"Norveç’e istisnai ölçüde geniş özerklik tanınmasına karşın (Norveç’in kendi parlamentosu vb. vardı), birliğin kurulmasından sonra uzun yıllar Norveç’le İsveç arasında sürekli sürtüşmeler oldu, ve Norveçliler İsveç aristokrasisinin boyunduruğunu atmaya uğraştılar. En sonu Ağustos 1905’te bunu başardılar. Norveç parlamentosu, İsveç kralının artık Norveç kralı olmadığı kararını verdi, ve daha sonra Norveç halkı arasında yapılan referandumda, pek büyük çoğunluk (birkaç yüze karşı 200.000)* İsveç’ten tam ayrılma yolunda oy verdi. Kısa bir karasızlık döneminden sonra, İsveçliler bu ayrılma olgusunu sineye çektiler.
Bu örnek bize, modern iktisadi ve siyasal ilişkiler içinde, ulusların hangi esaslar üzerinde ayrılıp bağımsız devlet kurmalarının olanaklı olduğunu ve bunun gerçekleştiğini, ve siyasal özgürlük ve demokrasi koşullarında bu ayrılmanın aldığı biçimi gösterir.
Tek bir sosyal-demokrat bile, eğer siyasal özgürlük ve demokrasi kendisini ilgilendiriyorsa (ilgilendirmediği takdirde, doğal olarak o artık sosyal-demokrat değildir), Norveç örneğinin ulusların ayrılmasıyla ilgili çatışmalarda "Rus biçiminde" değil de, ancak 1905’te Norveç’le İsveç arasında uygulanan biçimde çözüme gidilmesi için, sınıf bilincine sahip işçilerin sistemli propaganda yapmayı ve ortamı hazırlamayı kutsal görevleri saymaları gerektiğinin pratik kanıtı olduğunu yadsıyamaz. Programda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının tanınması maddesinin taşıdığı anlam tamamen budur." (Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 91.)
"Vardığımız noktada öncelikle açıklığa kavuşturulması gereken husus, Türkiye’nin temel katmanları olan Türkler ve Kürtlerin birlikte mi, yoksa ayrı ayrı mı yaşama iradesini taşıyıp taşımadıklarının saptanmasıdır...
Bence Türklerle Kürtlerin birlikte mi, yoksa ayrı ayrı mı yaşamak istedikleri saptaması referandumla yapılmalıdır ve bir an önce yapılmalıdır. Bu referandum öncesinde konunun alabildiğine serbest bir ortamda, herkesin her şeyi söyleyebileceği, hiçbir korku altında kalmayacağı bir kampanya süreci yaşanmalıdır. Vatandaşlar, neye oy verirlerse, sonradan neyle karşılaşacaklarını baştan bilmeli, tartışmalı, söylenecek her sözü dinleme imkânı bulmalıdır.
Referandumda, bütün Türkiye halklarına şu soru sorulmalıdır: ‘Kendinizi nasıl telakki ediyorsunuz; Türk mü, Kürt mü?’ Türklerin bir ayrışma talebi olmadığına göre yanıtı ‘Kürt’ olanlara sorulacak ikinci soru da şudur: ‘Ayrışmadan mı yanasınız, yoksa birlikte yaşamak mı istiyorsunuz?’
Eğer Kürtlerin 2/3’ünden fazlası ‘ben ayrılmak istiyorum’ diyorsa, O zaman bu ayrışmanın aşamaları konuşulur. Mesela, ilk başta eyalet sistemiyle başlanır, yavaş yavaş bağımsızlık gündeme gelir. Bu yapılırken de bin yıllık kardeşlik üzerinden hareket edilir. Çünkü, sonuçta ayrı ayrı da olsa yan yana yaşayacağız. Ama, mesela bugüne kadar o bölgeden alınan verginin 20 katı kadar o bölgeye bütçe ayrılıyorsa, bu artık olmayacak demektir.
Türkiye’nin gerçek bir strateji geliştirebilmesi için, önce ‘Ey Kürt kardeşim, ey Türk kardeşim, sen ne istiyorsun?’ diye sorması gerekiyor. Bunun yanıtını almadan yapılacak tüm arayışlar beni bağışlayın ama hafif kalır. Gideceğimiz yolu bulmak, çözümün zeminini anlamak için önce buna karar vermemiz lazım."
(NATO Yeni Stratejik Konsepti Uzmanlar Grubu üyesi, emekli Büyükelçi Ümit Pamir, "Türkiye Kendi Modelini Arıyor" (Devrim Sevimay’ın yazı dizisi), Milliyet, 7 Ağustos 2009.)