KURTULUŞ CEPHESİ - Kasım-Aralık 1995
PKK'nin Felsefesi
Kurtuluş Cephesi'nin Mart-Nisan 1995 tarihli 24. sayısında yayınlanan "PKK'nin 'K'si" başlıklı yazı şöyle bitiyordu:
"Ve artık, tüm gerçekliği ile PKK kendisini proletarya saflarından çıkarmıştır. Ezilen bir ulusun kendi kaderini tayin hakkına sahip olması yine de proletaryanın devrimci mücadelesi tarafından desteklenilecektir. Ama PKK ile Marksizm-Leninizm kapsamında ve bağlamında tartışılacak birşey kalmamıştır. Artık Kürt ulusal hareketine egemen olan orta ve küçük burjuvazinin proletarya ideolojisi tarafından eleştirisi gündemdedir."
Bilindiği gibi, bu belirlemenin yapıldığında, PKK "5. Kongre"sini tamamlamış ve burada alınan kararları yayınlamıştı. Bunlar içersinde PKK ambleminde yer alan çekiç-orak'ın çıkartılması, nerelere gelindiğini açık biçimde ortaya koyuyordu. Işte aradan geçen kısa zaman diliminde, PKK, bir yandan Amerikan emperyalizmi ile uzlaşma yolları arayışını geliştirirken, diğer yandan bu uzmaşmanın önkoşullarını yerine getirmek için gerekli "düzenlemeler ve tasfiyeler" yaptı. Ancak Haziran ve Temmuz aylarında yapılan Dublin görüşmelerine çağrılmasını sağlayamadığı bir dönemde, Kuzey ^rak'da önemli bir güç olduğunu göstermek amacıyla KDP'ye yönelik askeri harekâta başladı. Kendi tarafından açıkca ifade edildiği gibi, bu askeri harekâtın amacı, Amerikan emperyalizmine kendilerinin Kuzey ^rak'da bir güç olduklarını göstermek ve buna paralel olarak Dublin görüşmelerine çağrılmayı sağlamaktı.
Ancak Amerikan emperyalizmi için bunların yeterli olamayacağı düşünülmüş olacak ki, hemen aynı zaman diliminde "yeni enternasyonal" söylemiyle yaygın bir propaganda faaliyeti PKK tarafından başlatıldı. Med Tv'deki bir "açık oturum"a çağrılan birkaç "dünya sol örgüt temsilcisi"yle "canlı telefon bağlantısı" kurarak, "yeni enternasyonal"in "temelleri" atıldı. Böylece PKK, yeniden "sol" söylemi kullanmaya, "sosyalizm" gibi sözcükleri yinelemeye başladı. Bu bağlamda sosyalizm sözcüğü, gerekli olsun olmasın, hemen her yerde ve fırsatta söylenmeye başlanıldı. "Kürdistan sosyalizmi ... ulusal boyutu uluslararası çerçeveyle kaynaştırdı"ğından tutun da, "sosyalizmin gücüne dayanarak emperyalizme ve sömürgeciliğin karşısına çıkıldı"ya kadar uzanan bir dizi "efsane" yeniden piyasaya sürüldü. Bu öylesine hızlandı ki, kimileri hızını alamayarak, "açık faşizm"den söz etmeye bile başladı. (Bkz. Serxwebun, Ekim 1995)
Bunları gören azçok politik bilince sahip samimi unsurlar, şüphesiz PKK'nin yeniden eski çizgisine doğru evrildiğini düşünerek belli bir umuda bile kapılabildiklerinden söz etmek olanaklıdır. Öyle ki, yine Med Tv'nin kapıları "Türk solu"na açılmasıyla birlikte, hemen hemen tüm oportünistlerin, devrim kaçkınlarının, pasifistlerin ekrana çıkmak için birbirleriyle yarıştıklarını gören herhangi biri bile, böyle bir evrilmeyi düşünmeden edemezdi! Bir de bunların arasına "Türk solu"nun "en büyüğü" iddiasındaki yapılanmaların da katılması, ortalığı tam bir şenlik havasına sokacak kadar "umut" yarattığından söz etmenin bir sakıncası da yoktur!
Aşağıda ele alacağımız bu çok yönlü gelişmeleri izleyen Kürt halkı, her zaman olduğu gibi, "PKK önderliğinin ne denli kurnaz politikacı" olduğunu görerek olayları izlemekle yetindiler. Öyle ya, bir yandan Dublin görüşmelerine katılan tarafları "ihanet"le suçlarken, diğer yandan kendilerinin Dublin görüşmelerine katılmalarının sağlanmasını talep etmesi, ister istemez "büyük bir kurnazlık"tan başka türlü yorumlanamazdı! Aynı şekilde, bir yandan Amerikan emperyalizmiyle uzlaşma yolları aranırken ve bunun için gerekli "önkoşullar" yaratılmaya çalışılırken, diğer yandan "Amerikan emperyalizminin başbelası komünistleri" bir araya toplamanın "kurnazlık"tan başka ne anlamı olabilirdi ki?
"Sovyet sosyalizmi döneminde mevcut sisteme öncülük yapanlar kapitalizmden aşağı değillerdi" [1*] deyip, arkasından "Her şey insanlık cumhuriyeti için" türünden sloganlar ortaya atmak, öyle sıradan insanların pek becerebilecekleri şeyler olmadığı ortadaydı!
"Şüphesiz tarih boyunca bütün ilerici görüşler, ayetler, değerlendirmeler, emirler, insan düşüncesinden çıkmıştır. Ve tarihin ileriye yönelik çarkını bunlar çevirmişlerdir. Zerdüşt'ün Avesta'sı, Veda'lar, Musa'nın 12 Emri, Incil, Kuran vb. hepsi böyle olmuştur. Açıktır ki, tarihin o dönem koşullarında bunları bir Tanrı'ya bağlamak, hiç de onların gücüne şephe düşürmez. Daha sonraki süreçlerde Komünist Manifesto, Lenin ve Mao'nun serileri, tarihin çarkını çeviren aynı güçlü fikirler ve çözümler olarak, kendilerini hiçbir metafizik güce dayandırma gereğini hissetmeden, topluma değiştirici bir sihir gibi yayılmışlardır. Başkan APO'nun çözümlemeleri ise, böyle bir sihir, mucizevi kuvvet olarak ölü Kürdün ruhunda dolaşıp, onu yavaş yavaş canlandırmıştır." [2*]
Böyle olunca, herşeyde bir keramet olduğunu düşünmemek için bir neden de kalmamaktadır. Ya şu sözlere ne demeli?
"Lenin, Mao ve diğerlerinin yaptıkları tarihi çalışmalardır, küçümsemiyorum. Fakat parti için yürütmüş oldukları çalışmaları zayıf buluyorum. Birçok şey ihmal edildi, klasik bir tarzda çalışmalar yürütüldü. Demokrasiyi, bilimsel sosyalizmi tam anlamıyla uygulamadılar...
Örneğin Iran nasıl idare ediliyor? Tamamen moralle yürüyor. Hatta kapitalizmi bile moral idare ediyor. Belki kandırıyor ve yalan söylüyor ama, sonuçta idare ediyor. Klasikleri fazla okumuyorum. Biz, gerçek yaşamı yeniden yaratıyoruz." [3*]
"Klâsikler"den kast edilen, sanırız, Marksist-Leninist klâsikler olması gerekir. Bunları "fazla okumayınca", ister istemez okuyacak ve yol gösterecek başka birşey gerekli olmaktadır. Işte aynı yerden bir yanıt:
"_ Duyduğum kadarıyla Sokrates'in metodunu uyguluyorsunuz?
_ Sokrates'in kendisi de askeri akademiyi okumuş. Biz de Eflatun gibi bir metod, diyalog yöntemi uyguluyoruz." [4*]
Insan aklı nisyanı ile malülmüş! Eflatun'un kimlere yöntem öğrettiğini unutmak olanaklıdır. Ama unutmayanlar, bu sözlerin en son Kenan Evren'den çıktığını anımsayacaklardır. Ve söylendiği tarih 1981 yılıdır. (Hemen belirtelim, A. Öcalan'ın yeni söylemindeki "insanlık cumhuriyeti" sözü, Platon'a (Eflatun) aittir ve onun ütobyasıdır.) [5*]
Evet, bütün bunlar okuduktan sonra, yapılacak iş, önce bir Eflatun alıp, okumaktır. Aradığınızı bulamazsanız bile, üzülmeyin, daha mucizevi pekçok şeyler var bu dünyada!
Marksizm-Leninizmle az çok tanışıklığı olan herkesin açık bir biçimde görebileceği gibi, ortaya konulanlarda ifade edilen idealizm, Marksist materyalizmin tam karşıtıdır. Bu nedenle, tüm karşıtlık ideolojiktir ve sonal olarak tarihi materyalizm ile burjuva idealizminin karşıtlığıdır.
Şimdi, biraz da somut tarihsel gerçekliğe bakalım.
Aşağıda görülen haber başlıklarından da anlaşılacağı gibi, bir yandan emperyalizmle uzlaşma yolları aranırken, diğer yandan "devrim", "enternasyonal" vb. sözler edilmektedir. Bunda şaşılacak bir durum yoktur. Lenin'in bundan 75 yıl önce belirttiği şu gerçekler hiç değişmemiştir:
"Uluslara yapılan her baskı, geniş halk yığınlarının direncini davet eder; ulus olarak baskı altında kalan halkın direnci, her zaman, ulusal ayaklanma eğilimi gösterir. Ezilen ulus burjuvazisinin (hele hele Avusturya ve Rusya'da) bir yandan pratikte, kendi halkından gizli olarak ve ona karşı, ezen ulusun burjuvazisi ile gerici anlaşmalara girerken, bir yandan da ulusal ayaklanmadan sözetmesi hiç de seyrek görülen bir şey değildir. Böyle durumlarda devrimci marksistler, eleştirilerini, ulusal harekete değil, ama onun alçaltılmasına, bayağılaştırılmasına, o hareketi küçük bir kavga düzeyine indirgeme eğilimlerine yöneltmelidirler." [6*]
Şüphesiz, ezilen ulusun burjuvazisinin böyle bir tutum takınması "hiç de seyrek görülen bir şey değildir". Ancak, aynı biçimde kimi ulusal hareketlerde burjuvazinin (küçük ve orta burjuvazi özellikle) kendisini "sosyalist", "komünist" olarak göstermesi de seyrek görülen bir şey değildir. Özellikle Ekim Devrimi'nden sonra bu olgu sık sık ortaya çıkmıştır. Ezilen ulusun burjuvazisinin (isterse küçük-burjuvazisi olsun) kendisini "sosyalist" ya da "komünist" olarak göstermesi, komünist partilerinin ezilen ulus işçileri ve köylüleri üzerinde etkili olmasını engellemeyi amaçlar. Kendisine "sosyalist" ya da "komünist" görünümü vererek, ezilen ulus işçilerini kendi dar ulusal çıkarlarının içine hapseder ve kendisine karşı bir devrimci gücün ortaya çıkmasını engeller. Doğrudan bunu yapamadığı koşullarda, kendisine bağlı ve kendi güdümünde bir "komünist parti" kurmaktan bile geri durmazlar. Işte M. Kemal'ın talimatı ile 1920'lerde kurulan "TKP". [7*]
PKK hareketi, Kürt ulusal hareketi içinde Türkiye'deki devrimci mücadelenin gelişimine paralel olarak Marksizm-Leninizmin etkisinin artmasının yansısı olarak ortaya çıkmıştır. Ancak zaman içinde evrilerek, bugünkü durumuna gelmiştir. Kürt küçük ve orta burjuvazisinin çıkarlarının bir temsilcisi durumuna gelen PKK, geçmişinden gelen "işçi" etiketini çıkarmamıştır. Ama bunun içini tümüyle boşaltarak, A. Öcalan'ın ABD Başkanı Clinton'a yazdığı mektupta da ifade ettiği gibi, "ideolojik anlamda klasik komünist partilerinden farklı" hale gelmiştir. ABD Devlet Başkanı Clinton'a yazdığı mektupta A. Öcalan şöyle diyor:
"Sayın Başkan,
... şunu bir kez daha taahüt ederim ki, Partimiz ideolojik anlamda klasik komünist partilerden farklı olduğu gibi, Türkiye'nin mevcut sınırlarını değiştirme ve mutlaka ayrılma gibi ısrarlı bir çabamız olmadığını belirtmek istiyorum. Ayrıca hertürlü terör faaliyetini de redediyoruz.
13 Ekim 1995
PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan"
Böyle bir tutum karşısında Marksist-Leninistlerin tavrını yukarda aktardığımız metinde Lenin açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu bakış açısıyla Komintern, yani III. Enternasyonal 26 Temmuz 1920'de şu kararı almıştır:
"Geri kalmış ülkelerdeki, gerçekten Komünist olmayan devrimci kurtuluş hareketlerine Komünist bir örtü örtme girişimlerine karşı kararlı biçimde mücadele edilmelidir."
Görüldüğü gibi, Kürt ulusal hareketinde ortaya çıkan hemen her olgu ve gelişme, tarihsel olarak ortaya çıkmış olgular ve gelişmelerdir.
Yine bu tür olgulardan birisi de, küçük-burjuva milliyetçilerinin kendilerini "enternasyonalist" olarak göstermeleridir. Bu olgunun ne denli yaygın olduğunu, III. Enternasyonal' in aynı kararında şöyle belirtiliyor:
"Küçük-burjuva milliyetçiliğinin ve pasifizminin (barışçıllığının), bütün propaganda, ajitasyon ve pratik çalışmalarında enternasyonalizmi sözde tanıyıp pratikte onu sulandırması, sırf Ikinci Enternasyonal'in Merkezci partilerinde değil, bu Enternasyonal'den ayrılmış partilerde de sık sık karşımıza çıkan bir görüngüdür... Küçük-burjuva milliyetçiliği, sadece ulusların eşitliğinin tanınmasını enternasyonalizm olarak nitelendirir ve (ve bu tanımanın sözde kalması bir yana) ulusal egoizme dokunmaz."
Işte tarihsel gerçekler böyledir.
Tüm bu gerçekliği gören ve kavrayan her proleter, yoksul köylü, hangi ulustan olursa olsun, kendi sınıf bilincine sahip olmanın ne denli önemli olduğunu bilmelidir. Bu, emekçileri köleleştirmek isteyen burjuvaziye ve onun idealist ideolojilerine karşı, proletarya ideolojisinin savaşı olarak, her zaman ve her yerde gündemdedir.
Dipnotlar
(1*) Buradaki sözcüklerde bir yanlışlık yoktur. Doğrudan Lenin ve yoldaşlarının, yani "öncülük yapanlar"ın "kapitalisten aşağı değillerdi" şeklinde söylenmesi, hemen herkesin tepkisini çekecektir. Bu nedenle, kişiler (öncüler) ile bir sistem (kapitalizm) eşdeğer hale getirilerek sözlerin gerçek anlamına karşı tepkiler pasifize edilmek istenmektedir. Felsefenin Temel Ilkeleri'ni okumuş bir okuyucu Politzer'in şu sözlerini hemen anımsayacaktır:
"Jules Moch, Confrontations'ta ('Karşılaştırmalar'da) 'Bugünkü düzende iki sınıf -kapitalizm ve proletarya- karşı karşıya bulunmaktadırlar.' diye yazıyor.Saçma bir söz. Proletaryanın bir sınıf olduğu gerçektir; proletaryanın düşmanı olan sınıf burjuvazidir, kapitalizm değil; kapitalizm bir toplumsal düzendir. Yazar, aynı sıradan olmayan gerçekleri, aynı kategori içinde sıralıyor. Bir sınıf bir sınıftır, toplumsal bir düzen, toplumsal bir düzendir. Birini öteki diye almak, kullanılan terimlerin belirlenmesini isteyen en basit mantığa saygısızlık etmek demektir. Ve bundan dolayı, hiçbir şekilde böyle bir karışıklığa izin vermeyen, ama özdeşliği, gerçeğin bir yönü olarak, sahtekârlık yapmadan görmezlikten, bilmezlikten gelinemeyecek bir yön olarak kabul eden diyalektik mantığa bir hakarettir. Diyalektik çelişki, herhangi bir şeyi herhangi bir şeyin karşısına koymaz." ( Politzer: Felsefenin Temel Ilkeleri, s: 135)
(2*) Serxwebun, Sayı: 166, Ekim 1995
(3*) Serxwebun, Sayı: 166, Ekim 1995
(4*) Serxwebun, Sayı: 166, Ekim 1995
(5*) Kimi okuyucu Eflatun'u merak edecektir. (Tabi bunu bir renk sananlar için sözümüz yok!) Marksistler için Eflatun ya da Yunanca adıyla Platon, milattan önce 400'lü yıllarda yaşamış bir Yunan felsefecisidir. Sokrat'ın öğrencisi olup, nesnel idealizmin kurucusudur. Bazı yapıtlarında, idealist tartışmanın-konuşmanın (Yunanca: diyalektik) öğelerini geliştirmiştir. Platoncu idealizm, köleci toplumun, ticaret ve tefeci ekonominin gelişmesi ile gerilemesi döneminin ideolojisidir. Cumhuriyet -Türkçeye Devlet adıyla çevrilmiştir- adlı yapıtında, köleci topluma ilişkin bir ütobik toplum modeli çizer.
(6*) Lenin: Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, s: 73-74
(7*) Burada söz konusu olan "TKP" tümüyle M. Kemal'in talimatla kendi arkadaşlarına kurdurduğu partidir. M. Suphi'nin kurduğu TKP ile hiçbir ilişkisi yoktur.