KURTULUŞ CEPHESİ - Eylül-Ekim 1996
Yan sütünda görelen 18 Ağustos 1996 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlana haber Kürt ulusal hareketinin bugünkü durumunu ve geleceğini ortaya koyan bir örnek durumundadır.
Bugüne kadar değişik biçimlerde Kürt ulusal harekti içinde küçük-burjuvazi ile orta-burjuvazinin giderek güçlendiğini ve ideolojik olarak hareketin gelişim süreceni belirlemeye başladığını ortaya koymuştuk. Milliyet gazetesinde yer alan haber, bu durumun çok daha ileri boyutlara ulaştırılmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır. Özellikle emperyalist tekellerle kurulan ilişkiler ve bunda Kürt halkını "açık bir pazar" olarak sunulması, ilk kez bu kadar net bir biçimde ifade edilmektedir.
Med Tv'nin Müdürü İlhan Kızılhan, açık biçimde, Kürtlerin emperyalist tekeller için bir pazar olduğunu, üstelik "hem Avrupa'da", "hem de Kürdistan'da" büyük bir pazar teşkil ettiğini söylemesi, bugünden yarına Kürt halkını neler beklediğini ortaya koymaktadır. Burada küçük ve orta burjuva milliyetçiliğinin kaçınılmaz sonuçları yanında, emperyalist tekellerin Kürt sorunuyla olan ilgilerinin nedenleri de açık biçimde ifade edilmiş olmaktadır. Kızılhan, emperyalist tekellere, kendilerini desteklemeleri karşılığında, Kürt halkını onlara "pazar" olarak sunabileceklerini söylemektedir. Kürt ulusal hareketi içinde, "büyük politika" gibi sunulan bu tür yaklaşımlar, gerçekte, tüm tarihte "ezilen ulus" hareketlerinde her zaman görülmüştür.
"Sözcüğün tam anlamıyla, emperyalist ülke burjuvazilerinin ulusal sorun karşısındaki tutumları, pazar sorunu olarak vardır. Destekledikleri ulusal hareketler, rakip emperyalist ülkenin sömürge ya da yarı-sömürge durumundaki ülkelerdeki ulusal hareketlerdir. Böylece tekelci kapitalizm koşullarında tarihsel olarak burjuvazinin devrimci niteliğini yitirmiş olması, siyasal olarak gericileşmesi ve yağmacı bir politika izlemesi açık hale gelmektedir." (abç) [1*]
İşte emperyalist ülkelerin ve tekellerinin Kürt ulusal hareketiyle ilişkileri, olası ve olan bir pazar sorunuyla bağlantılıdır. Kürt küçük-burjuvazisi, bu durumu bildiğinden, kendi halkını çok rahatlıkla emperyalistlere pazarlayabilmektedir. Bunu "akıllı politika" olarak sunması ise, Kürt halkını ne denli küçümsediğini göstermektedir.
Şüphesiz bu tür gelişmeler Marksist-Leninistler için şaşırtıcı değildir. "Ezilen ulus"un burjuvazisinin, bir yandan kendi halkına "ulusal ayaklanma"dan söz ederken, diğer yandan "kendi halkından gizli olarak ve ona karşı" gerici anlaşmalar yapması tarihsel bir olgudur. Marksist-Leninistler bu tarihsel gerçeğin temelinde sınıfsal konumların ve çıkarların olduğunu bildikleri için, her zaman "ezilen ulus"u ve proletaryasını uyarırlar. Onları milliyetçiliğin etkisinden kurtarmak için mücadele ederler.
Özellikle emperyalizmin III. bunalım döneminde uygulanan yeni-sömürgecilik yöntemleri, "ezilen ulus" düzeyinde burjuvaziye yeni "gizlenme" olanakları yaratmıştır. Artık eskisi tarzda (eski-sömürgecilik dönemlerinde olduğu gibi) işbirlikçilik yoktur; bunun yerine emperyalizmin ülke içindeki temsilcisi olan yerli tekelci burjuvazi işbirlikçi durumundadır. Bu da, eski tarz işbirlikçiliğe karşı büyük bir tepki gösteren halkların tepkilerinin pasifize edilmesini getirmektedir. Emperyalizmin içsel bir olgu olması, bu yeni tip işbirlikçiler sayesinde olmaktadır. İşte bugün Med Tv'nin müdürü ağzından ifade edilenlen, yeni-sömürgecilik yöntemlerine uygun ve uyumlu bir işbirlikçi olacaklarına ilişkin bir beyan durumundadır. Üstelik, günümüzde emperyalist sömürünün en tipik temsilcileri durumunda bulunan Mercedes ve Coca-Cola' nın adlarının verilmesi, kendilerinin bu işbirlikçilikte ne denli kararlı olduklarını ve bunun için her şeyi yapabileceklerini göstermektedir. Daha henüz ulusal hareket durumundayken yapılan böylesine açık bir işbirlikçilik çağrısı, Kürt halkını ne denli zor günlerin beklediğinin açık göstergesidir.
Marksist-Leninistler, her zaman, bu konuda halkları bilinçlendirmeye ve bu yöndeki eğilimlere karşı mücadele etmeye çağırmışlardır. İşte yıllar önce Stalin'in şu belirlemeleri, bu yönde yapılmış en önemli uyarılardandır:
"Rusya'da karşı-devrim dönemi yalnızca 'yıldırım ve gökgürültüsünü' değil, ama hareket karşısında düş kırıklığını, ortak güçlere inançsızlığı da getirdi. Önceleri 'parlak bir geleceğe' inanılmıştı, ve insanlar, milliyetlerinden bağımsız olarak, birlikte savaşıyorlardı: Herşeyden önce ortak sorunlar! Daha sonra içe bir kuşku girdi ve insanlar, herkes kendi ulusal yuvasına dönmek üzere, birbirlerinden ayrılmaya başladılar: Kimse kendinden başka kimseye güvenmesin! Herşeyden önce 'ulusal sorun'!..
Ve yukarıdan gelen kavgacı milliyetçilik dalgası, kendi 'özgürlük aşkı' adına çevreden öcünü alan 'iktidar sahipleri'nden gelen tüm bir baskılar dizisi, aşağıdan yükselen ve bazen kaba bir şovenizme dönüşen bir milliyetçilik karşı-dalgasına yol açtı.
İşçi yığınlarını sürükleme tehlikesi gösteren milliyetçilik dalgası, durmadan güçlenerek, yükseliyordu. Ve kurtuluş hareketi ne kadar güçten düşüyorduysa, milliyetçilik çiçekleri de öylesine açıyordu.
Bu güç zamanda, Marksizme büyük bir görev düşüyordu: Milliyetçiliğe saldırmak, yığınları 'genel salgından' korumak." [2*]
Ne yazık ki, bu durum ülkemizde de ortaya çıkmış ve yapılması gerekenler yapılamamıştır. Stalin'in sözleriyle, "milliyetçiliğin karşısına enternasyonalizmin denenmiş silahını" çıkartmak, dönemin koşulları ve olayın kendi içsel gelişimi nedeniyle gerçekleşmemiştir. Enternasyonalizm adına yapılan her uyarı, Kürt ulusal hareketine karşı bir "düşmanlık" gibi algılanmış ve öyle kabul edilmiştir. Oysa, bugün açık biçimde ortaya çıktığı gibi, milliyetçilik, Kürt halkını emperyalizme pazarlayacak boyuta gelmiştir. Ve bu pazarlama olayı, bilinci iyice bulanıklaştırılmış, proletarya ideolojisine karşı bir tutuma sokulmuş ve milliyetçiliğin "iyi birşey" olduğu kanısı uyandırılmış bir kitlenin varlığı koşullarında gündeme getirilmiştir. Yani, emperyalizmle açık işbirliği yapabilmek için, önce Kürt halkına bu işbirlikçilik ideolojik olarak kabul ettirilmiştir. Kürt halkının tüm ezilmişliği, yeni bir işbirlikçilik ideolojisiyle karşılanmıştır. "Türklere ve Türklere ait herşeye" karşı olmaya dayandırılan ve günümüz koşullarında ulusal baskının arkasındaki asıl gücün emperyalizm olduğunu gizleyen propagandalarla bu sağlanmıştır.
"Ne yani? Milliyetçiyim ben, ne olmuş?" diye konuşabilen Kürtlerin sayısı hızla çoğaltılmış ve PKK içindeki Marksistler tasfiye edilmiştir. Ancak gelişimin en önemli yanı, Kürt halkı arasında anti-Marksist tutumların öne geçirilmesidir. Çünkü, Kürt burjuvazisinin emperyalizmle işbirliğini teşhir edecek ve buna paralel Kürt halkını örgütleyebilecek tek güç Marksist-Leninistlerdir. Bu nedenle, öncelikle Marksizm-Leninizmin kitleler üzerindeki etkisi kırılmak istenmiştir. Sosyalizmin bir "ütopya" olarak ilan edilmesi, "Lenin'in" İsa'yla, Muhammed'le eş tutulması ve "Lenin'in polit-bürosu" ile İsa'nın 12 havarisinin ve Muhammed'in 4 halifesinin eşleştirilmesi, hep bu yönde atılmış adımlar olarak ortaya çıkmıştır. Böylece Kürt ulusal hareketi, proletaryanın tarihsel hareketinden kapartılmıştır.
Bugün Kürt ulusal hareketine egemen olan milliyetçilik, gerek Kürt halkı için, gerekse diğer halklar için yeni ve önemli sorunlara gebedir. Artık emperyalizmle işbirliği yapabileceklerini açıkça ilan eder duruma gelmiş olan burjuva milliyetçileri, milliyetçiliği PKK gerillalarının ideolojisi haline de getirmişlerdir. Bunun somut sonuçları ise, herhangi bir eylemde, sivil insanların nüfus kağıtlarına bakılarak ayrıştırılmaları olmaktadır.
Kürt ulusal hareketinde milliyetçiliğin egemen unsur haline gelmesi ve buna karşı mücadele edilmesi, kesinkes "ezilen ulus milliyetçiliği" ile "ezen ulus milliyetçiliği"nin karıştırılmamasını gerektirir.
Marksist-Leninistler, her zaman "ezilen ulus" milliyetçiliği ile "ezen ulusu" milliyetçiliğini birbirinden ayırmışlar ve "ezilen ulus" milliyetçiliğinin içeriğindeki demokratik yanı gözetmişlerdir.
"Her ezilen ulusun burjuva milliyetçiliği, zulme karşı yönelmiş olan genel bir demokratik içerik taşır... Kayıtsız şartsız desteklediğimiz işte bu içeriktir." [3*]
Ancak sonal olarak milliyetçiliğin niteliği, her durumda bir ve tektir: Burjuvazinin çıkarlarını ulusal çıkar olarak ortaya koymak.
İşte "ezilen ulus" düzeyinde ortaya çıkan milliyetçiliğin diğer yanı da budur. Bu yan, proletaryanın ve partisinin mücadele etmek zorunda olduğu gerici içeriği ifade eder.
"Çokluk, 'ezen ulus' ile 'ezilen ulus' milliyetçiliği arasında bir ayrım yapılırken, yerel şovenizmin tehlikeli sonuçları gözden kaçırılır. Burada 'ezilen ulus' un milliyetçiliğinin, 'ezen ulus' milliyetçiliğinden kesinkes ayrılması, bunların dünya demokratik devrim mücadelesinde karşıt konumlarının gözönünde tutulması gerekliliğinin vurgulanması zorunludur. Özellikle 'ezilen ulus'un milliyetçiliğinin, 'ezen ulus' şovenizmine karşı bir 'savunma biçimi' olduğu unutulmamalıdır. Ancak öte yandan da her milliyetçilik gibi, 'ezilen ulus' milliyetçiliğinin, zaman içinde 'saldırgan bir milliyetçiliğe' ya da şovenizme dönüşme eğilimi içinde olduğu da unutulmamalıdır. Çokluk 'ezilen ulus' milliyetçiliği, ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını elde ettiği ve bunu bağımsız bir devlet kurmayla somutladığı koşullarda, bu milliyetçilik 'yerel şovenizm'e, 'saldırgan milliyetçiliğe' dönüşebileceği, daha güçsüz ulusları boyunduruk altına almaya yönelebileceği bilinmelidir. Yine de, bu yanın öne geçmesi için, 'ezilen ulus'un bu durumdan kurtulması önkoşul değildir. Kimi durumlarda henüz kendi kaderini tayin hakkına sahip değilken bile, milliyetçilik şovenizme dönüşebilmektedir. I. bunalım döneminde Kafkas-ötesindeki uluslarda bu tür gelişmeler sık sık ulusal çatışmalara ve katliamlara yol açmıştır.
Genel olarak ulusal sorunun bir köylü sorunu olduğu gözden kaçırılarak, 'ezilen ulus' düzeyinde de ortaya çıkabilecek köylü milliyetçiliğinin saldırgan yanı unutulur. 'Ezilen ulus' düzeyinde köylülüğün talebi topraktır ve ulusal toprakların bir başka ulus tarafından ilhak edilidiği koşullarda, bu talep ulusal kurtuluş hareketine yol açar. Kendi 'ulusal' toprakları üzerinde yabancı ülkenin mülk edinmesinin (ilhak yoluyla) ortadan kaldırılması, köylünün kendine ait toprağa sahip olmasına hizmet edeceği düşünülür. Bu, köylü kitlesinin ulusal harekete katılışının maddi temelini oluşturur. Ve bu milliyetçiliği ile toprak talebi arasındaki ilişki, 'ezilen ulus' milliyetçiliğinin 'saldırgan milliyetçiliğe' dönüşmesinin maddi temelidir de." [4*]
Şüphesiz tüm bunlar yıllarca devrimci örgütler tarafından yazıldı, çizildi. Ama Kürt proletaryasının ve köylülerinin milliyetçi bir çizgiye sokulmalarını engelleyemedi. Bunun sonucunda, emperyalizmle işbirliği yapmak isteyen burjuva kesimler önemli bir engeli aştıklarını düşünmektedirler. Öyle ki, artık Kürt ulusal hareketi çerçevesinde bile, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkından söz eden hiç kimse kalmamıştır. Kürt ulusal hareketinin gerçek içeriği ve hedefi durumunda olan kendi kaderini tayin hakkı isteminden vazgeçilmesi, 12 yıldır süren savaş koşullarında yıpranmış ve ezilmiş kitleler için fazlaca önemli olmamıştır. Kürt halkının kısa vadeli zafer umudlarıyla sürdürdüğü savaşın uzaması, ister istemez, radikal denilebilecek her türden talebin dışlanması için uygun bir ortam yaratmıştır. Çünkü 12 yıllık savaşta yıpranan ve ezilen kitle, bunun nedeni olarak "radikal" istemleri görmektedir. Bu nedenle, "bir radikal istem" gibi görünen kendi kaderini tayin hakkı kolayca bir yana itilebilmiştir. Kendi kaderini tayin etme hakkını elde etmemiş bir ulusun, bu hakkın kullanımına ilişkin her türden ilişki ve olanağı da önkoşulsuz reddetmiş olacağı dikkate alınmamaktadır. Bugün için tüm umutlar, Amerikan emperyalizminin "yapacaklarına" bağlanmıştır. Bu konuda en önemli güç de Avrupa'da yaşamak durumunda bulunan Kürt kitlesi olmaktadır. Onların "emperyalist bir ülkede" yaşamlarını "çok iyi" sürdürdükleri sanısı, işbirlikçilik koşullarında emperyalistlerle sürdürülecek ilişkilerin "olumlanması" olarak algılanmaktadır. Oysa, gerek kendi koşullarında yaşadıkları ağır sömürü ilişkileri, gerekse emperyalizmle işbirliği yapıldığı koşullarda emperyalizme bağımlı bir sömürge olunacağı hiç önemsenmemektedir.
Bu ortamda, Marksist-Leninistlerin görevi, her somut olay etrafında burjuva milliyetçiliğinin niteliğini ve emperyalizmle işbirliği yapılmasının sonuçlarını kitlelere anlatmak ve göstermek olmak zorundadır. Bu yapılmadığı sürece, emperyalizmin, milliyetçiliğin etkisi altında olan Kürt halkını, Kürt proletaryasını gelecekteki devrimci mücadelenin karşısına bir güç olarak çıkartacağı kesindir.
Dipnotlar
1* THKP-C/HDÖ: Ulusal Sorun Üzerine, s: 63-64, Eriş Yay.
2* Stalin: Marksizm, Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, s: 7-10
3* Lenin: Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s: 73
4* THKP-C/HDÖ: Ulusal Sorun Üzerine, s: 63-64, Eriş Yay.