İnanıyoruz ki, devrimci düşünceler galip gelmelidir. Eğer devrimci düşünceler yenilgiye uğratılırsa, Latin-Amerika’da devrim yitirilecektir ya da sonsuzluğa ertelenecektir. Düşünceler süreci hızlandırabilir ya da büyük ölçüde geciktirebilir.
İnanıyoruz ki, devrimci düşüncelerin kitleler –bir bütün olarak değil, yeterince geniş bir kesimi– arasındaki zaferi mutlak zorunluluktur.
Bu, düşüncelerin, eylem için zaferi beklemeleri gerekir demek değildir. Bu, konunun özsel bir noktasıdır. Eyleme başlamadan önce düşüncelerin kitleler arasında zafer kazanmasının gerekli olduğuna inananlar var. Eylemin, düşüncelerin kitleler arasında zafer kazanması için en etkili araç olduğunu bilenler de var. Her kim devrimci eylemi başlatmadan önce düşüncelerin kitlelerin büyük bir kesimi arasında zafer kazanacağını bekleyerek duraksarsa, o kişi asla devrimci olamaz. Böyle bir devrimci ile zengin toprak sahibi ya da varlıklı bir burjuva arasında ne fark vardır? Hem de hiç fark yoktur! İnsanların isteği elbette değişecektir; elbette insan toplumu, insanlara rağmen, insanların hatalarına rağmen sürekli gelişecektir.
Eğer düşünce tarzımız böyle olsaydı, devrimci süreci asla başlatamazdık. Devrimci eyleme girişmek için düşüncenin yeterli sayıda insanlar arasında kök salması yeterlidir. Bu eylemle, kitleler bu düşünceleri edinmeye başlar, bilinçlenir.
Açıktır ki, Latin-Amerika’nın pek çok yerinde bu düşüncelere inanan ve devrimci eyleme başlamış pek çok insan var. Gerçek devrimciyi sahte devrimciden ayıran tam da şudur: Biri kitleleri harekete geçirmek için eyleme geçer, diğeri eyleme geçmeden önce tüm kitlenin bilinçlenmesini bekler.
Bir dizi ilkenin hiçbir itiraz olmaksızın kabul edilmesini beklememek gerekir, ama bunlar, birkaç kişinin çekincesine rağmen büyük çoğunluk tarafından kabul edilmiş temel gerçeklerdir. Mücadele yolları ve araçları konusundaki barışçıl ya da barışçıl olmayan, silahlı ya da silahsız tartışmalarını –tartışmaların özüdür–, Bizans tartışmaları olarak adlandırıyoruz. Çünkü iki sağır ve dilsiz arasındaki tartışma gibi yapılan bu tartışmada devrimi yükseltmek isteyenler ile istemeyenler, devrimi engellemek isteyenler ile devrimi yükseltmek isteyenler birbirinden ayırt edilememektedir. Kendimizi aldatmayalım.
Farklı terimler kullanılmaktadır: Bu yol, tek yoldur ya da tek yol değildir; özel bir yoldur ya da özel bir yol değildir. Konferans bu konuya açıklık getirmiştir. Buna tek yol denilebilirse de, tek yol terimi kullanılmamıştır. Bunun yerine, diğer mücadele biçimlerinin temel mücadele biçimine tabi kılınmasına gönderme yapılmıştır. Uzun dönemde bu tek yoldur. “Tek” sözcüğünü kullanmak, mücadelenin aciliyeti konusunda yanlış düşüncelere yol açabilir. Bu nedenle, Bildirge’nin uzun dönemde alınması gereken yol olarak temel yola yaptığı gönderme doğru formülasyondur.
Bizim düşüncemizi ifade edersek; bizim partimiz ve halkımız, bu kıtanın hiçbir ülkesinde barışçıl araçlarla iktidarın ele geçirilmesi konusunda hiçbir yanılsamayı barındırmamaktadır. Böylesi yanılsamaları hiç kimse barındırmamalıdır. Kim ki kitlelere böyle bir düşünceyi satmaya çalışır, o kişi onları tümüyle aldatacaktır.
Bu demek değildir ki, hemen yarın her yerde insanlar sokağa çıkıp silaha sarılacaklar ve savaşmaya başlayacaklardır. Sorun bu değil. Sorun, devrim yapmayı isteyenler ile istemeyenler arasındaki ideolojik anlaşmazlık sorunudur. Çünkü özsel olarak, eğer olanaklıysa, eğer koşullar olgunsa silaha sarılmaya ya da sarılmamaya karar vermek zor değildir.
Hiç kimse, her yerde, yarın sokağa çıkıp silaha sarılacak olanlara sekter ya da dogmatik diyemez. Bazı ülkeler için bu görevin acil bir görev olmadığından şüphemiz yok, ama uzun dönemde bunun onların da görevi olacağına inanıyoruz.
Bazıları Küba’nın tezlerinden çok daha radikal tezler ortaya atıyorlar. Biz Kübalıların, şu ya da bu ülkede silahlı mücadele vermenin koşullarının var olmadığına inanmadığımızı söylüyorlar. İlginç olan, silahlı mücadele tezini savunanlardan daha çok savunmayanların temsilcileri bunu iddia ediyorlar. Bundan rahatsızlık duymuyoruz. Biz, asla devrim yapmayı istememektense, koşulları yetersiz bile olsa, devrim yapmayı isteme hatasını işlemeyi tercih ediyoruz. Ve umarız ki, hata yapmamış kimse yoktur! Ama gerçekten savaşmak isteyen hiç kimsenin bizimle bir uyuşmazlığı olmayacaktır ve hiçbir zaman savaşmak istemeyenler her zaman bizimle çatışacaklardır. Çatışma, devrimi ileriye götürmek isteyenler ile devrimci düşüncenin azılı düşmanları arasındadır.
Bu konunun özünü çok iyi anlıyoruz. Bir dizi etmen bu konuma katkıda bulunmuştur.
Bu, her zaman doğru bir konumda bulunmanın yeterli olduğu, başka şey yapmaya gerek olmadığı anlamına gelmez. Hayır! Gerçekten devrim yapmak isteyenler arasında bile pek çok hata yapanlar var. Gerçek şu ki, hala pek çoğu bilinçsiz. Ama mantıksal olarak, devrimci konumunu dürüstlükle koruyan hiç kimseyle –onların hatalarına rağmen– aramızda derin farklılıklar olmayacaktır. Devrimci düşüncenin yeni bir ivme alması gerektiği görüşündeyiz. Bizim görüşümüze göre, eski kötü alışkanlıkları, her çeşit sekterliği, devrimin ya da devrimci teorinin tekeline sahip olduğuna inanan tutumları geride bırakmalıyız! Zavallı teori, bu süreçlerde ne de çok acı çekti! Talihsiz teori, nasıl da istismar edildi ve hala istismar ediliyor!
Bu yıllar bize daha iyi tahlil yapmayı, daha çok düşünmeyi öğretti. Artık biz “apaçık” (selfevident) gerçekleri kabul etmiyoruz. “Apaçık” gerçekler burjuva felsefesine aittir. Eski klişeler ortadan kaldırılmalıdır. Marksist yazın, devrimci siyasal yazın kendisini yenilemelidir. Çünkü aynı eski klişeler, söylemler ve aynı laf kalabalığı yineleniyor. 35 yıldır yinelenenleri yineleyerek hiç kimse kazanılmıyor, hiç kimse ikna edilemiyor...
Marksizmin kurucularının öğretilerine hiçbir şey boş sözlerden, düşüncelerin üzerine deli gömleği geçirmekten daha fazla uzak değildir. Çünkü Marks, şüphesiz, tüm zamanların en büyük ve en parlak yazarlarından birisidir. Ama ifadelerden daha kötüsü, onları kuşatan düşüncelerdir. Anlamsız ifadeler kötüdür, ama belli ifadelerin anlamları da öylesine kabul edilmiştir. Kırk yıllık tezler vardır. Örneğin, ulusal burjuvazinin rolüne ilişkin tez. Saçmalık olan bu düşünce, sonuç olarak, bu kıtada kabul edilmiştir. Onca yazıyla, onca sözle, onca boş konuşmalarla, liberal, ilerici, anti-emperyalist bir burjuvaziyi beklemekle zaman geçirilmiştir.
Şimdi kendimize soruyoruz: Bu kıtada burjuvazinin devrimci rol oynayabileceğine inanan birileri var mıdır?
Bütün bu düşünceler güçlenmiştir; uzun süre kabul edilmiştir.
Genel olarak devrimci ve komünist hareketin, Latin-Amerika’daki devrimci sürecin ve devrimci düşüncelerin tarihinde oynadığı çok önemli bir rol kesintiye uğramıştır. Komünist hareket bir yöntem, bir tarz geliştirdi ve bazı açılardan bir din özelliği kazandı. Ve biz, içtenlikle bu özelliğin geride bırakılması gerektiğine inanıyoruz.
Elbette bazı “ünlü devrimci düşünürlere” göre, biz, devrimci olgunluğa sahip olmayan küçük-burjuva maceracılarıyız. Olgunlaşmadan önce devrimi yaptığımız için şanslıyız! Çünkü, sonuçta, olgun, fazla olgun kişiler, çürüyecek kadar olgunlaşmışlardır.
Gerillanın önemi, gerillanın öncü rolü… gerilla üzerine çok şey söylenebilir. Ama böyle bir toplantıda bu olanaksız. Bu kıtadaki gerilla deneyimleri bize çok şey öğretti. Bunların arasında şu korkunç hata, şu saçma anlayış var: Gerilla hareketi kentlerden yönetilebilir. Siyasal ve askeri komutanın birleştirilmesi gerektiğine ilişkin tezin nedeni de budur. Gerillaları kentten yönetmeyi istemek sadece bir budalalık değil, aynı zamanda cinayet olduğuna inanmamızın da nedenidir. Bu saçmalığın sonuçlarını değerlendirme fırsatını bir çok kez bulduk. Bu düşüncelerin yok edilmesi zorunludur. Bu konferansın kararlarına büyük önem vermemizin nedeni de budur.
Gerilla, devrimci hareketin nüvesi olmak zorundadır. Bu demek değildir ki, gerilla hareketi, ne herhangi bir ön çalışma olmaksızın doğabilir ne de siyasal yönelimi olmaksızın varolabilir. Hayır! Yönetici organların rolünü yadsımıyoruz. Siyasal örgütlerin rolünü yadsımıyoruz. Gerilla siyasal bir hareket tarafından, siyasal bir örgüt tarafından örgütlenir. Gerilla mücadelesine ilişkin doğru düşünceyle bağdaşmadığına inandığımız şey, gerillanın kentlerden yönetilmesi düşüncesidir. Ve kıtamızın koşullarında gerillanın rolünün üstünü örtmek çok zor olacaktır.
Latin-Amerika’nın herhangi bir ülkesinde silahlı mücadele vermeksizin iktidarı ele geçirmek olanaklı mıdır diye soranlar var. Elbette, teorik olarak, varsayım olarak, kıtanın büyük bir bölümü özgürlüğünü kazandığında, karşı konulmaksızın bir devrimin başarıya ulaştığı koşullar ortaya çıktığında böyle bir şeyin olması şaşırtıcı değildir, ama bu bir istisna olacaktır. Ama bu, devrimin mücadele edilmeksizin başarıya ulaşacağı demek değildir. Belli bir ülkenin devrimcilerinin kanı akmayabilecektir, ama onların bu zaferi, sadece tüm kıtanın devrimcilerinin çabası, özverisi ve kanı sayesinde olanaklı olacaktır.
Bu nedenle, mücadelesiz devrimden söz etmek yanlıştır. Bu yalandır. İnanıyoruz ki, bir devrimcinin diğer halkların mücadelesine kadar silahlarını çatıp beklemesi, kendisi için mücadele vermeksizin zaferin olanaklı olduğu koşulların yaratılmasını beklemesi doğru değildir. Bu asla devrimci bir tutum olmayacaktır.
Bazıları, bu kıtanın bazı ülkelerinde barışçıl geçişin olanaklı olduğuna inanıyor. Emperyalizmle anlaşma içinde barışçıl geçişten başka, onların gönderme yaptıkları türden bir barışçıl geçişi anlayamıyoruz. Çünkü barışçıl araçlarla zafere ulaşmak için –eğer pratikte böyle bir şey olanaklıysa– burjuvazinin, oligarşilerin ve emperyalizmin tüm barışçıl mücadele araçlarını denetleyen mekanizmalarını kabul etmek gerekir... Ve o zaman bir devrimcinin şöyle dediğini duyarsınız: Bizi ezdiler. Onların 200 radyo programı, sayısız gazeteleri, sayısız dergileri, sayısız TV şovları ve bunlar gibi çok şeyleri var. Soralım: Peki ne bekliyordunuz? Televizyonları, radyoları, dergileri, gazeteleri, matbaaları, tümünün sizin emrinize verilmesini mi? Bunların açıkça devrimi ezmek için tasarlanmış egemen sınıfın araçları olduğunun farkında değil misiniz?
Burjuvazinin ve oligarşinin bu araçlarının yürüttüğü kampanyalarla kendilerini ezmesinden yakınıyorlar. Bu, beklenmedik bir şey sanki. Her şeyden önce, bir devrimci, egemen sınıfların kendi iktidarlarını korumak için olası her aracı emrine verdiği devlet örgütlenmesine sahip olduğunu bilir. Ve onlar sadece fiziksel araçlar, silahlar, toplar kullanmazlar; aynı zamanda etkilemek, aldatmak ve kafaları karıştırmak için olası tüm araçları da kullanırlar.
Seçimlerde emperyalizme karşı zafer kazanacaklarına inananlar çok saftırlar. Günü gelince seçimle iktidara geleceklerine inananlar daha da saftırlar. Bir devrimci süreç yaşanması gerekiyor; baskı aygıtının egemen sınıfın statükosunu koruduğunu ve mücadelenin ne kadar da zorlu olduğunu bilmek gerekiyor.
Bu, diğer mücadele biçimlerinin yadsınması anlamına gelmez. Birisi bir gazetede bir bildiri yayınladığında, bir gösteriye katıldığında, bir toplantı düzenlediğinde, bir düşünceyi yaymaya çalıştığında, şu ünlü yasal araçları kullanıyor olabilir. Yasal ve yasadışı araçlar ayrımını ortadan kaldırmalıyız; yöntemler devrimci olan ve olmayan diye sınıflandırılmalıdır.
Devrimci, kendi idealine ve kendi devrimci amaçlarına ulaşmak için değişik yöntemler kullanır. Sorunun özü, bunun devrimci bir hareket olduğuna, sosyalizmin mücadelesiz olarak, barışçıl biçimde iktidara gelebileceğine kitleleri inandırmaya çalışıp çalışmamaktır. Bu bir yalandır! Latin-Amerika’da kimler barışçıl yollarla iktidara geleceklerini iddia ediyorsa, o kişiler kitleleri aldatıyordur.
Latin-Amerika’nın koşullarından söz ediyoruz. Diğer ülkelerdeki, örneğin Avrupa’daki devrimci örgütlerin sorunlarına çok geniş oldukları için girmek istemiyoruz. Latin-Amerika’ya sesleniyoruz. Bu kıtanın yanılgı içindeki insanlarını hata yapmaya teşvik etmeye çalışmamalıdır. Sözde devrimci basının bir bölümü Latin-Amerika’daki devrimci durum nedeniyle Küba’ya saldırıyor. Bu gerçekten çok güzel bir şey! Buralarda nasıl devrimci olunduğunu bilmiyorlar. Üstelik burada nasıl devrimci olunacağını bize öğretmeye kalkışıyorlar. Biz tartışma başlatma meraklısı değiliz. Elbette, Avrupa’nın bazı yeni sosyal-demokratlarının doğrudan ya da dolaylı olarak, açık ya da kapalı olarak bize saldırdığını görmüyor değiliz.
Kesinlikle inanıyoruz ki, Konferans kararında ifade edildiği gibi, uzun dönemde tek çözüm vardır: Latin-Amerika’da gerilla savaşı.
Bu, içlerinde devrimciler olduğu için bir askeri garnizon isyan ederse, bu isyanı, gerilla mücadelesi olmadığı için desteklemeyeceğiz demek midir? Hayır! Bazı örgütlerin yaptığı gibi, devrimin sadece askeri birliklerin isyanıyla yapılabileceğini düşünmek aptallıktır. Bir askeri garnizonda bir isyan düzenlemek ve daha sonra üstün güçler tarafından ezilmesine izin vermek daha az aptalca değildir. Yeni durumlar ortaya çıkıyor; yeni durumlar ortaya çıkabilir. Bunları reddetmiyoruz. Örneğin, Santo Domingo’da tipik bir durum ortaya çıktı. Bir askeri ayaklanma devrimci bir nitelik almaya başladı.
Elbette, bu, devrimci hareketin ne olabileceğini, ne gerçekleşeceğini beklemelidir demek değildir. Devrimci hareketin, özellikle bir emperyalist müdahaleden sonra hangi biçimi, hangi niteliği alacağını hiç kimse öngöremeyebilir, hiç kimse kestiremeyebilir. Diğer bir ifadeyle, koşulların mevcut olduğu bütün ülkelerde acil görev olarak gerillanın rolüne vurgu yaparken, silahlı devrimci mücadelenin diğer biçimlerini dışlamıyoruz.
Devrimci hareket, devrimcilerin konumunu güçlendirebilecek ya da geliştirebilecek nitelikte doğabilecek her türlü mücadeleyi desteklemeye ve bunun avantajından yararlanmaya hazır olmalıdır. Benim inanmadığım, kendisini devrimci kabul eden bir kişinin, devrimi yürütmek için bir askeri birliğin isyanını bekleyebilmesi, askeri birliğin isyanıyla bir devrim yapmayı hayal edebilmesidir.
Askeri birliklerin isyanı bir etmen –şu önceden kestirilemeyen, ama ortaya çıkması olası olan etmen– olabilir. Ama gerçekten ciddi bir devrimci hareket, böylesi olasılıklara dayanamaz. Gerilla savaşı mücadelenin ana biçimidir. Ama ortaya çıkabilecek diğer silahlı mücadele biçimlerini de dışlamaz.
10 Ağustos 1967
Havana
International Socialist Review,
Cilt 28, N° 11, s. 12-49,
Kasım-Aralık 1967