Amerikan emperyalizmi "enerji kaynaklarını denetim altına almak" amacıyla başlattığı Irak işgalinde, giderek gelişen ve etkili olan direnişle karşılaştıkça yeni arayışlara başlamıştır. "Greater Middle East Project" adı verilen "Büyük Ortadoğu Projesi" Amerikan emperyalizminin bu yeni arayışının ürünü olarak ortaya atılmıştır. Bu proje, "müslüman" Ortadoğu ülkelerinde yükselen "radikal islama" karşı "ılımlı islam"a dayanan, emperyalizme bağımlı yeni yönetimler kurulması planından başka birşey değildir.
"Büyük Ortadoğu Projesi", Türkiye dışındaki "diğer müslüman ülkeler" tarafından "soğuk karşılanmış" olmakla birlikte, İsrail ve Irak Kürtleri tarafından kayıtsız-şartsız desteklenmiştir. "Greater Middle East", Irak Kürtleri için "devletleşme"nin bir garantisi olarak görülmüştür.
Irak'ta bu gelişmeler olurken, geçmişte Türkiye'deki anti-emperyalist mücadelelerde yer almış "sol" Kürt küçük-burjuva aydınları ile 1980 sonrasında Türkiye'deki iç pazara daha fazla eklemlenmiş Kürt aşiretleri ve tüccarları Amerikan emperyalizminin "Greater Middle East"ına kuşkuyla yaklaşmışlardır.
"Türkiye Kürtleri"nin ya da Verheugen'in sözüyle "Kürt kökenli Türkiye vatandaşları"nın bu kuşkuları, A. Öcalan'ın İmralı günlerinin başlamasıyla birlikte ortaya attığı, ancak hiç kimsenin ciddiye bile almadığı "demokratik cumhuriyet", "demokratik ve ekolojik toplum" vb. projelerine dört elle sarılmayı getirmiştir. Bu da, Güney'in "Greater Middle East"e karşı Kuzey'in "Greater Europa"sını yaratmıştır.
Bilindiği gibi, "Greater Europa", yani "Büyük Avrupa", AB'nin son genişleme hazırlıkları sırasında ortaya atılmış ve AB Anayasasıyla şekillendirilmeye çalışılan "Büyük Avrupa Projesi"dir.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen'in son Türkiye "ziyareti" sırasında Diyarbakır belediyesi tarafından hazırlanıp "billboard"lara asılan afişlerde yer alan "Yurttaş Verheugen, Büyük Avrupa'ya Hoş Geldiniz" sözleri, bu projenin, silahlı mücadelenin yenilgisiyle birlikte Türkiye Kürtleri için son kurtuluş umudu olarak görüldüğünü göstermiştir.
80 yıldır birbirinden ayrılmış, dört parçaya bölünmüş Kürtlerin iki büyük kesimi, yani Irak ve Türkiye Kürtleri, iki ayrı emperyalist projenin peşine takılarak bir kez daha ayrılmışlardır.
Bir taraf ilk Amerikan işgal yöneticisi Jay Garner'ı "welcome" pankartlarıyla karşılarken, diğer taraf AB komiseri Günter Verheugen'i "welcome" "billboard"larıyla karşılamıştır. Bir taraf işgal yöneticisini "our dear guest" (saygıdeğer misafirimiz) olarak bağrına basarken, diğeri AB komiserini "yurttaş" ilan etmiştir. Böylece Güney, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bile bilmedikleri bir projenin getireceğini varsaydıkları devletin ve refahın peşine takılırken; Kuzey, gerçekleşeceğinden hiç kuşku duymadıkları "Büyük Avrupa"nın "yurttaşı" olarak, özerkliğin ve paranın geleceği günleri saymaya başlamıştır.
Artık iki parçadaki Kürtler, iki farklı emperyalist çıkara dayanan iki farklı "greater" projenin sahipliğini üstlenmişlerdir.
Amerikan emperyalizminin "Greater Middle East" projesinin ipliği pazara çıkmış olmakla birlikte, AB'nin emperyalist ülkelerinin "Greater Europa"sı "hümanist, demokratik, ekolojik" örtüsüyle daha "avrupai" durmaktadır. Sadece Türkiye Kürtlerinin değil, asıl olarak Türkiye Türklerinin, Verheugen'in söyleyiş tarzıyla ifade edersek "Türk kökenli Türkiye" vatandaşlarının, kendi ulusal varlıklarından, ulusal devletlerinden vazgeçmeye bile hazır oldukları bu "avrupai" projeyle herkes kendisine bir pay düşeceğini beklemektedir. Kimileri için Avrupa'da yüksek ücretli iş, kimileri için vizesiz Avrupa gezisi, kimileri için iş, ev ve aş demek olan "Greater Europa", yarattığı beklentileriyle komiserini bile "korkutmuştur".[*] Güney, Amerikan emperyalizminden daha fazla askeri güç isterken; Kuzey, AB emperyalistlerinden bölgedeki askerlerin (TC'nin) çekilmesini istemektedir. Güney, Amerikan emperyalizminin askeri şemsiyesi altında özerklikten devlet haline dönüşmeyi beklerken; Kuzey, AB şemsiyesi altında kültürel özerkliğe bile razıdır. Güney, İsrail'den sonra bölgenin ikinci büyük askeri gücü olarak, İsrail gibi "vaadedilmiş toprakları" bu askeri güçle alabilmeyi hesaplarken; Kuzey, "barış ve huzur" içinde AB "yurttaşı" olmayı düşlemektedir.
İki farklı emperyalist güce dayanarak iki farklı yönde ilerlemeye çalışan Kuzey ve Güney'in Kürtlerini bekleyen tehlikeler ve tehditler de birbirinden farklı olmaktadır.
Güney'in yakın tehdit unsurları Irak'ın sünni ve şii Arapları olarak ortaya çıkarken; Kuzey'in somut ve acil korkusu TC'nin silahlı güçleri olmaktadır. Güney'in orta ve uzun dönemli "tehdit algılaması" İran, Suriye ve Türkiye devletleri olurken, bu tehditlere karşı İsrail'le "stratejik ortaklık" kurarak bölgenin ikinci büyük nükleer savaş gücüne sahip devleti haline gelme planları yapmaktadır. Kuzey'in ise orta ve uzun dönemli "tehdit algılaması" bulunmamaktadır. Kuzey'in orta ve uzun dönemli beklentileri vardır. Kuzey'in bu beklentileri, askeri darbeyle değil, AB zoruyla Türkiye anayasasının değiştirilmesi ve yerel yönetim esasına dayalı bölgesel özerklik kazanılması olarak ortaya çıkmaktadır. Bu beklentilerin AB garantörlüğünde karşılanacağı düşüncesi taşıdıklarından, "kazanımların" korunması için "Avrupa Ordusu"nun varlığını yeterli görmektedirler.
Oysa ki, AB'nin Kafkaslar bölgesi için geliştirilen "özel statü"nün Türkiye için uygulamaya sokulması bile, Kuzey'deki tüm beklentileri altüst edecek niteliktedir. Daha da önemlisi ise, emperyalist ülkelerin çıkarlarının sıkça yön değiştirebilmesidir. AB ve ABD'nin Türkiye'nin askeri gücüne ihtiyaç duydukları oranda, tüm projeler kolaylıkla rafa kaldırılabilinecektir. Çeçenistan, Osetya, Azerbaycan ve Gürcistan'daki gelişmelerden birinci dereceden etkilenecek olan kesim, yine Türkiye Kürtleri olacaktır. Kafkas enerji kaynakları ve enerji ulaşım hatlarının denetimi ile Ortadoğu enerji kaynaklarının denetimi birbirinden farklı çıkarları ve ilişkileri temsil eder.
Bu olgular ve olasılıklar, Kuzey'in AB beklentilerinin yıkılmasına yol açacağı gibi, Güney'i de geçmişten çok daha büyük ve kanlı bir savaş alanı haline dönüştürmeye adaydır. Kendi geleceklerini emperyalizme ve emperyalist sömürüye bağlayanlar, kaçınılmaz olarak bunun sonuçlarına da katlanmak zorundadırlar. Emperyalist işgalcilere ya da komiserlere "welcome" diyerek emperyalist çıkarlara alet olmak yerine, proletaryanın yüzyıldır denenmiş ve doğruluğu kanıtlanmış enternasyonalizm bayrağının altında toplanmanın gerekli olduğu belki de o gün anlaşılacaktır.
[*] AB'nin sanayi işleri komiserliğine atanan Günter Verheugen, genişlemeden sorumlu komiserlik görevinin son günlerinde çıktığı Diyarbakır seferinden sonra basına yaptığı açıklamada, "aşırı AB isteğinin 'beklentilere tam yanıt verilemeyebileceği' endişesi ile kendisini korkuttuğunu" söylemiştir. Verheugen "aşırı AB isteğinin" yaratmış olduğu "beklentiler"i açıklamamış olmakla birlikte, Lice ilçesine bağlı Tuzla köyünde "AB'den ne bekliyorsunuz?" sorusuna köy muhtarının "Çok şey bekliyoruz. Biz, ev, su, okul, barış ve huzur istiyoruz. AB'ye girmek istiyoruz" yanıtını verdiği basında yer almıştır.