Gerilla savaşının sözcük ve kavram olarak bilinmediği çağlarda haksızlığa, eşitsizliğe, baskıya karşı çıkanların verdikleri askeri mücadeleler hemen her zaman gerilla savaşı özelliklerini taşımıştır. Hasmından sayısal olarak az ve ilkel silahlara sahip olan güçlerin bu savaşı, kimi yerlerde yerel eşkıyalık biçiminde, kimi yerlerde “gezginci asi çeteler”[1*] biçiminde yürütülmüştür. Özellikle feodal dönemlerdeki köylü isyanlarında ya da zayıf feodal merkezi otoriteye karşı mahalli mütegallibenin (bir çeşit derebeylerinin) başkaldırılarında ilkel halde de olsa gerilla savaşı verilmiştir.
18. yüzyılda, gerek sözcük olarak, gerekse pratik olarak gerilla savaşı çetecilikten ve eşkıyalıktan ayrışmıştır. Amerikan bağımsızlık savaşında, Engels’in sözleriyle ifade edersek, “talim yapmasını bilmeyen ama gene de yivli karabinalarıyla daha iyi ateş eden asi çetelerin ormanın örtüsü altında, dağınık ve çok hareketli avcı grupları biçiminde”[2*] yürüttükleri savaş, sözcüğün tam anlamıyla gerilla savaşı niteliğine sahip olmuştur.
Yine de gerilla savaşı, kavram olarak ve “asi çeteler savaşı”ndan ayrışarak ilk kez İspanya’da ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılın başlarında İspanya’da Fransız işgaline karşı verilen savaş, İspanyol düzenli ordusunun yenilgiye uğraması üzerine gerilla savaşına dönüştü. Marks bu durumu şöyle anlatır:
“İspanyol hazır kuvvetleri her yerde yenilgiye uğrasa bile, yine de her noktada kendisini gösteriyordu. En az yirmi kat dağınık da olsa, her zaman düşman karşısında hazırdı ve her yenilgiden sonra artan güçle yeniden ortaya çıktı. Onları yenmek yararsızdı, çünkü kaçmakta çok hızlıydılar, insan kayıpları az oluyordu ve toprak kaybına da fazla önem vermiyorlardı. Düzensiz olarak dağlara çekilirken, en beklenmedik anda bir araya gelip ortaya çıkacaklarından emindiler. Yeni takviyelerle güçleniyorlardı ve Fransız ordularına direnmeseler de, en azından onları sürekli hareket halinde tutabiliyorlar ve güçlerini dağıtmaya zorlayabiliyorlardı. Ruslardan daha şanslı olduklarından, yeniden doğmak için ölmeye de gereksinimleri yoktu…
Mevcut ordunun yenilgileri düzenli hale geldiğinde, gerillaların ortaya çıkışı genelleşti ve ulusal yenilgilerin endişeye düşürdüğü halk kitleleri yerel kahramanların başarılarıyla övünür oldular.”[3*]
Tarihin bu ilk tanımlanabilir gerilla savaşı, Fransız işgaline karşı öylesine etkili olmuştur ki, giderek gelişmeye ve dönüşmeye başlamıştır
Yine Marks’ın ortaya koyduğu gibi, 19. yüzyılın başında İspanya’da verilen gerilla savaşı, ilk dönemde (yukarda Marks’ın anlattığı biçimde)
yalın bir gerilla savaşı niteliğine sahipken, bir süre sonra yaygın silahlı güçler tarafından yürütülen bir savaş biçimine, bir çeşit
hareketli savaş tarzına dönüşmüştür.
“Onlar, halkın gerçek silahlanmasının temelini oluşturdular. Kendileri için bir yeri ele geçirme fırsatı çıktığında ya da birleşik bir girişim kararlaştırıldığında, halkın en etkin ve cüretkar unsurları ortaya çıkıyor ve gerillalara katılıyordu. Onlar çok hızlı biçimde ganimetlerine saldırıyorlar ya da kendi üstlendikleri amaca uygun olarak muharebe düzeninde yer alıyorlardı. Bir düşman kuryesini yakalamak ya da düşmanın erzaklarını ele geçirmek için, seçkin bir düşmanı görecek biçimde bütün gün ayakta beklediklerini görmek olağandışı bir durum değildi. Genç Mina’nın Joseph Bonaparte tarafından atanan Navarra valisini yakalaması ve Julian’ın Ciudad komutanı Rodrigo’yu tutsak alması bu biçimde olmuştur. İş tamamlanır tamamlanmaz, herkes kendi yoluna gidiyor ve silahlı olanlar hemen her yöne dağılıyordu; ama işbirliği yapan köylüler hızla ‘yokluklarının farkına varılmadan’ kendi günlük işlerine geri dönüyorlardı. Böylece tüm yollar ulaşıma kapatılıyordu. Hiç biri keşfedilemediği halde binlerce düşman olay yerinde bulunuyordu. Yakalanmaksızın hiçbir kurye gönderilemiyor, hiçbir malzeme ele geçirilmeksizin yola çıkamıyordu. Kısacası, yüzlerce göz tarafından gözetlenmeksizin hiçbir hareket yapılamıyordu. Aynı zamanda bu türden bileşimlerin kökünü kurutmak için hiçbir araç da yoktu. Fransızlar, sürekli olarak uçan, her zaman yeniden ortaya çıkan ve dağları perde gibi kullanarak gerçekten görünmez olarak her yerde bulunan bir düşmana karşı sürekli elleri tetikte beklemek zorundaydılar.”[4*]
Gerillaların ve hareketli savaşın etkili olmasıyla birlikte, İspanyol gerillaları, “mevcut ordunun düzenini taklit etmeye” yönelmişlerdir. Bunun sonucu olarak da hareketli savaşı yürüten gerilla birliklerindeki savaşçı sayısı artmaya başlamıştır. Bir çeşit
düzenli orduya dönüşmüşlerdir. Marks’ın ifadesiyle, “Gerilla sistemindeki bu değişim, Fransızlara, onlarla mücadelede önemli bir üstünlük sağladı. Artan sayıları nedeniyle kendilerini gizleme ve eskiden olduğu gibi, savaşa zorlanmadan birden ortadan kaybolma olanağını yitiren
guerrilleros, şimdi sık sık kuşatılıyor, yeniliyor, dağılıyor ve uzun bir süre yeni bir saldırıya geçemeyecek duruma düşüyorlardı.” (agy)
Daha iyi eğitimli, daha disiplinli ve daha iyi teçhizata sahip Fransız ordusu karşısında düzenli orduya dönüşen İspanyol gerillaları başarılı olamamışlar ve sonuçta yenilgiye uğratılmışlardır.
(Daha ilerde göreceğimiz gibi, İspanya’da gerilla savaşının yaygınlaşması, hareketli savaş tarzına dönüşmesi ve nihayetinde yenilgiye yol açsa da düzenli orduya dönüşmeleri, tarihin daha sonraki dönemlerinde görülecek olan ve Mao Zedung tarafından formüle edilen sistemli ve planlı
uzun/uzatılmış halk savaşı stratejisinin ilk nüvesi durumunda olmuştur.)
GERİLLA SAVAŞININ EVRİMİ
20. yüzyıla gelindiğinde, yani proleter devrimler çağında gerilla savaşı açısından ilk önemli olay
1905 Rus Devrimi’dir.
1905 Rus Devrimi’nde gerilla savaşı,
barikat savaşına dayanan
silahlı ayaklanmanın özgün bir parçası olarak ortaya çıkmıştır.
Lenin,
Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler yazısında şöyle yazar:
“Askeri taktikler, askeri teknik düzeyine dayanır. Bu yalın gerçeği Engels göstermiş ve bütün marksistlere kabul ettirmiştir. Bugün askeri teknik, 19. yüzyılın ortalarındaki askeri teknik değildir. Toplara karşı kalabalıkla yürümek ve tabancalarla barikatları savunmak çılgınlık olur. Kautsky, Moskova olaylarından sonra, Engels’in bu konudaki vargılarının yeniden gözden geçirilmesinin tam zamanı olduğunu ve Moskova’da ‘yeni barikat taktikleri’nin ortaya çıktığını yazarken haklıydı. Bu taktikler, gerilla savaşı taktikleridir. Böylesi taktikler için gerekli örgüt, hareketli ve çok küçük, on kişilik, hatta iki-üç kişilik birliklerdir. Bugünlerde beş ya da üç kişilik birliklerden söz edilince alay eden sosyal-demokratlarla sık sık karşılaşıyoruz. Ama alay etmek, çağdaş askeri tekniğin dayattığı koşullar altında sokak savaşlarının ortaya çıkardığı yeni taktik ve örgütsel sorunları reddetmenin çok ucuz bir yoludur. Moskova ayaklanmasının hikayesini dikkatlice inceleyin beyler, göreceksiniz ki, ‘beş kişilik birlikler’ ile ‘yeni barikat taktikleri’ arasında nasıl bir bağlantı olduğunu anlayacaksınızdır.”[5*]
Lenin, 1905 Rus Devrimi’nde ortaya çıkan gerilla savaşının, “kitle hareketinin bir ayaklanma noktasına gerçekten ulaştığı ve iç savaşın ‘büyük çarpışmaları’ arasında oldukça geniş bir aralık ortaya çıktığı bir zamanda kaçınılmaz bir mücadele biçimi” olduğunun altını çizer.
Bu yönüyle söz konusu olan gerilla savaşı, ağırlıklı olarak kentlere ilişkindir ve kentlerde başlayan silahlı ayaklanmanın bir parçasıdır. Ancak gerilla savaşının bu kentlere ve barikat savaşına uyarlanmış tarzı kesinkes
stratejik bir çizginin parçası değildir.
20. yüzyılda gerilla savaşı, sadece köylü isyanlarının ya da yerel derebeylerinin savaş tarzı olmasının ötesinde düzenli birlikleri yenilen ve dağıtılan orduların savaş tarzı olarak da ortaya çıkmıştır.
ANADOLU’DA GERİLLA SAVAŞI
Anadolu kurtuluş hareketinde ortaya çıkan
Kuva-yı Milliye (Ulusal Güçler) 20. Yüzyılda düzenli birlikleri yenilmiş bir ordunun yürüttüğü ilk gerilla hareketi olmuştur.
“Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askerî bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ‘ordu’ adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyor. Buna Kuva-yı Milliye diyoruz. Bütün evren de böyle diyor.”[6*]
Anadolu kurtuluş hareketinde, giderek Kuva-yı Milliyenin yanında
Kuva-yı Seyyare adı verilen Çerkez Ethem’in yönetimindeki hareketli birlikler ortaya çıkmıştır. Yaklaşık olarak beş bin silahlı unsurdan ve çoğunluğu süvariden oluşan Kuva-yı Seyyare, Kuva-yı Milliye’yle ortaya çıkan gerilla savaşının hareketli savaşa (manevra savaşı) dönüşümünü ifade eder. Ve ardından Milli Ordu adıyla düzenli orduya geçilmiştir.
Tüm bu tarihsel gelişim içinde gerilla savaşı ve bu savaşa dayanan askeri savaş ilk kez stratajik bir kavrayışa Çin’de Mao Zedung tarafından ulaştırılmıştır.
ÇİN VE VİETNAM’DA HALK SAVAŞI
Mao Zedung’un formüle ettiği uzun/uzatılmış halk savaşı stratejisi, her şeyden önce
siyasal iktidarın ele geçirilmesinin stratejisidir.
Bu stratejik çizgi, maddi ve teknik olarak zayıf bir gücün, uzatılmış bir savaşla düşmanı yenilgiye uğratmasının çizgisidir. Burada
zaman, maddi ve teknik olarak güçlü düşmanın yıpratılmasında belirleyici unsurdur. Mao Zedung’un sözleriyle, “Dağınık karakterli olmasından dolayı, gerilla savaşı, her yere yayılabilir ve düşmanı yıpratmada, durdurmada ve parçalamada ve de kitle çalışması gibi birçok görevleri yerine getirebilir.” Böylece bir yandan kendi güçlerini koruyup geliştirirken, diğer yandan düşman parça parça yok edilir.
Böylece gerilla savaşı, bir yandan
yıpratma savaşının ana unsuru olurken, diğer yandan düşman güçlerinin
imha edilmesinin de bir aracı olur.
Mao Zedung bu durumu şöyle ifade eder:
“Gerilla birliklerimiz sabotaj ve tahrip gibi özel görevi yerine getirirken sırf yıpratma savaşı vermeleri kaçınılmaz olmakla beraber, düşman güçlerini tüketmek ve kendi kuvvetlerimizi geniş ölçüde tazelemek için şartların elverişli olduğu her durumda enerjik imha seferleri ve muharebeleri vermek gerekir.”[7*]
“Genellikle, hareketli savaş imha; mevzii savaş yıpratma; gerilla savaşı ise bu iki görevi de aynı zamanda yerine getirir. Bu üç savaş çeşidi, böylece, birbirinden ayrılmış olur.”[8*]
Uzatılmış bir savaş olarak halk savaşı, gerilla savaşından hareketli savaşa ve oradan da düzenli ordu savaşına doğru ilerleyen bir çizgidir. Bu nedenle, “Halk savaşı vermek için, silahlı güçler,
ana kuvvet birlikleri, bölgesel birlikler,
milis ve özsavunma birliklerini içeren uygun örgütlenme biçimlerine sahip olmalıdır. Ana kuvvet birlikleri, ülkenin herhangi bir yerindeki çarpışmalarda kullanılabilen hareketli birliklerdir. Bölgesel birlikler, bölgedeki silahlı mücadelenin dayanağıdır. Milis ve özsavunma birlikleri, üretim faaliyetini sürdüren emekçi halkın yaygın yarı-silahlı güçleridir ve üslerdeki halk iktidarının temel aracıdır.”
[9*]
Böylece başlangıçta dağınık ve ye yer gizli faaliyet yürüten gerilla güçleri, giderek
üs bölgeleri oluşturmaya yönelir. Üs bölgeleri gelecekteki kurtarılmış bölgelerin üzerinde yükseleceği temeli oluşturur.
“Gerilla savaşı içinde bir üs bölgesi, ancak üç temel şartın adım adım kurulmasıyla yani, silahlı güç kurulduktan, düşman yenilgiye uğratıldıktan ve halk harekete geçirildikten sonra gerçekten kurulabilir.”[10*] (Mao)
Burada hemen belirtelim ki, Mao’nun sözünü ettiği üs bölgelerinin, gerilla savaşının deformasyonunun bir ürünü olan “üs”lerle hiçbir ortak noktası yoktur. Gerilla güçlerinin değişik nedenlerle barınmak ve saklanmak amacıyla oluşturduğu “sığınaklar” kesinkes gerilla savaşının üs bölgeleriyle karıştırılamaz. Yine aynı biçimde, gerillaların geçici sürelerle elde bulundurduğu bölgelerle (gerilla bölgeleri) üs bölgeleri birbirine karıştırılamaz. Gerilla bölgeleri, gerillalar oradayken onların, gerillalar gidince de düşmanın denetimine geçen bölgelerdir. Üs bölgeleri ise, göreceli olarak gerillanın daha uzun süre elde tutabildiği, tahkim ettiği ve göreceli olarak daha uzun süre direnebildiği yerlerdir. Mao Zedung’un ifadesiyle, “çok sayıda düşman birlikleri imha edildiği ya da yenildiği, kukla yönetimin yok edildiği, halk kitlelerinin harekete geçirildiği, kitle örgütlerinin kurulduğu, yerel silahlı halk kuvvetlerinin geliştirildiği ve bir politik iktidar kurulduğu zaman” gerilla bölgeleri üs bölgeleri haline gelir. Bu üs bölgeleri yeterince güçlendiği ve düşmanın karşı saldırısına karşı direnebildiği zaman sözcüğün tam anlamıyla kurtarılmış bölgeler haline gelir.
Uzatılmış savaş çizgisinde yıpratma ve imha savaşları, gerilla savaşının başlangıç aşamasında ortaya çıkan taciz ve tahrip eylemlerinden farklıdır. Yıpratma ve imha savaşları, varolan durumdaki güçler dengesine bağlı olarak yürütülen harekatlarla verilir. Diğer bir ifadeyle, yıpratma ve imha seferleri düzenlenerek bu savaşlar yürütülür. Vietnam’da 30 Ocak 1968’de başlatılan
Tet Saldırısı bu seferlere (harekatlara) verilebilecek en iyi örnektir.
Tet Saldırısı, başkent Saygon ve ikinci büyük kent olan Hué dahil olmak üzere 100’den fazla il ve ilçede gerçekleştirilmiştir. Hué kentindeki Amerikan birlikleri bir ay süreyle Vietnam Kurtuluş Ordusu’nun kuşatması altında kalmıştır. Saldırıda 123 uçak imha edilmiş ve 214 uçak ağır hasar görmüştür. Bu boyutlarıyla Tet Saldırısı tarihin kaydettiği en büyük imha seferidir.
Çin ve Vietnam devrimleri, gerilla savaşının stratejik önem taşıdığı halk savaşı stratejisinin zaferiyle gerçekleşmiştir.
20. yüzyılın en önemli gelişmelerinden birisi de Küba Devrimi’dir.
KÜBA DEVRİMİ: GERİLLA SAVAŞININ
STRATEJİSİ VE TAKTİĞİ
Küba Devrimi, Çin ve Vietnam devrimlerinden farklı olarak, kitlelerin ve özellikle köylülerin kendiliğinden isyanlarını örgütleyerek başlatılan gerilla savaşı özelliğine sahip değildir. Küba Devrimi’nin ayırıcı özelliği, oligarşik diktatörlük ile halkın tepkisi arasındaki denge durumuna (ki bu denge oligarşik diktatörlüğün açık askeri zoruyla oluşturulmuş suni bir dengedir) gerilla güçlerinin iradi müdahalesidir. Che Guevara’nın sözleriyle, bu denge durumunda gerilla “katalizatör” görevi görmüştür. Yine de Küba Devrimi, tıpkı Çin ve Vietnam devrimlerinde olduğu gibi, gerilla savaşının stratejik rol oynadığı bir iktidar mücadelesidir.
“Küçük savaşçı çekirdeklerin başlattıkları mücadeleye, sürekli olarak yeni yeni güçler katılır; kitle hareketleri boy göstermeye başlar, eski düzen küçük küçük bin parçaya ayrılır, ve işte tam bu anda işçi sınıfı ve kentli kitleler savaşın kaderini belirler.”[11*]
Bu ayırıcı özelliklerine karşın Küba Devrimi de, Çin ve Vietnam devrimlerinin stratejik yolunu izlemiştir. “Küçük savaşçı çekirdeklerin başlattıkları” gerilla savaşı, giderek hareketli savaşa ve sonuçta mevzi savaşa dönüşerek zafer kazanmıştır.
Che Guevara bu gerçeği şöyle ifade eder:
“Gerilla savaşının gelişim olasılıkları, yani gerillanın potansiyel olarak bir mevzi savaşa dönüşme olasılığı hesaba katıldığında, bu savaş türünün özel niteliğine rağmen, mevzi savaşın bir çekirdeği, bir başlangıcı olarak düşünülebilir…
Bazıları, küçümseyerek, onu “vur ve kaç” olarak adlandırırlar ve bu doğrudur. Vur ve kaç, bekle, pusuya yat, tekrar vur ve kaç ve düşmana hiçbir dinlenme olanağı vermeksizin bunları sürekli yinele. Burada, geri çekilme, cephesel savaştan kaçınma tutumu, olumsuz bir tutum olarak görülebilir. Yine de, bu tutum, her savaşta olduğu gibi, son amacı zafer kazanmak, düşmanı imha etmek olan gerilla savaşının genel stratejisinin bir sonucudur.
Bu nedenle, gerilla savaşının, kendi içinde tam zafere ulaşma olanağına sahip bir aşama olmadığı açıktır. Gerilla savaşı, savaşın başlangıç aşamalarından birisidir ve sürekli büyüyerek düzenli ordu niteliği kazanacak olan gerilla ordusuna dönüşecektir. Bu anda, düşmana nihai darbeyi vurmaya ve zafere ulaşmaya hazır olacaktır. Zafer, kökeni bir gerilla ordusu olsa da, her zaman düzenli ordunun ürünü olacaktır.”[12*]
Küba Devrimi’yle birlikte gerilla savaşı, yalın bir biçimde iktidar mücadelesinin temel bir aracı haline gelmiştir. 60’lardan itibaren tüm Latin-Amerika tarihi, Amerikan emperyalizmine ve onun yerli işbirlikçilerine karşı yürütülen iktidar mücadelelerinin tarihi olmuştur. Gerilla, bu tarihin başlatıcısı olarak başat rol oynamıştır.
Gerek Küba Devrimi, gerek Latin-Amerika’daki gerilla hareketleri, gerilla savaşının stratejisini, taktiğini ve tekniğini geliştirmiştir.
Ortaya çıkan en önemli stratejik gelişme, gerilla savaşı aracılığıyla siyasi gerçekler açıklanarak kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesidir. Bilinçlenen ve örgütlenen kitleler, yine gerilla savaşıyla mücadeleye katılmışlardır. Böylece gerilla savaşı, politik kitle mücadelesinin bir aracı haline dönüşmüştür.
“Küba halkının, Batista diktatörlüğüne karşı silahlı zaferi, sadece, tüm dünya gazetelerinin yazdığı gibi destansı bir zafer olmakla kalmamış, Latin Amerika halk kitlelerinin davranışlarıyla ilgili eski dogmaları da yıkmıştır. Bu devrim bir halkın, gerilla savaşıyla, kendisini ezen bir yönetimden kurtulabileceğini elle tutulur, gözle görülür biçimde kanıtlamıştır…
Doğal olarak, devrimin tüm koşullarının gerilla faaliyetinin verdiği itmeyle yaratılacağı düşünülemez. İlk fokonun oluşturulmasını ve pekiştirilmesini olanaklı kılan zorunlu asgari koşullar her zaman akılda tutulmalıdır. Halk, sivil talepler çerçevesinde toplumsal hedefler için mücadele etmenin boşuna olduğunu açıkça görmelidir. Barış, baskı güçlerinin mevcut yasalara rağmen iktidarda kalmayı sürdürmeleriyle zaten bozulmuştur.
Bu koşullarda halkın hoşnutsuzluğu giderek kendisini daha aktif biçimlerde dışa vurmaktadır ve sonuçta, direniş, başlangıçta yetkililerin tutumuyla tetiklenen mücadelenin patlak vermesiyle belli bir zamanda belirginleşir.
Bir hükümet, hileli olsun ya da olmasın, belli bir biçimde halk oyuyla iktidara gelmişse ve en azından anayasal yasallığı koruyorsa, henüz barışçıl mücadele olanakları tüketilmediğinden gerilla çıkışının gelişmesi olanaksızdır.”[13*]
Gerilla savaşının politik kitle mücadelesi haline dönüşmesi, devrimci politik amaçlarla yürütülmesi, doğal olarak savaşın politik niteliğini öne çıkarmış ve gerilla savaşını politik-askeri bir savaşa (politikleşmiş askeri savaşa) dönüştürmüştür. Bunun sonucunda da, gerilla savaşı taktik yönden gelişirken, aynı zamanda uyulması zorunlu olan belli kurallara bağlı olarak yürütülmesini getirmiştir.
Örneğin, Che bu kurallardan bazılarını şöyle ifade eder:
“Çağdaş savaşlarda bir tümenin generali askerleriyle birlikte cephede ölmediği gibi, kendisinin generali olan bir gerillanın da her muharebede ölmesi gerekmez. Yaşamını vermeye hazırdır, ama gerilla savaşının bu olumlu niteliği, gerillanın her birisinin, bir ideali savunmak için değil, onu gerçeğe dönüştürmek için ölmeye hazır olmasıdır. Bu, gerilla savaşının temelidir, özüdür.”[14*]
“Sabotaj eylemlerinin önemi çok büyüktür. Savaşın, etkisi yüksek bir devrimci aracı olan sabotaj, genellikle az etkili, önceden görülemeyen koşullar içinde yapıldığında suçsuz insanlar arasından çok kurban veren, devrime yararlı olabilecek çok sayıda yaşamı yok eden terörist eylemlerden ayırdedilmelidir. Terörizm, zalimliğiyle, baskı yapmada etkililiğiyle tanınan, baskı güçlerinin önemli bir yöneticisini cezalandırmak için, yokedilmesinin yararlı olacağı biliniyorsa uygulanan bir yöntem olarak kabul edilmelidir. Fakat önemi az olan, ölümü daha sıkı bir baskıya, ölümlere neden olacak bir birey hiçbir zaman öldürülmemelidir.
Terörizmin değerlendirilmesinde çok tartışılan bir nokta vardır. Bazıları, polis baskısına sebep olmanın ya da şiddetlenmesine yolaçmanın kitlelerle tüm az ya da çok yasal —ya da yarı-gizli— bağları güçleştirdiğini, zamanı geldiğinde gerekli olacak eylemler için gruplaşmayı olanaksızlaştırdığını kabul ederler. Kendi başına bu doğrudur, fakat bir iç savaş sürecinde, belirli bir halk için, baskının zaten her türlü yasal eylemi ortadan kaldıracak kadar şiddetli olduğu durumlar da vardır. Bu durumda, silahla desteklenmedikçe kitle eylemi olanaksızdır. O halde uygulanacak yöntemlerin seçimine çok dikkat edilmesi, devrim için yararlanılabilecek elverişli koşulların incelenmesi gerekir. Koşullar ne olursa olsun, sabotaj iyi kullanıldığında, daima daha etkili bir silahtır. Sabotajdan, halkın bir kesimini felce uğratacak, başka deyişle, bir toplumun normal yaşayışını felce uğratmaksızın işsizlik yaratacak biçimde üretim araçlarını kullanılmaz duruma getirmekte yararlanılmamalıdır. Diğer kelimelerle, bir elektrik santralinin sabote edilmesi hem etkili hem yerindeyken, bir gazoz fabrikasını sabote etmek gülünçtür.
Birinci durumda, belli sayıda işçi işsiz kalacaktır, fakat bölgede tüm hayatı felce uğramasından dolayı bu tamamen yerinde bir hareket sayılabilir. İkinci durumda ise, yine birkaç işçi işinden edilir, fakat bununla endüstriyel hayatta hiçbir değişiklik olmaz.”[15*]
Bu ve benzeri özellikleri yanında Küba Devrimi’nin gerilla savaşına en büyük katkılarından birisi de
hareketli gerilla birliği ve bu birliğe dayanan savaş tarzıdır.
HAREKETLİ GERİLLA BİRLİĞİ
Che’nin yazılarında ve Latin-Amerika’daki gerilla yazınında “
foco” olarak tanımlanan hareketli gerilla birliğinin ayırıcı özelliği, kırsal alanda sürekli hareketlilik içinde olan bir silahlı birliğin varlığıdır. Bu birlik, belli bir “üs bölgesi” olmaksızın, doğrudan kendi hareketliliğine dayanarak gerilla savaşını yürütür. Birlik’in temel görevi, kırsal alanlarda suni dengeyi bozmak, kitleleri bilinçlendirip örgütlemektir (politik görev). Bir diğer ifadeyle, hareketli gerilla birliği, sözcüğün geniş anlamıyla, kırsal alanlardaki
silahlı propaganda faaliyetini yürütür. Bu açıdan hareketli gerilla birliği, kırsal alanlardaki kitlelerle
temas kurmanın, onları bilinçlendirmenin ve örgütlemenin temel aracıdır.
Bu birliğin teknik özellikleri, içinde yaşanılan koşullara ve toplumsal çelişkinin geldiği düzeye bağlı olarak değişkenlik gösterir. Küba’da Granma çıkartmasında olduğu gibi yüz kişilik bir birlik olabileceği gibi, Bolivya’da olduğu gibi elli kişilik birlik olarak da faaliyet gösterebilir. Başlangıçta, Venezüella (1962) ve Peru’da (1965) olduğu gibi birden çok gerilla birliği oluşturulabileceği gibi, Küba ve Bolivya’da olduğu gibi tek bir gerilla birliği de oluşturulabilir.
Başlangıçta birden çok gerilla birliğine dayanan kır gerilla savaşının en önemli sakıncası, birlikler arasındaki eşgüdüme ve her birliğin ateş gücünün yeterliliğine ilişkindir. Bu da gelişmiş haberleşme ve eşgüdüm araçlarının yanında, gerilla birliklerinin eşdeğer askeri tırmanma politikasına sahip olmalarını öngerektirir. Öte yandan, her gerilla birliğinin faaliyet yürüttüğü alanlar (operasyon alanı) toplumsal çelişkilerin geldiği düzey ve arazinin yapısına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Dolayısıyla bir gerilla birliği, beklenilenin çok ötesinde zorluklarla karşılaşırken, diğeri/diğerleri görece olumlu koşullarda bulunabilirler. Bu da verilen kayıpların artmasına neden olur.
Hareketli gerilla birliği, politik-askeri bir örgütlenme olmakla birlikte, askeri yanı ihmal edilemez. Bu da her birliğin
yüksek ateş gücüne sahip olması demektir. Operasyon alanlarında düşmana karşı ateş gücü üstünlüğü sağlanması şarttır. Bu da, birliklerin savaş ve hareket tarzına, silahlanma ve teçhizata ve nihayetinde operasyon alanına ilişkin arazi bilgisine bağlıdır.
LATİN-AMERİKA’DA GERİLLA SAVAŞI
Küba Devrimi’nden sonraki 25 yıl boyunca Latin-Amerika’da yürütülen gerilla savaşları, burada ifade ettiğimiz en genel özellikleriyle sürdürülmüştür. Venezüella, Peru, Bolivya ve Guatemala’daki (Latin-Amerika’da askeri isyana dayanan tek gerilla hareketidir) gerilla hareketleri, başlangıçta kaydettikleri gelişmelere karşın başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunlar arasında tek istisna, 1965 sonrasında örgütlenen, 1974’ten sonra etkin hale gelen ve 19 Temmuz 1979’da iktidarı ele geçiren Nikaragua’daki Sandinista hareketidir. Sandinist hareketinin kendine özgü bazı özellikleri olmakla birlikte, temelde Küba Devrimi’nin geliştirdiği gerilla savaşının gerçekliği olmuştur.
1979 Sandinist devrimi, 1970’lerin başlarında sönümlenmeye başlayan Latin-Amerika gerilla hareketleri üzerinde itici bir güç oluşturmuştur. Bunun en tipik olgusu El Salvador gerilla hareketidir.
1979-1982 arasında yoğun gerilla savaşına sahne olan El Salvador, değişik sol örgütlerin (ki silahlı mücadeleye daha sonra katılan KP de dahil) değişik silahlı örgütlenmelerle savaşa başladıkları bir ülke olmuştur. Bu örgütler, 1980 sonlarında Farabundo Martí Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısı altında birleşmişlerdir. 1981’deki El Salvador tarihinin en büyük gerilla saldırısı da bu birleşik cephe tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak cephenin bileşimi nedeniyle, özellikle de silahlı mücadeleye en son katılan KP’nin önderliği ele geçirmesiyle birlikte, Amerikan emperyalizminin yoğun askeri yığınağı sonucunda başarıya ulaşılamamıştır.
El Salvador devriminin gerçekleştirilememiş olması, aynı zamanda Latin-Amerika’daki kır gerilla savaşlarının büyük ölçüde sona ermesini getirmiştir. Özellikle Sovyetler Birliği’ndeki gelişmeler ve 1991’de dağıtılmışlığıyla birlikte, Kolombiya ve Peru dışındaki gerilla hareketleri başarısızlığa uğramıştır.
ŞEHİR GERİLLA SAVAŞI
Küba Devrimi’yle başlayan ve 1980’lerde güç kaybına uğrayan Latin-Amerika’daki gerilla hareketlerinin tarihi ve somut gerçekliği pek çok derslerle doludur. Bunların incelenmesi ve öğrenilmesi, gerek ülkemizdeki, gerekse gelecekteki gerilla hareketleri açısından büyük bir öneme sahiptir.
Küba Devrimi sonrasında gelişen gerilla hareketleri içinde en önemli gelişme, Brezilya’da Carlos Marighella’nın teorize ettiği
şehir gerilla savaşıdır. İlk adımları Venezüella’da UTC’lerle atılmış olan şehir gerilla savaşı Uruguay’da Tupamaros’la birlikte en gelişkin düzeyine ulaşmıştır.
Teorik olarak kır gerilla savaşının tamamlayıcısı olarak ele alınan şehir gerilla savaşının, Uruguay gibi elverişli kırsal bölgeleri olmayan bir ülkede gelişmesi, aynı zamanda şehir gerilla savaşının bağımsız ve tek boyutlu bir kavrayışına yol açmıştır. Bir diğer ifadeyle, şehir gerilla savaşı, silahlı propagandanın şehirlerde yürütülmesinin temel aracı olmuştur. Ama şehirlerin özelliği ve sınırlılığı karşısında giderek kır gerilla savaşından bağımsızlaşan ve tekleşen şehir gerilla savaşı yarattığı tüm etkiye rağmen örgütleneceği varsayılan kitlelere ulaşamamış ve yenilgiye uğramıştır. Bu durumu (bir zamanlar Brezilya’da şehir gerilla savaşını başlatan VPR’nin içinde yer almış, ancak bir süre sonra hareketin “militarizm” sapmasına uğradığını ileri sürerek ayrılan ve bugün akademisyenlik yapan) João Quartim tarafından şöyle ortaya konulmuştur:
“Şehir gerillası gizliliği yüzünden kitlelerden mahrumdur. Kırlardaki hareketli stratejik birlik zaman içinde gelişmek için, mekanda geri çekilebilir, çünkü kır gerilla savaşı, gerillalara hareketlilikle savaş için uygun alan seçme olanağı sağlayan bir yıpratma savaşıdır. Diğer taraftan şehir gerilla savaşı ise, sadece aynı operasyonları sürekli yineleyebilir. Gizli bir destek üssünden (apartman vb.) yola çıkarak, tekrar çıktığı noktaya geri dönerek, aynı hedeflere saldırır. Güç toplamada bir etken olan zaman, kır gerilla hareketinde yavaş yavaş güçler dengesini değiştirmek ve sürekli olarak köylü kitlelerinin bölümler halinde katılımıyla bir halk ordusu oluşturmak için yararlanabilirken, şehir gerillası açısından aynı etkiye sahip değildir. Silahlı öncü ile kitleler arasında sürekli temas olmadığına göre, öncü müfrezenin bir halk ordusuna dönüşmesi şeklinde bir gelişme şehirlerde olmayacaktır. Bu demektir ki, şehir gerillası eylemi bir kitle mücadelesi değildir. Şehir öncüsü bu yüzden bir isyan odağı, yani devrimci kadroların politik-askeri öncüsü bir örgütü olması imkansızdır, uzatılmış savaş yoluyla bir ayaklanmaya doğru da gelişemez. Şehir gerilla hareketine katılım bireysel katılımdır; şehir gerilla hareketi yeni kadrolar gerektirir, kitleler değil.”[16*]
Kır gerilla savaşında olduğu gibi, şehir gerilla savaşında da “ateş gücü” en önemli konulardan birisidir. Sorun, çarpışma alanında düşmanın sayısal ve ateş gücü açısından sağlayabileceği üstünlük, çarpışma birimindeki gerilla gücünün ateş gücüyle etkisizleştirilmesidir. Bu sadece çarpışma biriminin silah donanımıyla sağlanamaz. Aynı zamanda çarpışma biriminin silahlarını etkin bir biçimde kullanması ve sınırlı olan ateş gücünü belli bir yerde yoğunlaştırmasıyla olanaklıdır.
İşte gerilla savaşının tarihsel gelişimi böylesine gerçeklik içinde gerçekleşirken, kendi içinde pek çok derslerle doludur. Önemli olan bu dersleri iyi öğrenmek ve bunları daha da geliştirmektir. Ama 1990’larla birlikte dünya çapında devrimci silahlı mücadelenin etkisizleştirilmesi ve başarısızlıklar yaşaması üzerine bu tarih ve onun öğrettikleri tümüyle bir yana itilmiştir. Bu da devrimci mücadele bağlamında gerilla savaşının deformasyonuna (bozulmasına) yol açmıştır.
GERİLLA SAVAŞINDA DEFORMASYON
Devrimci gerilla savaşında
[17*] birbiri ardına gelen başarısızlık ve yenilgilerden sonraki ilk büyük deformasyon Nikaragua ve Afganistan’da Amerikan emperyalizminin oluşturduğu kontra-gerillayla ortaya çıkmıştır.
Nikaragua’da Sandinist iktidara karşı, özellikle de eski Sandinistlerden oluşturulmuş olan “kontra” gücü (ki içlerinde FSLN’nin en büyük eylemlerinden birisi olan Nikaragua meclis binasının basılması olayındaki “Comandante Cero” Eden Pastora da yer almıştır) Honduras’da üslenerek kontra-gerilla faaliyetlerini başlatmıştır. Aynı şekilde, Afganistan’da Sovyetlerin askeri desteğindeki iktidara karşı Pakistan’da üslenmiş olan “mücahitler” Amerikan emperyalizminin kontra gücü olarak savaşa sokulmuşlardır.
Nikaragua’ya yönelik kontra saldırıları Sandinist iktidara önemli zararlar vermişlerse de, niteliği gereği bir çizgi haline gelememiştir. Ama aynı durum Afganistan’daki islamcı silahlı güçler (“mücahitler”) için geçerli olmamıştır.
Gerek İran’da mollaların iktidarı ele geçirmesi, gerek Afganistan’da Amerikan emperyalizmi tarafından donatılmış “mücahitler”in giderek artan etkinliği (ki arka planında Sovyetler Birliği’nin “yeşil kuşak”la çevrilmesi stratejisi yatar) yeni bir gerilla savaşı anlayışı ortaya çıkarmıştır. Bunun ilk yansısı Lübnan’da Emel hareketinin, Filistin’de İslâmî Cihat ve Hamas’ın silahlı eylemlerinde ortaya çıkmıştır.
Özellikle Filistin sorunu çerçevesinde İslâmî Cihat’ın ve Hamas’ın İsrail’e yönelik gerçekleştirdikleri “intihar eylemleri”, El Kaide çatısı altında Sudan başta olmak üzere değişik Afrika ülkelerinde gerçekleştirilen “intihar eylemleri”, islamcı “gerilla savaşı”nın en tipik özelliği olmuştur.
Bu islamcı “gerilla savaşı”, hemen her zaman
tek kişi tarafından gerçekleştirilen eylemlere dayanmıştır. Özellikle Filistin hareketi içindeki El Fetih, FHKC vb. örgütlerin silahlı gruplara dayanan “klasik” gerilla eylemlerinin giderek yapılamaz hale gelmesiyle birlikte tek kişilik islamcı “gerilla savaşı” kitlelerin büyük bir sempatisini kazanmıştır. Bunun sonucunda da, silahlı gruplara dayalı, ancak etkili olamayan silahlı mücadele prestij yitirmiştir.
Bunun devrimci saflardaki ilk yansısı, tek kişilik “intihar eylemleri”nin “feda eylemleri” adı altında haklı ve meşru görülmesi olmuştur.
Örneğin, bugünkü adıyla DHKP-C, daha 1990’ların başlarında bu tür eylemlerin “devrimci amaçlar için” yapılabilineceğini kendi yayınlarında açıkça ifade etmişlerdir. 2000’li yılların başlarında da tek kişilik islamcı silahlı eylem tarzı aynı örgütlenme tarafından yapılmaya çalışılmıştır. Bugün bile tek kişilik islamcı eylemler yüceltilmekte ve kutsanmaktadır. Örneğin,
Yürüyüş dergisinin 22 Ocak 2017 tarihli 557. sayısında şunlar söylenmektedir:
“Filistin Halkını Kutluyoruz! FHKC Kudüs’te İsrail askerlerinin toplanma alanına kamyonla girerek bir eylem gerçekleştirdi... Hesap sorma bilinci olan halkın, yaratıcılığının sınırı yoktur!”
Ama daha vahim olanı, kendisini marksist-leninist olarak tanımlayan FHKC’nin bu eyleminin şu sözlerle meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır:
“HAMAS, İslami Cihad, Fetih Hareketinin silahlı kanadı sayılan Aksa Şehitleri Tugayı Doğu Kudüs’te düzenlenen saldırıyı tebrik etti. Filistin İslami Cihad Hareketi’nin Sözcüsü Davud Şihab eylemi: ‘İsrail’in Filistin halkına yönelik işlediği zulme karşı doğal bir tepki’ olarak ifade etti.” (ags)
Görüldüğü gibi, islamcıların tek kişilik “intihar eylemleri”, FHKC bağlamında meşrulaştırılırken, aynı zamanda islamcılar bir “referans” olarak kullanılabilinmiştir.
Böylesine bir meşrulaştırma, doğal ve kaçınılmaz olarak devrimci gerilla savaşında tek kişilik “feda” eylemlerini olumlayarak deformasyona yol vermektedir.
Bu deformasyonun bir sonucu, tipik islamcı “intihar eylemleri”nin kabul görmesiyken, diğer sonucu, gerilla gruplarına dayalı savaş tarzının tek kişilik eylemler düzeyine indirgenmesidir (Bu eylemlerin iki kişi tarafından gerçekleştirilmesi sadece teknik bir konudur, asıl olan tek kişilik eylem tarzıdır).
Böylece devrimci gerilla savaşı, “en az güçle düşmana en fazla zarar vermek” mantığı içinde tekilleştirilmektedir.
Öte yandan, devrimci gerilla savaşına ilişkin bu deformasyon, sadece eylemsel düzeyde değil, (yukarda ifade ettiğimiz gibi) aynı zamanda
söylem düzeyinde de ortaya çıkmıştır. Bu yeni söylem, egemen söylemlerin değişik boyutlarda eklektik olarak kullanılmasıdır.
“Aliboğazı direnişinin savaş sanatı ve komuta pratiği savaşçıların feda ruhu açısından değerlendirilecek birçok başlığı vardır. Olası düşman operasyonuna karşı hazırlığı ve çalışmaları önceden yapılmış, geçmiş deney ve tecrübeleri doğru bir tarzda sentezlenmiş, doğru planlama-konumlanma-mevzilenme-etkili ve örgütlü darbeleme pratiklerinde başarıların olduğu rahatlıkla görülür. Arazinin en sarp noktalarında düşmanı en etkili bir şekilde karşılayacak darbeleyecek tarzda konumlanmak başarının ilk adımıdır.”[18*]
Bu alıntı TKP/ML-TİKKO hareketinin yayın organından alınmıştır. Görüldüğü gibi, “feda ruhu” türünden DHKP-C’nin söylemi ile “darbeleme” türünden PKK söylemi birlikte kullanılmaktadır. Aynı yayında IŞİD, “DAİŞ” olarak ifade edilmekte ve “… şu kadar DAİŞ çetesi öldürüldü” türünden haberlere yer verilmektedir. Bilineceği gibi, IŞİD, PKK söyleminde DAİŞ olarak ifade edilmektedir. Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın söyleminde IŞİD’in DEAŞ olarak ifade edilmesi gibi.
[19*]
İslamcıların tek kişilik “intihar” ya da sol söylemle “feda” eylemleri başlı başına bir eylem tarzı haline gelirken, söylemler de tam bir eklektizm klasiği haline gelmiştir.
Devrimci gerilla savaşına ilişkin diğer bir deformasyon, yine bir (ya da iki) kişi tarafından gerçekleştirilen önemsiz ve anlamsız eylemlerin büyük bir ajitasyonla “önemli ve anlamlı” eylem olarak gösterilmesidir. Örneğin, 5 Ekim 2016 günü Diyarbakır’da tek kişi tarafından gerçekleştirilen TOMA’ya yönelik taciz eylemi bu tür ajitasyonun tipik bir örneğidir Bunla ilgili ajitatif açıklamalar Yürüyüş dergisinde bulunmaktadır. (Burada Che Guevara’nın “gazoz fabrikası” örneği akılda tutulmalıdır.)
“Feda eylemi” tarzında tek kişilik eylemler (yine belirtelim eylemin “iki” kişi tarafından gerçekleştirilmesi sadece teknik bir konudur) yaygınlaşıp yüceltilirken, şehirlerde “iki kişi” tarafından gerçekleştirilen “baskın” türünden eylemler de ortaya çıkmıştır. Son İzmir adliyesi önünde yapılmaya çalışılan iki kişilik “baskın eylemi”, gerek eylemcilerin eksik ve yetersiz eğitimleri nedeniyle, gerekse “ateş gücü”nün önemsenmemesiyle sadece bir polisin “kahramanlık” olayına dönüşmüştür.
Devrimci gerilla savaşına ilişkin bir diğer deformasyon ise, kır gerilla savaşına ilişkindir. PKK tarafından geliştirilen ve uygulanan “kış üslenmesi”, kır gerilla savaşını bahar ve yaz aylarında yürütülen bir “savaş tarzı”na dönüştürmüştür.
PKK gibi yaygın bir silahlı örgütlenmeye ve ülke dışında barınma üslerine sahip bir örgütün ortaya çıkardığı “kış üslenmesi”, yalın içimiyle “kış bastırmak üzereyken” silahlı unsurların “uygun alan”daki barınaklara yerleşerek ilkbahara kadar bu barınaklarda “üs”lenmesidir. Doğrudan TKP/ML, DHKP-C ve nihayetinde PKK’nin “mütemmim cüzü” olan MLKP’nin benimsediği bu “kış üslenmesi”, giderek gerilla savaşını yürütecek silahlı güçlerin sadece “korunma ve hayatta kalma”ya yönelmesini getirmiştir. Geçen yılın Kasım ayında Dersim’de 10 DHKP-C’linin uçaklarla bombalanarak katledilmesinde olduğu gibi, “kış üslenmesi”nin ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir. Aynı biçimde, TKP/ML-TİKKO hareketinin PKK’nin “kış üslenmesi” içinde yer aldıkları barınağın çökmesi sonucu verdiği kayıp da bir başka örnektir.
Bütün bu deformasyon içinde “kış üslenmesi”, doğrudan hareketli gerilla birliği temelli kır gerilla savaşının dışlanması sonucunu doğurmuştur. Sorun, ağır kış koşullarında belli bir sığınakta ya da tahkim edilmiş bir mağarada barınmak zorunda kalınması değildir. Sorun, “kış üslenmesi” adı altında PKK’nin stratejisine uygun bir “tarz”ın egemen olmasıdır. Ağır kış koşullarında gerilla savaşının yürütülmesine ilişkin sorunları çözmek gerillanın sorunudur. Bunu gerilla savaşlarının tarihsel dersleri bir yana bırakılarak, başka bir mantığın ürünü olan bir stratejinin “üslenme”siyle çözmeye çalışmak çaresizlikten çok daha ötedir.
Burada genel olarak ele aldığımız bu deformasyonlar, doğrudan doğruya ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu koşullarla, kitlelerin politizasyonuyla ve nihayetinde legalizmin egemenliğiyle bağlantılıdır.
Mahir Çayan yoldaşın aktarımıyla Che Guevara şöyle söylemektedir:
“Yoğun bir şehirleşmenin ve gerçek bir sanayileşme değilse bile az çok gelişmiş bir hafif ve orta sanayinin bulunduğu ülkelerde gerilla grupları teşkil etmek daha zordur. Şehirlerin ideolojik etkisi, barışçıl usullerle örgütlenmiş kitle savaşları umudunu yaratarak gerilla savaşlarını frenler. Bu da bir çeşit ‘örgütçülük’ ya da ‘kurumculuk’ (revizyonist örgütlenme) yaratır ki, az çok ‘normal’ sayılabilecek olan dönemlerde, halkın geçim şartlarının başka durumlara nazaran pek o kadar çetin olmaması ile nitelenebilir.”[20*]
Öte yandan, Che Guevara’nın “Bir hükümet, hileli olsun ya da olmasın, belli bir biçimde halk oyuyla iktidara gelmişse ve en
azından anayasal yasallığı koruyorsa, henüz
barışçıl mücadele olanakları tüketilmediğinden
gerilla çıkışının gelişmesi olanaksızdır.”
[21*]
değerlendirmesi de unutulmamalıdır.
Temel sorun,
bu koşullar altında, gerilla
savaşının devrimci politik amaçlarla, siyasi
gerçekleri açıklama kampanyasının bir
aracı olarak yürütülmesidir. Bu yapılabildiği
oranda ve ölçüde, kitlelerin içinde bulunduğu
durum değiştirilebilir.