“Yeni orta sınıf” söylemleriyle “Gezi Direnişi” tahlil edilmeye çalışılırken, birden bire, özellikle “eli palalılar”ın, “eli sopalılar”ın direnişçilere saldırmasının Recep Tayyip Erdoğan ve şürekası tarafından “esnafların tepkisi” olarak sunulmasıyla birlikte “esnaflar” gündemin ilk sıralarına yükseldi. Hatta yer yer “yeni orta sınıf” söylemlerinin bile önüne geçti.
Önce “evlerinde zor tutulan %50” vardı. Ardından “esnaflar” geldi. AKP’nin “esnafları” halk direnişine karşı bir güç olarak alanlara çıkartma girişimi oldu. Bunun üzerine sol ve “Taksim Dayanışması” dikkatlerini “esnaf” kesimine yöneltmek zorunda kaldı.
Her zaman olduğu gibi, “Gezi Direnişi”nde de görüldüğü gibi, “esnaf sorunu”, bir kez daha neyin ne olduğuna bakmaksızın, sadece “direnişin meşruiyeti” ve “bileşenler” çerçevesinde ele alındı. Direnişi destekleyen “esnaflar” ortaya çıktılar. “Taksim Dayanışması”, hep yaptığı gibi, Taksim Tramvay Durağı’nda yapılan basın açıklamasına “kitlesel destek” verdi. Ama en “hararetli” tartışma, Karl Marks’a ait olduğu ileri sürülen bir alıntının “internete düşmesi”yle başladı.
Bu alıntıya göre, Karl Marks, 1871 Paris Komünü sırasında “bazı esnafların müşteri gelmiyor gerekçesiyle komünarlara saldırması” üzerine şunları yazdığı rivayet edildi:
“Tarih hiçbir zaman bu kadar lümpen bir ahmaklar grubuna toplu olarak şahit olmamıştır. Parisli esnaf, komünü savunmak için caddelerinde barikat kuran komünistlere saldırmış, caddenin yeniden normalleşmesine, barikatın açılmasına, komünün yıkılmasına yardımcı olmuşlardır. Bunu günlük kârları için yapmışlardır. Ancak unuttukları bir şey vardı ki barikat yıkılınca caddeye girenler onun müşterileri değil alacaklılarıydı ve burjuvalar çoğunu ağır senetlere zorladılar, bir kısmının da kapısına mühür vurdular. Küçük burjuvazinin müşterisi bizzat o barikatı kuranlardı. Bunu acı bir deneyimle öğrendiler.”
“Sanal alemde” pek çok “özlü söz” kaynak gösterilmeksizin yayınlandığı gibi (örneğin, yine Marks’a ait olduğu söylenen “
kapitalistler gölgesini satamadığı ağacı keser” sözü gibi), Marks’a ait olduğu ve Paris Komünü üzerine yazıldığı söylenen bu sözlerin de kaynağı bilinmemektedir. Ama bu “internet alıntısı”nda “esnaf” için, “lümpen ahmaklar grubu” olarak aşağılayıcı bir tanımlama yapılmış olması Marks’ın üslubuna uygun olmadığı gibi söylemine de uymamaktadır. Yapılan “derin” araştırmalar sonucunda, bu “alıntı”nın Marks’ın “
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850” yapıtından “devriklendiği” söylenmeye başlandı.
“Haziran günlerinde, hiç kimse, mülkiyeti kurtarma uğruna ve krediyi yeniden tesis etme uğruna, Paris küçük-burjuvaları, kahveciler, lokantacılar, şarap satıcıları, küçük tacirler, dükkancılar, zanaatçılar vb. kadar bağnazca savaşmamıştı. Dükkan, bütün kuvvetini toplayarak sokaktan dükkana geçişi yeniden sağlamak için barikata karşı yürümüştü. Ama barikatın ardında dükkanın müşterileri ve borçluları, önünde ise alacaklıları vardı. Ve barikatlar devrilip işçiler ezildiğinde, ve mağazaların bekçileri zafer sarhoşluğu içinde yeniden dükkanlarına koşuştukları zaman, dükkan kapısının, mülkiyetin bir bekçisi tarafından, kendilerine birtakım gözkorkutucu kağıtları uzatan resmi bir kredi memuru tarafından kesilmiş olduğunu gördüler: vadesi geçmiş poliçe, vadesi dolmuş senet, vadesi gelmiş bono, batmış dükkan ve batmış dükkancı buldular...
Küçük-burjuvalar, işçileri yenmekle, kendilerini kuzu kuzu alacaklılarının ellerine teslim etmiş olduklarını büyük bir dehşetle anladılar.”[1*]
Her ne kadar birinci alıntı, “sanal aleme” özgü görünse de, Marks’ın “esnaflar” konusundaki değerlendirmesi (ikinci alıntı) arasında sadece sözel farklılık vardır. Yine de “sanal alem”in “alıntısı”nda “esnaflar”a karşı kullanılan “kaba” ve “aşağılayıcı” sözlere duyulan “rahatsızlık” hemen dışa vuruldu ve böylece “esnaf sorunu”, daha tam ifadeyle,
proletarya devrimi karşısında küçük-burjuvazinin sınıfsal tavrı konusu bir çırpıda bir yana itildi.
“Esnaf” ya da “çarşı esnafı”,
Komünist Manifesto’da “alt orta sınıf”ın içinde yer alır ve genel olarak “alt orta sınıf” küçük imalatçı, bakkal, zanaatçı ve köylüler olarak tanımlanır.
“Alt orta sınıf, küçük imalâtçı, dükkâncı, zanaatçı, köylü, bütün bunlar, orta sınıfın parçaları olarak varlıklarını yokolmaktan kurtarmak için, burjuvaziye karşı savaşırlar. Bunlar, şu halde, devrimci değil, tutucudurlar. Hatta gericidirler, çünkü tarihin tekerleğini gerisin geriye döndürmeye çalışırlar. Kazara devrimci olsalar bile, proletaryaya katılmak üzere olduklarından ötürü böyledirler; şu halde, o andaki çıkarlarını değil, gelecekteki çıkarlarını korumakta, proletaryanın bakış açısını edinmek için kendilerininkini terketmektedirler.”
“Eski orta sınıf” olarak sosyolojik olarak kategorileştirilebilecek bu kesimler, açıkça ifade edildiği gibi, yok olmaktan kurtulmak için burjuvaziye karşı savaşırlar ve bu nedenden dolayı da devrimci değil,
tutucudurlar.
Bilinen marksist-leninist terminolojiyle ifade edersek, “eski orta sınıf”, kapitalist toplumda
küçük-burjuvazi içinde yer alır. Her ne kadar sosyologlar “yeni orta sınıf”ı keşfetmişlerse de, küçük-burjuvazi, bir bütün olarak
Komünist Manifesto’nun ifade ettiği “alt orta sınıflar”dır.
Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak “eski orta sınıf”, yani feodal toplumun bir parçasını oluşturan “esnaf ve zanaatkar” kesiminin bir bölümü yoksullaşarak proleterleşirken, diğer bir bölümü burjuvalaşmıştır. Ancak her durumda ayakta kalanları kapitalizme eklemlenmiştir. Kapitalizmin tekelci aşamaya geçmesiyle birlikte, kapitalizme eklemlenmiş bu “orta sınıf” giderek tasfiye edilmiştir.
Kapitalizmin iç dinamikle gelişmediği, feodalizmin aşağıdan yukarıya tasfiye edilmediği bizim gibi ülkelerde ise, “eski orta sınıf” her dönemde varlığını sürdürmüştür. Pazarın genişlemesine yol açan ekonomi politikaların uygulandığı dönemlerde bu sınıf gelişen kapitalizmin destekçisi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak yukardan aşağıya ve dış dinamikle (emperyalizm) de olsa gelişen kapitalizm bu “eski orta sınıfların” eski konumlarını ve güçlerini yitirmelerine yol açmıştır. Bunun sonucu olarak da, eski konumlarını yeniden kazanmak ve eski güçlerine ulaşmak için kapitalizme ve emperyalizme karşı bir tutum içine girmişlerdir. En tipik olarak İran’da “İslam Devrimi”nde görüldüğü gibi, “
çarşı esnafı”, molla iktidarının temel sınıfsal tabanı olarak ortaya çıkmıştır.
Bugün hemen hemen tüm islam ülkelerinde “çarşı esnafı” (“eski orta sınıf”ın temel bileşeni) emperyalizmin çıkarlarına uygun olarak geliştirilen kapitalizme karşı bir konumda bulunmaktadır. Din, bu kesimin eski konumunu yeniden kazanma ve eski güçlerine ulaşma isteğine denk düşer. Dolayısıyla emperyalizme ve kapitalizme karşı oluşu, devrimci değil, gerici niteliktedir. Bugün AKP iktidarının temel dayanağı da bu gerici kesimlerdir.
“Çarşı esnafı”nın gerici niteliğini anlamak için çok fazla kafa yormaya gerek yoktur. “Çarşı esnafı”, küçük sermayeye sahibi “perakendeci tüccar”dır. Genel olarak küçük üreticiden farklı olarak ticaret sermayesinin bir parçasıdır. Bizim gibi ülkelerde gelişen kapitalizmin baştan emperyalizme bağımlı olması ve tekelci niteliği karşısında bu küçük ticaret sermayesi sahipleri giderek iflasa uğrar. Bunun en temel nedeni de, tekelci sermayenin iç pazarda kurduğu egemenliktir. İç pazarın denetimini eline geçiren tekelci sermaye karşısında küçük ticaret sermayesi bir süre de olsa ayakta kalabilmesi için, yine tekelci sermayeye ait olan bankalardan kredi almak zorunda kalması ve zaman içinde bu kredileri ödeyememesi üzerine iflasa sürüklenmesi tarihsel bir olgudur.
Bu koşullar altında, bu küçük sermaye kesimini, “çarşı esnafı”nı tekelci sermayeye karşı savunduğunu iddia eden siyasal hareketler bu kesimlerin (ki ticaret nedeniyle feodal tefeci-tüccar kesimiyle ortak çıkarlara sahiptir) desteğini kolayca alabilmektedir. Küçük ticari sermaye sahibi, küçük işini, küçük dükkanını korumak peşindedir. Bu küçük işi, küçük dükkanı onun varlık koşuludur. Bu nedenle de işini ve dükkanını korumak için yapamayacağı şey yoktur. Gelişen kapitalizmin her koşulda kendisini tasfiye edeceğini göremeyecek kadar da dar görüşlüdür. Marks’ın ifade ettiği gibi, “barikatın ardında, dükkanın müşterileri ve borçluları” olsa bile, “barikat”ın kendi işini engellediğini düşünecek kadar da kördür.
Geri-bıraktırılmış ülkelerde (“ekonomist” söylemle “gelişmekte olan ülkeler”de) emperyalizmin feodal tefeci-tüccar sermayesi ile olan ittifakı, aynı zamanda küçük ticaret sermayesiyle dolaylı bir ittifak olarak ortaya çıkar. Emperyalizm, gelişen anti-emperyalist mücadelelere karşı bu kesimleri (köylülük dahil) “kitlesel tabanı” olarak kullanır. Bu nedenle de onları tasfiye etmek yerine, yapay olarak yaşamalarına olanak tanır. Çoğu zaman düşük faizli kamu kredileriyle bu kesimleri besler. Ancak yukardan aşağıya da olsa gelişen kapitalizm koşullarında bu kesimlerin tasfiyesi de kaçınılmazdır. Bu durumda “küçük esnaf”, “çarşı esnafı”, siyasal gücü elinde bulunduran yerli-tekelci sermayeye karşı bir tutum alır. Onlara göre, kamu kredilerinin devamlılığını sağlayabilmenin tek koşulu “siyasal iktidar”a sahip olmaktır. Dolayısıyla kendilerine kamu kredilerini daha çok ve daha kolay vereceğini vaad eden siyasal hareketlere yönelir.
Türkiye’de T. Özal’ın “orta direk” olarak adlandırdığı bu “eski orta sınıf”, Erbakan’la temsil edilen “siyasal islam”ın tabanı olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 1980 sonrasında “islami bankacılık” tarafından desteklenmeye başlanmasıyla birlikte “siyasal islam”la olan ilişkisi gelişmiş ve pekişmiştir. “Siyasal islam”ın belediyelerde “iktidar” olmasıyla “yerel iktidar” olanaklarından yararlanmaya başlamıştır. Bu da, giderek “merkezi iktidar” olanaklarına sahip olmaya yönelik bir itme yaratmıştır.
Bu “eski orta sınıf”ın sol ve devrimci hareket karşısındaki tutumu tümüyle “mülkiyet” temelindedir. Sol, devrimci hareket, anti-komünist propagandalarla “mülkiyet karşıtı” olarak gösterildiğinden, her durumda kendi küçük sermayesinin “düşmanları” olarak görülmelerine yol açmıştır. Doğal olarak, solun, özellikle proleter devrimci hareketin özel mülkiyete karşı tutumu, bu kesimlerin karşı-devrimci saflarda yer almalarına neden olduğu düşünülür.
Bu “düşünce”den yola çıkan kimi sol hareketler (özellikle de “sosyal-demokrat”lar) olabildiğince “mülkiyet karşıtı” olmadıklarını göstermeye çalışırlar. Bu da, küçük sermayeyi yaşatmaya yönelik garip ve çelişik politikaların piyasaya sürülmesine yol açar.
Açıktır ki, gelişen kapitalizm koşullarında bu küçük ticaret sermayesi, tıpkı küçük üreticiler gibi, büyük ölçüde tasfiye olacaktır. Ancak yukardan aşağıya geliştirilen kapitalizm koşullarında bu tasfiye süreci yapay olarak (üstyapısal) uzatılabilmektedir. Kimi zaman Dünya Bankası kredileriyle, kimi zaman kamu kredileriyle ve ihaleleriyle bu süreç uzatılmaktadır. Bunun temel nedeni, emperyalizmin anti-emperyalist devrimci mücadelelere karşı bir güç olarak bu küçük sermaye kesimlerinin desteğine muhtaç olmasıdır. Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın “
iç savaş tehdidi”nin kitlesel dayanağı da bu kesimlerdir.
Özcesi, “esnaf sorunu”, kapitalizmin geliştiği, tekelci kapitalizmin egemen olduğu “gelişmiş ülkeler”in değil, kapitalizmin yukardan aşağıya geliştirildiği “gelişmekte olan ülkeler”in sorunu olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak her durumda
perakendeci ticaretin unsurudur. Hizmetler sektörünün bazı unsurları da (çaycılar, lokantacılar vb.) bu perakendeci ticaretle birlikte var olduklarından, kendilerini “çarşı esnafı” olarak görürler.
Küçük-burjuvazi, “çarşı esnafı”nı kapsamakla birlikte, asıl olarak küçük üretimle nitelenir. Bu nedenle
küçük imalatçı kesimler onun sınıfsal niteliğinin belirleyicisidir. Bugün küçük-burjuva sınıfsal özelliği olarak tanımlanan pek çok şey bu küçük imalatçı kesimlerin özelliğini taşır. “Organize sanayi bölgeleri”nde faaliyet yürüten küçük sermaye ile “çarşı esnafı” (küçük ticaret sermayesi) küçük-burjuvazinin parçaları olmakla birlikte, aralarında belirgin farklılıklar vardır. Birincisi, gelişen kapitalizmden yanadır; ikincisi, gelişen iç pazardan, ticaretten yanadır. Bu yüzden de siyasal olaylar karşısındaki tutumları her zaman birbiriyle örtüşmez ve çakışmaz. Bu ilişki ve çelişki içinde küçük-burjuva aydını da homojen bir bütün oluşturmaz.
Diğer yandan, ithalata dayalı tüketim koşullarında “yeni orta sınıf” ile “eski orta sınıf” arasındaki tüm bağlar yok olmaya yönelmiştir. İthal ürünlerin tüketicisi olan “yeni orta sınıf”, yeni tüketim normlarıyla perakendeci küçük tüccarla (“çarşı esnafı”) ilişkisini önemli ölçüde yitirmiştir. “Çarşı esnafı”nın yerini uluslararası
perakendeci tekeller almıştır. Artık “eski” esnaf, çaycı, tostçu ilişkilerinin yerini “ünlü” uluslararası ticari markalar almıştır. Bu ortamda “eski orta sınıf”ın, yani “çarşı esnafı”nın müşterileri, AKP döneminde kapalı üretim birimlerinin kapitalist pazara açılmasıyla ortaya çıkan tüketici kitlesidir. Bu kitle, kırdan kente göç eden köylü kitlesinden oluşur.
Elbette birbiri ardına yapılan AVM’ler karşısında “çarşı esnafı” sürekli alıcı/müşteri kaybetmekte ve zayıflamaktadır. Ancak bu süreç henüz tüm Anadolu illerine ve kasabalarına yayılmamıştır. Dolayısıyla da “ithalata dayalı tüketim”in sınırlı kaldığı yerlerde “çarşı esnafı” eski konumunu sürdürebilmektedir. Bu da çelişik durumlar ortaya çıkarmaktadır. Örneğin Edirne ili CHP’nin “kalesi” konumundayken, Edirne’nin il merkezinde “çarşı esnafı” büyük ölçekte MHP ve AKP saflarında yer almaktadır.
“Eski orta sınıf”a ilişkin diğer bir gelişme de, bir bölümünün süper/hiper marketlerin “tedarikçisi” olarak faaliyet alanını değiştirebilmesidir. Bu “tedarikçi” ilişkisi, onların köylülük üzerindeki eski egemenliğini yeni biçim altında sürdürebilmesinin koşullarını yaratmıştır.
Her durumda “çarşı esnafı”, Anadolu kasabalarında “eşraf” olma özelliğini sürdürmektedir. Bu yönüyle de kasabanın “kanaat önderleri” konumlarını korumaktadırlar.
Tüm bunların yanında “Gezi Parkı Direnişi” sırasında İstanbul-Beyoğlu’nda ortaya çıkan “eli palalı” bir esnaf türü daha vardır. Bu “esnaf” türü, marjinal “eğlence sektörü”nün bir parçasıdırlar, dolayısıyla da “lümpen” kesimlerin temsilcisidirler. Bunları “esnaf” olarak görmek ve buradan yola çıkarak bir “esnaf politikası” geliştirmek tümüyle anlamsızdır.
“Çarşı esnafı” ya da “esnaf sorunu”, birbiriyle çelişik ve karmaşık bir ilişkiler yumağı oluşturmaktadır. Bu çelişik ve karmaşık ilişkilerin kaynağı, kapitalizmin kendi iç dinamiğiyle gelişmemiş olmasıdır. Kapitalizm kendi iç dinamiğiyle değil de emperyalizmin “konjonktürel” çıkarlarına göre geliştirildiğinden, varolan kapitalizm çarpıktır. Bu çarpık kapitalizm koşullarında feodal toplumdan gelen, üstyapısal müdahalelerle “pazara” eklemlendirilen feodal sınıflar tasfiye edilmemektedir. Bunun sonucu olarak da kapitalizme özgü sınıf ilişkilerinin yerine, feodal kesimlerin de etkin ve belirleyici olabildiği özgün bir sınıf ilişkisi ortaya çıkmıştır.
Türkiye somutunda feodal sömürücü sınıflar, yani toprakağaları ve tefeci-bezirgan kesimleri, yukarda ifade ettiğimiz genel çizginin içinde yer yer geniş çaplı tasfiye hareketine maruz kalmışlardır. İlk büyük tasfiye hareketi, 1930’larda “devletçilik” uygulamalarıyla yürütülmüştür. Ancak II. Yeniden Paylaşım Savaşı’yla birlikte emperyalizmle olan ilişkilerin gelişmesi ve emperyalizmin etkin ve belirleyici bir yere sahip olmasıyla bu tasfiye hareketi sonuçlanmamıştır. DP’nin 1950 seçimlerinde kazandığı “zafer”in temelinde bu tasfiye hareketine karşı toprakağaları ve tefeci-bezirgan kesimlerinin tepkisi yatmıştır. (Tefeci-tüccar sermayesinin günümüzdeki temsilcisi olan AKP’nin “Mustafa Kemal düşmanlığı ve kini” bu tasfiye hareketinin tarihsel sonucudur.)
İkinci büyük tasfiye hareketi, 1971 yılında 12 Mart döneminde gerçekleşmiştir. Başını Koç ailesinin çektiği olgarşi, I. Erim Hükümeti aracılığıyla küçük-burjuvaziyi yedekleyerek toprakağaları ve tefeci-bezirgan kesimini tasfiye etmeyi amaçlamıştır. Ancak silahlı devrimci mücadele karşısında bu feodal kesimlerle yeniden ittifaka girmek zorunda kalmıştır. Bu da, AKP’nin Koç grubuna karşı düşmanlığının ve kininin tarihsel kökenini oluşturmaktadır.
12 Eylül, her ne kadar oligarşinin askeri darbesi olmuşsa da, ülke çapına yayılmış devrimci mücadele karşısında tüm sömürücü sınıfların birlik ve beraberliğini sağlamayı hedeflemiştir. Burada Anadolu’da etkin bir güç konumunda bulunan tefeci-tüccar kesimi öne geçmiştir. 12 Eylül döneminde bu kesimin tasfiyesinden daha çok, T. Özal aracılığıyla “sisteme entegre etme”, yani çarpık kapitalizme eklemlendirme yönü ağır basmıştır. Bugün AKP’nin T. Özal’a duyduğu “sevgi ve muhabbet”in temelinde bu durum yatmaktadır.
Bu süreçlerde “çarşı esnafı”, her zaman tefeci-tüccar kesiminin bir parçası olarak varlığını sürdürmüştür. 1950 öncesinde hem perakendeci hem de toptancı olan tefeci-tüccarlar, giderek toptancı tüccarlara dönüşmüştür. Bu dönüşümle birlikte geleneksel “çarşı esnafı”
perakendeci olarak pazarın asli unsuru haline gelmiştir. Kayseri, Konya, Kütahya, Afyon, Erzurum gibi illerde “çarşı esnafı” perakendeci ticaretin neredeyse tek ve rakipsiz sahibi haline gelmiştir. Manüfaktür düzeyinde üretim yapan küçük imalat sanayisinin perakendeci satıcısı olan “çarşı esnafı”nın “müşteri portföyü” hemen hemen tümüyle köylüler olmuştur. Köylülerin pazar ilişkisi, hemen her durumda bu “çarşı esnafı” üzerinden sürdürülmüştür.
Ancak “çarşı esnafı”, yerli-tekelci sanayi sermayesinin (simgesel olarak Koç grubu) kendi dağıtım şebekesini kurmasıyla birlikte bu “tek ve rakipsiz” konumlarını hızla yitirmeye başlamıştır. Kırsal alanlardan büyük kentlere yönelik göçle kent nüfusunun artması da buna eklendiğinde Anadolu’daki “çarşı esnafı” eski konumunu ve gücünü yitirmeye başlamıştır. Bu da “çarşı esnafı” içinde bir dönüşüme yol açmıştır.
“Çarşı esnafı”nın küçük bir bölümü yerli-tekelci sanayi sermayesine eklemlenerek, bu sermayenin Anadolu dağıtım ayağını oluşturmuştur. Önemli bir bölümü gıda malları satan “bakkal esnafı” haline gelirken, daha az bir bölümü eski feodal köy-kasaba ilişkisinde varlıklarını sürdürmeye devam etmiştir. Ancak en temel dönüşüm Anadolu’nun en ücra kasabasına kadar yayılan hizmetler sektöründeki gelişmeyle gerçekleşmiştir. “Çarşı esnafı”nın büyük çoğunluğu ticaret alanından hizmetler sektörüne geçmişlerdir. Turizm bu geçişte etkin bir unsur olarak kullanılmıştır.
Bu süreçte “bakkal esnafı” giderek marketleşmiş ve klasik esnaf tipinin yerini “marketçiler” almıştır. Bazı marketler, Yimpaş olayında olduğu gibi, “süpermarket”lere dönüşerek irileşirken, bazıları “toptancı/tedarikçi” haline gelmiş ve kalanlar “mahalle bakkalı” düzeyini aşamamıştır. Bu irileşmede ve tekelleşmede “islami bankacılık” önemli bir işleve sahip olmuştur. Market düzeyine çakılıp kalmış olan “mahalle bakkalı”, iktidara gelen “islami sermaye”ye yakın durarak büyüyebileceğinin ve “süpermarket”e dönüşebileceğinin hayalini kurmaya başlamıştır. Bu da, bu kesimleri AKP’nin “en sadık” destekçisi haline getirmiştir.
“Gezi Parkı Direnişi” ile yeniden gündeme gelen “çarşı esnafı”, artık eski dönemlerdeki “esnaf” değildir. Beyoğlu ve çevresinde “muhkim” “esnaf”, tümüyle
hizmetler sektörünün bir parçasıdır. Dolayısıyla hizmetler sektörünün “müşteri profili”, bu “esnaf”ın müşterileri durumundadır. “Cafe” müşterileri ile “kahvehane” müşterileri de kesinkes birbirinden ayrılmıştır.
Hizmetler sektörünün parçası olarak ekonomik içeriği değişen kesimler, alışkanlıkla ya da geleneksel olarak hala “esnaf” olarak tanımlanmaktadır. Beyoğlu’nun arka sokaklarında hizmet veren “esnaf” “Gezi Parkı Direnişi”nin karşısında yer alırken, “cafe” sahipleri açıktan direnişçileri desteklemiştir. Burada önemli olan “esnaf” olarak tanımlanan kesimlerin, artık perakende ticaretle hiçbir ilişkisinin kalmamasıdır. Artık onlar, değişik müşteri tiplerine hizmet veren birer hizmetler sektörü birimi haline gelmişlerdir. Klasik perakendeci ticaret erbabı ile hizmetler sektörünün bir parçası olan “esnaf” bir ve aynı değildir. Bu ayrımı gözetmeyen her türlü tahlil ve siyasal yaklaşım, kaçınılmaz olarak yanlış yönlere savrulmaktan kurtulamaz. Beyder’in çok açık biçimde de ifade ettiği gibi, artık Beyoğlu “esnafı”, ticaret sektörünün değil, hizmetler sektörünün bir parçası olan eğlence sektörünün bir parçasıdır. Hizmetler sektörünün parçası olan “esnaflar” arasındaki farklı siyasal tutumun temel nedeni de, müşteri profilindeki farklılıktır.
Büyük kentlerde görülen bu farklılaşma ve başkalaşım, giderek tüm Anadolu illerine yayılmaktadır. Ancak henüz bu süreç tamamlanmamıştır. Dolayısıyla Anadolu’da “esnaf”, bir süre daha “çarşı esnafı” özelliğini sürdürmeye devam edecektir.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
Mahalle Baskısı, Çarşı Esnafı ve MÜSİAD Yerine TOBB [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
“Yeni” Orta Sınıf [Mayıs-Haziran 2010 - 115. Sayı]
***
Orta Sınıfları Şok Etmek [T"K"P’nin Fokoculuğu] [Ocak-Şubat 2006 - 89. Sayı]
***
Yardım Paketleri, Büfeci İslam, Bakkal Solu! [Temmuz-Ağustos 2007 - 98. Sayı]
***
Mahalle Baskısı, Çarşı Esnafı ve MÜSİAD Yerine TOBB [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
"Bir, ki, üç... Daha Fazla SEKA" Sol'da Popülizm, Marjinallik ve Kuyrukçuluk [Mart-Nisan 2005 - 84. Sayı]
***
Solda Kuzular ve Kurtlar
***
"Vatan, Millet, Sakarya..." "Kanıt, Sav ve Tez"
***
Sol Yayınlarda Popülizm ya da Lümpen-Arabesk Kültürün Egemenliği
***
Ah!... tam ülkenin gerçek gündemini yakalamışken... Nereden çıktı bu olaylar... [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Hasım, Husumet, Kin, Nefret ve Düşmanlık [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Yüksek Tansiyon Sağlığa Zararlıdır! Mehteran Takımının Sponsorları Konuştu: “Herkes Bir Adım Geri!” [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Demokrasi ve Hukuk Devleti [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
AKP Hükümeti ya da "Merak etmeyin Ordu var..." [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Demokratik Devrimin Tamamlanmadığı Bir Ülkede Merak Etmeyin, Ordu Yok! [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus” ya da “Uyumlu Çatışma” [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
AKP’yi Kapatmak ya da Gayrı-Meşru Olmak [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Velevki AKP Kapatılsa Ne Olur! [Temmuz-Ağustos 2008 - 104. Sayı]
***
AB Anayasa Referandumu - AB Tipi Yeni-Sömürgeciliğin İflası [Mayıs-Haziran 2005 - 85. Sayı]
***
Askeri Darbe ile Şeriatçı Hükümet Arasına Sıkışanlar [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
Fransa Tarihinden: II. Cumhuriyet’in sonu [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
İslam İnkılâbının Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyası [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Kurşun Geçirmez Yelek Arkasındaki Korku [Ocak-Şubat 2006 - 89. Sayı]
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
***
Şehir Küçük-Burjuvazisinin "Globalizm Aşkı"nın Sonu [Mayıs-Haziran 2001 - 61. Sayı]
***
Kapitalizm ve "Modernizasyon"
***
"Türkiye'de, Demokratik Devrim Diye, Toprak Devrimi Diye Bir Sorun Yoktur"! [Temmuz-Ağustos 2000 - 56. Sayı]
***
Globalizmin Dili
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi?
***
"Globalizm"in Gözdesi : World Trade Organization
***
“Globalist” Küçük-Burjuvazinin Kozmopolit Kıbrıs Çözümü
***
"Globalizm"in Vurguncuları: Türkcell
***
20 Mart 2003, 04:32, "Globalizm"in Sonu
***
"Globalizm"in Sonunda "Bir Başka Dünya" Muhabbetleri <
***
"Globalist" Aydınlar Faşizme Direniyor!
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
Dipnot
[1*] Marks-Engels, “Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850”, Seçme Yapıtlar, Cilt I, Aralık 1979, s. 280.