Önce belli çevrelerin “haberdar” olduğu “forumlar” yapılmaya başlandı. Sadece “ilgili”lerin bildiği ve izlediği “forumlar”ın ardından Vişnelik Toplantıları geldi. İlk toplantı 30 Ağustos günü yapıldı. “Sosyalist partilerden, sendikalardan, meslek ve kitle örgütlerinden temsilcilerin, aydın, akademisyen ve gazetecilerin” katıldığı toplantı sonrasında 54 “kişi” imzalı yapılan duyuruda “solda birlikte mücadele” konusunun ele alındığı açıklandı.
Toplantıya doğrudan katıldığı ilan edilen ve imzaları yer alan 54 “kişi” arasında SİP-TKP’sinin KP’sinden Aydemir Güler, yine SİP-TKP’sinin HTKP’sinden Metin Çulhaoğlu ve Erkan Baş, ÖDP’den Oğuzhan Müftüoğlu ve Alper Taş, Halkevleri’nden Oya Ersoy, EHP’den Sibel Uzun, ve EMEP’ten Aydın Çubukçu’nun yanında eski Yurt gazetesinin kurucusu Merdan Yanardağ, CHP milletvekilleri İlhan Cihaner ve Hüseyin Aygün yer almaktadır.
Böylece yaklaşık on aydır ÖDP, Birgün’ün yazarlarının katılımıyla “forumlar” düzeyinde sürdürülen “solda birlik” tartışmaları ilk kez belli bir resmiyete kavuşmuş oldu.
30 Ağustos Vişnelik Toplantısı sonrasında yapılan duyurudan anlaşıldığı kadarıyla, “Türkiye’de İslami karakterli faşizan bir rejim kurulmaktadır” saptaması yapılmış ve “dostça, yoldaşça” durum değerlendirmesi ve olanaklar ele alınmış, “akıllarını, güçlerini ve enerjilerini” bir araya getirmek için “toplantıların sürdürülmesi konusunda eğilim birliği” sağlanmış.
Türkiye solunda yer alan hemen herkes 30 Ağustos Vişnelik Toplantısı duyurusuyla birlikte yeni bir “sol ittifak” ya da “güç birliği” girişiminde bulunulduğunu öğrendi. Ne yazık ki, toplantı sonrasındaki duyuru oldukça sınırlı tutulduğundan, kimin neyi söylediği, neyi savunduğu ve bu toplantıya neden katıldığı konusunda net bir bilgi kamuoyuna yansımamıştır.
Vişnelik Toplantısı, gerek “forumları” izleyenler için, gerekse “sol medya”yı, ama özellikle “sosyal medyayı” izleyenler için hiç de sürpriz olmamıştır. Toplantının “solda birlik” toplantısı olduğundan hiç kimsenin şüphesi yoktur. Ancak geçmiş “deneyimler”i hesaba katan bu yeni girişimciler (“olayı”n bir “sol blok”, “sol birlik”, “sol ittifak” vb. türünden “algı”lanılmaması için olsa gerek) toplantının “Birleşik Muhalefet Hareketi” oluşturmak amacıyla gerçekleştirildiğini kişisel düzeylerde açıklamışlardır.
Bu “Birleşik Muhalefet Hareketi”, kimine göre Yunanistan’daki Syriza’ya, kimilerine göre İtalya’daki Ulivo’ya (Zeytin Dalı) benzetilebilirdi. Ama kesinkes “sol örgüt ve partilerin ittifakı” olarak tanımlanamazdı. Çünkü böyle bir ittifak girişimine kalkışmanın, “yıllardır kaç kere denenmiş bu yoldan bir kere daha geçmenin pratik bir karşılığı olmayacaktı” (Aydın Çubukçu). Bunun yerine, Oğuzhan Müftüoğlu’nun Kasım 2013’de söylediğine (“büyük-küçük, örgütlü, örgütsüz bütün devrimci muhalefet unsurlarıyla birleşik bir devrimci sorumluluk hareketi”) uygun olarak “solda ortak mücadele”nin amaçlandığı söylenmektedir. Buna uygun en “ideal” isim ise, “Birleşik Muhalefet Hareketi” olmaktadır.
Bu “hareket”in sol parti ve örgütlerin “ittifakı” ya da “çatı partisi” olmayacağı hemen her düzeyde ve her kişi tarafından ilan edilmiştir. Üstelik bu “hareket”in, solun tarihinde bolca yapılmış ve konuşulmuş “eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda serbestlik” türünden bir “güç birliği” de olmayacağı söylenmektedir.
“O” olmayacak, “bu”na benzemeyecek, “şu” denilmeyecek derken, Vişnelik Toplantısı’nın amacının, BDP’nin katılımıyla tümüyle BDP’lileştirilen HDP’nin ilk oluşumu olan HDK (Halkların Demokratik Kongresi) da olmayacağı söylenmektedir.
Bu “olmayacak”lar listesi bir yana bırakıldığında, elde kalan tek şey “ortak mücadele” olarak tanımlanmaya çalışılan, bir çeşit Gezi Direnişi’nde olduğu gibi, “sosyal medya”da örgütlenen ve sokakta bir araya gelen “protesto eylemleri organizatörlüğü”dür. Halkevleri katılımcısının sözüyle, “sokakta birlik” türünden bir “şey”dir.
Ama burada da “küçük” bir sorun vardır! Hangi alanlarda, hangi olaylarda ya da hangi konularda ve nasıl “sokakta birlik” sağlanacaktır?
ÖDP Başkanı Alper Taş’a göre, bunlara karar verecek olan “tüm direnme odaklarını ve bireyleri kolektif-demokratik bir Meclis yapısı” olacaktır. Doğal olarak böyle bir karar merciinin bir de “hukuku” olacaktır. Bu da BDP’lileşmemiş haliyle HDK’dan başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle, Alper Taş’ın ifadesinde üstü örtük olarak söylenen, BDP’lileşen HDP’yle boşluğa düşen HDK’nın yerine yeni bir HDK kurulmak istendiğidir.
Bu durumu EMEP’li Aydın Çubukçu şöyle ifade etmiştir:
“... önemli ölçüde yerel örgütleri az-çok oluşturulmuş, halen çalışan komisyonlara sahip bir yapı (HDK) içinde birleşerek, somut ve pratik sorunlar üzerinden yapılacak bir tartışmanın sol içinde de sağlam birliklerin doğmasına hizmet edeceğini düşünmek daha gerçekçidir. Denenmekte ve geliştirilmeye çalışılan bir HDK örneği var ve bu geliştirilebilir. Ancak buna ‘alternatif’, ya da bunun öngördüğü bileşimden daha dar bir muhalif cephenin işlevli olacağını ummuyorum.”
Bu durumun Halkevcileri de “rahatsız” ettiği görülmektedir. Halkevciler adına katılan Oya Ersoy, “solu bir araya getirecek model aramak yerine”, “Ülkenin dört bir yanında okullarının İmam hatipleştirilmesine karşı direnenler, güvenceli çalışma hakkı için direnen işçiler, taş ocaklarından, madenlere, atık tesislerinden HES’lere ÇED toplantılarını yaptırmayan, kentlerine, korularına, bostanlarına, okullarına sahip çıkanlar, halkın hakları için mücadele edenler”in bir araya getirilmesinden yana olduklarını söylemiştir.
Aydın Çubukçu’nun söyledikleri, BDP tarafından BDP’lileştirilen HDP’nin “aslına rücu” ederek, kendilerinin de (EMEP) içinde yer aldıkları HDK’nın yenilenmesinden ibarettir. Halkevci Oya Ersoy’un söylediği ise, kendilerinin “teorik çıkış noktası” olarak ele aldıkları Brezilya’da ortaya çıkan “Yoksullar Hareketi”dir. (Küçük bir not düşelim: Brezilya solundaki değişik oluşumlar ÖDP ve ÖDP eksenli aydınlar arasında her zaman revaçta olmuştur. Lula’nın İP’i (İşçi Partisi) bir zamanlar ÖDP tarafından “ideal örgütlenme” modeli olarak görülüyordu.)
SİP-TKP’nin karpuz gibi ikiye bölünmesiyle ortaya çıkan iki yapının (Güler-Okuyan ikilisinin KP’si ile Çulhaoğlu ve “gençleştirilmiş parti”nin eski genel başkanı Erkan Baş’ların HTKP’si) “Birleşik Muhalefet Hareketi”ne bakışı ise, kendi ayrışmalarını yansıtan bazı farklılıklar taşısa da bir ve benzeştir.
Aydemir Güler’e göre, bu “hareket”, kendilerinin eski “Yurtsever Cephe”sinden daha çok en son oluşturdukları (içinde Merdan Yanardağ’ın “resmen” içinde yer aldığı) “Sol Cephe”den esinlenmelidir. SİP-TKP’sinin “gençleştirilmesi” projesiyle genel başkanlığa getirilen ve bugün HTKP’de yer alan Erkan Baş’a göre ise, “hareket”, bir çeşit “ortak mücadele cephesi” olmalıdır.
Sonuçta SİP-TKP’sinin her iki kesiminin “ideali”, “sol ortak mücadele cephesi” olarak ortaya çıkmaktadır.
30 Ağustos Vişnelik Toplantısı sonrasında ortaya atılan bu görüşler arasındaki farklılıklar 21 Eylül günü gerçekleştirilen “II. Vişnelik Toplantısı”nda kopuşları da beraberinde getirdi.
“Birleşik Muhalefet Hareketi” girişiminden en önce ve en hızlı ayrılan EMEP oldu. Ardından Halkevciler toplantılardan çekildiler. Böylece SİP-TKP’sinin iki kesimi, SİP-TKP’sinin “rakibi” TKP-1920’ciler, eskimiş DY’nin (1980 öncesinin
Devrimci Yol’u) iki “kliği” (ÖDP ve EHP/Emekçi Hareket partisi) yanında, Avrupalı anarşist Gün Zileli, troçkistlerin “dedesi” Masis Kürkçügil, ÖDP’nin sendikalardaki yöneticileri, CHP’li üç milletvekili ve “bağzı” aydınlar “II. Vişnelik Toplantısı”na “iştirak” ederek ortak bir “deklarasyon” yayınlamışlardır.
İlk yarısı ÖDP söyleminden, ikinci yarısı SİP-TKP’sinin söyleminden derlenmiş “Direnmeye ve Birlikte Mücadele Etmeye Çağırıyoruz. Gericiliği ve Faşizmi Yeneceğiz” başlıklı “deklarasyon”da, “Ülkemiz AKP iktidarı eliyle hızla İslami-faşist bir diktatörlüğe doğru sürükleniyor” “teşhisi” yapıldıktan sonra şunlar söyleniyor:
“– Faşist baskı ve dinci zorbalığa karşı toplumcu bir demokrasi için;
– Gericiliğe karşı laiklik ve özgür bir yaşam için;
– Geleceksizlik ve güvencesiz çalışmaya karşı emeği hakları ve insanca bir yaşam için;
– Doğanın ve kentlerimizin yağmalanmasına karşı ortak yaşam alanlarımıza, sahip çıkmak için;
– Özelleştirme ve talana karşı halkçı-kamucu bir ekonomiyi örgütlemek için;
– Emperyalist saldırganlık, tahakküm ve işbirlikçiliğe karşı bağımsızlık için,
– Kürt sorununda kardeşlik ve birlikte yaşama iradesini güçlendirerek demokratik, adil, onurlu ve eşit yurttaşlığa dayanan bir çözüm için;
birlikte mücadele etmek amacıyla ortak bir irade oluşturduğumuzu ilan ediyoruz.
Bunun için; bütün eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici halk güçlerini birlikte direnmeye ve emekten yana yeni bir toplumsal düzeni bugünden başlayarak kurmaya çağırıyoruz.” (abç)
Böylece (en azından şimdilik) “
Birleşik Muhalefet Hareketi” “ortak mücadele”nin siyasal hedeflerini, yani siyasal programını da ortaya koymuş olmaktadır.
Her ne kadar “deklarasyon”, başlangıçta, “direnmek”ten, “birlikte mücadele” etmekten, “gericiliği ve faşizmi yenmek”ten söz ediyorsa da, sonuçta “direnme”nin ötesine geçerek “yeni bir toplumsal düzen kurulması”ndan söz etmektedir.
Bu sonuç ifadesinden anlıyoruz ki, “birlikte mücadele” sadece “islami-faşist” gidişe karşı bir direniş olmayıp, aynı zamanda “
devrimi” de (“yeni toplumsal düzen kurma”) hedeflemektedir. Üstelik bu “devrim”, hayatın olağan akışına uygun olarak, “
bugünden başlayarak” yapılmaktadır.
“Deklarasyon”la birlikte, “yakın” bir zamanda “birlikte mücadelenin ilkeleri, işleyişi ve ortak mücadele hareketinin isminin” de açıklanacağı bildirildi.
Görüldüğü gibi, şimdilik ismiyle “
Birleşik Muhalefet Hareketi”, “emperyalist saldırganlık, tahakküm ve işbirlikçiliğe karşı” olarak
anti-emperyalist ve “islami-faşizme gidişe karşı” olarak
anti-faşist, laik, ekolojist niteliktedir. Elbette, “Kürt sorunu”na yapılan göndermeyi gözönüne alırsak, buradan da “
anti-şovenist” bir nitelik eklenebilir.
Bütün bunların altına imza atacak pek çok kişi bulunacaktır. Hatta bu “hareket”ten devrim bile bekleyenler çıkacaktır. Ama bu “hareket”ten devrim bekleyenler, bu “devrim”in “bugünden başlayarak” yapılmasının, kendi ifadeleriyle, “yeni bir toplumsal düzeni
bugünden başlayarak kurma”nın nasıl olacağını da belki fazlaca önemsemeyeceklerdir. Bu da, legalizmin biçimlendirdiği “solculuk”la, “devrimcilik”le, yani “hayatın olağan akışı”yla uyumludur.
Tüm bu sözlerden ve söylemlerden ortaya çıkan tablo karşısında, “
Birleşik Muhalefet Hareketi”nin bir çeşit “Gezi Hareketi” olarak kendisini konumlandırdığı, “Gezi Direnişi”ni esas aldığı ve “Gezi Parkı” içindeki “kolektif, komünal toplumsal yaşam kurulması”nı programlaştırdığı söylenebilir.
Bunlar da, “deklarasyon”a imza atan “siyasi parti, hareket, grup ve bireyler”in konumuna uygun düşmektedir.
SİP-TKP’sinin yarılmasında “başat sorun” öne çıkartılan “Gezi Direnişi”, her iki kesimi de memnun edecek biçimde “deklarasyon”da yer almıştır. “Gezi Direnişi” türü mücadele ve eylemlilikten yana görünen HTKP kendi görüşlerine uygun ifadelerin “deklarasyon”da yer almasından hiç şüphesiz memnun olmuştur. Güler-Okuyan ikilisinin KP’si de, “deklarasyon”da yer alan bu göndermelerle “Gezi karşıtı” olmadıklarını gösterdikleri için mutlu olmuşlardır.
ÖDP, daha tam ifadeyle eskimiş DY’nin “iri” kesimi, hem “Gezi yandaşı” olmaktan, hem de “küçük” EHP’yle “ortak payda” bulmaktan hiç şüphesiz mutludur. Ama ÖDP’nin mutluluğu bununla da sınırlı değildir.
Bilindiği gibi, PKK’nin (yeni söylemleriyle KCK’nin) üst düzey yöneticilerinden Duran Kalkan, 5 Mayıs 2014’te
Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlanan makalesinde, ÖDP için şunları söylemiştir:
“ÖDP... Kendi başına gibi görünüyor, ama aslında objektif olarak CHP kuyrukçuluğu yapıyor. Radikal demokratik güçlerin birliğini ve alternatif iktidar gücü haline gelmesini engelliyor. Sosyalist ve demokratik hareketi CHP’lilik içinde eritiyor. Şimdi yeni bir radikal demokratik alternatif olarak Halkların Demokratik Partisi (HDP) geliştirilmeye çalışılırken de en ciddi engel olarak ÖDP ortada duruyor. Ne kendini feshediyor, ne de gelip HDP birliğine katılıyor. Kendisi de farklı bir demokratik alternatif sunmuyor...
Adına ne denirse densin ama bu durum artık kesinlikle bir son bulmalıdır. HDP önündeki ÖDP engeli kesinlikle aşılmalıdır. Bunun da en doğru yolu, kuşkusuz ÖDP’nin Mahir Çayan çizgisine girerek günümüzde bu çizginin pratikleşmesi olan HDP birliği içinde yer almasıdır. Yok eğer böyle yapmıyorsa, o zaman kim olduğunu ve kimlere hizmet ettiğini ortaya koymalıdır. Yoksa radikal demokratik hareket bu görevi yapacak ve ÖDP’yi gerçek ifadesine kavuşturmak zorunda kalacaktır.” (abç)
Bu, “medya” yorumlarında söylendiği gibi, PKK’nin en üst düzeyden ÖDP’yi ortadan kaldırılması gereken bir “
tehdit” olarak gördüğünün ve ÖDP’yi “tehdit” ettiğinin açık ifadesidir.
“Birleşik Muhalefet Hareketi” girişiminin 2013 yılının sonlarında “forumlar”la başladığı ve HDP’nin BDP’lileştirilmesinin aynı zaman diliminde ortaya çıktığı gözönüne alındığında, Duran Kalkan’ın “tehdit algı”sı ve buna karşı “tehdidi” daha anlaşılır görünmektedir. Her iki “taraf”ın da, aynı zeminlerde aynı kesimleri kendisine yedeklemek istemesi bu duruma yol açmaktadır. BDP’lileştirilen HDP, HDK “bileşenleri”ni, en azından Cemal Bayık’ın sözünü ettiği “Cihangir’deki bazı marjinal yaklaşımlar”ın (LGBT-İ kastediliyor) dışındaki “bileşenleri” kendi denetiminde tutmak istemektedir. ÖDP ise, “yeni” bir HDK türü oluşumla bunları kendi saflarına çekmeye çalışmaktadır. Kıyamet de (“tehdit”) buradan kopmaktadır.
Bu “bileşenler”, hiç şüphesiz, nitelik olarak da, nicelik olarak da PKK tarafından önemsenecek bir “güç” değillerdir. Ama bu “bileşenler”in sendikalardaki, özellikle DİSK merkezi yönetiminde ve KESK’te “konum”lanışı önemlidir. DİSK ve KESK seçimlerinde küçük bir azınlık olsalar da, “ittifak” kurdukları kesimin “yasal” yollarla yönetimi ele geçirmesine katkıda bulunacak özelliğe sahiptirler. Bu nedenle, HDK “bileşenleri”, DİSK ve KESK’in denetime alınması açısından neredeyse belirleyici konumundadırlar. Üstelik bu “bileşenler”in içinde yer alan “bağzı” bireylerin “medya” alanında oldukça önemli ilişkileri ve etkileri bulunmaktadır. Bu da “propaganda savaşı” açısından önemli bir unsurdur. (Hiç şüphesiz benzer durum SİP-TKP’sinin iki kesimi için de geçerlidir, ancak onlar sendikalarda ÖDP kadar etkin değillerdir.)
İşte bu ortamında ÖDP, “Birleşik Muhalefet Hareketi” yoluyla HDP’nin altındaki halıyı (HDK “bileşenleri”) çekmektedir. Bugün için “hareket”in dışında duran EMEP’in BDP’lileştirilmiş HDP’den ayrılması, ama HDK “bileşeni” olarak kalmayı sürdürmesi, bu “çatışkı”nın bir başka unsuru durumundadır. Aynı biçimde “hareket” dışında duran Halkevciler de, en azından Ankara temelli siyasal ilişkiler açısından “aktif” bir unsur durumundadır. Görülen odur ki, gelecek günler ÖDP’nin HDK’sı ile HDP’nin HDK’sı arasında legal “sol”da “hegemonya savaşı”na sahne olacaktır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç, “Birleşik Muhalefet Hareketi”nin gelir-geçer söylemlerle, yuvarlak sözlerle, herşeyi aynı torbaya koyarak legalistlerin ve legalistlerin dışında bir şey olmadığını düşünenlerin bir “sol ittifakı” olma yönünde ilerlediğidir. Bu “sol legalist ittifak”ın eski “güç birliği” oluşumlarından tek farkı, legal solda egemen olan tüm söylemleri ve zihniyetleri programlaştırmaya çalışmasıdır.
Bundan ötesi bol bayraklı protesto eylemleri olacaktır.
“Hayır”lısıyla!