KURTULUŞ CEPHESİ - Temmuz-Ağustos 1995
Egemen Sınıfların Çıkar Çatışması
ve Anayasa Değişikliği Aldatmacası
Haziran ve Temmuz aylarının kamuoyunu ilgilendiren en önemli olaylarından birisi, hiç şüphesiz Anayasa değişikliği olmuştur. Ancak birbiri ardına yapılan görüşmeler, kendi deyişleri ile "uzlaşma arayışları" sonrasında başlayan oylamalar sonuç vermemiş ve Temmuz başlarında Çiller'in Anayasa değişikliklerini "askıya alma" açıklaması ile kesilmiştir. Ama tartışmalar bitmemiş ve "meclisin itibarı"ndan başlayan konuşmalarla kamuoyu önünde süre gitmiştir. Temmuz ortalarındaki yeni bir "uzlaşma"yla Anayasa değişikliklerinin görüşülmesine karar verilerek, 23 Temmuz günü, kendi "uzlaşmaları"nı da hiçe sayarak, 82 Anayasasının ancak 16 maddesini değiştirebilmişlerdir.
Neredeyse düzen partilerinin tamamının 12 Eylül Anayasasına karşı olduklarını beyan etmelerine rağmen, yıllarca Anayasa değişikliğini yapamamaları artık kamuoyunun bildiği bir durumdur. Herkes düzen partilerinin ve onlar tarafından oluşturulan Meclis'in Anayasayı değiştirmekte pek istekli olmadığını açık biçimde görmüştür. Ama Gümrük Birliği anlaşmasıyla birlikte Avrupa'nın emperyalist ülkelerinin baskısıyla bu değişikliklerin yapılacağı da kamuoyunun bildiği şeylerdi. Yine de düzen partilerinin ancak 21 madde üzerinde "uzlaşma" sağlayabilmiş olmaları ve daha sonra bu "uzlaşma"nın bozulması belli bir şaşkınlık yaratmıştır. Düzen partilerinin Anayasa değişikliği sırasında birbirleriyle kıyasaya tartışmaları ve özellikle Coşkun Kırca'nın sözcülüğünü yaptığı DYP'nin sendikaları ve üniversiteleri ilgilendiren Anayasa maddelerinin değiştirilmesine yönelik karşı çıkışları, en göze çarpan olaylar arasında yer almıştır.
Bir yandan Gümrük Birliği anlaşmasının Avrupa Parlamentosu'ndan geçebilmesi için yapılması zorunlu görülen "demokratikleşme" adımları, öte yandan memurların aylardır sürdürdükleri kitlesel eylemler, Anayasa değişikliklerini kaçınılmaz olarak gündemin birinci maddesine oturtmuştu. Ama Anayasa değişiklikleri için yapılan tüm görüşmeler ve oylamaların böylesine bir kargaşa ve kavga ortamında sürdürülmesi, "birileri"nin bu değişiklikleri istemediği düşüncesini güçlendirmiştir. Öyle ki, bu "birileri", aynı zamanda Gümrük Birliği anlaşmasının onaylanmasının neredeyse olmaz-sa-olmaz koşulu olarak kabul edilen Anayasa değişikliklerini engellemek için her türlü çabayı göstermekte kararlı görünmüşlerdir. Böylece, söz konusu olanın Anayasa değişikliği değil, Gümrük Birliği anlaşması olduğu ortaya çıkmıştır.
C. Kırca'nın sözcülüğünü yaptığı kesimler, Anayasa değişikliklerinin AT'nin sürekli gündeme getirdiği "demokratikleşme" ile bağlantılı olduğunu çok iyi bilmektedirler. Bir bakıma, Anayasa değişikliklerinin yapılamaması ya da gerekli görülen maddelerinin değiştirilememesi AT ile olan ilişkilerin kesilmesine ya da uzun süreli olarak dondurulmasına neden olabileceği bilinerek, bu değişiklikler engellenilmeye çalışılmıştır. Üstelik söz konusu olan değişikliklerin gerçek bir demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı bilindiği halde.
Tüm düzen partilerinin ağız birliği etmişcesine "bu Anayasa değişiklikleri Avrupa istediği için değil, bizim insanlarımızın demokratik bir anayasaya layık oldukları için yapılacaktır" demagojilerine karşın, ortaya çıkan manzara, sorunun özünü Avrupa'nın oluşturduğunu göstermektedir. Özellikle Avrupa'nın emperyalist ülkelerinin Kürt sorununu giderek öne çıkarmaları ve sorunu uluslararası planda çözme çabalarına girişmeleri, Anayasa değişikliklerini daha da önemli kılmıştır.
Tüm bunların ortaya çıkardığı manzara, sözcüğün tam anlamıyla, sömürücü sınıflar arasındaki çelişkilerin giderek keskinleştiğidir. Öyle ki, bir yanda emperyalist ülkelerin olaylarda yer alışları, öte yanda düzen partilerinin kendi aralarındaki çatışmaları, bu çelişkinin dışa vurumları olarak ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği gibi, Gümrük Birliği anlaşması, oligarşi tarafından gündeme getirilirken, küçük ve orta sermaye kesimleri bir süre sessiz kalmışlardır. Bu sessizliklerini anlaşmanın Mart ayında imzalanması ile yavaş yavaş bozmuşlardır. Başını tekelleşememiş sanayi burjuvazisinin çektigi muhalefet, ilk dönemde oligarşi ile anlaşma yolları aramaya çalışmıştır. Bunun için de kendilerinin 12 Eylül döneminde oligarşiye yedeklenmiş olmalarının getirdiği kimi ilişkileri kullanmışlardır. Ama oligarşinin tekelleşememiş burjuvaziye yanıtı "Türki cumhuriyetlere açılın" şeklinde olmuştur. Bu noktaya kadar özellikle faşist MHP bu konuda bir çeşit "arabulucu" konumunda yer almıştır. Bunun bir sonucu olarak da, Azerbaycan'da yapılmaya çalışılan darbe girişimi ortaya çıkmıştır.
Özellikle Azerbaycan'daki darbe girişiminin arkasında Demirel'in eski faşist kadrolarının bulunması (Ayvaz Gökdemir), aynı zamanda tekelleşememiş burjuvazinin siyasal kadroları arasındaki çatışmayı da su yüzüne çıkarmıştır. (Hemen belirtelim ki, bu kadrolar, aynı zamanda Gümrük Birliği'ne karşıdırlar ve kontur-gerilla içinde de etkilidirler.)
Böylece Anayasa değişikliklerinde kendini dışa vuran çatışmaların bir yanı Türki Cumhuriyetlere uzanırken, diğer yanı Avrupa'ya uzanmaktadır. Ama hepsinin temelinde yatan oligarşi ile tekelleşememiş burjuvazi arasındaki çelişkilerin keskinleşmesidir.
Bugün tekelleşememiş burjuvazi ile oligarşi arasındaki çelişkinin keskinleşmesinin yarattığı politik kargaşa ve çatışmalar, neredeyse tüm devlet mekanizmasını içine almıştır. Ancak çatışma, geçmiş dönemlerle kıyaslanmayacak kadar çok yönlü ilişkiler içersinde sürmektedir. Bu da kitlelerin açık bir biçimde göremedikleri ilişkiler durumundadır. Örneğin bir Azerbaycan darbe girişiminin, ülke içindeki çelişki ve çatışmalardan kaynaklandığı hemen hemen pek az kesimin dikkatini çekmiştir. Hatta solun önemli bir kesimi bu darbe girişimini neredeyse faşistlerin yalın bir hareketi olarak değerlendirmiştir. Oysa salt olayın içersinde yer alan kişilerin Demirel'le olan yakınlığı, sorunun sadece faşistlerin bir girişimi olarak görülemiyeceğini, daha kapsamlı bir olay olduğunu göstermektedir.
Azerbaycan'daki darbe girişimi, doğrudan doğruya oligarşinin tekelleşememiş sanayi burjuvazisine karşı takındığı tutumla ilgilidir.
Genellikle küçük ve orta sermaye kesimlerini kendisine yedekleyebilen tekelleşememiş sanayi burjuvazisi, 5 Nisan kararlarından sonra oldukça zor duruma düşmüştür. Ancak kendi siyasal kadrolarının hükümette yer alması, bu kararları desteklemek durumunda bırakmıştır. Yine de, kendi siyasal kadroları ile 5 Nisan Kararlarının kendisine fazlaca zararlı olmayacak hale getirmeye çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuştur. Bu dönemde oligarşinin 5 Nisan Kararlarına karşı çıkışlarının arkasında da bu durum yatmaktadır. Fakat oligarşi, bu duruma fazlaca uzun sürdürmemiştir. Bunun nedeni de, kısa vadede 5 Nisan Kararlarının kendisi için de gerekli tedbirleri içermiş olmasıdır. Ve tabi herkesin de bildiği gibi, bu kısa vadeli tedbirler, ekonomik buhranın yükünü işçilere ve köylülere yıkmakla sınırlıdır.
Ancak öte yandan oligarşinin tekelleşememiş sanayi burjuvazisine karşı tutumunu sertleştirmemiş olmasının bir başka nedeni de vardır. Bu da, tekelleşememiş sanayi burjuvazisinin kendi içersinde bölünmüş olmasıdır. Ve bugünkü siyasal olayların kendi içersinde gösterdiği kargaşanın nedenlerinden birisi de bu olgudur. Tekelleşememiş sanayi burjuvazisinin 12 Eylül döneminde oligarşiye yedeklenme biçimi bu olguyu ortaya çıkarmıştır.
Tüm bu ilişki ve çelişkileriyle Anayasa değişiklikleri, aynı zamanda, oligarşinin "demokratikleşme"den ne anladığını da ortaya koymuştur. Oligarşi için, "demokratikleşme", sadece egemen sınıf olarak kendisinin işine gelen yasal düzenlemeleri yapmak ve bu yolla kendi egemenliğini güçlendirmektir. Aradan geçen 13 yıla rağmen, 12 Eylül generalleri aracılığıyla yaptırdığı anayasanın değiştirilememesinin temelinde yatan, oligarşinin kendi egemenliği için yeni düzenlemelere gereksinme duymamış olmasıdır. Son Anayasa değişikliklerinin de gösterdiği gibi, oligarşi, bir yandan gelişen toplumsal muhalefeti yatıştırmak, diğer yandan Meclis'te önemli bir ço ğunluk oluşturan tekelleşememiş sanayi burjuvazisiyle yeni bir uzlaşma sağlamak amacıyla yapılacak değişikliklere onay vermiştir. Yapılan değişikliklere bakıldığında ilk görülen bu iki olgu olmaktadır. Memurların grevli ve toplu sözleşmeli sendika kurma hakkını, anayasal dil hokkabazlığı ile bir yana bırakan; siyasal özgürlüklerin tüm sınırlarını ünlü Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesiyle belirleyen; öğrencilerin politikayla ilgilenmesini, düzen partilerine üye olmalarıyla sınırlı gören oligarşik yönetim, tekelleşememiş burjuvaziyle sağladığı yeni "uzlaşma" ile Gümrük Birliği'ne yönünü dönmüştür. Ama önümüzdeki süreç, oligarşi ile tekelleşememiş sanayi burjuvazisi arasındaki çelişkinin yeniden ön plana çıkmasını kaçınılmaz kılacaktır. Ve bunun yaratacağı siyasal çatışmalar gündemi belirleyebilecektir.