Neden Gizlilik?
Neden İllegalite?
Bugün ülkemizde yeni bir söylemle işbaşına gelmiş bir iktidar bulunmaktadır. Bu iktidar Avrupa siyasi literatürünün diliyle söylersek "merkez-sol" bir iktidar olarak kendisini halk kitlelerine sunmaktadır. Öyleki, yılların Demirel'i tüm yaşamında ilk kez kendisini bu kadar sol bir söylem içinde sunmaktadır. Bir yandan enflasyonu iktidarın temel görevi olarak sunarlarken, ikinci büyük sorun olarak "anarşi ve terör"ü ele aldıklarını ilan etmektedirler. 12 Eylül sonrasında ezilmiş, sesini çıkaramamış ve giderek de kendi kabuğuna çekilmiş pekçok eski "sol" unsurlar başta olmak üzere, ülke çapında büyük bir "umut" yaratarak bu faaliyetlerini sürdürmektedirler.
İşte bu koşullar altında bir kez daha silahlı mücadelenin gerekliliği ve bu mücadelenin örgütlenmesinin ve sürdürülmesinin gizliliği, dolayısıyla düzen açısından illegal, yani yasa-dışı olmasının zorunluluğu ortaya konulmak zorundadır.
İLLEGALİTE NEDEN ZORUNLUDUR?
Hiçbir yönetim, özellikle de sömürücü sınıfların yönetimi, kendisine yönelik ve kendisini ortadan kaldırmayı amaçlayan örgütlenmeleri ve hareketleri bir yana bırakamaz ve hatta yaşamının buna bağlı olduğunun bilinciyle bu örgütlenme ve hareketlerin varoluşlarını ortadan kaldırmayı birinci görev olarak kabul eder. Doğal olarak karşıt güçler de bu bilinçle kendilerini gizlemeyi ve gizlilik koşullarında faaliyet sürdürmeyi esas alırlar. Eğer tersi geçerli olsaydı, yani karşıt güçler -ki bunlar sınıfsal ve tarihsel süreç açısından devrimci güçler olarak sömürücü sınıflara karşı mücadele ederler- bu faaliyetlerinde açıklığı esas alsalardı, kaçınılmaz olarak yok edilmeleri daha kolay olurdu. Ya da sömürücü sınıflar devrimci güçlerin hareketini serbest bıraksalardı, bu durumda kendi düzenlerinin hiçbir siyasal dayanağı bulunamazdı. Bir başka deyişle, kendi siyasal otoritelerinden ve yasalarından vazgeçmek zorunda kalırlardı.
Doğal olarak her iki durumda sözkonusu olamıyacaktır. Böylece bir tarafın sürekli olarak yok etmeyi hedeflediği güçler, diğer tarafta yok edilmekten öte iktidarı ele geçirmek için mücadele eden güçler olmak üzere tarihsel bir hareket varolmaktadır. Devrim ve karşı-devrim arasındaki mücadele kendisini bu noktada ortaya koyar. Bir tarafın kendi yasal olanaklarını karşı tarafın etkisizleştirilmesi ve yokedilmesi için alabildiğine geliştirip güçlendirmesi karşıt güçün bu yasallığın dışında ve bu yasallığa karşı olmasını getirmektedir.
Günümüz koşullarının somutluğu içinde konuşursak, "duvarların yıkıldığı", "komünizmin tehlike olmaktan çıktığı" bir "yeni dünya" senoryaları içinde egemen sınıfların gösterdikleri "demokratik açılımlar" "barışçıl" ve dolayısıyla "legal" bir mücadeleyi zorunlu hale getirmemiş midir?
Ülkemiz somutunda konuşursak, komünizm propagandasını yasaklayan 141-142. maddeler fiilen askıya alınmışken ve zaman içinde (özellikle yeni "merkez-sol" iktidar koşullarında) daha da gereksiz hale getirilmesi "beklenirken" "illegal" olmanın ve "illegal" çalışmanın ne anlamı vardır?
İşte bu ve bunun gibi sorular, sık sık küçük-burjuva çevreler tarafından sorulmaktadır. Bu çevrelerin soruları soruş tarzı, doğrudan askeri darbelerin devrimci silahlı eylemleri gerekçe yaparak gerçekleşmeye yönelmesine dayanmaktadır. Bir başka deyişle, onlar, devrimci silahlı eylemlerin gerçekleştirilmesini, "demokrasinin bir engeli" olarak görme eğilimindedirler. Oysa ülkemizde sözcüğün dar ve geniş anlamında bir demokrasiden söz etmek olanaksızdır. Oligarşinin silahlı güçler tekelini elinde tuttuğu sürece ve emperyalizmin genel bunalımının değişik nedenlerle derinleşme eğiliminde bulunduğunda bunun etkilerini geri-bıraktırılmış ülkelere aktarma durumunda olduğu sürece, bizim gibi ülkelerde demokrasinin kurulması ve sürekli bir yönetim biçimi haline gelmesi olanaksızdır.
Bu nedenledir ki, demokrasinin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması için halk kitlelerinin her düzeyde, sadece ekonomik ve sosyal alanda değil, aynı zamanda, politik ve askeri alanda örgütlenmiş olması gerekir. Bu gereklilik kavranılmadığı sürece, karşılaşılacak durum, en iyi niyetli sosyal-demokratın içine düştüğü çıkmazlardır.
Halk kitlelerinin, yukarda ortaya koyduğumuz tarzda ve alanlarda örgütlü olabilmesi için mevcut yasal çerçevenin aza ya da çok genişletilmesiyle sağlanacak olanaklar, yani legal olanaklar, bizim gibi ülkelerde, dönemseldir ve bunu gerçekleştiren hükümetin süresi ile karşılaşacağı sorunların boyutu tarafından belirlenir. Bu nedenlerdir ki, örgütlülüğün sürekli kılınması, gizliliği ve yasa-dışılığı (illegaliteyi) öngerektirir.
Şüphesiz ekonomik ve sosyal alanda büyük kitle örgütlenmelerinin gerçekleştirilmesi gizlilik koşullarının dışlanmasını getirecektir. Ancak varloduğu ileri sürülen küçük demokratik hakların bile ortadan kaldırıldığı koşullarda, kendisini gizlilik içinde varetmeyi ya da örgütlemeyi başaramayan kitle örgütlenmelerinin yaşama olanakları da olmayacaktır. Bu konuda DİSK yeterince örnek oluşturmaktadır. Ülkenin en etkili ve en güçlü bir sendikasının, bir askeri darbe ile ortadan kaldırılması, ister istemez, ekonomik-sendikal örgütlenmede işçilerin farklı seçenekler peşinde koşmalarına neden olmuştur. Türk-İş karşısında takınılan tutum da buradan kaynaklanmaktadır.
Bunların yanında, her hangi bir yurttaşın, herhangi bir nedenle gözaltına alınması, kaçırılması ve öldürülmesi, neredeyse mevcut oligarşik yönetimin olağan bir uygulaması haline gelebilmektedir. Bu koşullarda politik bir örgütlenmenin varoluş süresi, bu örgütlenmenin güçlenme derecesi ile sınırlanmış olmaktadır. Oligarşi için tehlike olduğu düşünüldüğü andan itibaren bu örgütlenmenin (ki yasal bir örgütlenmeden söz ediyoruz) yaşam süresi sona ermiş demektir.
Hangi ad altında faaliyet gösteriyor olurlarsa olsunlar, "ölüm mangaları"nın bulunduğu bir ülkede, hiç kimse yasallığın dışında kalmakla suçlanamaz. Çünkü oligarşinin bizzat kendisi kendi yasallığının dışına çıkmıştır ve bizzat kendisi yasa-dışı durumundadır.
"Çağ değişti", "dünya değişti", "duvarlar yıkıldı", ama emperyalizmin ideolojik ve askeri saldırıları, özellikle devrimcilere, komünistlere karşı durmamıştır. Bunun en son örneğini Çekoslavakya'da görülmüştür. Komünist partısının yasa dışı ilan edilmesiyle, burjuvazinin ne denli demokrat (!) olduğu ortaya çıkmıştır.
Bir örnekte, 20 Ekim seçimlerinden sonra TBMM'den verilebilir. Kürt milletvekillerinin meclis kürsüsünden zorla indirilmeleri, demokrasinin "merkezi" ilan edilen parlementoda nasıl bir demokrasinin olduğunu da göstermiştir.
Oligarşinin ve emperyalizmin ülkedeki askeri güçleri denetledikleri ve yönettikleri bir ortamda, her türden demokrasi tartışmaları, bu güçlerin etkisizleştirilmesi ve denetime alınması sonucuna ulaşmak zorundadır. Devrimciler için, ülkede belli demokratik hak ve özgürlüklerin yasal olarak bulunması hiçbir şey ifade etmemektedir. Önemli olan bu hak ve özgürlüklerin, emperyalizm ve oligarşinin sahip olduğu silah tekeliyle denetim altında ya da tehdit altında tutulmamasıdır.
Ancak bu da yeterli değildir. Aynı zamanda, oligarşinin ve emperyalizmin elinde tuttuğu iletişim tekelinin de demokratikleştirilmesi gerekir. Daha tam deyişle, demokratik hak ve özgürlükler, aynı zamanda halkın bu hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek çabalarının her türlü girişiminin propagandasını yapmaya olanak tanıyacak boyutta bulunmalıdır.
En genel ifadeyle, halkın, kendi demokratik hak ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmek için, silahlı ya da silahsız, her türlü aracı kullanma hakkının tanınması ve bunun anayasada ifade edilmesi şarttır. Devrimciler için üzerinde tartışılabilir bir demokrasi, ancak bu temel ilkenin varlığı ile olanaklı olabilir. Bu da oligarşinin silahlı güçlerinin tasfiyesini öngerektirir.
Bunlar gerçekleşmediği sürece halkın özgürlük mücadelesinde gizlilik ve illegalite her zaman zorunlu olmaya devam edecektir.
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi
Halkın Devrimci Öncüleri
Merkez Yayın Organı
KURTULUŞ
6. Sayı - 1992