Kinci Liberaller ile
“Oh olsun”cu Neo-Liberallerin
Savaşı
Mart ayının sonlarında Ergenekon operasyonu kapsamında İlhan Selçuk ve Doğu Perinçek’in gözaltına alınmasıyla birlikte, şeriatçı ve “liberal” “medya”nın yoğun top atışları ve taciz ateşleri Temmuz sonlarına kadar sürüp gitti. İşin içinde “sol darbecilikten sabıkalı” İlhan Selçuk ile “herkesin malumu” Doğu Perinçek olunca, şeriatçı-liberal ittifak dışında kalan kesimler (“merkez-sağ” ve legalist sol) “bitaraf” olduklarını ilan ederken, Halil Berktay ve Murat Belge başta olmak üzere yeni transferlerle “teorik yayın organı” haline dönüşen Ahmet Altan’ın “Taraf”ı tarafından yaylım ateşine maruz kaldılar.
Tüm 28 Şubat mağdurları, “Taraf”ın yaylım ateşi çevresinde toplanarak, sola, Marksist sola teorik akıl vermeye ve “taraf olmayanlar bertaraf olacaklardır” mesajı iletmeye başladılar.
Murat Belge, “Sınıf Mücadelesi” başlıklı 27 Temmuz tarihli yazısında “sol” adına teori yaparken, Halil Berktay daha “bitaraf” tutum içinde (ki buna “bilimsel görüntü” demek daha doğrudur) solun teorik bilgi dağarcığına göndermeler yaparak neden “Tarafsız” kalınamayacağını kanıtlamaya çalıştı.
Radikal’in II’sinden 1.’sine transfer olan Ahmet İnsel ve “baskın basanındır”cılar da benzer bir biçimde “teorik takılmaya” başladılar.
Murat Belge, Stalin’den, III. Enternasyonal’den yola çıkarak, “Marksist solun” ittifaklar politikasının ne olması gerektiği üzerine vaiz verirken, “bilimsel” Halil Berktay, aynı şeyleri tüm “akademik hassasiyet”i içinde yaptı.
İpin ucu öylesine kaçırdılar ki, vaizler, giderek kendilerini bir sol örgüt yöneticisi konumuna koyarak, bu sol örgüte taktik ve strateji belirlemeye kadar uzattılar.
Şöyle yazıyor M. Belge: “Bir sosyalistin, ‘Ben X’le ittifak yapamam, çünkü o yeterince ‘demokratik’ değil’ demesi de absürd bir şeydir. Çünkü sosyalist zaten en olgun demokrasinin sosyalizmde mümkün olduğuna inanır. Bu doğruysa, kiminle ittifak yapıyor olursa olsun, mantıken, kendisi kadar ‘demokrat’ olmayan biriyle aynı yolda gidiyordur. Ve aynı yolda gidiyor olmak, ona ‘sen yeterince demokrat değilsin. Ama, olmalısın. Şu tavrını şu şekilde değiştirmelisin’ demeye engel değildir. Her ittifak aynı zamanda bir mücadeledir.”[1*] M. Belge, bu teorik katkısıyla, Mao Zedung’un ünlü “milli cephe” politikasının içeriğinde yer alan “hem dostluk, hem mücadele” tezi de gönderme yapmayı ihmal etmemiştir.
Halil Berktay’ın “akademik/bilimsel” görünüm altında giriştiği “marksist teori” açıklamaları, Murat Belge gibi, her şeyden önce “ittifaklar politikası”na odaklanır. 1848 Devrimlerinden yola çıkarak, Gramsci’ye göndermeler yaparak AKP ile ittifak yapılmasının neden gerekli olduğunu sola kanıtlamaya çalışılır. Bu ittifakın “emekçilerin yararına” olduğunu tarihsel olayları kanıt göstererek kanıtlar!
Yine de bu kanıtlara itibar etmeyecek olanlar çıkar, kendilerinin Marksist-Leninist olduklarını söylerler diye Marks’ın “demokrat olmadığı”nın da altını çizer. “Önemli olan şu ki, Marx bütün bunları, zamanın demokrasisinin onarımına, geliştirilmesine, düzeltilmesine kanalize etmedi. Tersine, o demokrasinin tepesinde oturan egemen sınıfların teşhiri ve devrim yoluyla devrilmesinin gerekçelendirilmesi için kullandı. Özetle, ‘burjuva’ demokrasisini iflâh olmaz saydı. Zaten aynı bağlamdadır ki, o ‘burjuva’ demokrasisini ‘burjuva diktatörlüğü’ne eşitledi; karşısına ise ‘proletarya diktatörlüğü’nü dikti ve işçi sınıfı, daha genel olarak bütün emekçi halk için gerçek demokrasi anlamına geleceğini varsaydı. Onun için, başlı başına bir demokrasi projesi yoktur Marx’ın. Evet, son tahlilde ‘tek yol devrim’ kafasındadır. O ‘tek yol’un iki adım ötesinde ise Stalinizm yer alır. Bunu Marksizme arızî saymaktan vazgeçelim. Stalin’in şahsî gaddarlığı bir yana; komünizm veya ‘reel sosyalizm’ uygulamasının teorik dayanakları, pekâlâ Marx’ta mevcuttur.”[2*] Böylece Taraf’ın taraftarlığında ve ortamında solda uzun yıllardır görülmeyen bir “ideolojik tartışma” başlatılmış oldu.
Onlar, kuyuya bir taş atmışlardı ve taş atmayı da sürdürmektedirler. Şimdi bu taşı kuyudan çıkarma “görevi” sola, legalist sola ve hatta H. Berktay’ın sözüyle “neo-nasyonalist” sola[3*] verilmektedir!
“Liberal-sol” ya da düpedüz “neo-liberal” olmaktan fazlaca rahatsızlık duymayan, hatta böyle olmakla övünen bu eskimiş ve “palamarlarını çözmüş” solcuların teoriye böylesine ilgi göstermeleri, Taraf gazetesinin bu teorik ilgiye sayfalarını bolcasından ve çokcasından açmış olmasının bir kerameti olması gerekir!
Keramet, ne Taraf’ta, ne M. Belge, H. Berktay gibi “palamarları çözülmüş”lerde değildir.
Keramet, “neo-liberal sol” etiketini utangaç biçimde taşımaktan rahatsızlık duymayan ÖDP’de ve ÖDP’den ayrılmış eski ÖDP’lilerdedir. Eski ve mevcut ÖDP’lilerin Ergenekon operasyonları karşısında takındıkları “tutum”, bu teorik açılımların, teorik safsataların kerametini oluşturur.
Genel olarak “tüm sol”un, özel olarak ÖDP’nin, Ergenekon operasyonları karşısındaki “tutumları”, “oh olsun, birbirlerini yesinler” tavrıdır. Elbette Ahmet Altanları, Belgeleri, Berktayları böyle bir tutum fazlaca ilgilendirmez. Madem “demokrat”tırlar, ister istemez herkesin kendi düşüncesini savunma hakkına saygı göstermek durumundadırlar. Dolayısıyla “arkadaşların düşüncelerine saygı duyuyorum, ama katılmıyorum” diyerek “demokrat”lıklarını da göstermeleri gerekir. Ama öyle olmamış, tersine bu “tutum”a karşı yaylım ateşine başlamışlardır. İster istemez insanların aklına “işin içinde ‘derin’ işler var” düşüncesi gelmektedir.
İşi daha da “derin”leştiren, Ahmet Altan ve avanesinin 28 Şubat sürecinde “mağdur” edilmelerine karşı duydukları kin ve nefrettir. Bu kin ve nefretlerini Ergenekon operasyonları boyunca, tıpkı kuduz bir köpek gibi ağızlarından salyalar akıtarak kusmuşlardır. Bu öylesi boyutlara ulaşmıştır ki, artık “biz şeriatçı olduk” demeye ramak kalmıştır. İşte “her şeyin, derin işlerin, komploların, darbecilerin merkezi” Ankara’da muhkim “neo-nasyonalist” ÖDP ve başkaları, bu durumu kullanmışlar, Taraf’ta bir araya gelen çevrelere veryansın etmişlerdir.
İki buçuk günlük gazete çevresinde başlayan “haddini bil”mekle başlayan “teorik tartışma”, sözcüğün tam anlamıyla “yiyin birbirinizi” denilebilecek bir boyuta ulaşmıştır. Diğer bir ifadeyle, “dinsizin hakkından imansız”ın gelmeye çalıştığı bir ortam oluşmuştur.
Radikal gazetesinde aradıklarını bulamayan, bulamadıkları için Birgün gazetesi almaya başlayan, ama bir süre sonra Birgün gazetesinde de aradıklarını bulamayan “yeni” küçük-burjuva aydınları şimdi Taraf’ın tarafına geçmişlerdir. Şimdi savaş, neo-liberal solcuların kendi aralarında bir savaşa dönüşmüştür. Tüm teorik yazıların arka planında, bu savaş bulunmaktadır.
30 Haziran tarihinde M. Pekdemir Birgün gazetesinde şöyle yazıyordu: “Liberal sol, indirgemecidir: Bütün olup bitenleri devlet ile toplum, merkez ile çevre arasındaki çatışmaya indirgemektedir. Bu anlayışta Anadolu sermayesi halkı temsil etmektedir! Kısacası, liberal sol, kontr gerillaya karşı çıkarken, kontr politika uygulamakta, sosyalist, devrimci solun argümanlarının bir kısmını kişiliksizleştirerek cemaatçiliğin ve gericiliğin düzlemine taşımaktadır. Nihayet liberal sol muhafazakarlık yanında saf tutmakta, bu kesimleri fanatik bir şekilde savunmaktadır. Fanatik demek, bilirsiniz, yobaz demektir. İşbu yazı ise liberalizm dininin yobazlarıyla ideolojik mücadele için sadece bir girizgahtır.”[4*] Eski DY’li günlerden kalma polemik ve demagoji “deneyimini” konuşturan M. Pekdemir’in ifadesiyle bu “kampus liberalleri” (ki H. Berktay Doğu Perinçek’in eski sağ-kolu ve teorik/akademik danışmanı olarak “kampus maoistleri”nin en ünlüsüdür) böylesi bir “ideolojik mücadele”ye yanıt vermekte gecikmemişler ve yukarda sözünü etmiş olduğumuz teorik tartışmalara girişmişlerdir.
Açıktır ki, bu tartışmalar, atışmalar, verip-veriştirmeler “marjinal” denilebilecek bir alanda ve küçük bir azınlık içinde sürdürülmektedir. Bunların ne “kafa sayısı” açısından, ne “oy” gücü açısından kıymet-i harbiyesi yoktur. Dolayısıyla böylesi bir değersizliğe sahip olanların böylesine kıyasıya bir savaşa girişleri yadırganabilir. Oysa, bu küçük azınlık, kendi niceliğinden çok niteliği ile önemsenir. Kimi sosyologların sıkça kullandıkları sözcükle bu küçük azınlık, her durumda “kanaat önderleri” durumundadırlar. Bu yüzden de, onların kaç kişi oldukları, ne kadar oya hükmettiklerine bakılmaz. Onların önemi, yazılarıyla, konuşmalarıyla, konferanslarıyla ne kadar kafa karıştırdıklarıyla ölçülür.
Siyasal bakımdan etkin güçlerin kafalarını karıştırmak, saflarını dağıtmak ve düpedüz pasifize etmek, bu “kanaat önderleri”nin işi ve mesleğidir. “Kampus liberalleri”nin tüm misyonu, geçen yıl gerçekleştirilen Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan milyonu aşkın kitlenin tarafsızlaştırılması, pasifize edilmesidir. Ama bu misyonun daha da önemli bir yanı vardır: Ulusalcılıktan sola, devrimci sola kaymalarını önlemek.
Bu milyonluk kitle, siyasal bakımdan etkin bir kitle olduğu için, ülkedeki her türlü siyasal gelişme üzerinde etkide bulunabilme olanağına ve gücüne sahiptir. Bir mankenin söylediği gibi, bir çobanın oyu ile kendi oyu bir ve eşittir, ama siyasal bakımdan etkin bir kitle, her durumda kendisinden kat be kat çok olan seçmen kitlesinden daha güçlüdür.
İşte “kampus liberalleri” ile “neo-liberal sol” ÖDP arasındaki savaş, bir tarafın bu misyonu yerine getirmek için günlük gazete etrafında savaş üniformalarıyla ortaya çıkarken, diğer taraf (ÖDP), ters bir misyonla, bu Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan milyonu aşkın kitleyi kendi “neo-liberal sol” saflara katmaktır.
Siyasal bakımdan etkin bu kitlenin en büyük zaafı, küçük-burjuva olmaları ve tutarlı bir siyasal örgütlülüğe sahip olamamalarıdır. Eğer pasifize edilemezler ya da neo-liberal sol tarafından “nötralize” edilemezlerse, onların siyasal pratikleri, kaçınılmaz olarak tutarlı bir siyasal örgütlenme arayışına yöneltecektir. Bu da, proletaryanın ideolojik öncülüğünden başka bir şey değildir.
Bugün “kampus liberalleri” ile “neo-liberal sol” arasında süre giden teorik tartışma, her durumda proletaryanın ideolojisini ve öncüsünü küçümseme, karalama ve çarpıtmayla birlikte yürütülmektedir. Her iki kesim bu konuda hemfikirdirler, ittifak içindedirler. Bu yüzden, onların kendi aralarındaki teorik savaşın görünümüne bakarak, kimin doğru söylediğini, kimin haklı olduğunu, kimin Marksizmi daha iyi bildiğini, kimin daha yaman polemikçi olduğunu bulmaya çalışmak, onların amaçlarına alet olmaktan, proletarya ideolojisine yönelik saldırılara ortak olmaktan başka bir anlama sahip değildir.
Şüphesiz “kambersiz düğün olmaz”. Liberaller ile neo-liberaller arasındaki bu teorik tartışma, “kamberler” katılmaksızın da sürüp gidemez. Öyle de olmuştur. H. Berktay’ın “akademik hassasiyet” içinde açıktan açığa “neo-faşist” yerine “neo-nasyonalist” dediği SİP-TKP’si “bir taraf”ın “bitarafı” olarak devreye girmekte gecikmemiştir. Taraf ve Birgün’ün günlük olarak sürdürdükleri tartışmaya “sanal günlük gazete”leri yoluyla katılarak, hangi tarafın ne kadar doğru söylediğini saptamaya girişmişlerdir. Kendi üyelerinin “sola bulaşmamış” olmasıyla, “teorik bilgilerinin bulunmayışı”yla övünen, en keskin görünmeyi “icazetli” eylemlerle en keskin görünmeye özen gösteren bu “sanal günlük gazete” sahiplerinin katılımıyla tablo tamamlanmıştır.
Bırakın kendilerini “liberal” ya da “sureti haktan” sanan bu budalalar savaşıp dursunlar. Ne Taraf’ın tarafındaki “liberaller” gibi taraf olmak, ne de ÖDP’li “liberaller” gibi bitaraf olmak, ne de SİP-TKP’si gibi neo-faşist suçlamasını bile üstüne alınmadan “ bitaraf” olmak hiç gerekmez. Yapılacak şey, Marksizm-Leninizmi bilmek, öğrenmek ve kavramaktan ibarettir. Onların “medyatik” teorik tartışmaları belki pek çok kişinin kafasını karıştırabilir, ama Marksist-Leninist ideolojinin, proletarya ideolojisinin gücünü ortadan kaldıramaz.
[1*] M. Belge, “Sınıf Mücadelesi”, Taraf, 28 Temmuz 2008.
[2*] Halil Berktay, “Marx’ın bıyıklarında debelenmek”, Taraf, 10 Temmuz 2008. [3*] Halil Bertay şöyle yazıyor: “Uras, ‘hıyar ve salatalık’ benzetmesiyle, milliyetçilik ile ulusalcılık aynı şeydir demeye getirdi. Hem evet hem hayır. Kendi payıma, Marksizmle bütün palamarları çözüp frenleri patlatarak müfrit milliyetçiliğe savruluş anlamında ulusalcılığı neo-nasyonalizm olarak düşünmeyi ve tercüme etmeyi yeğliyorum. Dikkat ederseniz, nasyonal sosyalist işçi partisi, ya da ‘yeni TKP’, ya da ÖDP ve Birgün’ün bir kanadı gibi çığrından çıkmışlık örneklerini de, böyle bir tahlil daha iyi açıklıyor.” [4*] Melih Pekdemir, Liberalizm Dini’nin Yobazları, Birgün, 30 Haziran 2008.