Yer: Karabük. Mekan: “3. Karabük Sanayi, Kültür, Sanat Festivali”.
Olayda sahne alan aktörler: AKP’li Karabük belediye başkanı ve Latife Tekin.
Olay Haziranın son günlerinde gerçekleşmiştir.
Karabük 3. sanayi, kültür, sanat festivaline davetli yazar Latife Tekin sahne alır. Nükleer santral kurulmasına karşı konuşmaya başlar. AKP’nin “enerji politikası”nı “aşağılık enerji politikaları” olarak “yerin dibine batırır”. Bunun üzerine Belediye başkanı ayağa kalkarak “sen bu şekilde burada konuşamazsın, sen benim paramla buraya geliyorsun” diyerek Latife Tekin’i önce uyarır ve ardından “sus” talimatıyla susturur.
Latife Tekin, “halkın vicdanı” susar.
Korkmuştur. Olay sırasında aklına “Madımak olayı” gelmiştir. Ya o da yakılırsa!
Ancak kendisini güvenli bir mekana atar atmaz konuşur: “Ben hayatımda böyle bir şey yaşamadım. Bir yazara bir belediye başkanının ‘sen konuşamazsın’ demesinin ne kadar feci olduğunu düşünebiliyor musunuz?”
Kendi sözleriyle Latife Tekin, “bu ülkenin tanınmış bir yazarı”dır ve “yazarlar ülkelerinin halklarının vicdanıdır”. Öyleyse Latife Tekin “halkın vicdanı”dır. Bu yüzden Latife Tekin’e karşı yapılan bu hakaret, “halkın vicdanına” yapılmış bir hakarettir.
“Halkın vicdanı” Latife Tekin’e AKP’li Karabük belediye başkanının “sen benim paramla buraya geliyorsun, bu şekilde konuşamazsın” diyebilmiş olması, AKP’nin temsil ettiği sınıfsal ve ideolojik zihniyetin bir ifadesi olarak kabul edilmiştir.
Evet, olayın iki aktöründen birisi AKP’li belediye başkanı, diğeri “halkın vicdanı” bir yazardır.
Birinci aktör, on yıllarca şeriatçıların ve faşistlerin devletin özel koruması altında egemen oldukları bir kentin, Karabük’ün belediye başkanıdır.
Karabük, ülkenin ilk demir-çelik fabrikasının kurulduğu kent. Böyle bir kent, ilk ağır sanayi kuruluşuna ev sahibi olmakla, aynı zamanda Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk sanayi proletaryasının ortaya çıktığı bir kent olmuştur. Demir-çelik ve sanayi proletaryası sözcükleri bir araya geldiğinde, kurulu düzen için bir tehlike baş gösterir. İşte egemen sınıflar, tüm zamanlarda Karabük işçilerinin işçi sınıfı bilincine sahip olmamaları için tüm olanakları seferber etmiştir. Şeriatçılık başlı başına bir güç olarak varedilirken, faşist milisler Karabük eşrafının mal ve can güvenliğini sağlayan güçler olmuşlardır.
Kuruluşundan günümüze kadar Karabük demir-çelik fabrikası işçileri sarı sendikacılıktan daha çok “yeşil ve siyah” sendikacılığın denetimi altında bulunmuşlardır. Grev sözcüğü, Karabük kentinin sınırları içine hemen hiç girmemiştir. Karabük eşrafının, özel olarak da hurda demir işleyen haddehane sahipleri ile Karabük demir-çelik komisyoncuları kentin egemen güçleri olarak her şeye muktedirdirler.
Karabük kenti, adının “kara”sı gibi kapkara bir gericiliğin elinde onlarca yıl kara bir yaşam sürmüş, can çekişmiştir.
Dönem AKP dönemidir. Tüm gericiler, sömürücü kesimler AKP çevresinde toplaşmışlardır. Bunun bir yansısı olarak Karabük belediye başkanlığı AKP’nin eline geçmiştir. Kimi zaman “Anadolu kaplanları” olarak övgülere boğulan, kimi zaman “kalvenist yeni burjuvalar” olarak tanımlanan Anadolu eşrafının tüm gericiliği, yobazlığı, kabalığı ve kültürsüzlüğü, Latife Tekin çevresinin çok iyi bildikleri “maganda”lığı, “siyasal islam”la birleşerek dini bir görünüm kazanmıştır.
Anadolu eşrafının birinci aktör olduğu olayın “mağduru” Latife Tekin’e gelirsek.
Kurtuluş Cephesi’nin Temmuz-Ağustos 2000 tarihli 56. sayısında “Gümüşlük’te Edebiyat Akademisi ve Munzur’da Kültür Şenliği” başlıklı yazıda şöyle anlatılır: “Latife Tekin, Y. Küçük’ün 12 Eylül romanları ve romancılarının başında yer verdiği ve ‘Küfür romanları’ olarak tanımladığı 12 Eylül öncesindeki devrimci mücadeleye ve devrimcilere karşı her türden aşağılamanın, karalamanın yer aldığı Sevgili Arsız Ölüm’ün yazarıdır. 12 Eylül askeri darbesi koşullarında devrim ve devrimcilere yönelik aşağılama ve karalama kampanyasının bu önde gelen ‘edebiyatçı’sı Latife Tekin, bugün bu hizmetlerinin karşılığını ‘kurulu sistem’in ‘kurumlar’ından böylesine aleni bir biçimde almaktadır. Oligarşi, biraz geç de olsa, kendine hizmet edenleri, yaşlılıklarında da yalnız bırakmamaktadır. Tek koşulla: yine kendilerine hizmet etmeye devam etmek.” Bu yazının üzerinden sekiz yıl geçti. Sekiz yıl içinde Latife Tekin’in övgülere boğulan “Gümüşlük Edebiyat Akademisi”nin ne olduğuna ilişkin fazlaca bir bilgiye sahip değiliz. Ama Karabük’te meydana gelen olaydan çıkarsanabildiği kadarıyla, Latife Tekin’in işleri pek yolunda gitmiş görünmemektedir. Çağrıldığı ya da çağrılttırıldığı “geleneksel kültür festivalleri”ne katılarak zamanını “değerlendirdiği”, “halkın vicdanı” olarak konuştuğu ve hatta yeni çıkan ya da çıkacak olan kitabının “promosyon faaliyetlerini” yürüttüğü söylenebilir.
Yolu, nasıl olmuşsa Bodrum-Gümüşlük’ten Karabük’e düşmüş ve “meşum” olay meydana gelmiştir.
Kendi varlığını, ününü ve “yazar” sıfatını 12 Eylül askeri darbesi koşulları içinde devrimci mücadeleye ve devrimcilere karşı yürütülen ideolojik saldırılara en önde katılarak kazanmış bir kişi olan Latife Tekin, “medya” söylemiyle “mütareke basını” yazarları gibi, her şeyini hizmetlerine ve bu hizmetleri karşılığında aldığı paraya ve üne borçludur.
Ve şimdi bir “ilk” gerçekleşmiş, “para”yı verenler, alenen ve arsızca “paranı ben veriyorum” diyerek kendilerine hizmet etmek için getirildiğini yüzüne karşı söyleyebilmiştir.
Evet, bu “sevgili arsız”lığın öyküsüdür. Kendi kişisel varoluşlarını ve geleceklerini devrimci mücadeleyi karalamaya bağlamış olanlar, bu şekilde egemen sınıfların hizmetine koşulanlar, bir gün açıktan açığa “efendi”sinin kim olduğu sorusuyla yüzyüze kalabilmektedirler.
Elbette Anadolu eşrafından işbirlikçi ticaret burjuvazisinin kozmopolit “nezaketi” beklenemez. Anadolu eşrafı, kendisini güçlü hissettiği her durumda, tüm feodal-kasabalı kültürünü ortaya koyar. Efendilerine hizmet eden uşaklar kozmopolit “nezaket” içinde “halkın vicdanı” gibi sıfatlarla yüceltilebilinirlerse de, Anadolu eşrafının böyle bir yüceltmeye uygun ne kültürü, ne sosyal yaşamı vardır. Tüm kasaba kabasabalığı içinde (filistenizm) Anadolu eşrafı için “parayı veren düdüğü çalar”. Latife Tekin’in anlayamadığı da bu olmuştur. Parayı veren düdüğü çalmaya başlamış, ama düdük istenilen sesleri çıkarmamıştır.
Para ile düdük, hizmetçi ile efendi bir ve aynı değildir. Düdük düdüklüğünü bilmediği sürece, düdüğün sahibi düdüğe düdüklüğünü gösterir. Bu da Karabük “festivali” olayının kıssadan hissesidir.