Gezi Direnişi sonrasında ortaya atılan ve herkesin dilinden düşürmediği bir “motto” haline gelen bu sözler, Gezi Direnişi’ne ilişkin yapılan her tahlilde, Gezi Direnişi’nin “etkileri” üzerine yapılan her konuşmada sıkça kullanılır oldu. Öylesine sıkça kullanılır oldu ki, hemen herkes bu “motto”yu bir gerçek olarak “algı”lamaya başladı.
Diğer yandan, “eski” söylemlerde sıkça kullanılan (ve hala da kullanılmaya devam eden) “dün dün ile gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” tekerlemesinde olduğu gibi, burada da “eski/yeni”nin ne olduğuna ilişkin somut gerçeklerden fazlaca söz edilmemektedir.
Türkiye’de bir şeyler değişiyor. Buna kuşku yok. Heraklitos’tan bu yana, “aynı ırmakta iki kez yıkanılamaz” gerçeği biliniyor. Popülize edilmiş (ve içeriği tümüyle boşaltılmış) sözle, “değişmeyen tek şey, değişim” olduğu da inanç sistemleri içinde yerini almış durumda. Böyle olunca Gezi Direnişi’nden sonra da bir şeylerin değiştiğini söylemek için “alim” olmak gerekmez.
Bu “motto”yu seven ve bolca kullananlar açısından “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” bölümü, “bir şeylerin” değiştiğini, ama neyin değiştiğinin/değişeceğinin bilinmediğini göstermiştir. Ortaya çıkan herhangi bir siyasal gelişmenin, çok kolaylıkla bu “motto”nun “kanıtı” olarak kullanılabilmesinin nedeni de bu bilinemezliktir.
Evet, Gezi Direnişi sonrasında Türkiye’de bir şeyler “değişti”. Ama sanıldığı gibi, mevcut siyasal iktidara ilişkin “şey”lerden daha çok, herşeyin “değişeceği”ni düşünen ve inanan kesimlerde “bir şeyler” değişti. Bunun en tipik örneği, SİP-TKP’sinin “karpuz” gibi ikiye bölünmesi oldu.
SİP-TKP’sinin “birden bire” tam ortadan (“fifty-fifty”) ikiye bölünmesi “kamuoyu”nu şaşırttı. Elbette SİP-TKP’sinin içinde neler olduğunu az çok bilenler için bu durum şaşırtıcı değildi. Ama “kamuoyu”, bölünme olayının ilan edilmesiyle birlikte sürecin sonuçlarını görebildiğinden “şaşkınlık” normaldi. “Anormal” olan, kendi “kadrolarını” “sterilize” bir ortamda barındırmaktan “gurur” duyan ve “sterilizasyon”u başlı başına bir “örgütlenme anlayışı” olarak savunan bir legalist partinin, “steril ortamda” nasıl “mikrop” kaptığıydı.
SİP-TKP’si, bugün itibariyle (moda sözcükle “an itibariyle”) “Komünist Parti” ve “Halkın Türkiye Komünist Partisi” olarak resmen ikiye bölünmüş durumda.
“Taraf”ların söylemlerine bakılacak olursa, bölünmenin/ayrışmanın temel nedeni, “Haziran’dan sonra” (yani Gezi Direnişi sonrasında) “ortaya çıkan toplumsal olanaklar, dinamikler” karşısında nasıl tutum takınılacağı konusundaki farklılaşmadır.
S. Aydemir/K. Okuyan “taifesi”, “gençleşme hamlesi” sonucu “başkanlığa” getirdikleri Erkan Baş’ın ve “eskimiş tüfek” Metin Çulhaoğlu’nun başını çektiği kesimi (yeni adlarıyla HTKP), partinin “gelenek”sel “komünist” çizgisini değiştirmeye kalkışmakla itham etmektedir.
Yıllarca “kadro”larını “sterilize” bir ortamda, özellikle de “devrimci-demokrat” adını taktıkları kesimlerle her türlü ilişkinin “yasak”landığı koşullarda tutarak “saf”lığını korumaya çalışan Aydemir-Okuyan “taifesi”, “öteki” tarafı “devrimci-demokrat”larla işbirliği yapmak ve hatta “komünist” dedikleri partiyi “devrimcileştirmek”le de itham etmektedirler.
“Öteki” taraf, yeni adlarıyla “Halkın TKP” si, Gezi Direnişi’nin ortaya çıkardığı “dinamikleri ve potansiyeli” TKP adı etrafında örgütleyerek, “sosyalizmi toplumsallaştırmak”tan söz etmektedirler.
Bir parça geriye dönmekte yarar vardır.
Yıl: 6 Ocak 2006. Yer: TKP’nin yayın organı Komünist. Yazar: M. Çulhaoğlu.
“...Türkiye’de işçi sınıfı 1989-91 döneminden bu yana bu anlamda sarsıcı bir eylemlilik içinde değildir. Dahası, üretim süreci içindeki ayrıksı konumu bir yana, işçi sınıfı şu anda ideolojik ve kültürel açıdan büyük ölçüde orta sınıflaşmıştır.” diye yazmaktadır. Ve ardından toplumu sarsacak bir eylemliliğin gerekliliğinden söz ederek, “Gerekli olan, orta sınıfların sarsılması, deyim yerindeyse ‘şok edilmesidir’.” sonucuna varmaktadır. (M. Çulhaoğlu, “Tempocu Toplum”, Komünist, 6 Ocak 2006.) Buradan da “siyasal özne”ye, yani SİP-TKP’sine bir de görev çıkarmaktadır: “Kritik kütleyi, orta sınıfları örgütlemek”.
Açıkçası, Çulhaoğlu, Gezi Direnişi’nin “öznesi” olarak görülen ve sunulan “orta sınıfları örgütleme”nin teorisini yıllar önce yapmıştır. Bugün SİP-TKP’sinin ikiye bölünmesinde bu bakış açısı belirleyici olmuş görünmektedir.
“An itibariyle”, Halkın TKP’si ile Aydemir-Okuyan çiftinin KP’si bir bütün olarak, yıllar boyu özenle korudukları sterilizasyon ortamında mikrobu çoktan ve içten kapmışlardır. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Aydemir-Okuyan ikilisinin “malı” sayılabilecek olan SİP-TKP’si, Çulhaoğlu’nu yeniden saflarına katarken, kendilerini Ekim 17 öncesinin “Lenin”i ve Çulhaoğlu’nu da “Troçki”si olarak gördükleri de kesindir. Şimdi “Troçki” Çulhaoğlu, “Leninci” Aydemir-Okuyan ikilisinin altındaki halıyı çekmiştir!
Böylece Gezi Direnişi sonrasının ünlü “motto”su, SİP-TKP’si cenahında kendi gerçekliğini bulmuştur.
Ama SİP-TKP’si burada yalnız değildir.
“Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı”nı gösteren diğer bir örnek HDP’dir.
Önce bir “haber”e yer verelim: