“Son günlerde hani bir döviz meselesi çıkardılar.
Dolar şöyle oldu, böyle oldu. Ne olursa olsun.
Ben milletime şunu hatırlatıyorum. Sevgili
milletim, sizleri Allah için seviyorum. Yastığının
altında döviz olanlar, gelsin parasını altına dönüştürsün.
Gelsin, parasını TL’ye dönüştürsün.
Türk Lirası değer kazansın. Altın değer kazansın.
Ne lüzum var gideceğiz, dövize değer kazandıracağız?
Gelin bunu yapın. Bu adımı attığımız
sürece birilerinin oyunu da bozulacaktır.
Hiç endişe etmeyin. Bu oyunu kısa zamanda bozarız.”
(Recep Tayyip Erdoğan, 2 Aralık 2016)
ABD Merkez Bankası’nın (FED) parasal genişlemeyi sona erdirmesi ve ardından faiz artırımına geçmesiyle birlikte dünya ekonomisi, popüler ifadeyle, “türbülansa” girmiştir. Emperyalizme bağımlı (ki kendi dillerinde “gelişen ülkeler” olarak tanımlamaktadırlar) ülkelerin FED’in parasal genişleme politikasından alabildiğine yararlandıkları dönem sona ererken, artan ve artacak olan ABD faiz oranlarıyla birlikte “zora düşecekleri” bir tahminin, öngörünün ötesinde bir gerçeklik halini almıştır. Özellikle “kırılgan beşliler” adı verilen ülkelerin (Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye) neredeyse faizsiz olarak sermaye girişine yol açan parasal genişlemeden yararlanarak sağladıkları büyümenin sonuna gelmişlerdir.
| Dolar kuru (TL) | % Değişim |
04 Ocak 2016 | 2,9233 |
01 Şubat 2016 | 2,9662 | -1,47 |
01 Mart 2016 | 2,9665 | -0,01 |
01 Nisan 2016 | 2,8300 | 4,60 |
02 Mayıs 2016 | 2,8064 | 0,83 |
01Haziran 2016 | 2,9568 | -5,36 |
01 Temmuz 2016 | 2,8900 | 2,26 |
15 Temmuz 2016 | 2,8965 | -0,22 |
01 Ağustos 2016 | 3,0180 | -4,19 |
01 Eylül 2016 | 2,9597 | 1,93 |
03 Ekim 2016 | 3,0058 | -1,56 |
01 Kasım 2016 | 3,1080 | -3,40 |
02 Kasım 2016 | 3,1037 | 0,14 |
03 Kasım 2016 | 3,1173 | -0,44 |
04 Kasım 2016 | 3,1181 | -0,03 |
07 Kasım 2016 | 3,1405 | -0,72 |
08 Kasım 2016 | 3,1589 | -0,59 |
09 Kasım 2016 | 3,1793 | -0,65 |
10 Kasım 2016 | 3,1922 | -0,41 |
11 Kasım 2016 | 3,2105 | -0,57 |
14 Kasım 2016 | 3,2646 | -1,69 |
15 Kasım 2016 | 3,2846 | -0,61 |
16 Kasım 2016 | 3,2772 | 0,23 |
17 Kasım 2016 | 3,3115 | -1,05 |
18 Kasım 2016 | 3,3164 | -0,15 |
21 Kasım 2016 | 3,3896 | -2,21 |
22 Kasım 2016 | 3,3803 | 0,27 |
23 Kasım 2016 | 3,3644 | 0,47 |
24 Kasım 2016 | 3,3885 | -0,72 |
25 Kasım 2016 | 3,4108 | -0,66 |
28 Kasım 2016 | 3,4465 | -1,05 |
29 Kasım 2016 | 3,4241 | 0,65 |
30 Kasım 2016 | 3,4261 | -0,06 |
Ekim-Kasım 2016 | | -10,23 |
Ocak-Kasım 2016 | | -17,19 |
01.12.2016 | 3,4236 | 0,07 |
02.12.2016 | 3,4546 | -0,91 |
Ocak-Aralık 2016 | | -18,17 |
18 Temmuz’da, yani Recep Tayyip Erdoğan’ın ünlü 15 Temmuz “zaferi”nin hemen ardından, yine ünlü “reyting kuruluşu” Fitch, FED’den beklenen faiz artırımından en fazla zarar görecek olan ülkelerin “kırılgan beşli” olacağını belirtmesi de yeterince uyarıcıdır. Ancak Türkiye’nin “egemenleri” bu uyarıları dikkate almadıkları gibi, dikkate alabilecek durumda da değillerdi. Sonuçta ekonomiye “bir haller” olmaya başladı. Ama 15 Temmuz “zafer sarhoşluğu” içinde olan ve her fırsatta faize karşı olduğunu ilan eden islamcı-faşist iktidar “yandaş medya”nın şişirmeleriyle “bildiğinden” saşmadı.
15 Temmuz günü 2,896 seviyesine çıkan doların 17 Temmuz günü 2,888 seviyesine inmesi, yani %0,27 düşmesi, “15 Temmuz hain darbe girişimini püskürten halk, döviz mevduat hesaplarındaki 17 milyar doları bozdurup bir kez daha vatanperverliğini gösterdi.” diyerek kutsandı.
Ama dolar kısa sürede “toparlandı” ve bazı küçük inişler olsa da sürekli yükselmeye devam etti. Eylül başında 15 Temmuz’a göre dolar karşısında %2,18 değer kaybeden TL, Ekim ayına (15 Temmuz’a göre) %3,77 değer kaybıyla girdi. Böylece bir “tarihi rekor” kırıldı ve dolar 3 TL seviyesine yükseldi.
Kasım başında TL’nin değer kaybı %7,30 oldu ve dolar, “yeni tarihi rekor”la 3,10 TL’ye çıktı. Artık dolar FED’in faiz artırımı beklentisinin ötesinde sürekli bir yükseliş dönemine girdi. 11 Kasım’da 3,20 sınırı aşılırken 17 Kasım’da 3,30 sınırı aşıldı. 25 Kasımda 3,40 seviyesi görüldü ve Aralık başında 3,45’e ulaşıldı. Serbest piyasada dolar 3,50’yi “test” etti. Böylece yılbaşı itibariyle TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı %18,17 düzeyine ulaştı. (3 Aralık tarihi itibariyle dolar 3,55 seviyesine ulaştı.)
Yine 15 Temmuz’da 3,21 seviyesinde olan euro Aralık başında 3,67’ye çıktı ve 3 Aralık itibariyle 3,78 seviyesini geçti.
Bu gelişmeler içinde faizlerin “yeminli düşmanı” olan “tek karar verici” Recep Tayyip Erdoğan Merkez Bankası’nın “cüzi miktarda” faiz artırımına göz yumdu. Ama “başbakan” Binali Yıldırım, “dolardan bize ne, dolsa ne olur dolmasa ne olur, biz kasaya dolana bakalım” diye gelişmeleri önemsizleştirmeye çalıştı.
[1*]
Türkiye ekonomisinde “bir haller olduğu” böylesine açık ve görünürken yapılan komiklikler (cehaletten çok “milletin gazını almaya yönelik” demagoji olan komiklik), Merkez Bankası’nın 0,50 puanlık “cüzi” faiz artırımı iktidara yetmezken, birileri çıkıp, 15 Temmuz’da “vatanperverliğini” gösteren “millet”i bir kez daha göreve çağırdı. Twitter’da #BozDoları kampanyası başlatıldı. Yine de halen “başbakan” olan Binali Yıldırım “milleti” sabırlı olmaya çağırdı. Ona göre, dolardaki bu “volatilite”, “ herhalde 1 ay-1,5 ay gibi daha devam edecek. Ne zamana kadar, 20 Ocak’a kadar. Yeni seçilmiş başkan (ABD Başkanı seçilen Donald Trump) iş başına geldikten sonra biraz daha öngörülebilirlik artacak ve taşlar yerine oturacak” diyerek “vatanperver millet”e “dur” dedi.
Bütün bunlar dolar kurlarına her sabah bakmayı “iş” edinenler için bilinen şeylerdir. Türkiye ekonomisini, Recep Tayyip Erdoğan’ın iç ve dış politikalarını ve bunların ekonomi üzerindeki etkilerini bilenler açısından da çok şaşırtıcı şeyler değildir.
Şaşırtıcı olan, “ekonomik krizle iktidara gelmiş” Recep Tayyip Erdoğan’ın “bir ekonomik kriz”le gideceği umutlarının artmış olmasıdır. Korkut Boratav’ın açıkça ifade ettiği gibi, “Kriz gelir Erdoğan gider” beklentisi yanlıştır. “Krizler iktidarları otomatik olarak değiştirmez; hatta halk sınıflarının örgütsüz, zayıf olduğu, işsizliğin, sefaletin yaygınlaştığı ortamlarda baskıcı rejimleri güçlendirebilir.”
Bu “beklenti” hiç de yeni değildir. Uzun süredir Recep Tayyip Erdoğan iktidarının ya askeri darbeyle ya da ekonomik krizle yıkılacağını düşünenler vardır ve sayıları küçümsenmeyecek kadar da çoktur.
Bu “beklenti”, yani ekonomik kriz koşullarında mevcut iktidarın devrileceği beklentisi, neredeyse yüz elli yıllık bir geçmişe sahiptir.
Marks-Engels, 1848 devrimlerini 1847-48 ekonomik bunalımının bir sonucu olarak değerlendirmişlerdir. Doğal olarak bu değerlendirme zaman ve mekan hesaba katılmaksızın genişletilmiş ve giderek de kapitalist ekonominin devrevi hareketinin “kriz” aşamasında devrimlerin nesnel koşullarının olgunlaşacağı düşüncesine yol açmıştır.
Oysa Engels,
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’ne yazdığı 1895 tarihli önsözde, “Tarih bizi ve benzer düşüncede olanların hepsini haksız çıkardı.” diyerek devrimlerin nesnel koşulları ile ekonominin devrevi hareketi arasında bağlantı kurulmasının yanlışlığını açıkça ifade etmişti.
Buna rağmen, bu “teori”, II. Enternasyonal döneminde hükümranlığını ilan etmiştir. Kautsky’den Rosa Lüksemburg’a kadar bir çok dönemin teorisyenleri, devrimleri ekonomik krizlere bağlamışlardır. Onların gerekçesine göre, ekonomik kriz dönemlerinde işsizlik, yoksulluk, sefalet artar ve bu da halk kitlelerinin ayaklanmasına yol açar. Ancak tarih, tıpkı Engels’in ifade ettiği gibi, bu düşüncede olanların hepsini serbest rekabetçi kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü çağda da haksız çıkarmıştır.
Yine de bu “teori” ya da “beklenti” bir yana atılmamıştır. Kondratiyef’in 1920’lerde geliştirdiği “uzun dalgalar teorisi” bu konuda ciddiye alınan yeni bir teori olarak ortaya çıkmıştır. Ardından kapitalist-emperyalizmin ekonomisti olan Schumpeter ve ardından “solcu” Wallerstein bu teorinin savunucusu ve sürdürücüsü olarak “teori”yi günümüze kadar taşımışlardır.
Bu “teori” (isterse Kondratiyef’in “uzun dalgalar teorisi” olsun), her durumda kapitalist ekonominin devrevi hareketi ile kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının birbirine karıştırılmasının bir sonucudur.
“... üretimin sosyal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişki antagonizma kazanmadan, kapitalizm üretici güçleri geliştirme imkanlarına sahipken, kapitalizmin devrevi ekonomik krizleri bir devrime yol açamazlar.” (Kesintisiz Devrim-I)
Kapitalist ekonominin devrevi hareketinin bir aşaması olarak ortaya çıkan ekonomik krizler, kapitalizmin irsi (kalıtsal) hastalığıdır.
Engels bunu şöyle tanımlar:
“... ilk genel bunalımın patlak verdiği tarih olan 1825 yılından bu yana, sanayi ve ticaret dünyasının tümü, uygar halklar ve onların az ya da çok barbar uyduları topluluğunun üretim ve değişimi, her on yıl dolaylarında bir kez şirazesinden çıkar. Ticaret durur, pazarlar tıkanmıştır, ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yığılıp kalır, peşin para görünmez olur, kredi ortadan çekilir, fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar fazla geçim gereci üretmiş olmaktan ötürü geçim gereçlerinden yoksun kalırlar, batkılar batkıları, zoraki satışlar zoraki satışları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üretici güçler ve ürünler, birikmiş meta yığınları, sonunda değerlerinin az ya da çok altında bir fiyat üzerinden sürülene, üretim ve değişim yavaş yavaş canlanana değin, yığın halinde israf ve imha edilirler. Yavaş yavaş gidiş hızlanır, tırısa döner, sınai tırıs dörtnal olur ve bu dörtnal da sonunda, en tehlikeli atlamalardan sonra kendini yeni baştan... çöküntü (crash) çukurunda bulmak üzere, bir sanayi, ticaret, kredi ve spekülasyon steeple chase’inde [engelli yarış] doludizgine değin yükselir.” (abç) (Engels, Anti-Dühring, s. 394-395)
Tüm bunlara rağmen bu “beklenti” sahipleri kendilerine Lenin’den dayanak bulmaya çalışırlar. Lenin’in çok bilinen milli kriz tanımlamasında yer alan şu sözler “beklenticiler” için bir destek, dayanaktır:
“2) Ezilen sınıfların yoksulluk ve sıkıntısının, her zamankinden çok kötüleşmesi.” (Lenin, II. Enternasyonalin İflası.)
Gerçekte ise, bu, Lenin’in “devrimci bir durumun göstergeleri”ni “genel olarak” tanımlarken saydığı üç göstergeden birisidir. Daha da önemlisi, Lenin, devrimci duruma (ki bunu “mevcut iktidarın devrilmesi” olarak da okuyanlar vardır) ilişkin olarak ekonomik ve siyasal krizden söz eder.
Günümüze kadarki tarih, ekonomik krizlerden daha çok kriz sonrası dönemlerde kitlelerin hareketlerinin arttığını açıkça kanıtlamıştır.
Bu “beklenti”, bu “teori”, legalizmin egemenliği altında “steril” bir yaşam sürdüren “sol”da her zaman gündemde kalmıştır. Sonuçta bu “beklenti”nin yoğunluğu karşısında Korkut Boratav, “‘Kriz gelir Erdoğan gider’ beklentisi yanlıştır. Krizler iktidarları otomatik olarak değiştirmez; hatta halk sınıflarının örgütsüz, zayıf olduğu, işsizliğin, sefaletin yaygınlaştığı ortamlarda baskıcı rejimleri güçlendirebilir.” deme gerekliliği duymuştur.
Evet, bugün kurlardaki “oynaklık”, dış ticaretteki “durgunluk”, dış borçlanma gereğinin “artışı”, dış borçlarda kısa vadeli borçların ağırlıklı yeri ve bunların “özel sektör” borçları olarak yoğunlaşması, FED’in faiz artırımına gitmesi Türkiye ekonomisini “kırılgan” hale getirmiştir. Ancak bu “kırılganlık” Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adam” iktidarı koşullarında izlenilen politikalarla daha da kırılganlaşmıştır. Son dönemde Recep Tayyip Erdoğan’ın “söylemleri”nin döviz kurlarında “dalgalanma”yla karşılık bulması, ekonomik durum ile siyasal durumun eşdeğer hale geldiğini göstermektedir. En son Devlet Bahçeli ile Binali Yıldırım’ın “başkanlık anayasası” konusunda “mutabakata” vardıklarının açıklanmasıyla birlikte kurlardaki yükseliş bunu açıkça göstermektedir.
Sözün özü, ekonomik kriz siyasal bir krize, hükümet krizine dönüşmediği ya da siyasal bir krizle tamamlanmadığı sürece, tek başına ekonomik kriz mevcut iktidarın düşmesine yol açmayacaktır. Lenin’in sözleriyle, “bunalımlar çağında bile, eğer ‘düşürülmez’se, hiçbir zaman ‘düşmeyecek’ olan eski hükümeti tamamen (ya da kısmen) yıkacak denli güçlü kitlesel devrimci eylem” olmaksızın tek başına ekonomik kriz sadece geçici (ama tahrip edici) bir durum olarak kalacaktır.
Milyon $ | Dış Borç Stoku | Kısa Vadeli Borçlar |
| | Toplam | Özel Sektör |
|
Toplam |
Bankalar | Şirketler |
2008Q1 | 265.030 | 45.795 | 41.102 | 17.151 | 23.951 |
2009Q1 | 265.538 | 46.257 | 41.804 | 19.865 | 21.939 |
2010Q1 | 267.401 | 53.788 | 47.437 | 25.957 | 21.480 |
2011Q1 | 301.737 | 76.334 | 69.744 | 45.642 | 24.102 |
2012Q1 | 316.765 | 87.922 | 75.996 | 48.473 | 27.523 |
2013Q1 | 352.818 | 114.015 | 100.437 | 68.717 | 31.720 |
2014Q1 | 389.202 | 125.573 | 106.968 | 73.990 | 32.978 |
2015Q1 | 392.662 | 128.176 | 109.721 | 77.931 | 31.790 |
2016Q1 | 411.486 | 106.647 | 88.915 | 53.213 | 35.702 |
2016Q2 | 421.434 | 107.469 | 90.826 | 52.645 | 38.181 |