevcuttur. Bu ise, yasadışılığı, gizliliği zorunlu kılan gerçekliktir. Yasadışı (illegal) ve gizli bir örgütlenmenin, seçim dönemlerinde birkaç "önemli" adamı dışında tümüyle seferber olması ise, yasadışılığın ve gizliliğin sadece lafta olduğunu gösterir. Seçim dönemlerinde "nispi demokratik hak ve özgürlüklerden" yararlanma uğruna yapılanlar, sürekli ve kalıcı bir illegal ve gizli faaliyeti altından kalkılamayacak sonuçlarla yüzyüze bırakır. Bu nedenden dolayı, sadece seçim dönemlerinde bile olsa legalize olanlar, diğer zamanlarda ya bu legalize olmanın bedelini ödemek ya da illegalmiş gibi görünerek legal çalışmak durumunda kalırlar. Böylece mücadele biçiminin kendisi değil, yürütülüş tarzı herşeyin önüne geçer. Barışçıl mücadele biçimlerinin temel alınmadığı ne denli söylenirse söylensin, legalizm kaçınılmaz olarak legal araçları ve bu araçlarla yapılabilecek mücadeleyi ("barışçıl") temel haline getirecektir.
Bu devrikleme bir kez gerçekleştikten sonra, herşey, ideoloji, politika, ilkeler buna göre yeni baştan biçimlenir. Yeni Atılım'ın Ezilenlerin Sosyalist Platformu olayında olduğu gibi, ideolojik ve politik olarak hiçbir ortak noktaları olmadığını ilan ettikleri ve hatta anti-komünist olarak gördükleri kesimlerle bile ilişki kurmak, ittifak yolları aramak "olağan" hale gelmektedir. "Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), coğrafyamızdaki ilerici, devrimci güçlerin protestoculuktan malül müzmin muhalif bir çizgide değil, ama belirlenmiş bir amaca ulaşmak ve kazanmak için birleşik mücadele verilmesinin politik yakıcılığını hisseden ve her defasında birleştirici rol üstlenen bir siyasi çizgiden beslenmektedir. Bu politik görev ve sorumluluk bilinciyle harekete geçen ESP, gündemde henüz ilerici, devrimci güçlerin ittifağı söz konusu değilken bazı devrimci çevrelerin yanı sıra HADEP, EMEP, ÖDP ve TKP ile görüşmelere başladı.
ESP, DEHAP çatısı altında (DEHAP, HADEP, EMEP, SDP'nin bileşeni olduğu) Emek, Barış ve Demokrasi Bloku'nun oluşmasının ardından bütün eksikliklerine rağmen, özgürlük mücadelesini güçlendireceği görüş açısıyla ve ittifakı politik düzlemde daha kararlı kılmak için bu güçbirliğinin bileşeni olmaya çalıştı...
Bu görüşmelerde özellikle HADEP'in meclise girmeyi temel alan bir çaba ve ilişkiler sistemi içerisinde olduğu açığa çıktı."[12*] Görüldüğü gibi, "marksist leninist komünistler" "özgürlük mücadelesini güçlendireceği görüş açısıyla" ittifak arayışlarına girmiştir. (Bilindiği gibi sol söylemde "özgürlük mücadelesi" deyişi ile Kürt ulusal hareketi kastedilir.) Ama ne yazık ki, bu görüşmelerde "özellikle HADEP'in meclise girmeyi temel alan bir çaba ve ilişkiler sistemi içerisinde olduğu açığa" çıkmıştır! İşte legalizm ve buna yamanmaya çalışmanın traji-komik ifadeleri bunlar olmaktadır.[13*] "Seçimlere katılma" ya da "legal olanaklardan yararlanma" söylemi ile gizlenen bu tür legalizmin de işe yaramayacağını 1999 genel seçimleri bile çok açık göstermiştir.
Bugün HADEP'le "Emek, Barış ve Demokrasi Bloku" kurarak DEHAP adıyla seçimlere katılacak olan EMEP'in Nisan 1999 seçimlerinde aldığı oy 51.756 olmuştur (binde 1,7). Aynı seçimde İP'in aldığı oy 57.607 (binde 1,8) olurken, SİP (nam-ı maruf yeni T"K" P) 37.680 (binde 1,2) oy almıştır. O çok özenilen, ulaşılmaya çalışılan ÖD Partisi'nin aldığı oy ise 248.553'tür (binde 8). Bugün ittifak gerçekleşmediği için İstanbul'da bağımsız adayla seçime girmek zorunda kalan Yeni Atılım çevresinin 1999 seçimlerinde "desteklediği" HADEP'in aldığı oy 1.482.196 (%4,75) olmuştur.
Tüm bunlar, "legal olanaklardan yararlanma" adı altında ileri sürülen seçime katılma "taktiğinin", hiç de kitleselleşmeye hizmet etmediğini göstermektedir. Diğer bir deyişle, seçim dönemlerinde ortaya atılan "taktikler", ileri sürülen tüm "argümanlara" rağmen, legalizmin türevleri durumundadır. Legalizm ise, kendisini ÖD Partisi'nde simgeleyen anti-marksist bir siyasal çizgiden başka birşey değildir. Bu nedenle, bu anti-marksist çizginin eleştirisi ve buna karşı takınılacak tutum Marksizm-Leninizmin içinde değil, dışında bir konudur. ÖD Partisi'nin Murat Karayalçın'la geliştirdiği ilişki, Sema Pişkinsüt transferiyle aldığı 1,2 trilyon lira ve HADEP'le yürüttüğü ittifak görüşmelerinde gösterdiği "performans", legalizmin solla, Marksizm-Leninizmle ortak hiçbir noktasının kalmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. Bu kesimlerin AB konusunda "geliştirdikleri politika"nın işbirlikçi niteliği de ortadadır. (Bkz. Kurtuluş Cephesi, AB'ci "Sol": İşbirlikçiliğin Yeni Adayları, Sayı: 68, Temmuz-Ağustos 2002)
Oligarşik yönetimin legalistlere sağladığı olanaklarla gözleri kamaşanlar karşı karşıya kaldıkları ideolojik, politik ve örgütsel sorunlarını, daha fazla legalize olarak çözebilecek durumda değillerdir. Devrimci mücadelenin bugünkü sorunu, seçim sath-ı mailinde ortaya çıkan "legal olanaklardan yararlanmak" değil, legalizm ile arasındaki sınır çizgisini belirgin bir biçimde çizmektir. Legalizmle arasına kesin ve belirgin bir çizgi çizememiş bir sol örgütlenme, kaçınılmaz olarak legalizmin tasfiyeciliği ile biçimlenmek durumunda olacaktır. "Tasfiyeciliğin özü, 'yeraltı'nın reddedilmesi, tasfiyesi, onun yerine her ne pahasına olursa olsun, yasal olarak çalışan, biçimden yoksun bir örgüt konmasıdır. Bu nedenledir ki, partinin reddettiği şey yasal çalışma, ya da yasal çalışma gereği üzerinde ısrar değildir. Parti, eski partinin adına parti denemeyecek, biçimden yoksun 'açık' bir şeyle değiştirilmesini kınamaktadır."[14*] Tasfiyecilik, Marksist-Leninist dilde ifade edersek, devrimin en temel unsurlarından birisi olan devrimci örgütün devrimci görevlerini yerine getiremeyecek, belirsiz, amorf ve açık bir yapıya dönüştürülmesidir. Dün olduğu gibi bugün de seçim dönemlerinde ortaya çıkan legalleşme eğilimleri ve buna bağlı "taktikler", tüm iddiaların tersine, tasfiyeciliğin ve mevcut düzenin meşrulaştırılmasından başka bir değere sahip değildir.
[1*] "Olanaklardan yararlanma" yerine "fırsatlardan yararlanma" sözcüklerinin kullanılmasının bile pek çok şeyin anlamını değiştirdiği açıktır. [2*] Lenin, The Crisis of Menshevism, Proletary, No. 9, 7 Aralık 1906, Collected Works, cilt: 11, s. 354 [3*] Che Guevara, Latin-Amerika Devriminin Taktik ve Stratejisi, Verde Olive, Ekim 1968 [4*] Ülkemizde illegal devrimci faaliyetin tasfiye edilmesi karşılığında yeterli "ödül" alamadıklarını düşünenler de vardır.
"Şimdi pek çok insan hâlâ kendisini bir takip ve tehdit altında hissediyor. Bu yüzden hayata ve herşeye biraz eğreti, ucundan kenarından tutunuyor. Siyasal açıdan zaten çoğu yasaklı konumda. Olmayanların da doğrudan politik hayata katılabilenleri çok az. İş hayatında başarılı sonuçlar almış olanlar hiç de az değil. Ancak bu 'tehdit' yüzünden gerçek siyasal inançlarıyla, gerçek hayatları arasında bir çelişki yaşıyorlar." (Oğuzhan Müftüoğlu, Geçmişi Aşabilmek, s. 216) (abç)
Burada hesaba katılmayan tek şey, bu hizmet ve "ödül" ilişkisinde belirleyici olanın sahip-uşak ilişkisi olduğudur. Bir uşağın sahibine verdiğin hizmetin niteliği ve büyüklüğü ne olursa olsun, her zaman aldığı ödül bir kırıntıdan ibarettir. Bu ilişkide, "ödül" alıcısı uşağın hizmetinin karşılığında aldığı "ödül"ü yeterli görmemesi ve "ödül" miktarının artırılmasını talep etmesi bu sahip-uşak ilişkisini değiştirmez. [5*] Ahmet Altan 12 Eylül romancılarının en ünlüsü ve "politik" olanıdır. Yazdığı "romanlar"la 12 Eylül sonrasındaki kuşağın depolitizasyonunda ve üretmeden tüketen bir kitle olmasında azımsanmayacak bir yere sahiptir. Ancak Ahmet Altan'ın asıl hizmeti, 1990'ların ilk başlarında Star televizyonunda yaptığı "Kırmızı Koltuk" programında ve gazete yazılarında "romanlar"ından elde ettiği "popülitesini" kullanarak ortaya sürdüğü sol karşıtı düşüncelerdir. Bugün artık Ahmet Altan'ın hizmetlerine "gerek" görülmemektedir. Bu nedenle Doğan medya grubunun "yükselen değer"i Fatih Altaylı imzalı bir haberle "start" verilmiştir. 23 Eylül tarihli Hürriyet gazetesinde Ahmet Altan'ın "en son romanı"nın çalıntı olduğu sürmanşetten verilmiştir. Bu haberden bir hafta sonra Hürriyet'in küçük kardeşi Gözcü, "Bu adam Türk düşmanı" sözleriyle sekiz sütuna manşet atmıştır. Gerek Şubat 2001 krizi sonrasında gazetelerden atılan "eski solcu"ların başına gelenler, gerekse Ahmet Altan'ın bugün karşı karşıya kaldığı "muamele" legalistler için, özellikle de ÖD Partisi içinde toplaşmış bulunan eski DY'liler için önemli bir uyarıdır. [6*] Mahir Çayan, Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine [7*] ÖD Partisi'nin başkanı Ufuk Uras'ın 1996 yılında söylediği şu sözler apolitik ve popülist söylemin demagojik niteliğini sergilemektedir:
"Lider, İngilizce'de gütmek anlamında kullanılan bir sözcük. Bu partide ne güden ne güdülen var. 'Lead', aynı zamanda köpek tasması anlamına da geliyor. Bu partide ne sahip var, ne de o tasmayı takmaya aday insanlar. Kararların aşağıdan yukarıya alınabileceği bir yapılanma var." [8*]Sınıf Pusulası, Mart-Nisan 1999, Sayı: 1, s. 21 [9*]Yaşamda Atılım, Gündem, Sayı: 30, 10 Şubat 2001 [10*]Yeni Atılım, Başyazı, Sayı: 1, 28 Eylül 2002 [11*] Bu deyim kendilerine aittir. Bkz. Yeni Atılım, Başyazı, Sayı: 1, 28 Eylül 2002 [12*]Yeni Atılım, ESP'den açıklama, İttifak ve gerçekler, Sayı: 1, 28 Eylül 2002 [13*]Yeni Atılım çevresinin bu ittifak görüşmeleri HADEP'in "meclise girmeyi temel alan bir çaba ve ilişkiler sistemi içerisinde" olması nedeniyle bitmemiştir. Aynı açıklamada EMEP tarafından "Emek, Barış ve Demokrasi Bloku"nda yer almaya çağrıldıklarını, bunun üzerine kendilerinin "somut olarak da iki kişinin listelerin ilk sıralarında gösterilmesini önerdikleri"ni, ancak "Makul ve mütevazi bu öneriye ittifakın yanıtı 'Üç ilde en alt sıralarda yer açabiliyoruz' biçiminde olduğu"nu söylemektedirler. Doğal olarak "sunulan gayrı ciddi öneriyi kabul etmeyeceklerini" bildirerek ittifak dışında kalmışlardır. Görüldüğü gibi anlaşmazlık "somut olarak iki kişinin listelerin ilk sırasında gösterilmesi" noktasında ortaya çıkmıştır. ("Somut olarak"la kastedilen DEHAP'ın milletvekili çıkartabileceği varsayılan illerdir.) İşte "Marksist leninist komünistler" böylesi bir ittifak görüşmelerinin sonuçsuz kalması yüzünden, meclise girme şanslarını da yitirmiş oldular! Her ne kadar onlar HADEP gibi "meclise girmeyi temel alan" bir çaba ve ilişkiler sistemi içinde bulunmamışlarsa da, sonuç bu olmuştur. Ne yazık! [14*] Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, s. 250