“Demek ki, tabanca, kılıcı yener ve zorun yalın bir istenç işi olmadığını, ama kullanılması için çok gerçek önkoşullar, özellikle en yetkin olanların o denli yetkin olmayanları altettiği aletler istediğini; ayrıca bu aletlerin üretilmesi gerektiğini, bunun da en yetkin zor araçları, kabaca söylemek gerekirse en yetkin silahlar üreticisinin, o denli yetkin olmayanların üreticisini yendiği anlamına geldiğini, ve kısacası, zorun utkusunun silah üretimine, ve silah üretiminin de genel olarak üretime, yani ‘ekonomik güç’e, ‘ekonomik durum’a, zorun emrinde bulunan maddesel araçlara dayandığını, en çocuksu belitler heveslisi bile kuşkusuz kavrayacaktır.” (F. Engels, Anti-Dühring, s. 251)
Engels’in bu saptaması, tüm tarihteki devletler arası savaşlara defalarca kanıtlanmıştır. Ama burada devletlerarası bir savaşta gelişkin silahların rolünü ele almayacağız. Bunun yerine, “ekonomik gücü”, “ekonomik durumu” yetkin, gelişkin silahlar üretmeye olanak tanımayan ülkelerin, özellikle şovenist-ırkçı ya da şeriatçı iktidarların kendi boyuna-posuna (yani ekonomik durumuna ve ekonomik gücüne) bakmaksızın nasıl “yetkin silah üreticisi” olmaya soyunduklarını ele alacağız.
Bunun en tipik örneği, hiç kuşkusuz Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan iktidarıdır.
Tek başına şeriatçılığın, islamcılığın iktidarda kalmaya yetmediği görüldüğünde başlayan “milli ve yerli” söylemi, “yerli otomobil”den “yerli ve milli silah”a kadar her yerde kullanılan bir “retorik” haline gelmiştir. Dün İsveç’in üretim dışı bıraktığı otomobil modelini alıp “yerli otomobil” diye sunanlar ve bunun birkaç “prototip”ini “medya”ya servis edenler, şimdi de “milli piyade tüfeği” üretmekle övünme çabası içindedirler.
Söylenen 2016 yılında “yerli yapım” “milli piyade tüfeği”nin üretildiği ve yakın zamanda TSK’nin “envanterine” gireceği ve böylece TSK’nın “standart piyade tüfeği” olan G3’lerin yerini alacağıdır. Hiç kuşkusuz bunlar sadece söylemdir, retoriktir.
Askerliğini yapanlar da, yapmayanlar da G3’lerin “yerli malı” olduğuna ve Kırıkkale’de üretildiğine inanırlar. Ama G3 piyade tüfeği Alman Heckler&Koch şirketinin bir ürünüdür ve bu şirketin verdiği patentle, teknik bilgiyle, know-how’la Kırıkkale’de üretilmektedir. Yalın biçimiyle “standart piyade tüfeği” olan G3’ler bildik montaj sanayinin üründür.
G3’ler TSK “envanteri”ne “ithal malı” olarak 1967 yılında girmiş ve 1973’ten itibaren “yerli” üretime geçilmiştir. Bugüne kadar 800.000 adet üretilmiş ve TSK’nın “standart piyade tüfeği” haline gelmiştir. Ancak Kıbrıs harekatıyla birlikte başlayan silah ambargosu sonucu Ecevit hükümetinin “milli savunma sanayi” kurma girişimiyle birlikte her türlü silah, teçhizat, zırhlı araç, tank ve top üretiminin “yerlileştirilmesi”nden söz edilir olmuştur. Bunun sonucu yabancı ülkelerden (çokluk Almanya ve ABD) alınan patentlerle yapılan ve patent sahiplerinin göz yummasıyla “yerli malı” olarak sunulan pek çok silah vs. söz konusudur. Örneğin Suriye operasyonlarıyla adı duyulan “Fırtına obüsleri” Almanya üretimi PzH 2000 serisi obüslerin patentiyle üretilmek istenmiş, ancak patent anlaşması gerçekleşmeyince Güney Kore’li Samsung şirketinden alınan alt sistemlerle üretilmiştir.
En kârlı silah üretimi ise, hiç kuşkusuz “standart piyade tüfeği” kategorisine girecek olan tüfeklerdir. Doğal olarak bu kategorideki üretimin de “yerli ve milli” olması siyasal iktidarın propagandif olarak istediği bir durumdur.
Önce “Mehmetçik 1” adı verilen “yerli ve milli piyade tüfeği” macerası başlatılmıştır. 2014 yılında, “medyatik” söylemlerle, “Haini korkutan silah”, “PKK’nin kabusu olacak” diye sunulmuş ve “tüm testlerden yüksek performansla çıktığı” ilan edilmiştir. Şubat 2014’de TSK’da “hizmete” gireceği söylenen “Mehmetçik-1”den 500.000 üretilmesi hedeflenmiştir. Ve elbette böylesi bir üretim “özel sektör” olmaksızın olamayacağı için “yerli ve milli” kalıp fabrikası olan Kalekalıp’ın (Kalebodur’un sahibi İbrahim Bodur’un şirketi) “katılımıyla” gerçekleştirilecekti.
3 Temmuz 2011’de ise üretime başlandığı açıklanan “Mehmetçik 1”in sadece üç prototipi basına gösterildi. 2014 yılına kadar bir tek silah üretilemedi. Nedeni de, G3’ün de lisans sahibi olan Alman Heckler&Koch şirketinin malı olan HK-416 piyade tüfeğinin neredeyse birebir kopyası olan “Mehmetçik-1” projesi “medya” propagandasının ve üç adet prototipinin ötesine geçemedi.
Ama “durmak yok, yola devam” edildi.
Bu kez yepyeni bir “yerli ve milli” piyade tüfeğinin “geliştirildiği” açıklandı. Bu yepyeni piyade tüfeğine MPT-76 kodu verildi. Yani “Milli Piyade Tüfeği-76”.
MPT-76, “Mehmetçik-1”den çıkartılan “dersler” sonucu, yine Heckler&Koch üretimi olan HK-417 serisinden “esinlenilmiş” hakiki “yerli ve milli” silah ilan edilmiştir.
“Medya”ya göre, MTP-76, “150 yıl sonra ilk milli tüfek” ilan edildi. Üstelik “42 NATO testini geçen dünyadaki tek tüfek”ti. Dahası “ABD başta olmak üzere birçok ülke sıraya girmiş”ti. Ama 200 parçadan oluşan bu “yerli ve milli piyade tüfeği”nin HK-417’den “esinlenilmiş” olması yanında 67 parçası “%100 yerli malı”dır.
2016 yılının haberlerine göre, “ilk etapta 38.000 adet üretilecek olan MPT-76’lar sonraki günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dağıtılarak 500.000 G3 tüfeğinin yerini alacaktır”. Bu üretilecek olan 38.000 tüfek, 20.000 MKEK, 15.000 Kalekalıp ve 3.000 sarsılmazlar olarak da pay edilmiş bulunmaktadır. “150 yıl sonra ilk” olan bu “yerli ve milli” piyade tüfeğine bugün için sadece Azerbeycan “ilgi” göstermiştir.
MTP-76, piyasaya verilen verilere göre, 1967 yılından beri kullanılan “standart piyade tüfeği” G3’lere göre daha kısa ve daha uzun menzilli görünmektedir. Eğer aradan geçen 49 yıl görmezlikten gelinirse, MTP-76’lar “yetkin” bir silah olarak kabul edilebilir. Doğal olarak da bu “yetkin” silahı üreten Recep Tayyip Erdoğan Türkiyesi de “yetkin silah üreticisi” olarak görülebilir.
Tabloda da görüleceği gibi, “yetkin” ve de “yerli ve milli” silah olarak sunulan MTP-76’lar, 1963 yılında üretilmeye başlanmış ve zaman içinde değişimlere uğramış M16’ların yanında “az yetkin” görünmektedir. Aynı şekilde 1947 yılında üretilmiş olan AK-47’lere (Kalaşnikov) göre “biraz daha yetkin” görünmektedir. Ama hepsi bu kadardır. HK-417’den “esinlenmiş” MTP-76’ların ne kadar üretilebileceği bugün için “muamma” durumundadır. Avusturya’nın ardından Alman Heckler&Koch şirketinin silah ambargosunda, daha tam ifadeyle, Türkiye’ye silah satışını durdurmasında ne kadar MTP-76’nın HK-417’den “esinlenmiş” olmasının etkili olduğu bugün için bilinmemektedir.
Evet “en yetkin silahlar üreticisinin, o denli yetkin olmayanların üreticisini yendiği” devletlerarası savaşın gerçekliğidir. Oradan buradan çalıp-çırparak (adına “esinlenme” diyerek), “Mehmetçik-1” olayında olduğu gibi düpedüz taklit ederek yetkin silah üreticilerinin silahlarını kalıp dökme şirketleri aracılığıyla üretmek, belki kendi kitlesini “mutlu” ediyor olsa da, “en yetkin silah üreticisinin” kaçınılmaz üstünlüğünün üstü örtülemez.
Bu koşullarda Avusturya parlamentosunun Recep Tayyip Erdoğan Türkiyesine silah ambargosu uygulama kararına, “onlara muhtaç değiliz, kendi silahımızı kendimiz üretiyoruz” nidalarıyla karşılık vermek, sadece kapalı kapılar arkasında süregiden görüşmelerin ve pazarlıkların üstünü örtmekten başka bir anlama sahip değildir. Üstelik resmen ambargo kararı alan ülkenin (Avusturya) Türkiye gibi geri-bıraktırılmış bir ülkenin en popüler tabancasının (Glock) üreticisi olunca.
| HK-G3 | HK417-Recce | AK-47/AKM | M16 | MPT-76 |
Ağırlık | 4,400 | 4,050 | 3,470 | 3,850 | 4,180 kg |
Uzunluk | 1021 mm | 905 mm | 870 mm | 1000 mm | 920 mm |
Namlu boyu | 450 mm | 406 mm | 415 mm | 508 mm | 406 mm |
Etkili menzil | 400 m | 600 m | 400/800 m | 550/800 m | 600 m |
Atış hızı (atım/dakika) | 600 | 600 | 600 | 800 | 650 |
Mühimmat | 7,62 x 51 NATO | 7,62x51mm NATO | 7.62x39 mm | 5,56x45 mm NATO | 7.62×51mm NATO |