Cumhuriyet Mitingleri, Sanal Muhtıra,
Cumhurbaşkanlığı ve Erken Seçim Gölgesinde
1 Mayıs
2007 1 Mayıs'ı, 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılı olarak her zamankinden çok daha önemsenerek solun geleneksel gündeminde yer aldı. Her zaman olduğu gibi 1 Mayıs'ları başlı başına bir gövde gösterisi olarak gören, hangi kesimin kaç kişiyle katıldığına ilişkin sayılarla 1 Mayıs değerlendirmesi yapan sol örgütlenmeler bu 1 Mayıs'ta da her yıl yinelenegelen "geleneksel hazırlıkları" yapmayı hesaplıyordu.
1977 1 Mayıs katliamının 30. yılı söylemiyle, herşey Taksim meydanına endekslendi. Daha dün "konfedarasyonların arkasına takılmayacağız" açıklamaları yapan sol örgütlenmeler, DİSK-KESK'in 1 Mayıs'ı Taksim'de "kutlama" kararı almasıyla birlikte, hep bir ağızdan "Taksim'den başka alternatif kabul etmiyoruz" diye ortaya çıktılar. 14 Nisan Tandoğan "Cumhuriyet mitingi"nin "alternatifi" olacağı bile varsayıldı. Kılıçlar çekildi, büyük sözler söylendi: Taksim/1 Mayıs Meydanı.
29 Nisan Çağlayan mitinginde atılan anti-emperyalist sloganlarla umutlar tazelendi, Taksim bir kez daha "feth edilecekti".
Tandoğan ve Çağlayan mitingleri arasında 27 Nisan 22.15 "sanal muhtırası" hiç önemsenmedi.
Her cinsten legalistler "Taksim'den başka alternatif kabul etmiyoruz"la en keskin çehreleriyle ortaya çıktılar. Artan faşist milis saldırıları karşısında sessizliğe gömülmüş olan legalistler, bu keskin söylemle pasifizmlerini kitlelerin gözünde gizleyebileceklerini hesaplıyorlardı.
Bir yerlerden "tiyo" alınmışcasına, sanki "icazet" verilecekmişcesine bir umursamazlıkla "1 Mayıs'ta Taksimdeyiz" sloganları ortalıkta uçuşmaya başladı.
Siyasal gelişmeler bir tarafa, otuz yıldır her türlü siyasal gösteriye kapalı tutulan Taksim meydanına "çıkmak", Taksim meydanını "feth etmek" için günler sayıldı.
Ama ortalıkta "garip" bir durum vardı.
Tüm zamanların coşkulu ve bolca reklamı yapılan 1 Mayıs "hazırlıkları"ndan farklı bir durum görünüyordu. Çağrılar daha az, sesler daha kısık, pankart yapımları daha coşkusuz gibiydi.
Bir şeyler farklıydı.
Herkesin farkında olduğu, ama kimsenin seslendirmediği ve belki de söylemekten çekindiği bir farklılık vardı.
Yine de Taksim "zaptedilecekti"!
Legalizmin keskinliği, legalleşmeye çalışan örgütlerin de akıllarına ve bilgilerine galebe çaldı. Başta DİSK-KESK olmak üzere, ÖDP'sinden SİP-TKP'sine kadar her cinsten legalistlerin "Taksim'den başka alternatif kabul etmiyoruz" diye ortaya çıkışlarının bir "hikmeti" olduğu düşünülmeye başlandı.
Bu düşüncelerle ve akıl tutulmalarıyla 1 Mayıs gününe gelindi.
Kimlerin nerede toplanacakları bile tam olarak bilinmiyordu. Herkes her yerdeydi, tek başlarına, öylece İstiklal Ceddesine gidenler bir yerde, sol örgütler her yerdeydi, legalistlerin "şefleri" başka yerlerdeydi. "Ezber bozma" meraklısı legalistlerden "temsili gerilla" yürütenlere kadar herkes heryerdeydi.
Her yıl olduğu gibi, bir yerlerde toplanılacağı, kortejler oluşturulacağı, pankartlar açılacağı, sayaç görevlilerinin kimin kaç kişi olduğunu kayda geçeceğine öylesine alıştırılmış kitleler, öylesine bir yerlerdeydiler.
İnsanlar, Nazım Hikmet'in "Zafere Dair" şiirinde söylediği gibi, "sanki şarkılar ve bayraklarla/bir bayram günü nümayişe çıktılar/öyle genç/ve fütursuz"dular.
Ve herkes biliyordu ki, Taksim'e doğru başlayacak yürüyüş, her durumda polis barikatlarıyla karşılaşacaktı.
Hiç kimse sormuyor, hiç kimse konuşmuyordu.
Legalistlerin keskin söylemlerine kapılanlar, herşeyin öylesine olacağını bekliyorlardı. Bir yerlerden "icazet" almadan siyaset yapamayan legalistlerin elbette bir bildikleri olacaktı!
Toplanma yerleri önceden biliniyor görünse de, fazlaca pankart da göze çarpmıyordu.
Sabahın ilk saatlerinde Dolmabahçe'ye gidenlerin gözaltına alındığı haberi ortamı daha da belirsizleştirdi.
Herkes polisin müdahale edeceğini bekliyordu.
Beklenen oldu.
Daha toplanma yerlerinde polis müdahaleye başladı. Gruplar dağıtıldı. Herkes kendi başına, kendi aklı ve kararlılığıyla Taksim'e gitmenin bir yolunu bulmaya çalıştı.
Ve 3-4 bin kişi Taksim'e ulaştı.
Her kesimden, herkesti onlar.
Hangi örgütten olduklarına bakmaksızın polis saldırısına direnmeye başladılar.
Ellerinde pankartlar yoktu, kimin kaç kişi olduğunu sayan sayaçlara da ihtiyatları yoktu.
3-4 bin kişi, her örgütten her insan, polis saldırılarına karşı saatlerce direndiler.
Bir yerden püskürtüldüklerinde, başka bir yerden yine Taksim meydanına çıkmaya çalıştılar.
Resmi açıklamaların ifadesiyle, polis elindeki tüm gaz bombası stoklarını tüketti.
Ama kendi başlarına, kendi akıl ve kararlılıklarıyla Taksim'e giden 3-4 bin kişi direndi.
Polis saldırılarına rağmen Taksim meydanına ulaşmaya çalışanlar, legalist yöneticilerin SMS çağrılarıyla evlerine gönderilmeye çalışıldı.
1 Mayıs 2007 Taksim'i feth etme çağrısını ciddiye alan bir avuç insanın Taksim'e çıkan sokaklardaki direnişiyle sona erdi.
Her 1 Mayıs sonrasında "sol medya"da yazılanlar yazılmadı. Kaç kişiyi yürüttüklerinden, ne kadar pankart taşıdıklarından, kimin kaç kişi olduğundan fazlaca söz edilmedi. Yine de eski alışkanlıklarıyla "Taksim'i zaptettik" manşetleri atıldı, belli açıdan çekilmiş 2-3 bin kişilik sendikacıların Taksim meydanındaki basın açıklamalarının görüntüleriyle 1977 anıları çağrıştırılmaya çalışıldı.
Bir süre sonra 1 Mayıs 2007'nin "anlam ve önemi" üzerine yazılar yazılmaya, hiç bir sol örgütün sahiplenemeyeceği kadar açık kolektif direnişden çıkartılan "dersler"den söz edilmeye başlandı.
1 Mayıs öncesinin keskin legalistlerinden fazlaca ses çıkmasa da, legallize olan sol kesimler her fırsatta 1 Mayıs'ın "öğrettiklerinden" söz etmeden duramadılar.
Hemen hepsinin ortak paydası, 1 Mayıs "pratiği"nin "demokratik güçlerin güçlerini birleştirmesinin göstergesi" olduğudur. Bu ortak payda altında, hemep hepsi kendi kavrayışları çerçevesinde birliğin zorunluluğundan söz etmektedirler. Bu görüşler Yürüyüş dergisinde özlü biçimde ifade edilmiştir: "1 Mayıs, devrimci demokratik güçlerin, güçlerini birleştirmesi durumunda önemli şeyler yapabileceğinin bir göstergesi olmuştur.
Evet,1 Mayıs pratiğine bakarak diyebiliriz ki, devrimci demokratik güçler, bugün tüm yetersizliklerine rağmen, ‘3. cephe' olarak sınıflar mücadelesi arenasında daha etkili, daha inisiyatifli olabilirler....
1 Mayıs direnişini gerçekleştiren iradeyi, devrimci demokratik güçlerin cephesine dönüştürmek elimizdedir ve bu bir ihtiyaçtır." (Yürüyüş, Sayı: 104, 13 Mayıs 2007.) Hepsi, ister legalist olsunlar, ister legalleşmeye yönelmiş olanlar olsunlar, hepsi 1 Mayıs öncesindeki keskin söylemlerini unutmuş görünmektedirler. Taksim'de 1 Mayıs günü polis müdahalesinin neredeyse mutlak olduğu, dolayısıyla çatışmanın çıkacağı önsel olarak bilinirken en keskin görünmek pahasına "Taksim'den başka alternatif kabul etmiyoruz" diyenler, 1 Mayıs günü kitleyi kendi başına ve bireysellikleriyle baş başa bırakanlar, SMS'lerle "iradi olarak" eylemi sona erdirenler, şimdi birlikten, beraberlikten, güçlerin birleştirilmesinden söz etmektedirler.
Hayır, böyle bir birlik, güç birliği yapılamaz.
Bir taraftan en keskin görünme uğruna kitlelere Taksim meydanına gelme çağrıları yapacaksınız, diğer yandan polis saldırısının olacağını hiç gündeme getirmeyeceksiniz. Bir yandan Taksim'i "zaptetmekten" söz edeceksiniz, öte yandan polis saldırıları karşısında kitleyi örgütsüz, hazırlıksız, kendi haline terk edeceksiniz.
Böylesine bir zihniyetin birlikten, güç birliğinden söz etmeye hakkı yoktur.
Yıllardır söyledik, söylüyoruz, kitleleri oldu bittilerle yüzyüze bırakarak, polisle çatıştırarak bir yere varılamaz. Devrimciler, devrimci kitle, her koşul altında polis barikatlarına karşı direnmeyi, saldırılar karşısında çatışmayı yeni öğrenmiş değildir. Bunlar devrimcilerin, devrimci kitlenin her zamanki özellikleridir. Dolayısıyla bu özelliklerini bugüne kadar yok varsayarak, 1 Mayıs günü Taksim'e açılan sokaklardaki kolektif direnişten "birlik" mesajları çıkarmaya kalkışmak, 1 Mayıs günü polis saldırısına karşı kitleleri önceden hazırlamayışlarını, 1 Mayıs günü tek başına bırakışlarını unutturmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.
Tüm bunlardan geriye "medyatik haber" olarak, yılların ünlü troçkistinin Beyoğlu'nda "vatandaş olarak kebap yerken" polisten yediği yumruk kalmışsa, 1 Mayıs günü Taksim'e çıkmak için direnen 3-4 bin kişilik kitlenin savaşkanlığından "güç birliği" çıkartmaya kalkanlara fazlaca şaşırmamak gerekir.