Türk Hava Kurumu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ünsal Ban, son 27 yılda PKK’nın ülke ekonomisine doğrudan maliyetinin 550 milyar TL olduğunu söyledi.
“27 yıllık PKK terörünün ülke ekonomisine doğrudan maliyeti 550 milyar lirayı bulmaktadır. Terörle mücadele için harcanan 296 milyar 382 milyon TL, AB ülkelerinin gerisinde kalmamızda da büyük etkendir.
Yaklaşık 300 milyarlık bu ek maliyet Türkiye’nin iktisadi büyümesi için kullanılmış olsaydı, Türkiye şu an ekonomik anlamda dünyanın önde gelen devletler arasında yerini rahatlıkla alırdı. Bunun dışında, yaklaşık 300 milyar lira ile devletin sağlayacağı sosyal hizmetler, hastaneler, okullar, barajlar, fabrikalar, vb. halkın gelir ve eğitim seviyesini ve buna bağlı olarak da hayat standartlarının yükselmesine neden olabilir ve böylece ülke kendi dinamikleri içerisinde ekonomik büyüme ve refah artışı sağlayabilirdi. Terörle mücadeleye ayrılan kaynakla 8-10 adet Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), 130 adet Bakü-Ceyhan boru hattı, 70 adet Atatürk Barajı, 60 adet Boğaz Köprüsü, 25 bin adet 24 derslikli okul, 1.200 adet 400 yataklı tam teşekküllü eğitim ve araştırma hastanesi yapılabilirdi. Terörle mücadeleye aktarılan kaynağın üçte biriyle Türkiye’yi 21. yüzyıla taşıyacak mega projeler tamamlanırdı. Örneğin İstanbul 3. boğaz köprüsü, Çanakkale boğaz köprüsü, İstanbul tüp geçit projesi, İzmit Körfez geçişi, Türkmenistan doğal gazını Avrupa’ya taşıyacak doğalgaz boru hattı, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, Akkuyu Nükleer Santralı, 25 tane doğal gaz santralı, 300 kilometrelik otoyol yapım gibi.”
Bu habere konu olan rektörün açıklaması, şüphesiz “Kürt sorunu”nun barışçıl tarzda çözülmesinden yana olan herkes için iyi bir “gerekçe” sağlamaktadır. Bu “gerekçe”, doğrudan “ülkede Kürt sorunu yok, terör sorunu var” diyen kesimlerin susturulması için de iyi bir “kanıt” niteliğindedir. “Terör örgütüyle görüşmeler yapılmasına” karşı çıkanları da susturabilecek nitelikte olan bu “gerekçe”, aynı zamanda geçim sıkıntısı içinde olan, kredi kartlarının limitleri dolmuş bulunan, toplu konut kredisini ödemekte zorlanan, aldığı ücret ya da maaşla kıt kanaat geçinmeye çalışan kesimler için de gözkamaştırıcıdır.
Bizim gibi, Kürt ulusal sorununun sadece Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkının tanınmasıyla çözümlenebileceğini söyleyen kesimler açısından da bu “gerekçe” kullanılabilir ve mantıklı bir “gerekçe” olarak da görünmektedir. Ama yakından bakıldığında bu ve benzeri “gerekçelerin” üzerinde yükseldiği dünya görüşü çok daha farklıdır.
Bir yere kadar CIA’nın “algı yönetimi” çerçevesinde ortaya atılan bu tür “gerekçeler”, her şeyin, her değerin ekonomik bir çıkara indirgenmesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle “Kürt sorunu” açısından “olumlanabilir” olan “gerekçe”, her şeyin para ile alınıp-satılabileceği zihniyetinin bir ürünüdür.
Bir zamanlar İshak Alaton, Zonguldak kömür işletmesinin büyük zararlarından yola çıkarak, aynı mantıkla, Zonguldak kömür madenlerinin kapatılmasını ve bölgede “Somon balığı çiftlikleri” kurulmasını önermişti.
Yine “köşe dönmeciliğin” zirve yaptığı yıllarda, yani Turgut Özal’lı yıllarda “ithalatın serbest bırakılması” benzer bir mantıkla haklı ve mazur gösterilmeye çalışılmıştı. Buna ilişkin en güçlü “sav” ise, Türkiye’deki buğday fiyatları ile Şikago emtia borsasındaki buğday fiyatları arasındaki farktı. Dönemin söylemiyle, Türkiye’de üretilen bir ton buğdayın fiyatı 300 dolar iken, Şikago borsasından alınacak buğdayın fiyatı 150 dolar olacaktı. Böylece “halkımız”, ithal buğdayla daha ucuza ekmek tüketebilecekti. Tek sorun, “halkımızın” “yerli malı kullanma” alışkanlığından ve “ideolojisinden” kurtarılmasındaydı. Kurtuluş gerçekleşir gerçekleşmez buğday ithalatı gerçekleştirildi.
Ya sonra?
Buğday ithalatıyla birlikte ülke içi buğday üretimi hızla düşmeye başladı. Ama üretimdeki gerileme yeterli düzeyde olmadığından, IMF talimatıyla buğday üretimine sınırlama getirildi. “Üreticilere doğrudan gelir desteği” adı altında Dünya Bankası fonlarından sağlanan paralar dağıtılarak buğday üretimi alabildiğine geriletildi. Böylece buğday ithalatının önündeki “iç” engeller tümüyle ortadan kaldırıldı.
2000 yılında 21 milyon ton olan buğday üretimi 2007 yılında 17,7 milyon tona düşerken, aynı dönemde “Şikago emtia borsası”nda buğday fiyatı 121 dolardan 345 dolara yükseldi (%185). Bu yıllarda buğday üretimindeki azalışın ekonomiye maliyeti bir milyar dolar olmuştur.
[1*]
Benzer durum şeker üretiminde de söz konusu olmuştur.
IMF’ye verilen 3 Mayıs 2001 tarihli “Niyet Mektubu”nda şunlar yazılıdır:
“Şeker piyasası, Şeker Kurulu tarafından düzenlenecektir. İhtiyaç fazlası şeker üretimine son verilerek devletin zarara uğraması engellenecektir. Üretici ekim öncesinde fiyatı bilerek ekim kararı verecektir. Türk insanı daha ucuza şeker tüketecektir. Tüm çiftçilere doğrudan gelir desteği verilerek gelir kaybı giderilecektir. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin önü açılacaktır.”
“Niyet Mektubu”nda, “Türk insanı daha ucuz şeker tüketecek” denilmişse de, 2000 yılında bir kilo kristal şekerin fiyatı 41 kuruş iken, 2007 yılında 1,69’a ve 2011’de 2,12 liraya yükselmiştir.
Görüldüğü gibi, düz mantıkla her şeyin “ekonomik maliyet”le ölçülmesi, hiç de “mantıklı” somut sonuçlara ulaşmamıştır.
Bugün “Kürt sorunu”nun “terör sorunu” olarak “Türkiye ekonomisine maliyeti” 550 milyar lira olarak ilan edilirken, “terörle mücadele için harcanan” para miktarı da 296 milyar 382 milyon lira gibi “tamı tamına” hesaplanmıştır. Böylesine “büyük” bir “ekonomik maliyetin” “başka amaçlar için harcanması” durumunda neler yapılacağı da (bilmem kaç köprü, kaç okul, kaç hastane, kaç kilometre yol vs. vs.), yine aynı açıklamada “sayın rektör” tarafından ayrıntılı olarak verilmiştir.
“Terör”ün “doğrudan” maliyeti 550 milyar iken, “terörle mücadele için harcanan” para 296 milyar 382 milyon ilan edilirken, tüm bu “harcamalar”ın 27 yılda yapılan toplam harcama olduğu da belirtilmektedir. Buna göre, yıllık olarak “terörle mücadele için” harcanan para miktarı, 10 milyar 977 milyon lira (7,3 milyar dolar) olmaktadır.
Oysa sadece 2010 yılında 352 milyar liralık iç borçlar için ödenen faiz miktarı 42 milyar lira (28 milyar dolar) olmuştur.
“Terör”e ilişkin olarak “sayın rektör”ün dile getirdiği kapitalist “maliyet hesabı”nın basit aritmetiksel sonuçları budur.
Bu aritmetiksel hesaba konu olan “veri”ler ise (“terörle mücadele için harcanan” para) devlet bütçesinin
savunma harcamalarına (askeri harcamalara) ilişkin verilerine dayanmaktadır. Zaten amaç “tamı tamına” hesaplanmış gibi bir “algı” yaratılarak, ortaya çıkan “büyük miktar” üzerinden yoksul ve azgelirli halk kitlesinin “terör algısı”nı değiştirmek olduğundan, bu harcamaların “terör” bağlamında neleri kapsadığının ayrıntılaştırılmasına gerek görülmemektedir.
Aynı biçimde, Türkiye’nin GSYH’sı, “son 27 yıl”da, cari fiyatlarla 1984’de 59 milyar dolardan 734 milyar dolara yükselmiştir. AKP iktidarının son dönem propagandalarının ana konusunun Türkiye’nin büyüme oranında “dünya rekoru” kırdığına ilişkin olduğu düşünülecek olursa, “terör”ün “ekonomik maliyeti”nin hiç de sunulduğu gibi olmadığı görülecektir.
Burada bizlerin “Kürt sorunu” ya da Kürt ulusal sorunu karşısındaki konumu ve tutumu ortaya atılan “gerekçenin” mantığından ve niyetinden varestedir. Eğer Kürt ulusal sorununu ve çözümünü yalın bir kapitalist “ekonomik maliyet” hesabıyla ele almak durumunda kalınırsa, bilinmelidirki, “ulusal kimlik” vb. türden değerler tümüyle alınıp-satılır “metalar” haline indirgenmiş olacaktır. Bu nedenle, Kürt ulusal sorununun kalıcı ve sürekli çözümünden yana olanlar, her durumda “medya” aracılığıyla sunulan bu türden “ekonomik maliyet” hesaplarından ve bu “hesapları” insani ve ulusal değerlerin ölçüsü olarak kullanmaktan uzak durmak zorundadırlar.
Unutulmamalıdır ki, bu “mantık”, üretmeden tüketen bir toplumu bir şeylere “ikna” etmeye yöneliktir. Aynı “ekonomik maliyet” mantığı, bugün ya da gelecekte, bir başka ülkenin işgal edilmesi için de (örneğin Suriye), Kürt ulusal bölgesinin ekonomik olarak sömürgeleştirilmesi için de kolayca kullanılabilecektir. Önemli olan, bu ve benzeri “gerekçeleri” kendi savlarımızı destekleyen ve güçlendiren bir “gerekçe” ya da “argüman” olarak kabul etmemektir. Kürt ulusal sorunu, bu türden kapitalist “maliyet hesabı”na gereksinme duymayacak kadar evrensel bir sorundur. Çözümü de, ekonomik değil, siyasaldır.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
Ne Olursa Olsun, Nasıl Olursa Olsun, "Sorunu" Çözmek! (Ulusal Sorunda Pratiklik) [Ocak-Şubat 2006 - 89. Sayı]
***
Ulusal Hareketlerde Gizli Görüşmeler ve Uzlaşmalar [Eylül-Ekim 2010 - 117. Sayı]
***
Sorunun Tek Çözümü, Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Belirleme Hakkının Tanınmasıdır! [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Ulusların Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Açılım... Açılım... Açılım... [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
"Kürt Açılımı"ndan "Demokratik Açılım"a [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Ulusal Sorunda Konumlar ve Tutumlar [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Ayrılmayı Düşünmek" Referandum ve Ezber [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Anadilde Eğitim ve Anadili Eğitimi [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Lenin'i Okumanın Zamanı Gelmedi mi? [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
“Ulusal-Kültürel” Özerklik – V. İ. Lenin
***
Profesyonel Ordu ve Özel Hudut Birlikleri [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Kürt Federe Devleti Kuruldu : Darısı Kimin Başına? [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
"Citizen Verheugen Welcome to Greater Europe" [Eylül-Ekim 2004 - 81. Sayı]
***
Alt-kimlik, Üst-kimlik, Anayasal Vatandaşlık, Türkler, Kürtler, Türkiyeliler ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı [Kasım-Aralık 2004 - 82. Sayı]
***
Amerikan Emperyalizminin "Project Democracy"si ve Legal Partileşme Hastalığı [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
Milliyetçiliğin Sonu [Eylül-Ekim 1996 - 33. Sayı]
***
PKK'nin İdeolojisinde Sosyalizm, Toplum, Ütopya... Ve Bir Partinin Tasfiyesi
***
PKK'nin "K"si
***
PKK'nin Felsefesi
***
PKK'de Çözülme, Uzlaşma ve Güce Tapma Felsefesi
***
PKK'nin Tasfiye Sürecinde Son Sözler
***
DEP'lilerin "Dokunulmazlığı" ve "Sol"da Seçim "Taktik"lerinin İflası
Dipnotlar
[1*] TÜİK verilerine göre, buğday üretimi, dünya buğday fiyatlarında meydana gelen yükselişle birlikte 2008 yılında 20 milyon tona yükselmiştir. Ancak 2010/ 11 hasat döneminde Türkiye’deki buğday üretimi yeniden 17,7 milyon tona düşmüştür. 2011’de dünya buğday fiyatı ise, 300 dolardır.