“Eski”den, çok ama çok “eski”den, insanlar özgürlük, ülkeler bağımsızlık ve halklar kurtuluş istiyorlardı ya da en azından buna inanılıyordu. Bu “inanç” ya da istemle, “o zamanlar”, insanlar, ülkeler ve halklar mücadeleye atılırlar, özgürlük için, bağımsızlık için, kurtuluş için mücadele ederler ve savaşırlardı.
“O zamanlar”, “Tek Yol Devrim”di, yer-gök devrimci sloganlarla inlerdi. Devrimciler, adlarını, soylarını bilmedikleri milyarlarca insanın özgürlüğü ve kurtuluşu için elde silah savaşırlardı. Ellerinde kızıl bayraklar, amblemlerinde çekiç-oraklar ve kızıl yıldızlar geleceğin, özgürlüğün, kurtuluşun ve bağımsızlığın simgeleri olarak yüce tutulurlardı.
“O zamanlar”, proletarya vardı, köylülük vardı, ezilen ve sömürülen uluslar vardı. Bunların karşısında burjuvazi, toprakağaları, ezen uluslar ve emperyalizm yer alırdı. Ezilen ve sömürülen uluslarda milliyetçiler vardı, milliciler vardı. Ama hepsinden öte marksist-leninistler vardı.
“O zamanlar”, insanlar, devrimden, demokratik halk devriminden, sosyalist devrimden, ulusal ve halk kurtuluş savaşından söz ederler ve örgütlenirlerdi.
Ulusal sorunların, “ulusların kendi kaderini belirleme hakkı” çerçevesinde çözüleceği ileri sürülürdü. Anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadelelerin amaçları ve hedefleri tartışılırdı.
Her durumda, proletaryanın fiili ya da ideolojik öncülüğü altında gerçekleştirilecek demokratik halk devriminden ya da sosyalist devrimden söz edilirdi.
İşte “o yıllar”da, bundan 35 yıl önce, Kürt halkının kurtuluşu ve Kürdistan devrimi için Partiya
Karkerên Kurdistan’ın, yani Kürdistan
İşçi Partisi’nin (PKK) kuruluşu ilan edilirken, hedefin “bağımsız, birleşik ve demokratik Kürdistan” olduğu ilan edilmişti. Şöyle yazıyorlardı:
“PKK, çöken emperyalizm ve yükselen proletarya devrimleri çağında, Kürdistan halkını emperyalist ve sömürgeci sistemden kurtarmak, bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’da demokratik bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai olarak sınıfsız toplumu gerçekleştirmek amacındadır.
PKK’nın önderlik ettiği Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi, sosyalist ülkeler, ulusal kurtuluş hareketleri ve işçi sınıfı hareketlerinin temel gücünü oluşturdukları dünya sosyalist devriminin ayrılmaz bir parçasıdır.
PKK, başta ABD olmak üzere tüm emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin bölgedeki düzeni devrilmeden, Ortadoğu ulusları arasında eşitlik ve özgürlük temelinde bir barış ve işbirliği ortamı geliştirilmeyeceği inancındadır.
PKK, Program, Manifesto ve burada dile getirdiği görevlerinin altından başarıyla çıkmanın, ancak marksizm-leninizme, dünya sosyalist devriminin güçlerine, halkımızın direnmelerle dolu tarihi mirasına ve bugün kazanmak için gösterdiği cesarete dayanmakla mümkün olacağına inanır.” (PKK Kuruluş Bildirisi, 1978.)
Yine aynı yıl yayınlanan “
Kürdistan Devriminin Yolu/Manifesto”nda şunlar yazılmıştı:
“… gerek ezen ulus ‘devrimcilerinden’ gerekse onlarla farklı nüanslardan ama aynı telden çalan ezilen ulus ‘devrimcilerinden’ gelen, ulusal mesele konusundaki ‘bölgesel özerklik’, ‘federal birlik’, ‘dil ve kültür özerkliği’ biçimindeki çözüm yolları gericidir ve günümüzde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının biricik doğru yorum tarzı olan ‘bağımsız devlet’ tezine aykırıdır. Bağımsız devlet, günün şartlarında tek doğru, doğru olduğu için de devrimci bir tez olup, diğer tezler ve çözüm yolları devlet sınırlarına dokunmadığı için reformist, reformist olduğu için de gerici tezlerdir.”
Görüldüğü gibi, PKK, kurulduğu tarihte, hem “marksizm-leninizme” dayanmaktadır hem de ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkına dayanarak “bağımsız devlet” talebinde bulunmaktadır.
Bilineceği gibi, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı (
self-determination), “uluslar hapishanesi” olan Rusya’da RSDİP tarafından programlaştırılmış ve tüm zamanlarda Lenin tarafından savunulmuştur. 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte ilk yayınlanan kararnamelerden birisi de, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkının tanınmasına ilişkindir.
Lenin, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkına ilişkin şunları yazar:
“Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, siyasal bağımsızlık demektir.”[1*]
“Kendi kaderini tayin etme özgürlüğü, yani bağımsızlık, yani ezen uluslardan ayrılma özgürlüğü(dür)”[2*]
“Programımızın maddesi, siyasi kaderi tayinden, yani ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkından başka anlama gelecek biçimde yorumlanamaz.”[3*]
Lenin, çok net biçimde, ulusların kaderlerini belirleme hakkının, ezen ulustan ayrılma, siyasal bağımsız ve ayrı devlet kurma hakkı olarak tanımlar. Bunun nedenini de şöyle açıklar:
“Kendi kaderini tayin etme özgürlüğü, yani bağımsızlık, yani ezen uluslardan ayrılma özgürlüğü istiyoruz. Bunu, ülkeyi ekonomik bakımdan bölmeyi, ya da küçük devletler idealini düşlediğimiz için değil, tam tersine, yalnızca gerçekten demokratik, gerçekten enternasyonalist bir temel üzerinde, geniş büyük devletin ve ulusların yakın birliği, hatta kaynaşmasından yana olduğumuz için istiyoruz. Ancak ayrılma özgürlüğü olmaksızın böyle bir temel düşünülemez.”[4*]
Bunun yanında, ulusal sorunlar ne denli bastırılmış olurlarsa olsunlar, tarihin herhangi bir zamanında ve herhangi bir ulusal baskı koşullarında bir kez daha ortaya çıkacakları kesindir. Bu nedenle de, ulusal sorunlar mutlak biçimde çözümlenmek zorundadır. Bu kapitalizmin tarihsel evriminin kaçınılmaz sonucudur. Dolayısıyla da, ezilen ulusların (ve elbette sömürgelerin) varlığını sürdürdüğü koşullarda, bu sorunların ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı çerçevesinde çözümlenmesi gerekir.
Şüphesiz marksist-leninistler ulusların kaderlerini belirleme hakkını tanırken, yani ulusların ayrılma, ayrı devlet kurma haklarını tanırken, belli “koşullamaları” da ortaya koyarlar.
“Ulusların özgürce ayrılma hakları, belli bir ulusa belli bir zamanda ayrılmasının öğütlenir olup olmayışıyla karıştırılmamalıdır. Proletaryanın partisi bu ikinci sorunu, her olayda ayrı ayrı düşünüp kararlaştırmalı, bunu yaparken toplumsal gelişmenin bir bütün olarak gereklerini ve proletaryanın sosyalizm için verdiği sınıf mücadelesinin çıkarlarını dikkate almalıdır.”[5*] (abç)
Lenin, tüm bunların sonucu olarak ezilen uluslara ilişkin sorunun (ulusal sorun) çözümünü şöyle formüle eder:
“Devleti oluşturan tüm uluslar için kendi kaderini belirleme hakkının tanınmasını güvenceye alan demokratik bir anayasaya sahip bir cumhuriyet.”[6*]
“‘Kendi kaderini belirleme hakkı’, genel olarak sadece demokrasiyi değil, bir tip demokratik sistemi, özellikle ayrılma sorununun demokratik olmayan bir çözümünün olanaksız olduğu tipte bir demokratik sistemi gerektirir. Demokrasi, genel olarak söylersek, saldırgan ve zorba milliyetçilikle bağdaşabilir. Proletarya, herhangi bir ulusun devlet sınırları içinde zorla tutulmasını dışlayan bir demokrasiyi talep eder.”[7*]
“Proletarya, demokrasi aracılığıyla, yani demokrasiyi tam uygulayarak ve mücadelenin her adımını, en kararlı biçimde formüle edilmiş, demokratik istemlerle ilişkilendirerek zafer kazanabilir, böyle yapmaksızın kazanamaz. Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci mücadeleyi, demokrasinin sorunlarından yalnızca biriyle, burada ulusal sorunla karşı karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı devrimci mücadeleyi, bütün demokratik isteklerle, yani cumhuriyet, halk ordusu (militia), resmi görevlilerin halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit hak verilmesi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, vb. gibi isteklerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle birleştirmeliyiz.”[8*]
Özcesi, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı, herşeyden önce burjuva-demokratik bir haktır ve demokratik bir cumhuriyeti gerektirir. Unutulmamalıdır ki, “demokratik cumhuriyet” talebi, tarihsel olarak otokratik (çarlık) ya da monarşik (ya da meşrutiyet) düzenin tek alternatifidir.
Bu bağlamda Lenin “ulusal-kültürel özerklik” (bugünkü söylemle “demokratik özerklik”) için de şunları yazar:
“‘Ulusal-kültürel özerklik’, kesinlikle, en saf ve bu yüzden en zararlı milliyetçilik demektir, ulusal kültür sloganıyla ve son derece zararlı ve hatta anti-demokratik olan okulun milliyetlere göre ayrıştırılması propagandasıyla işçilerin yozlaştırılmasıdır. Kısacası, bu program, şüphesiz, proletarya enternasyonalizmiyle çelişir ve sadece milliyetçi küçük-burjuva düşüncelere uygundur.”[9*]
PKK de, kuruluşunda kendisini “marksist-leninist” bir “işçi partisi” olarak tanımlarken bu saptamaları belli ölçülerde esas almıştır. Buna rağmen, PKK, aynı devlet sınırları içinde yaşayan değişik uluslardan proleterlerin birliği yerine, yani birleşik parti örgütlenmesi ilkesini[10*] bir yana koyarak, baştan itibaren “ayrı örgütlenme” yolunu izlemiştir.[11*] Bu da marksist-leninist ilkelerden ilk ve temelli bir kopuş anlamına gelmektedir.
Elbette burada PKK’nin ilk baştan “ayrı örgütlenme” yoluna sapmasını ele almayacağız. Ancak bu ilk başta ortaya çıkan sapmanın tüm süreç üzerinde etkide bulunduğu ve zaman içindeki dönüşümünün dayanağı olduğunu belirtmekle yetineceğiz.
Başlangıçta, marksist-leninist bakış açısıyla “Kürdistan devrimi” için yola çıkan PKK, “Kürdistan devrimi”nin görevlerini de şöyle sıralamıştır:
“– Türk sömürgeciliğinin ve gerisindeki emperyalizmin Kürdistan üzerindeki her türlü hakimiyetine son vermek.
– Demokratik halk yönetiminde ulusal bağımsız ve demokratik bir toplum yaratmak.
– Bağımsız bir ekonomik yapı inşa etmek.
– Sömürgeci eğitim ve kültür kurumlarının yerine ulusal eğitim ve kültür kurumlarını oluşturmak.
– Her parçada yaşayan halkı, sömürgeci devlet aygıtıyla ‘özerklik’ veya ‘otonomi’ adı altında birtakım reformlarla uzlaştırma çabalarına karşı mücadele etmek...”[12*]
Kuruluşunda bunları söyleyen PKK, bugün, İsmail Beşikçi’nin sözleriyle, “Biz bağımsızlık istemiyoruz diyorlar. Eğer siz bayrak ve devlet istemiyorsanız sizde bir sakatlık var!” dediği bir noktaya gelmiştir. Bu nokta, A. Öcalan’a göre, “ulus-devlet-ler”in “aşılması”ydı.
“Özellikle ulus devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi. Bu kavram benim için uzun süre Marksist-Leninist-Stalinist bir ilkeydi; asla değiştirilmemesi gereken bir dogma niteliğindeydi... Ulus dediğin illa devleti olması gereken bir şeydi! Kürtler bir ulus ise, mutlaka bir devletlerinin de olması gerekirdi! Halbuki toplumsal olgular üzerinde yoğunlaştıkça, ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en los gerçeği olduğunu, kapitalizmin güçlü etkisi altında şekillendiğini ve özellikle ulus-devlet modelinin toplumlar için demirden kafes olduğunu kavradıkça, hem özgürlük hem de toplumsallık kavramının daha değerli olduğunu fark etmiştim. Ulus-devletçilik uğruna savaşmanın kapitalizm için savaşmak olduğunu fark ettikçe, siyaset felsefemde büyük dönüşümler söz konusu oldu.”[13*]
PKK, daha tam ifadeyle A. Öcalan, “bu noktaya”, dünden bugüne, birden ve ani bir sıçramayla gelmemiştir. Dönüşüm, 35 yıl içinde, değişik ara evrelerden geçerek ve her evrede adım adım ilerleyerek, deyim yerindeyse, her adımda kendisini meşrulaştırarak gerçekleşmiştir.
Şüphesiz bu dönüşüm sürecinde, Kürt ulusal hareketi içinde, PKK’nin söylemiyle, “Kürt feodal-komprador sınıf”ının ve “kent küçük-burjuvazisi”nin giderek egemenlik kurması belirleyici olmuştur.[14*]
Bu gelişme, 1990-1992 döneminde kitle hareketlerinin güçsüzleşmesi ve 1992 yılındaki “Güney Savaşı”nda PKK’nin büyük kayıplara uğramasıyla birlikte, Talabani’nin arabuluculuğunda yapılan T. Özal-A. Öcalan görüşmeleri sonucunda Mart 1993’te ilan edilen “ateş-kes”le birlikte belirgin hale gelmiştir.
Bu dönüşüm, 1995 yılında yapılan PKK’-nin 5. Kongresi’yle birlikte “teorik ve programatik” bir meşruiyete sahip olmuştur.
Ekim 1995 tarihli Serxwebûn’da “Her şey parti, devlet değil, herşey insanlık, cumhuriyet için” başlıklı yazıda “devlet kurma”nın “yanlışlığı”ndan söz eden A. Öcalan, 5. Kongre’de, “Devletleşerek sosyalizm amacına ulaşamaz” beyanında bulunur. Bu da dönüşümün “kilometre taşı”dır.
Bu dönüşümün sonucu olarak da, 5. Kongre’de “tüzük” değişikliğine gidilmiştir.
“Tüzükte gerçekleştirilen en önemli değişiklik, parti bayrağının ve ambleminin değiştirilmesiydi. Daha önce kırmızı zemin üzerinde kızıl yıldız, kızıl yıldız içinde orak-çekiç amblemini taşıyan bayrak değiştirilerek, yerine kırmızı zemin üzerinde yeşil kuşakla ayrılmış kızıl yıldız, yıldız içinde sarı renkte meşale amblemi yerleştirildi.
Bu değişikliğin gerekçesi ise, orak-çekiçin işçi-köylü ittifakını temsil ettiği, reel sosyalizmin bir sembolü olarak günümüz koşullarında klasik kaldığı, yine dönemi temsil etme konusunda yetersiz kaldığı, PKK gibi bir hareketin yenilenmiş bir sosyalizmin temsilcisi olarak, reel sosyalizmden çok ayrı özellikler taşıdığı, yine PKK’nin insanlık hareketini temsil etme iddiasında olduğu, özgür gelişmeyi esas aldığı, bu nedenle reel sosyalizmin ağırlıklarını taşımayı reddettiği, orak-çekiç işleminden başlayarak bunu göstermek istediği, PKK gelişimine denk düşen kızıl yıldız içinde meşale olduğu, meşalenin aydınlığı temsil etttiği, bunun da öncülük anlamına geldiği, kızıl yıldızın ise, özgürlük simgesi olarak soylu amacı, hedefi gösterdiği, bayrağın ve amblemin bu yeni şekliyle daha yerinde olduğu ve yenilik içerdiği gibi nedenlerle değişiklik gerekçelendirildi. Bu temel gerekçelerle tüzük ve programdaki bazı değişimler oybirliğiyle kabul edildi.”[15*]
Bugün İsmail Beşikçi’nin “Eğer siz bayrak ve devlet istemiyorsanız sizde bir sakatlık var!” dediği yere bu ara evrelerden geçerek gelinmiştir.
Ama bu ara aşamalardaki dönüşümler, hemen her zaman “taktik hevalım” mantığı içinde sadece “siyaset icabı” olarak kabul edilmiş ve öyle “algı”lanmıştır. “Dün”, dünle gitmiş ve PKK, Duran Kalkan’ın sözleriyle “Apocu diyalektik ve felsefe”yle birlikte, Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkından, ayrı devlet kurma hakkından tümüyle vazgeçmiştir.
Bu dönüşüm, PKK hareketinin sınıfsal dönüşümüyle doğrudan bağlantılıdır. İlk dönemde küçük-burjuva genç aydın kesimin ağırlıkta olduğu PKK hareketi, bugün, kendi eski söylemlerindeki “feodal-komp-rador sınıf”ın ve “kent küçük-burjuvazisi”-nin egemen olduğu bir harekete dönüşmüştür. Bu nedenle de, kendisini “yeni dünya düzeni”ne, “globalleşen dünya”ya ve “Büyük Ortadoğu Projesi”ne uyarlayacak “politikalar geliştirme”ye adamıştır.
Yine de PKK içindeki ve kendilerini “sol”da tanımlayan küçük-burjuva aydınları ve “dün”de kalmış olan “marksizm-leninizm”in etkisi tümüyle ortadan kalkmamıştır. “Demokratik Özerklik” söyleminde belli ölçüde görülen, gerçekte “dün”de kalan, “marksist-leninist” söylem de bunun bir ürünüdür.
“Demokratik özerklik; Türkiye halklarının hiçbir ihtiyacını karşılamayan, Türkiye toplumuna da yük haline gelen ulus-devletin var olan katı zihniyetini değiştirme ve halkların siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmesi önünde engel olmaktan çıkarma temelinde cumhuriyetin demokratikleşmesini hedeflemektedir. Dolayısıyla demokratik özerklik, demokratik cumhuriyetin Kürdistan’daki izdüşümü olarak görülmelidir.
Demokratik özerklik; sınırların değişmesini değil, sınırlar içinde halkların kardeşliğinin ve birliğinin pekişmesini sağlayacak, böylece Türkiye’de oluşan karşıtlaşmayı durdurup Kürt halkıyla Türkiye’nin yeni bir sözleşme ile Türk-Kürt ilişkilerinde yeni bir dönem başlatacaktır.” (DTP’nin “Demokratik Özerk Kürdistan Modeli” açıklaması.)
Açık olan, PKK hareketinde egemen olan pragmatizmdir. Artık PKK için “dün dündür, bugün bugündür”. PKK ne denli kendisini dönüştürmüş olursa olsun, Kürt ulusal sorununun tek gerçek çözümü, yine de, Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkının tanınmasıdır. Başka seçenek yoktur.
Konuyla bağlantılı yazılar:
*** Lenin:
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı
*** Lenin:
"Ulusal-Kültürel" Özerklik
*** Lenin:
Ulusal Sorun Üzerine Tezler
*** Stalin:
Marksizm ve Ulusal Sorun
*** THKP-C/HDÖ:
Ulusal Sorun Üzerine
***
Ne Olursa Olsun, Nasıl Olursa Olsun, "Sorunu" Çözmek! (Ulusal Sorunda Pratiklik) [Ocak-Şubat 2011 - 119. Sayı]
***
Sorunun Tek Çözümü, Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Belirleme Hakkının Tanınmasıdır! [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Ulusların Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Lenin'i Okumanın Zamanı Gelmedi mi? [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
“Ulusal-Kültürel” Özerklik – V. İ. Lenin
***
Ulusal Hareketlerde Gizli Görüşmeler ve Uzlaşmalar [Eylül-Ekim 2010 - 117. Sayı]
***
Taktik Hevalım! [Mart-Nisan 2012 - 126. Sayı]
***
“Kürt Açılımı”ndan KCK Operasyonlarına, Mavi Marmara’dan İsrail’e, İran’dan Füze Kalkanına ve Suriye’den Dersim’e [Kasım-Aralık 2011 - 124. Sayı]
***
Ulusal Sorunlarda Kapitalist Maliyet Hesabı [Eylül-Ekim 2011 - 123. Sayı]
***
“Emperyal Dış Politika” - Yağmadan Pay Kapmak ya da Yeni İttihat-Terakki Zihniyeti [Eylül-Ekim 2011 - 123. Sayı]
***
“Emperyal Dış Politika”: Alt-Emperyalizmin Yeniden Hortlaması [Eylül-Ekim 2011 - 123. Sayı]
***
Bölgesel Özerklik. Ulusal Özerklik, Toprak-Dışı Ulusal-Kültürel Özerklik, Toprağa Bağlı Ulusal-Kültürel Özerklik, Demokratik Özerklik, Ümmetçilik [Temmuz-Ağustos 2011 - 122. Sayı]
***
Profesyonel Ordu ve Özel Hudut Birlikleri [Temmuz-Ağustos 2010 - 116. Sayı]
***
Açılım... Açılım... Açılım... [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
"Kürt Açılımı"ndan "Demokratik Açılım"a [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Ulusal Sorunda Konumlar ve Tutumlar [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
"Ayrılmayı Düşünmek", Referandum ve Ezber [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Anadilde Eğitim ve Anadili Eğitimi [Eylül-Ekim 2009 - 111. Sayı]
***
Kürt Federe Devleti Kuruldu : Darısı Kimin Başına? [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
"Citizen Verheugen Welcome to Greater Europe" [Eylül-Ekim 2004 - 81. Sayı]
***
Alt-kimlik, Üst-kimlik, Anayasal Vatandaşlık, Türkler, Kürtler, Türkiyeliler ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı [Kasım-Aralık 2004 - 82. Sayı]
***
Amerikan Emperyalizminin "Project Democracy"si ve Legal Partileşme Hastalığı [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
Milliyetçiliğin Sonu [Eylül-Ekim 1996 - 33. Sayı]
***
“Ademe Mahkum Etmek” ve Mutlak Savaş [Eylül-Ekim 2012 - 129. Sayı]
***
Silahlı Propaganda “Ademe Mahkum” Edilebilir mi? [Eylül-Ekim 2012 - 129. Sayı]
***
Siyasi Gerçekleri Teşhir [Mayıs-Haziran 2000 - 55. Sayı]
***
Şehir Gerilla Savaşı ve Silahlı Propaganda
***
Tarihte Zorun Rolü ve Proletarya Diktatörlüğü [Kasım-Aralık 2009 - 112. Sayı]
***
PKK'de Çözülme, Uzlaşma ve Güce Tapma Felsefesi [Temmuz-Ağustos 1999 - 50. Sayı]
***
PKK'nin Felsefesi [Kasım-Aralık 1995 - 28. Sayı]
***
PKK'nin İdeolojisinde Sosyalizm, Toplum, Ütopya... Ve Bir Partinin Tasfiyesi
***
PKK'nin "K"si
***
PKK'nin Tasfiye Sürecinde Son Sözler [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
Dipnot
[1*] Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, s. 51.
[2*] Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, s. 237.
[3*] Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, s. 94.
[4*] Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, s. 237.
[5*] Lenin, agy, s. 316.
[6*] Lenin, Seçme Yazılar IV, s. 13, İlkeriş Yay. 2010.
[7*] Lenin, agy, s. 54.
[8*] Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, s. 230-231.
[9*] Lenin, Seçme Yazılar IV, s. 52.
[10*] “Birleşik örgütlenme” konusunda Lenin şunları yazar:
“Biz, belirli bir devleti temel alarak savaşıyoruz; bu devlet içinde yaşayan tüm ulusların işçilerini birleştiriyoruz; hiçbir özgün ulusal gelişim yolu için güvence veremeyiz, çünkü biz, tüm olası yollardan kendi sınıf hedeflerimize doğru yürüyoruz.” (agy, s. 136.)
“... belli bir devlet içinde, kendi tarihindeki tüm değişimler boyunca, burjuvazinin tekil devletlerin sınırlarında meydana getirdiği değişikliklere bakmaksızın, tüm ulusların proleterlerinin sınıf mücadelesinde sıkı ve bölünmez bir ittifakı.” (agy, s. 163-164.
[11*] Stalin, 1905 Rus Devrimi’nin yenilgisi üzerine şu saptamayı yapar: “Rusya’da karşı-devrim dönemi yalnızca ‘yıldırım ve gökgürültüsünü’ değil, ama hareket karşısında düş kırıklığını, ortak güçlere inançsızlığı da getirdi. Önceleri ‘parlak bir geleceğe’ inanılmıştı, ve insanlar, milliyetlerinden bağımsız olarak, birlikte savaşıyorlardı: Herşeyden önce ortak sorunlar! Daha sonra içe bir kuşku girdi ve insanlar, herkes kendi ulusal yuvasına dönmek üzere, birbirlerinden ayrılmaya başladılar: Kimse kendinden başka kimseye güvenmesin! Herşeyden önce ‘ulusal sorun’!...” (Marksizm ve Ulusal Sorun, 1913.)
[12*] PKK Programı.
[13*] A. Öcalan, “İmralı’daki tecride nasıl dayandım”, Yeni Özgür Politika, 12 Nisan 2012.
[1*]4 A. Öcalan, “Kürdistan Devriminin Yolu/Manifes-to”da “feodal-komprador sınıfı” şöyle tanımlamaktaydı: “Türk kapitalizmi ile sıkı ilişkiler içinde aşiretçi-feodal toplum yapısının üstten ve gerici tarzda çözülmesiyle ortaya çıkan bu kesim, feodal sömürüyü de şahıslarında temsil eden kapitalist toprak ağalarıyla, büyük müteahitlerden ve acentacılardan oluşmaktadır.”
Aynı yerde “kent küçük-burjuvazisi” için şunlar yazılıydı: “Sanayileşme temelinde ortaya çıkmayan ve daha çok suni bir şekilde nüfusun yoğunlaşmasından oluşan kentlerde, terzi, berber, küçük bakkaliye sahibi, ufak araba taşımacılığı, doktor, avukat, küçük memur kategorilerinden oluşan bir kent küçük-burjuva tabakası gelişmektedir… Adına siyaset yapacakları bir milli kapitalist gelişme olmadığı için ve önemli bir kesiminin katılacağı proletarya öncülüğünde güçlü bir bağımsızlık hareketi olmadığından, zorunlu olarak sömürgeci düzenin liberalleştirilmesine ve kendi sınıf çıkarlarının biraz daha geliştirilmesine hizmet eden sosyal pasifizmi mücadele metodu olarak benimseyen reformist görüşlerin maddi temelini oluştururlar.”
[15*] Serxwebûn, Sayı: 158, s: 26, Şubat 1995.