Bir ülke düşünelim! Bu ülke, Thomas Moor’un "Ütopya" adası olabileceği gibi, gerçek bir ülke de olabilir, örneğin Türkiye.
Bu düş ülkesi, neredeyse kırk beş yıldır, önce "anarşi"yle ve "anarşistler"le, sonra "terör"le ve "teröristler"le "mücadele" eder. Öyle ki, önce "anarşistler"in, "gomonistlerin 5. kol"u olarak faaliyet yürüttüğü kabul edilirken, daha sonra "teröristler"in de adı verilmeyen bir ülkenin ya da ülkelerin "taşeronu" olduğu kabul edilir. Dolayısıyla "anarşistler"in ve "teröristler"in "kökü dışarda"dır.
"Anarşistlerle mücadele" dönemindeki söylemler ile "teröristlerle mücadele" dönemindeki söylemler çok farklı olmamakla birlikte, birincisi "eski tarih", ikincisi "yeni olgu" olarak görülür. Bu nedenle de, dün, tarih, "yeni olgu"yla birlikte geliştirilen yeni tezler ve söylemlerle yorumlanır; "yeni olgu", "eski tarih"in yöntemleriyle halledilmeye kalkışılır.
Yeni söyleme göre, "tam ülkede ekonomi gelişirken, tam ülke sıçrama yapacakken, tam demokratik açılım yapılacakken" "terör"ün tırmandığı, dolayısıyla da "terör"ün arkasında "ülkenin iyiliğini istemeyen kötü ve şer odakları" olduğu biçimindedir. Herşeyin "müsebbibi", dışardan beslenen ya "gomonistler"dir, ya da "bölücüler"dir. Halk deyişiyle, sütte leke vardır, bu ülkenin yöneticilerinde ve egemenlerinde leke yoktur!
Onlara göre, "anarşiyle", "terörle" "bir yere varılamaz"! Bir avuç "serdengeçti" ya da "tembel, başarısız öğrenci" ellerine silah alıp, kendilerine, yani "devlet"e savaş açmıştır. Oysa ülkede "demokrasi var"dır, isteyen demokratik yollardan kendi taleplerini dile getirebilir! Anarşistliğin, teröristliğin hiç lüzumu yoktur! "Devlet baba", tüm sevecenliğiyle onları "kucaklamaya" hazırdır! Ama bu "laf dinlemez" anarşistler, teröristler, silaha sarılarak, hem ülkeye, hem kendilerine zarar vermektedirler!
Bu düş ülkesinin egemenlerinin, egemen sınıflarının ve onların "sahibi" olan "Okyanus ötesi gücün", sınır tanımaz zorbalığı, şiddeti, kendi çıkarlarına geldiğinde "temsili demokrasi"yi bile kolayca ortadan kaldırabilmeleri, yasa-tanımazlıkları hiç hesaba katılmadığında, şüphesiz herşey güllük gülistanlıktır!
Madem böylesine güllük gülistanlık bir ülkede bir avuç "anarşist" ve "terörist" silaha sarılmıştır, öyle ise, "gereği" de yapılacaktır!
Bu düş ülkesinin yaklaşık beş yüz yirmi bin kişilik ordusu ve binlerce tankı, topu, uçağı, savaş helikopteri, zırhlı aracı vb. vardır. Bu ordu, bir yandan 779.452 kilometre kare "vatan toprağı"nı korurken, diğer yandan "cumhuriyeti kollama ve koruma" görevini üstlenmiştir. Bu nedenle, bu ülkenin ordusu, hem dış düşmanlara karşı, hem de iç düşmanlara karşı görev yapar.
Bu ordunun bildiği tek şey, "iç ve dış düşmana karşı" savaşmak değildir, hatta bu, hiç bilmediği şeydir. Bildiği tek şey, mevcut hükümetlere sıkıyönetim ya da OHAL ilan ettirmek, sokağa çıkma yasağı koydurmak ve nihayetinde "anarşiye" ya da "teröre" karşı "daha etkin" olabilmek için askeri darbe yapmaktır. Tarihini, bir tarafıyla "Hz. Peygamber"e, diğer taraflarıyla "Fatih"e dayandırır. Tarihinin bir "zamanında", bu ordunun içinden çıkan silahlı güçler ülkeyi yabancı güçlerin işgalinden kurtarmışsa da, "peygamber askeri" olmak, "Fatih’in torunları" olmak çok daha büyük öneme sahiptir.
Elbette onlar "sahipsiz" değillerdir, onların da bir "sahibi" vardır. "Okyanus ötesi"nden "ülke içine" kadar uzanan bu "sahipler", ne zaman kendi çıkarları ve gelecekleri tehlikeye düşse, onları "göreve" çağırmakta duraksamazlar. Bu sahiplerin, ülkeyi istedikleri gibi yönetebileceklerine olan büyük inançları, aynı zamanda "ülkenin iyiliğine olan" herşeyi (hatta "komünizm gerekiyorsa" onu da) kendilerinin yapacağı imanıyla bütünleşmiştir. Aynı anlayış, ister istemez "sahip olunan"da da egemendir.
Bu ülkenin ordusu, başka ülkelerin ordularında pek görülmeyen bir özelliğe sahiptir: "Zorunlu askerlik sistemi".
Tarihte Prusya ordusunun sahip olduğu bu sistem, günümüzde, kendine özgü nedenlerle, İsrail ordusunda vardır. Bunun dışındaki tüm ordular, ya "zorunlu askerlik hizmeti" temelinde örgütlenmişlerdir, ya da ABD’de olduğu gibi, tümüyle "gönüllü-profesyonel askerler"den oluşur.
"Zorunlu askerlik sistemi", bu ülkenin ordusunun toplum üzerinde "en güvenilir" devlet kurumu olmasını sağladığı gibi, Clausewitz’in "mutlak savaş" tanımına uygun boyutta bir savaş yürütebilmesini de olanaklı kılar. Üstelik, mali açıdan profesyonel ordulara karşı açık bir üstünlüğe de sahiptir. Neredeyse erlere hiçbir ödeme yapılmaz.
Prusya sisteminde olduğu gibi, "zorunlu askerlik sistemi" ile "sürekli ordu"nun birleştirilmesi ise, profesyonel subaylar aracılığıyla gerçekleştirilir. Bu subaylar, ordunun sürekliliğini sağladığı gibi, bir tek askeri doktrinin her dönemde sürdürülmesini de sağlarlar. Bu nedenle de, bu ordunun subay kadrosunun terfi işlemlerinde esas alınan "liyakat", bir tek askeri doktrine bağlılığı ifade eder.
Ama "anarşistler"e ve "teröristler"e karşı mücadele, CIA’nın "karşı-ayaklanma taktikleri elkitabı"nda yazıldığı gibi, düzenli ordu birlikleriyle gerçekleştirilemediğinden, ya darbe yapmak ya da "özel harekat timleri" oluşturmak zorunda kalınır.
1965’den sonra sınıf mücadelesinin yükselmesi ve buna paralel olarak silahlı devrimci hareketin gelişmesi karşısında, önce adı-sanı belli olan bir faşist partinin oluşturduğu milis güçleriyle savaşa giren devlet, bu güçlerin etkisiz kaldığını gördükleri her durumda ordusunu harekete geçirir ve yönetimi askerileştirir. Onar yıllık arayla yapılan iki darbeyle, gelişen sınıf mücadelesi ve silahlı devrimci hareket büyük ölçüde etkisizleştirilmiştir.
İkinci darbenin (12 Eylül 1980) yarattığı "huzur ve güven ortamında" ortaya çıkan bir "bölücü terör örgütü" karşısında ise, önce zamanın başbakanı tarafından "önemsenecek bir şey yok" denilir. Ama "bölücü terör"ün olanca hızıyla sürdüğü görüldüğünde de, CIA’nın "karşı-ayaklanma taktikleri elkitabı" yeniden okunmaya başlanılır.
İlk öğrendikleri şey, Mao Zedung’un "su-balık" örneğidir. Madem denilir, Mao’ya göre, "gerilla suda balıktır, öyleyse gerillayı yakalamak için, önce suyu boşaltmak gerekir". Ve köyler, mezralar boşaltılır.
CIA’nın elkitabından öğrendikleri ikinci şey ise, "teröristlerin kent örgütlenmesini çökertmek" için tüm yurttaşlık hak ve özgürlüklerinin askıya alınması, alınamadığı durumlarda "derin devlet"in devreye sokulmasıdır. Bir kez bu öğrenildi miydi, artık yapılacak şey, yasalarla sınırlandırılmamış ve elleri kolları yasalarla bağlanmamış bir "derin devlet gücü" harekete geçirmektir. Öyle de yapılır. Adam kaçırmalar, işkenceler ve "faili meçhul" katliamlar birbiri ardına gerçekleştirilir. CIA’nın Latin-Amerika’da elde ettiği deneyimler, bu düş ülkesinin tarihsel, toplumsal, siyasal özelliklerine uyarlanarak uygulanır.
Ama bu da yeterli olmaz. "Dağdaki terörist"le mücadele için "özel ordu" kurulmasına karar verilir. Zamanın "güzel, sarışın" bayan başbakanı, "teröre karşı özel ordu"nun "dini bütün, milliyetçi kişilerden oluşturulacağını" ilan eder. Ancak polis teşkilatı bünyesinde oluşturulan bu "özel ordu" ya da resmi adıyla "özel harekat timleri", dağlara çıkıp "terörist"le mücadele etmek yerine, önce yerel esnafı, ardından ülkenin önde gelen gayrı-meşru çevrelerini haraca bağlamayı daha "vatanperver" bir iş olarak gördüklerinden, bir süre sonra bu "sarkık bıyıklı tim elemanları", "mafyalaşır".
Yine de "bölücü terör"e karşı önemli ilerlemeler kaydedilir. Her ne kadar bu ilerlemede ordunun (düzenli birlikler) ve "özel harekat timleri"nin özel bir işlevi olmamışsa da, yıllar sonra genelkurmay başkanlarından birisi, ordunun "teröre karşı askeri zafer" kazandığından söz eder.
Ama "bölücü terör", dini bütün, ılımlı islamcı bir iktidar döneminde yeniden "hortlar"! Hemen her gün "şehit" haberleri gelmeye başlar, "analar ağlar", "toplum infial içindedir".
Ortam ve koşullar değişmiştir. Ordunun "balans ayarı"ndan geçmiş "ılımlı islamcılar", bu kez kendileri orduya "balans ayarı" yapmaya başlamışlar. Tam orduya "balans ayarı" yapılırken, "bölücü terör"e karşı orduyu "göreve" çağırmak hiç akıllıca olmayacağından "başka seçenekler" aranır. Ve her zaman olduğu gibi, CIA’nın elkitabı yeniden okunur ve bulunur: Özel profesyonel ordu.
Dünün "özel harekat timleri"nin "başarı öyküleri" herkes tarafından anımsanırken, bir kez daha aynı "özel ordu"nun harekete geçirilmesi pek de "ılımlı islamcılar"ın "muhafazakar demokrat" imajlarına uygun düşmeyeceğinden, Almanya’nın "grenzschutz"ları[1*] ("hudut korumaları") örneği "yeni seçenek" olarak sunulur. Üstelik Almanya, kendi köklerini oluşturan "Milli Görüş"ün kalesidir ve "Alman sistemi" içinde eğitilmiş çok miktarda kadroya sahiptirler.
Böylece "özel ordu", "özel hudut koruma birlikleri" halini alır. Ülkenin başbakanı da, "terörle mücadelede profesyonel askerlerden oluşan özel birliklerin hem başarıyı artıracağı hem de kamuoyu vicdanını rahatlatacağı ve infiali azaltacağı"ndan çok emindir. En azından, zorunlu askerlik sistemi sonucu görev yapan erlerin "şehit" olmaları yerine, "paralı askerler" ölecektir. Hem zaten "paralı asker" oldukları için de, onların "anaları" ağlamayacak, toplum infial içinde olmayacaktır.
Bu yerli "grenzschutz"lar, daha önceki "özel ordu" ya da "özel harekat timleri" deneyinden çıkartılan dersler sonucu, artık "dini bütün, milliyetçi kişilerden", "bıyıkları aşağı sarkık, tipik MHP militanı görüntüsü veren insanlar"dan[2*] oluşmayacaktır. Açıkçası, "dini bütün, milliyetçi kişiler" yerine, sadece "dini bütün" kişiler "özel tim"de yer alacaktır (Buna en uygun "tip"ler BBP içinde bolca bulunmaktadır).
Denenmiş olan ve sonuçları "müthiş olumsuz" olan bir şeyi yeniden denemenin bir faydası olmayacağı ortadadır. Oysa asıl "istenilen", "peygamber yuvası ve Fatih’in torunları"ndan oluşan ordunun profesyonelleştirilmesidir.
"Profesyonel ordu", Amerikan emperyalizminin Irak işgaliyle birlikte büyüyen ve güçlenen "özel güvenlik şirketleri"nin ülkelerin iç ve dış "güvenliği"ni üstlenmelerinden başka bir şey değildir. Bu "özel güvenlik şirketleri" (ki en ünlüsü Blackwater’dır), Amerikan emperyalizminin neo-conlarının "savaş hizmetlerinin özelleştirilmesi" doktrinine uygun olarak desteklenmiş ve geliştirilmiştir. Bu doktrinin geliştirilmesinin temelinde, giderek darboğaza giren ABD kökenli küçük ve hafif silah üreticisi tekellere yeni pazarlar bulma zorunluluğu yatar. Bu pazar bulma çabası, bir dönem için geri-bıraktırılmış ülkelerde küçük ve hafif silahların bulundurulmasını sağlayan "silah ruhsatı" ve silah ithalatı yasalarında değişiklik yapılarak giderilmeye çalışılmışsa da, doymak bilmeyen kapitalist kâr hırsıyla "savaş hizmetlerinin özelleştirilmesi" biçimini almıştır.
Bugün, bu düş ülkesinde, 10 Haziran 2004 tarihinde çıkartılmış olan 5188 nolu yasayla kurulmuş olan 1.198 "özel güvenlik şirketi" vardır ve bu şirketler de 189.512 kişiyi çalışmaktadır. Yasa gereğince, bu "özel güvenlik elemanları", "işlenmiş bir suçun sanığı veya suç işleyeceğinden kuvvetle şüphe edilen kişinin takibi" gibi polis görevini de yerine getirmektedir. Nerdeyse tamamı, askerliklerini Güney Anadolu’da "komando" olarak yapmış kişilerden oluşmaktadır.
Ama bu yeterli görülmediğinden, diğer bir ifadeyle, Amerikan küçük ve hafif silah tekelleri için yeterli olmadığından, geri-bıraktırılmış ülkelerin ordularının "özelleştirilmesi"ne gidilmektedir. Her konuda Amerikan emperyalizminin istemini iki etmeyen iktidar partisi (AKP) de, kendisine karşı er ya da geç darbe yapacağından emin olduğu "zorunlu askerlik sistemi"ne dayanan ve kendi içinde özerk olan orduyu bu yolla dönüştürmenin ve denetime almanın olanaklı olacağını görmüştür.
Parasını hükümetin hazırladığı bütçeden alan "özel ordu", şüphesiz hükümetin bir dediğini iki etmeyecek, onun politikalarını "koruma ve kollama" görevini yerine getirecektir. Tek sorun, zorunlu askerlik görevi "vatan borcu" olarak belletilmiş yurttaşlardan oluşan "milli ordu"nun böyle bir dönüştürmeye ne kadar izin vereceği ve halkın, böylesi bir dönüşüm sonrasında kayıtsız-şartsız itaat ettiği ve "en güvenilir devlet kurumu" olarak gördüğü orduya aynı "saygıyı" ve "değeri" verip vermeyeceğidir. Eğer bugün, "profesyonel ordu" tartışmaları hemen geçiştirilmişse, bunun tek nedeni bu konuda kesin bir yargıya sahip olunmamasıdır.
Şimdilik "profesyonel ordu"dan ya da "savaş hizmetlerinin özelleştirilmesi"nden uzak durulmaktadır. Bunun yerine daha "acil" olarak görünen özel anti-terör birliklerinin ("özel hudut birlikleri" adı altında, tamı tamına polis teşkilatı bünyesinde oluşturulacak bir kontra-gerilla) kurulmasına karar verilmiştir.
Bu düş ülkesinde, er ya da geç, Amerikan küçük ve hafif silah tekellerinin çıkarları doğrultusunda "savaş hizmetleri" özelleştirilecektir. Daha bugünden, 190 bin özel güvenlik elemanıyla ve 1.072.037 "ruhsatlı" silahıyla bu şirketler için bulunmaz bir pazardır. "Terör", "bölücü terör", böylesi bir pazarı daha da genişletmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır. Yoksa "sarkık bıyıklı MHP militanları"nın yerine "dini bütün" BBP militanlarının oluşturacağı "özel hudut birlikleri"yle ulusal bir sorunun çözümlenemeyeceği açıktır.
[1*] * Alman "grenzschutz" birlikleri 1950’li yılların başlarında ABD işgal komutanlığı tarafından oluşturulmuş yarı-askeri (paramiliter) silahlı güçlerdir. II. Dünya Savaşı sonrasında müttefik güçlerin (ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği) ortak kararıyla Alman ordusu tümüyle tasfiye edildiğinden ve yeni bir ordu kurması yasaklandığından, ABD, "komünist yayılmacılığa" karşı Almanya’nın sınırlarının korunması için bu tür bir paramiliter silahlı güç oluşturmuştur. Bu "hudut koruma" birliklerinin en çok tanınanı ise, Alman "Kızıl Ordu Fraksiyonu" (RAF) ve Filistinli gerillaların birlikte yaptıkları uçak kaçırma eyleminde, uçağa yönelik Mogadişu baskınını gerçekleştiren GSG-9 (Grenzschutzgruppe 9) birliğidir. Her ne kadar GSG-9, özel operasyon timi gibi görünüyorsa da, asıl işlevi Alman devletinin yasal "anti-terör" örgütlenmesi olmasıdır. Gerçekleştirdiği operasyonlara ilişkin herhangi bir yasal soruşturma yapılmadığı gibi, Steinheim cezaevinde RAF tutsaklarının "intihar"ını organize eden de bu örgütlenmedir. [2*] Eski Milli Eğitim bakanı, yeni AKP başkan yardımcısı ve demagogu Hüseyin Çelik, "oluşturulacak özel kuvvetlerin asker içinde mi, polis içinde mi olacağı" yönündeki soruyu şöyle yanıtlar: "Asker içinde mi olmalı ordu içinde mi olmalı bilemem ama doğuda faili meçhullere imza atmış, ‘Ben devlet adına kurşun sıkıyorum, millet adına kurşun sıkıyorum’ diyen zihniyet olmayacak. İşkenceyle alakası olmayacak. Özel harekat timleri içinde çok yanlış adamlar vardı. Bıyıkları aşağıya sarkık, tipik MHP militanı görüntüsü veren insanlar vardı. Ellerinde uzun namlulu silahlar, özel arabalarla gezen. O insanların yanlış davranışları bölge halkı üzerinde müthiş olumsuz etki yarattı ve bölge halkından birçok insanı PKK’nın safına itti." (Habertürk, 15 Temmuz 2010.)