Solda Eski Seçim Taktiğinin Yeni Versiyonu:
Bağımsız Demokrat Adaylar
Solun, "marksist sol", "devrimci sol", "devrimci demokrat sol", "bizim sol" ya da "öteki sol" olarak değişik biçimlerde tanımlanan solun en bilinen seçim taktiği, seçimleri boykot olmuştur. Yaklaşık otuz yıl boyunca solun "boykot taktiği", legalist sol dışındaki tüm sol örgütler tarafından kabul edilmiş ve savunulmuştur.
Solun "boykot taktiği" karşısında legalistler, her durum ve koşulda seçimlere katılmayı esas alan bir çizgi izlemişlerdir. Legalistlerin seçimler karşısındaki "politikaları", aynı zamanda onların varoluş nedenidir, dolayısıyla "taktik" değil, stratejik niteliktedir. Bu nedenle de, değişik dönemlerde oligarşik yönetimin "seçim manevraları"nı (özellikle milli krizin derinleşmeye yöneldiği, ülkeyi "yönetemez" hale geldikleri koşullarda başvurdukları bir yöntemdir) doğrudan destekleyerek, aynı zamanda oligarşinin siyasal zorunun meşrulaştırılmasına da hizmet etmişlerdir.
Seçimler karşısında bu iki "taktik" ve "strateji" ortasında, değişik marksist söylemlerle "seçimlere katılma koşulları mevcut ise" diye başlayan gerekçelerle, "bağımsız sosyalist adaylar çıkartılması ve bağımsız adayların olmadığı yerlerde ilerici, demokrat ve yurtsever adayların desteklenmesi" şeklinde bir "orta yolcu" "taktik" daha vardır.
Legalistler bir yana bırakılacak olursa, solun seçim "taktiği", ya boykot ya da "bağımsız aday" göstererek seçimlere katılma şeklinde iki başlıdır.
MLKP gibi illegal legalistler, bu ikinci tür "taktiği" "üç dönemdir" "kararlılıkla" yürütmektedirler. Benzer biçimde utangaç legalistler de, son seçimlerde aynı "taktik"i benimsemişlerdir.
Son otuz yıl içinde yapılan seçimlerde solun "boykot taktiği" çok fazla etkili olamamıştır. 1999 seçimlerinden itibaren "boykot taktiği" neredeyse unutulmuş, "bağımsız sosyalist adaylar taktiği" neredeyse "tek sol politika" haline gelmiştir.
Bu "taktik"in, seçimlerde hangi partiye oy vereceğini soran "sol seçmen"e yanıt vermekte oldukça rahatlatıcı olduğu da kesindir: Sandığa git, bağımsız sosyalist adaya oy ver, bağımsız sosyalist aday yoksa ilerici, demokrat ve yurtsever adayın olduğu "listeye" oy ver!
Solun bu "iki taktik" arasındaki gidiş-gelişleri otuz yıllık bir tarihi kapsamakla birlikte, 2007 seçimleri yaklaştıkça "hertürlü sol"un "bağımsız adaylar" göstererek meclise girmesini öneren ve planlayan yayınlar ve tartışmalar yoğunlaşmıştır. Özellikle DTP'nin %10 barajını aşamayacağı kendilerince kabul edildiği ölçüde, seçimlere "bağımsız adaylar"la girerek "en az" 20-30 milletvekili çıkartabileceği hesapları, bu gelişmeyi "tetiklemiş"tir.
DTP'nin "bağımsız aday" gösterme eğilimiyle birlikte güncelleşen konu, giderek "yeni taktikler" olarak "her çeşit sol" için "cazip öneri" haline getirilmeye çalışılmaktadır.
"Bağımsız aday gösterme" konusundaki bu gelişmeler karşısında, neo-liberalizm yandaşları, "solun kendisini yenilemesi" için Marksizm-Leninizmin terk edilmesini zorunlu gören "globalist aydınlar", "bağımsız demokrat adaylar" gösterilmesi proje ve planlarıyla ortaya çıktılar. Her zaman olduğu gibi, bu eski "taktiğin" yeni versiyonu Aydın Doğan medya grubu tarafından piyasaya sürüldü.
Yeni versiyonun bir tarafında "yayın danışmanı" Nurcan Akad ile "tüketici hakları yazarı" Meral Tamer'in başını çektiği "bıyıklı kadınlar meclise" sloganı eşliğinde Milliyet gazetesi, diğer tarafında ise Prof. Dr. Ahmet İnsel'in başını çektiği "bağımsız demokrat adaylar" projesiyle Radikal gazetesi yer almaktadır.
Nurcan Akad-Meral Tamer ikilisi, "feminel" bir söylemle, mecliste kadınların daha fazla temsil edilmesi gerekliliğine dayanarak "bağımsız kadın adaylar"ın propagandasını yaparken, Ahmet İnsel'in projesi daha "bilimsel" sunuma sahiptir.
Nurcan Akad-Meral Tamer ikilisine göre, "sonucu ne olursa olsun, bağımsız sol/kadın aday kampanyası başarılı olacaktır". İddiaları odur ki, bu "taktik", "tıkanmış siyasetimize hayat öpücüğü" verecektir!
Ahmet İnsel'in "bilimsel sunumu"nun gerekçeleri ise, hem aritmetiksel, hem "mantıksal"dır.
Aritmetiksel olarak, "bağımsız adaylar"ın seçilebilmeleri için seçim çevrelerinden %3 ile %7 civarında oy almaları yeterlidir. "... örneğin İstanbul'da 55.000-60.000 oyla, Ankara'da 1 bölgede 53.000-58.000 oyla, İzmir, Kocaeli ve Gaziantep'te 47.000 civarında oyla, 3 veya 4 partinin ulusal barajı aştığı bir seçimde, 2002 seçim verileri temelinde bağımsız seçilmek mümkün"(dür)
Bu sayısallığın "mantıksallığı" ise şöyle ifade edilmiştir: "Ülke barajını aşmanın Türkiye'de solun halihazırdaki durumu itibarıyla hiçbir inandırıcılığı olmamasının yarattığı kırılma, bugün sol partilerin gerçek oy potansiyellerinin de altında oy almalarına yol açıyor. Bu nedenle, solun siyasal alanda iyice marjinalleşmesine yarayan bu seçim sistemini delme şansı yüksek olan bağımsız sol aday girişiminin, geniş bir sol eğilimli seçmen çevresinin beklentilerine, duyarlılıklarına yanıt vereceğini kestirmek zor değil. Bu çerçevede de, bugüne kadar 'iyi çocuklar ama çabaları nafile' diyerek, folklorik oluşum muamelesi yapılan sol hareketlerin sesinin çok daha güçlü biçimde dinlenmesi, medyanın siyasal magazin malzemesi olmaktan öteye gitmesi olanağı var." Böylece "öteki sol"un otuz yıllık oportünistlerinin "ortayolcu" "seçim taktiği", şimdi neo-liberallerin, sivil toplumcuların taktiği olarak sola sunulmaktadır. Bu sunumdan sonra yapılması gereken, bu "ortayolcu-neo-liberal" taktiği pratiğe uygulamak için seçim çevrelerine uygun "aday adayları" belirlemekten ibarettir. Prof. Ahmet İnsel, altı-üstü 31 seçim çevresi saptamıştır. 31 seçim çevresinde 31 "aday"ı belirlemek de, "ortayolcular" için zor olmasa gerek.
Bu yolla, 31 seçim çevresinden 31 "bağımsız demokrat/sol aday" meclise girer, grup kurar ve kendilerini yeni ve yepyeni bir "sol parti" olarak örgütlerler. Artık "sol"un önü açılmış, marjinallik dönemi bitmiş "makus talihi" yenilmiş olur!
Elbette bu aritmetiksel, mantıksal ve feminel "seçim taktiği"nin uygulanamayacağı; uygulansa bile, bunun CHP'nin oy ve milletvekili kaybetmesine, hatta CHP'nin barajın altında kalmasına yol açarak AKP'nin önünü açacağı da söylenebilir. Meral Tamer'in köşesinde yazdığı gibi, bu "ortayolcu seçim taktiği" sonucunda AKP milletvekillerinin %90'ını alarak meclise tümüyle egemen olabilir. Ama hiç endişe etmeye gerek yoktur, yanıtı Meral Tamer'in yazılarında mevcuttur: "Varsayın ki böyle bir dağılım oldu. Bu durumda en fazla 5 sene daha kötü yönetiliriz. Ondan sonra adında SOL kelimesini taşıyan ENGELLER ortadan kalkar ve doğal denge kurulur." Evet, "keskin solcu" söylemiyle söylersek, "varsayalım ki böyle olsun", olsun da çelişkiler keskinleşsin, çelişkiler keskinleşsin ki halkımız daha fazla ezilsin, ezilsin ki solun "kıymetini" anlasın, anlasın ki "solcu" olsun. Zaten "natural selection" doğanın bir "yasası" değil mi?
Ne diyelim? Allah alnımıza ne yazmışsa o olur, hayırlısıyla beş yıl sonraki seçimlere bakalım!