Son dönemin en popüler haberi kuşkusuz AKP iktidarının A. Öcalan’la yeniden görüşmeye başlamasıdır. Bu öylesine popüler ve öylesine başat bir “haber”di ki, Paris’te işlenen cinayetler bile bu “haber”in çerçevesinin ötesine geçemedi.
Oysa AKP-A. Öcalan ya da AKP-PKK görüşmeleri ne ilkti, ne de yeniydi. Günlük olayları izleyen herkesin bildiği gibi. “Oslo Görüşmeleri” ya da “Oslo Süreci” yaklaşık beş yıl sürmüştür. Bu görüşmeler kapsamında PKK üç kez ve uzun süreli ateş-kes ilan etmiştir. Bu ateş-kes ilanları, genel seçimlerin ve 2010 anayasa referandumu arifesine “rast” gelmiştir. Her ateş-kes sonrasında ise, büyük eylemler ve operasyonlar gerçekleştirilmiştir.
Her durumda, “taraflar”, yani AKP ve PKK, ateş-kesi bozan tarafın “karşı taraf” olduğunu iddia etmişler ve her seferinde yeniden “görüşme masasına” oturmuşlardır. Ancak son ateş-kesin ilanından sonra, yani 11 Haziran 2011 seçimlerinden sonra, “Oslo görüşmeleri”nin “başarısızlıkla” sonuçlandığı açıklanmıştır.
“Yeni” başladığı söylenen “İmralı görüş-meleri”nin (PKK’ye göre, “diyalog”) ya da “İmralı süreci”nin diğerlerinden “çok farklı” olduğu Recep Tayyip Erdoğan’ın değişik konuşmalarında dile getirilmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’a göre ya da A. Öcalan’ın deyişiyle “devlet”, bu kez PKK’nin “silahsızlandırılması” amacıyla “görüşmelere” başlamıştır.
Böylece “yeni süreç”, PKK’nin “silah bı-rakması”na yönelik bir “barış süreci” olarak “medya”da bolca ve çokça yer almıştır. Artık dünün “bebek katili, terörist başı” A. Öcalan “İmralı” olarak anılırken, “terörist örgüt PKK’yle yapılan “görüşmeler” ya da “müzakereler” “barış süreci” olarak yeni bir terminolojiyle tanımlanmaktadır.
Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’yu yeniden “dizayn” etme amacının bir parçası olarak AKP’nin başlattığı “Kürt açılımı”, “Oslo görüşmeleri”ni gizleyen bir paravan olarak kullanılırken, “analar ağlamasın” söylemi de, geçmişteki “terörizm” propagandasıyla koşullandırılmış halk kitlelerinin, özellikle de nüfusun çoğunluğunu oluşturan sağ partilerin seçmen kitlesinin tepkilerini pasifize etmek için kullanılmıştır.
Bu “süreçler”de Recep Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı ve söylemi ne kadar tutarsız ve iniş-çıkışlar sergilese de, A. Öcalan’la simgelenen PKK’nin yaklaşımı bir o kadar tutarlı ve düz bir hat izlemiştir.
Bugün “İmralı” olarak adlandırılan A. Öcalan’la AKP’nin (“devlet”in) “görüşmele-ri”nin hangi aşamada olduğu (“görüşme” mi, “müzakere” mi?) gizli tutulsa da, Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına bakıldığında PKK’nin “silah bırakması”nın hedeflendiği görülmektedir.
Bunun karşılığında A. Öcalan’ın “talep” ettikleri ise şöyle sıralanmaktadır: Anadilde savunma ve eğitim hakkı, KCK tutuklularının serbest bırakılması, seçim barajının indirilmesi, anayasadaki vatandaşlık tanımının değiştirilmesi ve kendisinin “koşullarının iyileştirilmesi”.
Elbette bütün bunların (ve “kapalı kapılar ardında” ileri sürülen başka tüm taleplerin) Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığı açıktır. A. Öcalan’ın yıllar önce ulus-devleti “gerici” ilan etmesiyle birlikte zaten “bağımsız devlet” talebi, PKK’nin dilinden, terminolojisinden tümüyle çıkmıştır. Bu açıdan, bugünkü “görüşmeler”de böyle bir temelin olmaması hiç de şaşırtıcı değildir.
“PKK’yi silah bırakmaya ikna etmeye” yönelik olduğu ve bu aşamada “devlet”in (Remzi Kartal’ın sözleriyle) “Öcalan’ı silah bıraktırmaya ikna etmeye çalışıyor” olması, son “görüşmeler”in “demokratik özerklik” talebinden daha geri olan “AB yerel yönetimler şartı”yla sınırlı kalacağını söylemek pek yanlış olmayacaktır.
Bu “süreç”te (ya da “İmralı süreci”nde) nelerin “müzakere” edileceğini, hangilerinde “anlaşma” sağlanacağını hiç kimse bilmemektedir. Tefeci-tüccar zihniyeti ile A. Öcalan’ın pragmatizmi gözönüne alındığında, bunun “kıran kırana” bir “pazarlık” olacağı söylenebilir.
Burada yapılan “görüşmeler”in ya da “müzakereler”in yahut “pazarlıklar”ın ne olduğu ve nasıl sonuçlanacağı bilinemese de, bunlardan Kürt ulusal sorununu çözümleyecek bir sonucun çıkmayacağı kesindir.
Bu kesinlik içinde hemen herkesin konuştuğu, tartıştığı konu ise, bu “süreç”in (“barış süreci”nin) nasıl evrileceği ve bundan hangi tarafın (AKP mi? PKK mi?) kârlı çıkacağıdır.
Diğer “merak edilen” konu ise, kimin kimi “kandıracağı”, sonuçta “taktik hevalım” sözünü hangi tarafın (AKP ya da PKK) söyleyeceğidir.
Elbette bu “merak” ve “ilgi” konusu olan yanların dışında, Kuzey Irak’taki Barzani’nin Kürt “federe devleti”nin geleceği, AKP iktidarı koşullarında Türkiye ile bir “federasyona” gidip gitmeyeceği, bu “çözüm görüşme-leri”nin Amerikan emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi”nin neresinde yer aldığı, PKK’nin silah bıraktığı koşullarda “TC”nin nasıl “oyunlar” oynayacağı (“Osmanlı da oyun bitmez”!) konuları da bulunmaktadır.
Yine de “iç politika” açısından en çok “merak” ve “ilgi” konusu olan , 2013 yerel seçimleri ve ardından 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 genel seçimleri döneminde AKP’nin , geçmişte yaptığı gibi, PKK’yi uzun süreli bir “ateş-kese” yönelterek kendi çıkarları için kullanmasıdır. “İmralı”, yani A. Öcalan, “tahliye edilme” umuduyla bu amaçlar için “kullanılan” bir “unsur” olmaktadır. 12 Eylül 2010 Anayasa Re-ferandumu’nda olduğu gibi.
Bilindiği gibi, 2010 Anayasa Referandumu, %58 “evet” ve %42 “hayır” oyuyla sonuçlanmıştır. Referandumun en tipik özelliği, BDP’nin “boykot” ilan etmesidir. Gerekçesi de, “demokratik anayasa” talebini karşılamadığıdır.
Oysa, “boykot kampanyası” boyunca “Tayyip seni sandığa gömeceğiz” söylemini tutturan BDP’nin oy oranı %7 civarındadır. Bu kesim sandığa gittiğinde “hayır” oyu kullanacağı da ortadadır. Bu durumda, 2010 Anayasa Referandumu’nda “evet” oyları ile “hayır” oylarının başa baş olacağı kesindir.
Bugün artık biliyoruz ki, BDP’nin referandumda “bitaraf” kalışının arka planında “Oslo Görüşmeleri” yatmaktadır. Böylece BDP,. daha doğrusu A. Öcalan ve PKK, “boykot” adı altında AKP’nin yargıyı ele geçirmesini sağlamıştır. Bu da, A. Öcalan’ın, PKK’nin ve BDP’nin Türkiye’de “demokrasi ve demokratik hak ve özgürlükler” sorunu olarak
sadece Kürtlere belli (“pazarlık” konusu olan) haklar verilmesiyle ilgilendiklerini tanıtlamaktadır.
“Oslo görüşmeleri”nden sonra AKP’nin bu “yeni” görüşme politikasının, sadece 2013-2015 yıllarını kapsayan “orta vadeli” bir “taktik yaklaşım” olup olmayacağı pek de önemli değildir. Önemli olan, Kürt ulusal sorununun, “toprak, bayrak ve devlet talebi” olmaksızın, Ahmet Türk’ün deyişiyle, “devleti zorlamayacak talepler” çerçevesinde geçiştirilmesi ve bunun PKK tarafından kabul edilmesidir.
Bunun yanında, PKK’nin 1993’ten bugüne kadar ilan ettiği tüm ateş-keslerin kendi koşullarının zorlaşmasıyla bağlantılı “taktik tavır” olduğu da açıktır.
Bu durumda iki “şark kurnazı”nın yağlı güreş tuttuğu bile söylenebilir. Bu güreşte, hangisin hangisini altedeceğinden çok, hangisinin hangisini daha çok kullanacağı önem taşımaktadır.
Yine de PKK (ya da BDP) içindeki ve “medya”daki “aydınlar”, “akan kanın duracağı”, “anaların ağlamayacağı” bir “barış”ın Türkiye’ye demokrasi getireceğine inanmaktadırlar. Hasan Cemal’in “gözlemi”nden yola çıkarsak, A. Öcalan bugüne kadar kendisini “kullandırtmış”, ama o da “kullananları kullanmıştır”. Bu açıdan bakılınca, bir kez daha “taktik hevalım” tutumu ağır basmaktadır. Öte yandan Recep Tayyip Erdoğan ve mehteran takımı, Türkiye tarihinin görüp görebileceği en “marifetli” takiyyecisidirler. Gerçek amaçlarını ve yüzlerini gizlemekte ustalaşmışlardır. Bu açıdan bakıldığında da, “takiyye” yapıldığı açıktır.
Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, “İmralı görüşmeleri”nin yanında, Kuzey Irak’taki Barzani yönetimi ve Suriye’deki Kürt varlığı ve PYD olgusu, “Kürt sorunu”nu uluslararası boyutlara taşımaktadır. Bu yönüyle de ABD ve AB “İmralı görüşmeleri”nin arkasındaki asıl güç olarak ortaya çıkmaktadır.
Bütün bu “merak ve ilgi konusu” olan yanlar ne olursa olsun, varolan tek gerçek “Kürt sorunu” olarak adlandırılan sorunun, Kürt ulusal sorunu olduğu gerçeğidir. Bu da, ETA ya da İRA örnekleriyle çözümlenemeyecek bir sorun olduğunu gösterir. Her zaman ve her yerde yinelediğimiz gibi, Kürt ulusal sorunu, ancak Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkının tanınmasıyla çözümlenebilir. Bu doğrultuda, öncelikle Kürt ulusunun kendi kaderini belirlemeye hakkı olduğu kabul edilmelidir. Buna paralel olarak,
sadece Kürtlerin katılacağı bir referandumla Türkiye’den ayrılıp (ayrı devlet kurma) ayrılmayacaklarının kararlaştırılması gerekir.
Bu referandum sonucunda Kürt ulusu ayrı bir devlet kurma yönünde bir karar alırsa, tüm ulusal sorunlar, dil, kültür, eğitim, ekonomi, maliye, savunma vb. sorunlar kendilerine ilişkin ve kendileri tarafından çözümlenecektir.
Referandum sonucunda Türkiye’yle birleşme, birlikte olma yönünde bir sonuç çıkarsa, Türk ve Kürt ulusunun karşılıklı, eşit koşullarda ve demokratik hak ve özgürlükler temelinde sorunları ele almaları ve çözmeleri olanaklı olacaktır.
Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkı tanınmaksızın ve buna paralel “birlik ya da ayrılık” konusunda Kürt halkının özgür iradesiyle karar alması sağlanmadıkça, uzlaşmalarla, pazarlıklarla, tüccar zihniyetiyle ya da pragmatist yaklaşımlarla, belki “Kürt sorunu” çözümlenebilse de, Kürt ulusal sorunu çözümlenmeden olduğu gibi kalacaktır.
“Birlik gereğini ne kadar çok kavrarsak, tam birlik olmaksızın otokrasiye karşı uyumlu bir saldırıya girişmenin olanaksız olduğuna ne kadar çok inanırsak, siyasal sistemimizin koşulları altında mücadelenin merkezileşmiş bir örgüte gereksinimi olduğu o kadar açık olacaktır – ‘basit’, ama aldatıcı ve temelde derinliğine yanlış çözümlerle tatmin olmaya o kadar az eğilim göstereceğiz. Yabancılaşmanın zararları kavranılmadıkça ve proleter parti kampındaki bu yabancılaşmayı her ne pahasına olursa olsun kesin biçimde sona erdirme arzusu taşımadıkça, ‘federasyon’ türü bir incir yaprağına hiç de gerek yoktur; ilgili ‘taraflar’dan birisinin çözmeyi gerçekten arzulamadığı bir sorunu çözmeye çalışmanın hiçbir yararı yoktur. Bu durumda, otokrasiye ve giderek daha da birlik haline gelen uluslararası burjuvaziye karşı otokrasi tarafından ezilen tüm milliyetlerin proleterleri tarafından yürütülen mücadelenin başarısı için merkeziyetçiliğin temel olduğunu, bırakalım deneyimin ve gerçek hareketin dersleri kanıtlasın.”
Lenin
Iskra, No: 44,
15 Temmuz 1903
Konuyla bağlantılı yazılar:
*** Lenin:
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı
*** Lenin:
"Ulusal-Kültürel" Özerklik
*** Lenin:
Ulusal Sorun Üzerine Tezler
*** Stalin:
Marksizm ve Ulusal Sorun
*** THKP-C/HDÖ:
Ulusal Sorun Üzerine
***
Ne Olursa Olsun, Nasıl Olursa Olsun, "Sorunu" Çözmek! (Ulusal Sorunda Pratiklik) [Ocak-Şubat 2011 - 119. Sayı]
***
Sorunun Tek Çözümü, Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Belirleme Hakkının Tanınmasıdır! [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Ulusların Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Lenin'i Okumanın Zamanı Gelmedi mi? [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
“Ulusal-Kültürel” Özerklik – V. İ. Lenin
***
Ulusal Hareketlerde Gizli Görüşmeler ve Uzlaşmalar [Eylül-Ekim 2010 - 117. Sayı]
***
Taktik Hevalım! [Mart-Nisan 2012 - 126. Sayı]
***
“Kürt Açılımı”ndan KCK Operasyonlarına, Mavi Marmara’dan İsrail’e, İran’dan Füze Kalkanına ve Suriye’den Dersim’e [Kasım-Aralık 2011 - 124. Sayı]
***
Ulusal Sorunlarda Kapitalist Maliyet Hesabı [Eylül-Ekim 2011 - 123. Sayı]
***
“Emperyal Dış Politika” - Yağmadan Pay Kapmak ya da Yeni İttihat-Terakki Zihniyeti [Eylül-Ekim 2011 - 123. Sayı]
***
“Emperyal Dış Politika”: Alt-Emperyalizmin Yeniden Hortlaması [Eylül-Ekim 2011 - 123. Sayı]
***
Bölgesel Özerklik. Ulusal Özerklik, Toprak-Dışı Ulusal-Kültürel Özerklik, Toprağa Bağlı Ulusal-Kültürel Özerklik, Demokratik Özerklik, Ümmetçilik [Temmuz-Ağustos 2011 - 122. Sayı]
***
Profesyonel Ordu ve Özel Hudut Birlikleri [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Açılım... Açılım... Açılım... [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
"Kürt Açılımı"ndan "Demokratik Açılım"a [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Ulusal Sorunda Konumlar ve Tutumlar [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
"Ayrılmayı Düşünmek", Referandum ve Ezber [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Anadilde Eğitim ve Anadili Eğitimi [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Kürt Federe Devleti Kuruldu : Darısı Kimin Başına? [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
"Citizen Verheugen Welcome to Greater Europe" [Eylül-Ekim 2004 - 81. Sayı]
***
Alt-kimlik, Üst-kimlik, Anayasal Vatandaşlık, Türkler, Kürtler, Türkiyeliler ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı [Kasım-Aralık 2004 - 82. Sayı]
***
Amerikan Emperyalizminin "Project Democracy"si ve Legal Partileşme Hastalığı [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
Milliyetçiliğin Sonu [Eylül-Ekim 1996 - 33. Sayı]
***
“Ademe Mahkum Etmek” ve Mutlak Savaş [Eylül-Ekim 2012 - 129. Sayı]
***
Silahlı Propaganda “Ademe Mahkum” Edilebilir mi? [Eylül-Ekim 2012 - 129. Sayı]
***
Siyasi Gerçekleri Teşhir [Mayıs-Haziran 2000 - 55. Sayı]
***
Şehir Gerilla Savaşı ve Silahlı Propaganda
***
Tarihte Zorun Rolü ve Proletarya Diktatörlüğü [Kasım-Aralık 2009 - 112. Sayı]
***
PKK'de Çözülme, Uzlaşma ve Güce Tapma Felsefesi [Temmuz-Ağustos 1999 - 50. Sayı]
***
PKK'nin Felsefesi [Kasım-Aralık 1995 - 28. Sayı]
***
PKK'nin İdeolojisinde Sosyalizm, Toplum, Ütopya... Ve Bir Partinin Tasfiyesi
***
PKK'nin "K"si
***
PKK'nin Tasfiye Sürecinde Son Sözler [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]