Ergenekon savcısının hazırladığı 2455 sayfalık iddianamede, "DERİN ERGENEKON... isimli yazıda ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜNÜN gizli amaç ve hedefleri ile askeri makamlara sızılmasının gerektiğini açıkça anlatmaktadır."(İddianame, s. 983) denilerek "çete"nin tüm gizli amaçları ve gizli yapılanması deşifre edilmiştir!
Savcılığın olağanüstü "performansı"yla açığa çıkartılan Ergenekon "çetesi"nin ve onun da derinliğindeki "derin Ergenekon"un, ülkemiz faşistlerinin ulumalarıyla ünlenmiş "Bozkurt efsanesi"ne dayandığını da yine aynı iddianame sayesinde dünya alem öğrenmiş oldu.
İddianamenin 943. sayfasında "Türk milletinin güçsüz gibi göründüğü anlarda bile Devletin devamını sağlayan görünmeyen güçler, aynen görev başındadır." denilerek ifşa edilen "derin Ergenekon"un, "Agarta"[1*] adlı uydurma bir "efsane"nin bir başka versiyonu olduğu da yine iddianame sayesinde açığa çıkmıştır!
Bu "derin Ergenekon"un, bu "gizli örgütlenme"nin, "derin devlet" örgütlenmesi olarak yüzyıllardır faaliyette bulunduğu da yine iddianame sayesinde bilinir olmuştur!
Dahası, "Atatürk de Mu ve Atlantis’ten gelme özellikleriyle Agarta’da, dolayısıyla Ergenekon’da da inisiye olmuş: sırasıyla Alp, Eren ve Mürşit olmuş bir Bozkurt" olduğu da iddianameyle gün ışığına çıkmıştır!
Ergenekon savcısının yazılmış iddianamesine göre, bu "derin Ergenekon", gizli bir tarikat, Erenler Meclisi, Akil Adamlar Topluluğu gibi örgütlenmiş, "Türk milletinin güçsüz gibi göründüğü anlarda bile Devletin devamını sağlayan görünmeyen güç"tür.
Savcılık uzun uzun "derin Ergenekon" belgelerinden aktarmalar yaparak, bu gizli "meclis"in faaliyetlerini deşifre eder. Ancak yine de bazı yerler biraz anlaşılmaz görünür. İşte bu anlaşılmaz görünen yerlere gelindiğinde, konuya açıklık getirmek için aşağıdaki metnin okunması gerekmektedir:
"Biz ışığımızı Metehanla yakanız Alparslanla Selehattin Eyyübi ile yakanız. Osman Beyle Yakanız. Tarih çağ aşarken elindeki meşalede biz vardık.
Işığımız sönmeye yüz tuttuğunda köhneleşen devletin kendisini yenilemesi için devreye girdik.
93 harbinden sonra dost-düşman herkes anladı ki Osmanlı son günlerini yaşamaktaydı.
Bizim öncelikli çabamız Anadolu’yu, yani dünyanın kalbini korumak ve kendi sırrımızı saklamak için zaman kazanmaktı.
I. Dünya savaşından sonra Osmanlı yapısıyla yola devam imkansızlaşınca bizler Mustafa Kemal’i görevlendirdik. Onu Anadolu’ya yolladık ve direnişi başlattık. Anadolu kurtarıldı. Ama onun mührü olan İstanbul’uda düşmana bırakmamak için Musul ve Kerkük’ten vazgeçmiş göründük.
Bu milletin hiç değilse bir süre nefes alabilmesini sağlamak için hakkaniyet içermeyen ötekiler yaratan sistemlere karşı durmadık. Onlara bizden size zarar gelmez biz sizin gibi olmak istiyoruz mesajını verdik.
Fatih Sultan Mehmeti zehirleyenler Mustafa Kemalin ölümünü hızlandırdılar.
Onun ölümünden sonra patlak veren II. Dünya Savaşı ve akabinde gelişen komünizm tehlikesi topraklarımızı bir kez daha tehdit etti.
Bize iki seçenek sunuldu: ya komünist olacaksınız.ya da gladyör.
Biz ikisini de reddettik
Bunun bedelini de binlerce gencimizi ve yıllarımızı kaybederek ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. Topraklarımızda türlü oyunlar oynanırken.
Biz Ali Candanlar yetiştirecek bir iklimi sağlamaya çalıştık. Kıbrıs bizim için dönüm noktası oldu sonra Azerbaycan. Daha sonra Bosna, Çeçenistan, Adriyatik’ten Çin Seddine Kızıldeniz’den Sibirya’ya o kudretli günlerimize dönecek ruhu yetiştirmeye çalıştık."
Bu sözler, "Kurtlar Vadisi-Pusu" dizisinde "Ölümsüzler Meclisi"nin "kefil"i tarafından Polat Alemdar’a söylenmiştir.
Böylece "derin Ergenekon"un gerçek sırrı, iddianamenin boşlukları Polat Alemdar’ın maceralarında açığa çıkar!
Dahası, Ergenekon savcısının iddianamesinde ifade edildiği gibi, "Kurtlar Vadisinin bulunduğu yerin özel adı ‘Ergenekon’dur. Ergenekon Türk’ün milli duruşudur. (İddianamede bu cümle büyük harflerle yazılıdır) Bu duruş Tanrı’nın özüne kadar gider..." (Ergenekon İddianamesi, s. 942)
Savcılık iddianamesinde dile getirilen bu "gerçeklik", ister rezalet, ister komedi, ister safsata olarak değerlendirilsin, yine de hukuki bir metinde "güçlü kanıt" olarak yer almıştır ve çok ciddi bir çehreyle (ceberut devlete uygun bir ciddiyet içinde) tarihsel bir belge haline getirilmiştir.
Ergenekon iddianamesi kendi kanıtını ve tamamlayıcısını Alemdar Polat’ın baş rolünde yer aldığı "Kurtlar Vadisi-Pusu" dizisinde bulurken, dizinin yeni karakterlerinden İskender Büyük de, kendi kişiliğini Veli Küçük’de bulur.
Emekli JİTEM kurucusu general Veli Küçük, İskender Büyük gibi, her taşın altından çıkar, her yerde eli-kolu vardır, her işe bulaşmış bir "kişiliktir". (Buradaki "kişilik" sözcüğü de, "Kurtlar Vadisi-Pusu"nun diğer bir karakteri olan Mıro’ya aittir.)
Eğer zihninize İskender Büyük tiplemesi yerleşmişse, Veli Küçük’ün kim olduğu, neler çevirdiği, neye gücünün yettiği ve kolunun nerelere uzandığını anlamakta fazlaca zorlanmazsınız. Ergenekon savcısı da, böyle bir zihin sahibi olarak Veli Küçük’ü her olayın içine dahil etmiştir. Veli Küçük’ün İskender Büyük’ten tek farkı ise, bir JİTEM kurucusu olarak bu olaylarda "emir-komuta zinciri" içinde ve resmi görevli olarak yer almış olmasıdır. Bu yüzden, savcılık Veli Küçük’ü "görevleri" gereğince yaptığı işlerden dolayı suçlamaktan özenle kaçınmış, bunun yerine "emekli JİTEM mensubu" olarak "emeklilik yaşamında" yaptıklarıyla suçlamakla yetinmiştir.
Oysa Veli Küçük, "istihbaratçılıkta emeklilik yoktur" sözünü bilen birisi olarak, resmi ya da gayri resmi her işin içinde yer almayı sürdürmüştür. Resmi devlet açıklamalarında JİTEM (Jandarma İstihbarat Teşkilatı) adıyla bir kuruluş "resmen" yoktur. Dolayısıyla da Veli Küçük, resmen "resmen olmayan" JİTEM’in kurucusu ve yöneticisi de değildir! Onun JİTEM kurucusu olduğuna ilişkin "iddia" sahibi ise, bir zamanlar Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı görevini ifa etmiş olan, halen Edirne Emniyet Müdürü olarak görev yapan ve Ergenekon savcısının "tanığı" olarak iddianamede yer alan Hanefi Avcı’dır.
Bütün bu olaylar dizisi ve iddianame "gerçekleri" içinde tragedya JİTEM, kontra gerilla faaliyetleriyle gerçekleştirilen katliamlar, provokasyonlar, cinayetlerdir. Komedya ise, bu işleri "görev gereği" yerine getirenlerin, "emeklilik yaşamında", kendisinin görevini üstlenen resmi görevlilere "yardımcı" olmayı sürdürürken, şu anda görevde bulunanların düzenlediği cinayet ve provokasyonların sorumlusu olarak gösterilmesidir.
Artık taşlar yerli yerine konulabilir, duvar örülebilir, "çete" de hak ettiği cezayı bulur!
Küçük bir sorun yine de varlığını sürdürür. Hukuk, yargı, adalet!
Efsanelere dayandırılmış, televizyon dizileriyle "kanıt"lanmaya çalışılmış, trajedileri komediye çevirmiş bir iddianame ile nasıl bir yargılama yapılacağı "küçük" bir sorundur.
Açıktır ki, burada hukuk, yargı, adalet gibi kavramlara yer yoktur. AKP’nin kapatılması davasına karşı AKP’nin "misillemesi" olan operasyonlardan başka bir şey beklemek de saf dillik olur.
Şimdi AKP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmadığına göre, Ergenekon savcısının da "misilleme" göreviyle kaleme aldığı iddianameyi yumuşatması beklenebilir. Tek sorun, şeriatçı kesimlerin "laik-ulusalcı" adına karşı duydukları düşmanlık duygusu, II. Cumhuriyetçi denilen liberallerin 28 Şubat sürecinin mağduru olmaktan kaynaklanan kin ve nefretidir. Bunlar da Ergenekonvari operasyonların ve iddiaların ne yönde evrileceğini belirsizleştirmektedir.
Yine de bu belirsizlikten hoşlanmayanlar, olayların nasıl gelişeceğini büyük merak içinde izleyenler ve soranlar, bir kez daha "dönem sonu finali" yapan "Kurtlar Vadisi-Pusu"nun yeni bölümlerini beklemek durumunda kalacaklardır. Bu konuda bizlerin söyleyeceği bir şey yoktur. Kahinlik, "Kurtlar Vadisi-Pusu"nun senaryo yazarlarına kalmıştır.
Pek yakında...