Herşey güzel güzel gidiyordu. “İmralı”dan “mesajlar” alınıyor ve veriliyordu. “Barış” zamanı gelmişti, “fikirler konuşacak”tı. Ama önce PKK “silah bırakmalıydı”. Zaten “Başkan Apo” da bu “mesajı” vermişti.
Ardından “çekilmenin sağlıklı ve güvenlikli olabilmesi” için “Akil Adamlar” devreye girecekti. Gazetelerde “Akil adam adayları” görücüye çıkarıldı. İsmail Beşikçi’den Baskın Oran’a, Sezen Aksu’dan Kadir İna-nır’a, Orhan Pamuk’tan Gencay Gürsoy’a, Hasan Cemal’den Yılmaz Ensaroğlu’na kadar “Akil adaylar” sergiye çıktı. Karpuz sergisi misali “seçmece”ydi bunlar.
Herşey MİT ile “Başkan Apo” tarafından mutfakta pişirilmişti. Sıra pişmiş yemeğe su katmadan yemekti!
Birden “Başbakan Erdoğan” televizyona çıktı. CNN Türk’te Doğan Medya’nın “seçkin” temsilcilerinin karşısına oturdu ve konuştu:
“Silahların bırakılması diyoruz, bırakılmaması sıkıntı doğurur. Silahlı olan kişi oradan geçerken sıkıntı olur. Burasını yol geçen hanına çevirmek doğru olmaz. Silahsız olarak geçişini yap.
Silahla geçiyorlarsa hukuksal müdahale gerekir. Gidecek olan silahını nerede bırakırsa bırakıp öyle gitsin. Aksi taktirde bu provokasyona çok açıktır. Anayasaya aykırı bir yasal zemin nasıl oluşturabiliriz? Gidecek olan silahını ne yaparsa yapsın öyle gitsin... İster gömsün, mağarada falan bıraksın. Yeni Oslo sürecine müsaade etmem. Orada böcekler devreye giriyor. Eğer geçeceklerse silahı bırakacaklar, bizim güvenlik kuvvetlerimiz de elinde silah olmayana ateş etmez.
‘Silahın susması’ demek ‘silah eldedir, ateşlenebilir’ demek. Ben ‘susması’ demiyorum ‘silahın bırakılması’ diyorum. Silah bırakılırsa orada operasyon olmaz. Senin sırtında silah, doçka, kanas sınırdan geçiyorsun. Güvenlik gücüm bunu gördüğü zaman sessiz kalırsa yardım ve yataklıktan suç işler. Bunun için yasal düzenleme teklifiyle gelmek, yasa bilmezliktir. Böyle saçmalık olur mu? Silah bırakmadan bu iş olmaz.”
Böylece Recep Tayyip Erdoğan, PKK’nin “silahlı unsurları”nın “sınır dışına çekilmesi” denilen şeyin, PKK’nin “silahsızlandırılması”, yani “silahsız unsurları”nın “sınır dışına çekilmesi” olacağını buyurdu.
Ardından günlerdir konuşulan, BDP’ye göre “Akil kadınlar” olması istenen, ardından “Akil insanlar”da ortak payda bulunan “Akil adamlar”a sıra geldi.
“Bu süreç devam ediyor. Bu süre içinde bir yere varacağız. ‘Ben de varım’ diyorlarsa biz de eyvallah diyeceğiz. Yedi bölgede yedişer kişiden oluşan akil insanlar kadromuz olacak. Bunların bütün gayreti toplumsal algıyı oluşturmak onu geliştirmek. Çünkü birileri çomak sokuyor. Vur de vuralım, öl de ölelim. Bunlar siyasetçiye yakışmıyor. Bu senin teröristin kötü, benimki iyi gibi bir anlamı çıkarır. Akil insanlardan bir kişi başkan, bir kişi başkan vekili, bir sekretarya, 4 kişi de üye olacak. Başkanlarla birebir muhatap olacağım. Akil insanlar 1 ay içinde bitirecekler. Yasal bir statüsü olmayacak. Toplumsal bir destek. Tüm masraflarını da biz karşılamak suretiyle yürüteceğiz. O bölgelerdeki STK’ları ziyaret, sempozyumlar, konferanslar düzenlemek suretiyle böyle bir çalışma yürütecek. Bizim Kamu Güvenliği Müsteşarlığı bu işin sekretaryasını yürütecek. Sınırı terk edenleri izleyecekler falan... Böyle bir görev, söz konusu değil.”
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı” dediği, resmi adıyla “
Başbakanlık Kamu Düzeni ve Güvenliği Müste-şarlığı”nın “sekretarya”sını yapacağı, -“yedi bölgede yedişer kişiden oluşan” “Akil adamlar” ya da “Akil kadınlar”ın “misyonu”, hiç de öyle “sınırı terk edenleri izleyecekler falan..” olmayacağı da buyruldu.
“Misyon” da, “yedi bölgede”, yani Türkiye “coğrafya”sının her yerinde (STK’ları ziyaret ederek, sempozyumlar, konferanslar düzenleyerek) yerine getirilecek bir PR çalışması olmaktan öteye geçmemektedir.
Zaten “sekretarya”sının “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” tarafından yapılan bir “misyon”un da başka türlü olması beklenemez. Çünkü “resmen” 5952 sayılı kanunla kurulmuş olan bu müsteşarlığın görevi, , “
terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejiler geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak”tır. Bu müsteşarlığın “misyonu” Recep Tayyip Erdoğan’ın “sekretarya” dediği şey, “terörle ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak” olduğu için, “Akil adamlar” (ya da “Akil kadınlar”) doğrudan “terörle ilgili kuruluşlar” kapsamına girmektedir.
Artık silahlarını “mağaraya” ya da toprağa “gömen” PKK’liler silahsızlandırılırken, liberal, neo-liberal, türbanlı, türbansız, bilcümle “yetmez, ama evet”çiler, “terörle mücadeleyle ilgili kurum”un “bir kullanımlık personeli” olarak “akil”leşirken, Recep Tayyip Erdoğan’ı “Sayın başkan” haline getirecek anayasa referandumunda “propagandist” olarak çalışmaktan başka yapacakları pek bir şey kalmamıştır.
Görülen o ki, Türkiye’nin böylesi “terörle mücadele”nin “akil” adam ya da kadınlarından daha çok, akla ve akıl sağlığına ihtiyacı olacaktır.