"Toplumsal ve siyasal gelişmelerle milli krizin derinleşmeye yöneldiği bugünkü koşullarda, gelişmeleri parçasal düzeyde ele almak ve buna bağlı olarak parçalarda mücadele etmeyi öne çıkarmak, ülkenin emperyalizme bağımlılığını görmezlikten gelerek 'özelleştirmeler'e karşı 'kamu kuruluşları yabancılara peşkeş çekilemez' türünden 'mücadeleler' yürütmekle özdeştir. Emperyalizme bağımlı, ekonomisinden dış politikasına kadar IMF, AB ve Amerikan emperyalizmi tarafından yönetilen bir ülkede 'ulusal bağımsızlığın tehlikede olduğu' ne kadar anlamsız ve halkın bilincini saptırıcıysa, 'özelleştirme' ya da AB karşıtı parçasal 'mücadeleler' de o denli anlamsız ve bilinç saptırıcıdır.
... işçi sınıfının 1991 sonrasında tüketim ekonomisine eklemlenmesi ve basit 'tüketici kitle' içinde yer alması, küçük-burjuva ideolojisinin işçi sınıfı içinde yaygınlaşmasına yol açmıştır. Büyük özel ve kamu kuruluşlarında çalışan işçiler giderek 'aristokrat işçi' haline dönüşürken, küçük ve orta sanayi kuruluşlarındaki işçiler, sendikal örgütlenmeye bile sahip olmayan örgütsüz, 'kendi kendine bir sınıf' haline dönüşmüştür.
İşçi sınıfının 'kendisi için sınıf' olmaktan 'kendi kendine sınıf' olmaya doğru geriye döndürülmesinde yıllar boyu sürdürülen karşı-devrimci propagandalar ve oligarşik devletin zor uygulamaları belirleyici olmuşsa da, soldaki legalizmin egemenliğinin de bu pasifize olmada önemli katkısı bulunmaktadır.
Bugün işçi sınıfı, köylülükten sonra, ülkede gelişen siyasal olaylar karşısında basit bir 'izleyici' konumunda bulunan 'kendi kendine sınıf' durumundadır.
İşçi ve köylü kitlelerinde görülen bu 'edilgenlik' ve 'izleyicilik', devrimci alternatifin maddi bir güç olamamasının ortaya çıkardığı bir durumdur. Bu nedenle, bu sınıfların etkin bir siyasal güç haline gelmesinin yolu, devrimci maddi bir gücün ortaya çıkmasıyla olanaklıdır."