”'Otuzlu yıllarda, Latin-Amerika'da, yabancı vakıflardan mali destek almayı kabul eden bir solcu aydın bulabilmek pratik olarak mümkün değildi. Bugün, enstitüsü, bir Avrupa ya da Kuzey Amerika vakfı tarafından finanse edilmeyen bir sosyal bilimciyi bulmak çok zor'. Bunu, ABD sosyologu James Petras, Uruguaylı haftalık dergi 'Brecha' da 'Latin-Amerika solunun başkalaşması' başlıklı bir makalesinde yazıyordu. Sona eren seksenli yıllar yeni bir aydın tipi doğurdu. Gramsci'nin 'organik aydınını' değil, imparatorluk tarafından finanse edilen ve ülkesinin toplumsal mücadeleleriyle bağı olmayan 'kurumsallaşmış aydını'.
Yabancı finans kaynakları, vakıflar ve aydınlar arasında olan ilişki çok yönlü ve ince bir ilişkidir, ne doğrudan müdahale, ne de kaba sansür uygulaması vardır. Ekonomik bağımlılığı gizlemek için aydına, geniş bir hareket özgürlüğü tanınır. 'Bu yeni araştırmacılar sınıfının önceki 'organik aydınlar' kuşağına kıyasla daha yeni bir yaşam ve çalışma stili vardır' diye yazıyor Petras ve bir anısını anlatıyor:
Santiago Araştırma Enstitüsü'nün yöneticisi, taşradan gelmekte olan annesini karşılıyor. Yeni Peugeot'su ile annesini havaalanından alınca, annesi soruyor:
- 'Bu güzel arabayı nereden aldın?'
- 'Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için arabaya ihtiyacım var.'
Villalarla dolu bir bölgedeki oğlunun evine yaklaşınca anne soruyor:
- 'Bu güzel evi nereden aldın?'
- 'Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için yaptığım araştırmamda bu eve ihtiyacım var.'
Yemek odasına giriyorlar ve anne deniz ürünleri, tavuk, salatalar ve iyi bir kadeh şarapla donatılmış sofrayı görünce şaşırıyor:
- 'Pekala bu yemeğe nasıl ulaştın?'
- 'Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için bu yemeğe ihtiyacım var.'
Bunun üzerine anne kafasını kaşıyor ve şu nasihatı veriyor:
'Dikkat et ki, kimse diktatörlüğü yıkmasın, yoksa sen bütün bunları kaybedersin!'
Bu şaka değil, gerçek. Referandum'dan hemen önce, rejim yanlısı günlük gazete 'Mercurio' birkaç sayfa üzerinden, sayı ve isim içeren detaylı bir istatistiği şu başlıkla yayınladı: 'Muhalefet yurtdışından nasıl finanse ediliyor'. İki küçük yanlışın dışında, verilen bilgiler gerçeklere uyuyordu.
Altmışlı yılların sonuna doğru, hemen hemen hepsi solcu olan aydınlara karşı genel saldırı, gazetelerin kapatılmasıyla başladı, sol gazeteciler işlerini kaybettiler, yüksek öğretim üyeleri üniversitelerden kovuldular. Çoğu cezaevlerine atıldı ya da öldürüldü. Diktatörlük sırasında 'enstitüler', bir teorik boşlukta baş gösterdiler, vakıflar, desteği hak etmenin şartlarını geniş tuttular. Entellektüellere belli bir hareket serbestisi tanıyorlardı, parola şuydu: Kafayı kuma gömmeli, dikkat çekmemeli, ayakta kalarak yaşamalı. Bir kez vakıfların çanağına bağlanınca, generaller elveda deyip demokrasiler başlayınca da ayrılmadılar. Bunlar için çalışma piyasası değişmedi, çünkü siviller de üniversitelere para yatırmıyordu. Kim sürgünden geliyorsa, o genellikle yabancı finansman kaynakları ile birlikte 'projesini' de beraberinde getiriyor.
Bu 'projelerin' ilk dalgası, temasal olarak öncelikle insan haklarına ve yeni ekonomik modelin araştırılmasına yönelikti; ikinci dalga yeni toplumsal hareketleri araştırdı ve üçüncüsü de demokratikleşme süreci ve dış borçlar problematiği üzerine yoğunlaştı. Bütün araştırmalar, sosyolog Petras'a göre, ortak bir şemaya dayanıyor: 'Diktatörlük üzerine araştırmalar diktatörlüğün baskıcı karakterini anlatıyor, ama onun Batı-Avrupa ve ABD'deki seçkinlerle olan ekonomik ve askeri bağlantılarını anlatmıyor; devletin zoru, insan hakları ihlalleri ile sınırlandırılıyor ve bir sınıfın egemenliğinin, sınıflar mücadelesinin, bir sınıfın zorunun ifadesi olarak kavranmıyor'. 'Sosyal hareketlere' ilişkin araştırmalar da aynı şemayı izliyor, bunların bileşimi, sözde 'dünün ideolojileri' ile hiç bağlantısı olmayan, toplumun tüm katmanlarını kapsayan 'heterojen' olarak anlatılıyor. Demokratikleşme üzerine yapılan araştırmalar, merkezine 'mümkünlüğü ve yapılabilirliği' koyup, geçişi, sivillerle askerler arasında bir transaksiyona indirgiyorlar.”
[Gaby Weber,
Gerilla Bilanço Çıkarıyor, s: 33-34]
Dipnot
[1*] K. Marks,
Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, Seçme Yapıtlar, Cilt: I, s: 532
[2*] Yaşasın Napoléon, Yaşasın Sosisler!
[3*] Engels,
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Seçme Yapıtlar, Cilt: III, s: 401-402
[4*] Lenin,
Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, s: 54
[5*] Lenin,
age, s: 54
[6*] Marks,
Fransa'da İç Savaş, Seçme Yapıtlar, Cilt: II, s: 277
[7*] Engels, 24 Şubat 1893 tarihli Danielson'a mektup. Akt. E. H. Carr,
Tarih Nedir?, s: 95-86, İletişim Yay.
[8*] G. Weber,
Gerilla Bilanço Çıkarıyor, s: 33-34
[9*] Tarih Vakfı "tarih öğretmenleri"yle yaptığı bir toplantıda "İnkilap Tarihi Dersleri"nin "radikal müdaheleye ihtiyaç duyduğu"na karar verilmiş ve içeriğinin şöyle değiştirilmesi önerilmiştir:
”Dersin içeriği, 'biz bize benzeriz'ci yaklaşımdan kurtarılmalı. 'Modernleşme' sürecinin dünya-tarihsel bir olgu olduğunun (elbette özgünlükler bir yana), üç aşağı beş yukarı benzer şeylerin başka ulusların da başına geldiğinin altını çizen bir perspektifle yeniden ele alınmalı. Sözgelimi, ilk birkaç ders mutlaka kapitalizmin ya da "modern sanayi toplumunun" doğuşuna ve bunun dünya ölçeğindeki sonuçlarına ayrılmalı; bu sürecin 'pozitif' yani insanlığı 'özgürleştirici' ve 'negatif' yani 'yeni bağımlılık- lara, yeni kölelik türlerine yol açan' yönleri mutlaka birlikte ve olabildiğince 'taraf tutmadan' anlatılmalı; emperyalizme ve 'modernleşmeye' dönük tepkinin farklı biçimlerde ama neredeyse her yerde görüldüğünün altı çizilmeli."
Görüldüğü gibi, Tarih Vakfı, büyük bir ticari değere sahip okul ders kitapları alanına adım atmaya yönelirken, "solcu" tarih öğretmenleri"ni örgütlemeye çalışmaktadır. Amaç, "modernleşme sürecinin dünya-tarihsel bir olgu" olduğunun herkese kabul ettirilmesi ve bu "dünya-tarihsel olguya" karşı tepkilerin "neredeyse her yerde görüldüğünün altı çizilerek" bu tepkilere kapılınmaması gerektiğinin öğretilmesidir. Bu amaca ulaşmak için, hemen herkesin az ya da çok tepki gösterdiği "Inkilap Tarihi" dersi ile işe başlanılmak istenmektedir. Kemalizme, milliyetçiliğe, şovenizme karşı olmak başka birşeydir, "modernleşme" adı altında emperyalizmin "doğal" gösterilmesi başka birşeydir.