Kendi varoluşlarını “Gezi”ye dayandıranlar, “Gezi” üzerinden kendilerini varetmeye çalışanlar, “Birleşik Haziran Hareketi” adıyla ortalıkta boy gösterenler, buldukları her fırsatta “Gezi”den söz etmeyi severler. Gerçi bu “sevgi” sahipleri Gezi Direniş’inden daha çok “Haziran”dan söz etmeyi tercih etseler de, yine de onların “sevgileri”nden kuşku duymamak gerekir!
Bazıları biraz “kuşkucu”, biraz “naif” olsalar da, yine de “Gezi”yi anmamazlık etmezler. Ama “anma” ile “anlama” birbiriyle pek çakışmamaktadır.
Birinci yılında, ikinci yılında ve en nihayet üçüncü yılında “Gezi” sahiplenicileri “anma”larla “anlama”ları birbirine karıştırmışlardır.
“3. yıl” “vesilesi”yle bir kez daha Gezi Direnişi (onların söylemiyle “Gezi”) “masaya” yatırılmış, Gezi Direnişi’nin “derin anlamı” üzerine boylu boyunca tahlillere girişmişlerdir. Gerçi aralarında Gezi Direnişi “ruhu”nu çağırmak isteyenler yok değildir. “Ey ruh, geldiysen masaya üç kez tıkla” bile diyebilecek haldeki bu kesimler, 10 Ekim Ankara katliamı ertesinde kitlelerde görülen geri çekilmenin ancak bu “ruh” sayesinde ortadan kalkacağına insanları inandırmaya çalışmaktadırlar.
Yine de içlerinde Gezi Direnişi’ni “dipten gelen dalga” olarak görenler de vardır.
Örneğin, “İlerihaber” “portal”ında Ahmet Cemal, belki de sanatçı “ruhu”yla “3. yıl” anısına şöyle yazmaktadır:
“Sıradan ayaklanmalar, gelişigüzel isyanlar, bir ya da birkaç olayın üzerinde odaklaştıktan sonra yitip gider. Devrim ise ta dipten, kimi zaman ölçülmesi olanaksız derinliklerden yüzeye vuran bir toplumsal-tarihsel birikimdir. Neredeyse bir doğa olayıdır...
Bu ‘Gezi Parkı Kuşağı’, özlemlerinin iktidarını artık yalnızca ve yalnızca sandıkta arayacak kadar demokrat. Bu bağlamda tek isteği ise, o sandığa uzanan yolların bundan böyle yalanlarla değil fakat gerçeklerle örülü olması. Bu isteğine ulaşacağından da kimse kuşku duymamalı.” (a.g. yerde, 1 Haziran 2016.) (italik bize ait. KC.)
Evet, “Gezi Parkı Kuşağı”, “özlemlerinin iktidarını” (her neyse) “artık yalnızca ve yalnızca sandıkta arayan” “demokrat” bir kuşak gibi görünüyor! Üstelik “sandık”ın hikmeti 1 Kasım’da ortaya çıkmışken.
Aynı “portal”ın bir başka yolcusu ise, Gezi Direnişi’yle birlikte, “Türkiye solcusu”nun “artık” oraya-buraya bakınmaktan kurtulup “yurt” bilincine ulaştığını, yani “yerli”leştiğini ileri sürmektedir:
“ Her ülkede, o ülkenin devrimcilerinin dönüp dönüp baktığı, sırtını dayadığı ya da feyz aldığı, daha çok da gelecekte kurulacak ülkesi için bir ‘numune’ saydığı örnekler vardır...
Bu ‘numune’ kimileri için Sovyet halkının kurduğu yeni bir ülke olmuştur, kimileri için Kübalı veya Çinli devrimcilerin cesareti ve başarısı. Bunlar da değilse, İhtilal-i Kebir denen Fransız Devrimi’nin görkemi ya da emperyalist işgale karşı Türkiye halkının savaş iradesi. Herkes, kendi meşrebince bir ‘numune’ seçmiş ve kendi mücadelesinin kanıtını, dayanağını ve müjdesini de onda bulmuştur...
Velhasıl, Türkiye solcusunun yabancılık, yabanlık derdine derman olacak ecza, çok uzun yıllar boyunca tam anlamıyla bulunamamıştır haliyle...
O halde şunu söylemenin vakti gelmiştir: Haziran Direnişi, Türkiye solcusuna bir yurt fikri, yurtluk bilinci kazandırmıştır...
Yani Haziran Direnişi’nden sonra Türkiye solcusu, ‘nasıl bir ülke kuracağı’ sorusuna yanıt verirken, başka çağların, başka halkların başarılarını anlatmak ya da soyut idealleri sıralamak zorunda değildir. Dönüp bakacağı, sırtını yaslayıp feyz alacağı, gelecek için ‘numune’ sayacağı bir gerçek deneyime sahiptir.” (Can Soyer, a.g. yerde, 1 Haziran 2016)
Bu “periyodizasyon” yazarına göre, “artık” “Türkiye solcusu” eskisi gibi dünya devrim tarihine, dünya devrimlerine “bakmak” ve onlardan “feyz” almak zorunda değildir. Ne de olsa “Gezi” gibi (alıntıyı “çarpıtmamak” için kendi sözcüğü ile “Haziran Direnişi” gibi dememiz gerekiyor) bir “feyz” alınacak “örnek” (pardon, “numune”) vardır!
Gerçi aynı “portal”ın bir başka yolcusu (Doğan Ergün) bu “numune”ciye pek de katılmamaktadır.
Ona göre, “Gezi”de bir “pranga” çatlamıştır. Bu da “laiklik meselesi”dir. Ve bu konuda “tarihte örnekleri mevcuttur. Uzaklara değil, Marx’a bakmak yeter”...
Gerçi bu “Marx”a yapılan gönderme, yukarda “3. yıl” “an”lamasından aktarma yaptığımız “portal”ın “Genel Yayın Yönetmeni”ne ters düşse de, bu kadarcık “fikir ayrılığı” da “editör”ün “hak”kı olarak kabul edilmelidir!
Eşdeğer bir “portal”da yazan Orhan Aydın ise, “Gezi - 3. Yıl...” yazısında “Gezi”den bir şeyler çıkartmaya çalışan ya da “ruh”unu çağıranlara, “ruhuna elveda” demelerini isteyen bir “hiciv” (“
satire”) “anlama”sı kaleme almıştır.
“Gezinin üstünden 3 koca yıl geçmiş 3 koca yıl.
Avunmaktan başka ne yapmışız.
Koca bir hiç.
Oysa bugünün koşulları Haziran 2013 ‘ten bin kez daha ağırdır.
En ağırı, katledilen çocuklarımızın katillerinin aramızda dolaşıyor olmasıdır.
Tuhafız, yeni bir Gezi bekliyoruz.
Yalnızda değiliz.
İşçisi, emekçisi, sendikacısı, siyasetçisi, öğrencisi, kadını, erkeği hep birlikte Gezi’yi bekliyoruz.
Olur.
Gider Gezi Parkı’na Dolmabahçe’ye doğru ‘Hadi gel artık, burada çok bekleyenin var’ diye bağırırım.” (Sol portal, 31 Mayıs 2016.)
Bunlar, (bugün için karpuz gibi ikiye yarılmış) “yumurta ikizleri”nin bir o yandan, bir bu yandan Gezi Direniş’inin 3. yıl “anlamaları”dir. Ama bir de “Eşme ruhu”ndan “Gezi ruhu”na parende atanlar da vardır:
“Gezi ruhu birlik ve ortak mücadele ruhudur
Gezi Direnişinin karakteri ve verdiği mesajlar bugün tüm devrimcilerin ve demokratların üzerinde durması ve derhal yerine getirmesi gereken emirler niteliğindedir...
... en temel görev, Halkların Birleşik Demokratik Hareketini yaratmak olmalıdır. Gezi Direnişine verilecek en doğru cevap budur. Halkların Birleşik Demokratik Hareketi yaratılmadan ne Türkiye’deki demokratik devrim, ne de Gezi Direnişi Şehitlerinin anısına doğru karşılık verilmiş olur.” (KCK’nin 3. yıl açıklaması.)
Sonuç olarak Gezi Direnişi, bir taraftan legalizmin meşrulaştırılması için kullanılırken, bir başka taraftan “ruh”a dönüştürülmüştür.
Her şey iyi-güzel de peki Gezi Direnişi neydi ve ne oldu?
Bu soru, şimdilik 3. yılda yine yanıtlanmadan ortada kalmış görünüyor.