Gümüşlük'te Ebediyat Akademisi
ve Munzur'da Kültür Şenliği
"Sana selam olsun
Sürgünler, mahkumlar, hastalar!
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selam olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler,
Öğretmenler!
Sizlere selam olsun
Hürriyeti yazan eller, dizen eller!
Sizlere selam olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler!
Bu gülünç, aşağılık,
Namussuz şeyler dışında...."
Enver Gökçe
30 Temmuz 2000 tarihli Hürriyet gazetesindeki "köşe"sinde papyon gıravatlı DoğanHızlan şöyle yazıyor:
"Sevgili Arsız Ölüm romanı yayınlanınca, edebiyat dünyasının adları arasına Latife Tekin de katıldı.
Ardından Berci Kristin Çöp Masalları, Gece Dersleri, Buzdan Kılıçlar onun ününü pekiştirdi.
Kendine özgü bir dünyayı, çok değişik bir uslupla bize yansıtmıştı.
Latife Tekin'in 'Ebediyat Evi' projesi, Garanti Bankası tarafından desteklendi, mimar Hüseyin Ersöz'ün 1998 yılında hazırladığı mimari proje ile, 1999 yılında inşaat başladı. Ressam Hale Arpacıoğlu'nun, Koç Grubu şirketlerinden aldığı destekle, aynı mimari projenin parçası olarak Sanat Evi'nin yapımına başlandı.
Latife Tekin, şimdi Bodrum Gümüşlük'te, herkesin yazabileceği, tartışabileceği, sanatçıların, büyük şehrin dağdağasından uzak eser üretebileceği bir mekanın tamamlanması için olağanüstü çalışıyor. Tekke inşa eden bir dervişin inancıyla...
Gümüşlük Akademisi Vakfı, 1995 yılında 30 üyenin katılımıyla kuruldu.
Latife Tekin hayalinin gerçekleşmesini neden istiyor.
'Kurulu sisteme eklemlenmemiş, hayatın başka bir yerden de kurulabileceğine inanan, farklı kuşak ve uluslardan yazar ve şairleri buluşturmak.'
Burada akşamüstüleri, hatta Latife Tekin'e göre ay ışığında şiirler okunur, oyunlar oynanır, tartışmalar yapılır. Sanki yüzyıllar öncesinin Akademilerindeki özgürlük ve ruh içinde.
Akademi'ye bugüne kadar katkıda bulunanların listesini veriyorum. Çünkü hala destek bekliyorlar, kişilerden, kurumlardan.
Ben şimdiye kadar maddi katkıda bulunanların sanata verdikleri önem açısından da onları kutluyorum:
Garanti Bankası, Profilo, Koç Grubu Şirketleri, Koleksiyon Mobilya, Öztüre Holding, Çanakkale Seramik, Simko-Siemens, Göktepe Plastik, Uğur Dondurucuları." (Koyu yazılar D. Hızlan'a aittir.)
"Ünlü edebiyatçı"larımızdan Latife Tekin'in yeni uğraşısına ilişkin olarak papyon gıravatlı Doğan Hızlan böyle yazıyordu.
Kimdir Latife Tekin?
Latife Tekin, Y. Küçük'ün 12 Eylül romanları ve romancılarının başında yer verdiği ve "Küfür romanları" olarak tanımladığı 12 Eylül öncesindeki devrimci mücadeleye ve devrimcilere karşı her türden aşağılamanın, karalamanın yer aldığı Sevgili Arsız Ölüm'ün yazarıdır. 12 Eylül askeri darbesi koşullarında devrim ve devrimcilere yönelik aşağılama ve karalama kampanyasının bu önde gelen "edebiyatçı"sı Latife Tekin, bugün bu hizmetlerinin karşılığını "kurulu sistem"in "kurumlar"ından böylesine aleni bir biçimde almaktadır. Oligarşi, biraz geç de olsa, kendine hizmet edenleri, yaşlılıklarında da yalnız bırakmamaktadır. Tek koşulla: yine kendilerine hizmet etmeye devam etmek.
"Akademifaaliyetegeçmişbile", diye yazıyor D. Hızlan, "şortlugençlerdolaşıyor,öğrenmeye,yaratmayaaçıkbiryenigününhazırlığınıyapıyorlardı." Ve bu hazırlıkların devamını Latife Tekin'in kendi yazısından bir bölüm aktararak anlatmaya devam ediyor D. Hızlan:
"Çapalarımızı, kovalarımızı alıp dağlara orkide sökmeye gittik. Dönüp geldiğimizde, insanın içinde her şeyi onarmak isteyen bir ruh var diye konuştuk.
Papatyaların inekler tarafından çiğnenmesinin sessizce dağlara gitmemize neden olması... dağlarda çamura batmamız, tüm o orkideler... Her şey kendiliğinden doğru bir biçimde olup bitiyor. aklın erişemediği bir hızla işte. Ne yapmış olduğumuzu sonradan anlıyoruz... Düşünmeye çalışmanın boşunalığı." (abç)
Aynı gün Posta gazetesinde Yazgülü Aldoğan "Tunceli'de kurtuluş sevinci" başlıklı yazısında 1. Munzur Kültür ve Doğa Şenliği'ne gidişini ve yaşadıklarını şöyle yazıyordu:
"Ben de bu yaz sıcağında Tunceli yerine Bodrum'a gitmiş olsaydım, hiç kuşkusuz daha rahat etmiş olacaktım. Ama şeytan azapta gerek.
Vatanın her köşesi bizimdir, zor da olsa Tunceli'ye de gidilir! Tunceli, Malatya, Elazığ üçgeni, benim 'canım Türkiyem'de görmemiş olduğum tek yerdi.
Tunceli'de havaalanı yok, en yakın havaalanı Elazığ'a da uçakta yer olmayınca Malatya üzerinden gidip bir taşla hepsini vurmuş oldum....
İlk izlenimlerime göre ise 20 yıl önce gittiğim Ağrı'dan bile daha az gelişmiş!
Tunceli'nin gelişememiş olması tabii ki terör belasından..."
Yazgülü Aldoğan, azaptaki şeytan misali nelerle karşılaştığını devamla şöyle yazıyor:
"İstanbul, Ankara, Malatya, Elazığ güzergahı ile uçak ve otobüsle yaptığımız yolculukla gece yarısına doğru Tunceli'de olunca önce güzel bir alabalık ve rakıyla ödüllendirildik...
Ama arkasından gittiğimiz 'kentin en güzel oteli' Demir'deki, güneşten iyice kızmış, beş metrekare ve tek lüksü iki yatak ve bir lavabosu olan odamız! Beni Tunceli seferine çıkartan gazeteci arkadaşım Miyase İlknur, pek mahçup olup yandaki öğretmen evinden bir oda ayarlıyor gece yarısı. Orası tuvaletsiz ama banyolu. Ertesi sabah her Türk vatandaşının başı sıkışınca yaptığını yapıyor, askerden yardım istiyoruz.
Bize çok rahat bir oda verdikleri için söylemiyorum ama, Tümgeneral Dursun Bak, burada askerle halkı kaynaştırmış, güveni sağlamış, eğitim, sağlık, spor gibi işlere el atarak halkla bütünleşmiş ve huzuru getirmiş."
İşte Yazgülü Aldoğan'ın izlenimleriyle 1. Munzur Kültür ve Doğa Şenliği büyük "coşku" ile böyle başlatılmıştır.
Ve...
Bu yazının devamı yoktur ve olmamalıdır. Onlara ilişkin söylenebilecek tek söz Ahmed Arif'in şu dizelerinde ifadesini bulur:
"Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile."