|
Euro |
Dolar |
4 Oca 2016
|
3,1944
|
2,9277
|
15 Temmuz 2016
|
3,2237
|
2,9008
|
1 Ağustos 2016
|
3,3556
|
3,0225
|
1 Eylül 2016
|
3,3019
|
2,9642
|
3 Ekim 2016
|
3,3659
|
3,0104
|
1 Kasım 2016
|
3,4106
|
3,1127
|
2 Aralık 2016
|
3,6742
|
3,4597
|
2 Ocak 2017
|
3,7222
|
3,5308
|
9 Ocak 2017
|
3,8396
|
3,6253
|
16 Ocak 2017
|
4,0552
|
3,8120
|
23 Ocak 2017
|
4,0819
|
3,8302
|
30 Ocak 2017
|
4,1558
|
3,8907
|
31 Ocak 2017
|
4,1119
|
3,8450
|
1 Şubat 2017
|
4,0692
|
3,7999
|
2 Şubat 2017
|
4,0868
|
3,7871
|
Son üç ayda dövizle yatıp, dövizle kalkıyoruz. Bu üç ay boyunca, 80’li ve 90’lı yıllarda olduğu gibi, insanların ilk işi döviz kurlarına, özel olarak da dolar kuruna bakmak oldu. Dolar yükseldi-dolar düştü haberleri neredeyse gün içinde saatten saate ve hatta dakika dakika değişti. Gün be gün, saat saat, dakika dakika TL’nin değer kaybetmesi, iktidarı ve yandaşlarını “hüzne” sokarken, muhalefeti “kriz” beklentisine sokmuştur. Dolar ve Euro değer kaybettiğinde ise, manzara tam tersi olmuştur.
Doğal olarak böylesine “heyecanlı” ve sürekli yön değiştiren “ralli” karşısında, “ekonomik krizle gelen ekonomik krizle gider” teorileri kadar, “krizler teğet geçti” söylemleri de insanların günlük “algı”larına ve yaşantılarına yön vermektedir.
Genel ekonomik yazın çerçevesinde bakıldığında 2016 yılının ilk günlerinde 2,9277 olan dolar kuru, “allahın lütfu” olan “darbe girişimi” gününde 2,9008 seviyesinde olmuştur. Ardından dolar kuru hızla yükselmeye başlamıştır. 2016’nın sonuna gelindiğinde dolar kuru “tarihi rekor” kırarak 3,5308 TL’ye ulaşmıştır. Böylece TL, 2016 yılında %20,5 değer yitirmiştir. Üstelik Aralık başında Recep Tayyip Erdoğan’ın “dolarlarınızı bozdurun” talimatıyla, “milli seferberlik” ilan ederek doların değerlenme süreci kesintiye uğratılmaya çalışılmıştır. Sonuçta, 2 Aralık günü 3,4597 TL olan dolar kuru bir hafta sonunda (9 Aralık) sekiz kuruş gerileyerek 3,3780 düzeyine gelmiştir.
TCMB verilerine göre, bu “milli seferberlik haftası”nda 441 milyon dolar ve 103 milyon Euro bozdurulmuştur. Ama “milli seferberlik haftası”nın arkası gelmeyince (ki gelmesi olanaksızdır) dolar yeniden başını kaldırmış ve 2 Aralık’taki seviyenin üstüne çıkmıştır (3,4638).
2017’ye girildiğinde (2 Ocak) dolar 3,5308 TL olurken, Euro 3,7222 TL’ye çıkmıştır. Ve bu tarihten itibaren “tarihi rekorlar” birbiri ardına gelmeye başlamıştır.
12 Ocak’ta Euro “rabia” alırken, dolar 3,8629 TL seviyesine ulaşmıştır. Böylece 4 TL seviyesini aşarak “rabia” olmuş eurolu ve 3,80 TL’yi aşmış dolarlı günlere gelinmiştir.
Son on yıldır AKP’nin uyguladığı “yüksek faiz, düşük kur” döneminin yerini, Recep Tayyip Erdoğan’ın “derin iktisat” bilgisine dayalı “düşük faiz, düşük enflasyon teorisi”-ne bırakmıştır. Bu “teori”yle TCMB kurlardaki yükselişe değişik hokkabazlıklarla, şapkadan tavşan çıkartarak müdahale etmekten başka bir şey yapamamıştır. TCMB haftalık repo ihalelerini iptal etmiş, “geç likidite” adı verilen gün sonu borçlanma faizlerini %11’e çıkarmıştır. Bu “müdahaleler” Euro’yu “rabia” olmaktan kurtaramadığı gibi, doları da 3,70’lerin altına çekmeye yetmemiştir.
Bu “ralli”, bir yandan yabancı “portföy” yatırımcılarının piyasadan çekilmesi, diğer yandan uluslararası piyasalarda doların değer kazanmasıyla ortaya çıkmıştır. Ama TL, “kırılgan beşli”lerden bile ayrışarak kendi “rekorları”nı kırmaya devam etmiştir.
Bütün bunların sonucunda, bir zamanlar Recep Tayyip Erdoğan’ın böbürlendiği döviz rezervleri erimeye başlamıştır.
ABD Merkez Bankası’nın (FED) parasal genişleme politikalarının sonucu olarak ve de Suudi ve Katar’ın Suriye “vekalet savaşı” nedeniyle aktardığı “kaynağı belli olmayan döviz” girişleriyle Türkiye’nin (ya da Recep Tayyip Erdoğan’ın) brüt döviz rezervi,
2013 yılında “tarihsel rekor”la 114 milyar dolar olurken, altın rezervi (İran’a yapılan altın “ticareti”yle birlikte) 20 milyon dolarla “rekor” kırmıştır.
|
Altın
Rezervi |
Brüt Döviz
Rezervi |
Toplam
Rezerv |
28 Aralık 2012
|
19.970
|
100.320
|
120.290
|
20 Aralık 2013
|
20.872
|
114.194
|
135.066
|
26 Aralık 2014
|
20.134
|
106.314
|
126.448
|
25 Aralık 2015
|
17.548
|
95.703
|
113.251
|
29 Ocak 2016
|
18.478
|
92.856
|
111.334
|
26 Şubat 2016
|
17.145
|
93.693
|
110.838
|
25 Mart 2016
|
19.025
|
95.016
|
114.041
|
29 Nisan 2016
|
19.833
|
96.193
|
116.026
|
27 Mayıs 2016
|
19.101
|
98.397
|
117.498
|
24 Haziran 2016
|
18.474
|
101.895
|
120.369
|
29 Temmuz 2016
|
19.790
|
99.927
|
119.717
|
26 Ağustos 2016
|
19.587
|
102.781
|
122.368
|
30 Eylül 2016
|
18.837
|
99.009
|
117.846
|
28 Ekim 2016
|
18.117
|
101.626
|
119.743
|
25 Kasım 2016
|
16.228
|
99.035
|
115.263
|
30 Aralık 2016
|
14.051
|
92.051
|
106.102
|
6 Ocak 2017
|
14.051
|
96.934
|
110.985
|
13 Ocak 2017
|
15.267
|
95.292
|
110.559
|
20 Ocak 2017
|
15.267
|
92.296
|
107.563
|
Bu rezervlerdeki “tarihsel rekor” giderek erimeye başlamıştır.
2014 yılı sonunda, yani “tarihsel rekor”un hemen ertesinde brüt döviz rezervi 8 milyar eksilerek 106 milyar dolara gerilerken,
2015 yılı sonunda 11 milyar dolar daha azalarak 95 milyar dolara düşmüştür. 2016’nın son ayında brüt döviz rezervi 92 milyar dolar seviyesine kadar gerilemiştir.
Böylece üç yıl içinde brüt döviz rezervinden 22 milyar dolar eksilmiştir. Aynı dönemde altın rezervi de 6 milyar dolar eksilerek 14 milyar dolar seviyesine inmiştir. Sonuçta, FED’in parasal genişleme politikası ve “Körfez sermayesi”yle sağlanan rezerv artışının sonuna gelinmiş ve 2016 sonu itibariyle 28 milyar dolar rezerv kaybı ortaya çıkmıştır.
20 Ocak 2017 tarihi itibariyle altın rezervi 15,2 milyar dolar ve brüt döviz rezervi de 92,2 milyar dolar düzeyindedir. Bütün bunlar “Rabiacı” Recep Tayyip Erdoğan’ın “dolar bozdurun, altına yatırım yapın” talimatlarına rağmen ortaya çıkmıştır.
Hiç kuşkusuz döviz kurlarının artması ve rezervlerin azalması “kriz” işaretleri olarak kabul edilebilir. Ancak bu “kriz işaretleri” başka verilerle birleşmediği sürece, sözcüğün tam anlamıyla ekonomik bir krizden söz edilemez.
Bugün için döviz kurlarındaki “oynaklık”ın en önemli sonucu, enflasyonda yükselişe yol açma dinamiklerine sahip olmasıdır. Enflasyonun yükselmesi ve buna paralel yatırımların azalması gerçek bir ekonomik krize yol açabilse de, kur artışlarının piyasalara, daha tam ifadeyle, iç pazardaki mal ve hizmetlerin fiyatlarına ne ölçüde yansıyacağıyla bağlantılıdır.
2008 krizinde (şu ünlü “teğet geçti” denilen kriz) tüm ekonomik verilerin olumsuz olmasına karşın, bunların fiyatlara yansıması çok sınırlı kalmıştır. Bunun ana nedeni, FED’in parasal genişleme politikası sonucu ortaya çıkan “dolar bolluğu”ysa da, diğer bir nedeni mal ve hizmetlerin
fiyatları ile
maliyetler arasındaki büyük, hatta devasa farklılıktır. “Yüksek faiz, düşük kur” politikasına paralel olarak ithalat artmış ve ithal malları yıllarca rantı yenilebilecek fiyatlara sahip olmuştur. Bu süreçte emperyalist ülkelerin mamul malları doğrudan iç pazara sürülebilmiştir. Böylece emperyalist ülkelerin mamul mallara ilişkin pazar sorununun bir bölümü giderilmiştir. Emperyalist ülkelerin Recep Tayyip Erdoğan türü islamcı tefeci-tüccarlara ya da feodal tacirlere rağbeti de bu yüzdendir.
Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, döviz kurlarındaki yükseliş ve “oynaklık”, rezervlerdeki belirgin azalış tek başına kriz dinamiği oluşturmazlar. Ama ülke ekonomisini emperyalist ülkeler tarafından istenildiği gibi yönlendirilebileceği bir duruma itmektedir. Zaten emperyalizme göbekten bağlı olan Türkiye ekonomisi, siyasal İslamcılıkla birlikte daha fazla denetlenebilir hale gelmiştir. Kurlardaki artış ve rezervlerdeki azalış bu denetimin çok daha kolay ve hızla yapılabilinmesinin koşullarını yaratmıştır. Burada “köşeye sıkışan” Recep Tayyip Erdoğan iktidarı değil, tümüyle Türkiye halkıdır. Bu nedenle ekonomideki olumsuzluklar Türkiye halkının “somut bugününü” olduğu kadar “soyut geleceği”ni de ipotek altına almaktadır.